-
7th Temmuz 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

Emanete ihanet edilince kıyamet kopar: 5038-Hz. Ebu Hureyre anlatıyor: “Resulullah, yanındaki cemaate konuşurken, bir adam gelerek: “(Ey Allah’ın Resulü!) Kıyamet ne zaman kopacak?” dedi. konuşmasına devam etti, sözlerini bitirdiği vakit:”Sual sahibi nerede?” buyurdular: Adam:”İşte buradayım ey Allah’ın Resulü!” dedi. :”Emanet zayi edildiği vakit kıyameti bekleyin!” buyurdular. Adam:”Emanet nasıl zayi edilir?” diye sordu. Efendimiz:”İş, ehil olmayana tevdi edildi mi kıyameti bekleyin!” buyurdular.” [Buharî, İlm 2, Rikak 35.]

5030-Hz. Enes anlatıyor: “Bir adam Resulullah’a: “Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sormuştu. bir müddet sükuttan sonra yanında duran Ezd-i Şenûe kabilesine mensup bir çocuğa bakıp:”Bu delikanlı pir-i fani olmadan önce kıyametiniz kopacaktır!” buyurdular.”Hz. Enes der ki: “Çocuk o gün benim akranım idi.” [Müslim, Fiten 138, (2953).]

posted in KIYAMET ALAMETLERİ | 0 Comments

7th Temmuz 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

“(İnanmayanlar) ille (helak edilecekleri) sâ’atin ansızın kendilerine gelmesini mi bekliyorlar? İşte onun eşrâtı (koşul ve belirtileri) geldi. O uyarıldıkları sâ’at kendilerine geldikten sonra artık öğüt almaları nereden mümkün olsun?” (Muhammed: 99/18) âyetinde de Allah’ın uyarılarından ibret almayan insanların, zaten eşrâtı (koşul ve alâmetleri) belirmiş olan ve ansızın başlarına inecek olan o azâb saatinin gelmesini mi bekledikleri, inkâr sorusu tarzında belirtilmektedir.

Bu âyette (sâat)in kıyamet, (eşrât)ın da kıyamet alâmetleri olduğu ileri sürülür. Hz. Peygamber(s.a.v.)in devrinde gelmiş olan kıyamet alâmetleri nedir? Rivayetlere göre Hz. Peygamber’in gönderilmesi kıyamet alâmetidir. Çünkü o son peygamberdir. Onun gönderilmesi, artık büyük kıyametin son derece yaklaştığını gösterir. Nitekim kendisinin: “Benim gönderilmem ile kıyamet arası, şu ikisi gibidir”[171] deyip işaret ve orta parmağını birbirine birleştirerek gösterdiği, kıyametin bu iki parmağın birbirine yakınlığı kadar yakın olduğunu bildirdiği rivayet edilir. Hz. Peygamber’den kıyamet alâmetleri hakkında bazı hadîsler de rivayet edilir ki bunlara göre ilmin kalkması, cehaletin yayılması, şarabın (çok) içilmesi, zinanın yaygınlaşması, erkeklerin azalıp kadınların çoğalması, öyle ki elli kadına bir erkeğin düşmesi kıyamet alâmetlerindendir.

Kıyamet alâmetleri hakkındaki rivayetler, Kur’ân’ın açık ifadesine aykırıdır. Önce Kur’ân, kıyametin ansızın geleceğini söylüyor. Ansızın gelecek şeyin alâmeti olmaz. Birtakım belirtilerden sonra gelen şey de ansızın olan bir olay değildir. Ayrıca Kur’ân, Peygamber’in gaybi bilme­diğini, sadece kendisine vahyolunana tâbi olduğunu vurgulamaktadır.[172] Gaybi bilmeyen Peygamber’in, kıyametin ne zaman kopacağını bilmediğini de ısrarla vurgulamıştır: “Sana o saatten soruyorlar: Ne zaman gelip çatacak diye. De ki:’Onun bilgisi, ancak Rabbimin yanındadır. Onu za­manında ortaya çıkaracak olan yalnız O’dur. O göklere de, yere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir.’ Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki:’O’nun bilgisi Allah’ın yanındadır. Fakat insanların çoğu bilmezler.’ De ki:’Ben kendime, Allah’ın dilediğinden başka ne bir fayda, ne de bir zarar verme gücüne sahibim. Eğer gaybi bilseydim, kendime çok yarar sağlardım (definelere sâhibolurdum). Bana kötülük dokunmamış, beni cin çarpmamıştır. Ben sadece inanan bir kavim için uyarıcı ve müjdeleyiciyim’ . [173]“O sâ’atin ne zaman demir atacağını (gelip çatacağını) sana soruyorlar. Sen onu nereden bileceksin? Onun sonucu (kesin bilgisi) Allah’a aittir.[174] âyetleri, Peygamber’in, kıyametin ne zaman kopacağını da bilmediğini açıklıkla belirtmiştir.

” De ki: “Göklerde ve yerde, Allah’tan başka kimse gaybi (gizliyi) bilmez- Ne zaman dirileceklerini de bilmezler. (Nemi: 48/65)

“De ki: “Ben, Allah’ın hazineleri yanımdadır’ demiyorum, gaybi de bilmem”[175]

Peygamber’in gaybi bilmediği, ansızın gelecek olan kıyamet olayının zamanının kimseye bildirilmediği hakkındaki bu kadar kesin kanıta rağmen yine de Peygamber’in, bütün sırları bildiği, âhiret olaylarını, tâ kıyamet alâmetlerinden, Yüce Mahkemenin ve sonucunun ayrıntılarına kadar bütün gizli olayları bildiği iddia edilmiş ve bu konudaki ayrıntılı haberler, hadîs mecmu’alarını doldurmuştur. Kur’ân’ın açık ifadelerine ters düşen bu ha­berler, kendi aralarında çelişkilerle doludur.

Ayetlerin açık ifadesine göre ansızın gelecek olan kıyametin, geli­şinden önce görünecek belirtileri olmaz. Çünkü henüz gelmeden birtakım belirtileri görünecek olsa, kıyamet ansızın değil, yavaş yavaş gelecek demektir. Görünen alâmetlerinden, kendisinin geleceği anlaşılır. Bu ise ansızın gelme değildir. Gece veya gündüzün, beklenmedik bir anda bir depremin olması, ansızın vukubulan bir olaydır. Eğer depremin olacağı bilinse ve belirtileri ortaya çıksa idi, o, beklenen bir olay olduğu için artık ansızın meydana gelen bir olay vasfını taşımazdı. Ayetler, kıyametin hiç beklenmedik bir anda, ansızın geleceğini bildirmektedir.

Doğrusu şudur ki: Peygamber’e verilen gayb bilgisi, ona vahyedilen Kur’ân’dır. “De ki:’Ben elçilerden bir türedi değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyuyorum ve ben ap açık bir uyarıcıdan başka bir şey değilim.”[176] âyeti, Peygamber’in, gerek kendi hayatında, gerek daha sonra neler olacağını, kendisine neler yapılacağını bilmediğini haber veriyor. O, Allah ile insanlar arasında bir elçidir. Allah’tan kendisine vahyedilenleri, hiçbir şey gizlemeden, bazı bilgileri özel bazı kişilere tahsis etmeden herkese duyurmuştur.

Elbette ru’yâ, sezgi veya ilham ile kendisine, kendi hayatında olacak bazı olaylar hakkında işârî bilgiler verilmiştir ki biz bunlara mu’cize diyoruz. Ancak bu tür gaybî bilgiler, daha ziyade kendi hayatındaki ve geleceği hakkındaki olaylarla ilgilidir. Buna bazı Kur’ân âyetlerinde de işaret edilmiştir. Meselâ Peygamber’in hanımlarından birine söylediği bir sırrı, o hanımın başkalarına ifşa etmesinin, Peygamber’e bildirilmiş olduğu, Tahrîm: 106/3’de anlatılmaktadır. Yemeğin bereketlenmesi ve benzeri mu’cizeler olmuştur. Ama zamanla mu’cize haberleri abartılmış, bire on katılarak anlatılmıştır. Bilhassa gelecekle ilgili pek çok haber Peygamber’e söyletilmiştir ki, Hz. Âişe’nin dediği gibi, geleceği Allah’tan başka kimse bilmez. Özellikle hiçbir alâmeti olmayan kıyametin zamanı, bütün insan­lardan gizlenmiştir. “De ki:’Kıyamet saatinin bilgisi Rabbimin yanındadır, onu, O’ndan başkası açığa çıkaramaz’.”[177] âyeti ve benzerleri, kıyamet bilgisinin, yalnız O’nun katında bulunduğunu, başka kimseye verilmediğini belirtmiştir.

Bu âyetlerin ışığı altında, Hz. Peygamber’e bağlanan bazı fitnelerin vukuu ve kıyamet alâmetleri hakkında, binlerce yıl sonraki geleceğe ilişkin haberlerin, gerçekte ona âidolmadığı; acıklı olaylar karşısında teselli arayan insanların kamu oyundan doğduğu anlaşılır. Nitekim Hz. Âişe: “Peygam­berdin, yarın ne olacağını bildiğini sanan kimse, Allah’a büyük yalan isnâd etmiş olur. Çünkü yüce Allah: “De ki’Göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse gaybi bilmez; ne zaman dirileceklerini de bilmezler[178] buyu­ruyor’ demiştir.[179] Hadîsi bu lafızla İbn Ebî Hatim rivayet etmiştir. Fakat benzeri Buhârî’de vardır, orada Hz. Âişe şöyle demektedir: “Kim sana Muhammed Rabbini gördü derse yalan söylemiştir. Çünkü Allah: Gözler O’nu görmez[180] buyuruyor. Ve kim sana o (yani Peygamber) gaybi bilir, derse yalan söylemiştir. Çünkü Allah: y Gaybi Allah’tan başka kimse bilmez’[181] buyuruyor.”[182] Hadîsin, Müslim ve Tirmizî’deki şekli de şöyledir: “Her kim, onun (yani Hz. Peygamber’in), yarın ne olacağını haber verdiğini sanırsa Allah’a büyük yalan isnâdetmiş olur. Çünkü Allah:’De ki Göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse gaybi bilmez’ buyurmaktadır “.[183]

Bu hadîslerin açık ifadesine göre Peygamber (s.a.v.), vahiy dışında yarın ne olacağını bilmezse, binlerce yıl sonraki olayları da elbette bilmez. Şayet bu konuda vahiy gelirse o zaman bilir. Böyle bir vahiy olsaydı, onun da Kur’ân’da bulunması gerekirdi. Halbuki Kur’ân’da, bu fiten ve kıyamet hakkındaki rivayetlerde anlatılanların hiçbirine rastlanmıyor, sadece gaybi, gökte ve yerde Allah’tan başka hiç kimsenin bilmeyeceğini vurgulayan âyetlere rastlıyoruz.

Aktarılan rivayetler üzerinde düşünülünce bunların ne kadar çelişkili ve gerçeklere ters olduğu anlaşılır. Meselâ, Hz. Âişe’ye dayandırılan bir rivayete göre bedevî Araplar geldiklerinde, Allah’ın Elçisinden, kıyametin ne zaman kopacağını sorarlardı. O da onların, içinde bulunan en genç insana bakar: “Eğer bu yaşarsa, henüz ihtiyar olmadan kıyamet kopar, derdi.”[184]

Önce Peygamber’in, gaybı bilmediğini delilleriyle anlatan Hz. Âişe’nin, söylediklerinin tersine, Peygamber’in gaybi bildiğini ifade eden bu sözü nasıl söyler? Çünkü kendisi, bu tür sözlerin Peygamber’e iftira olacağını söylemiştir. Kaldı ki çeşitli yollarla Peygamber’den rivayet edilen bu söz doğru olsa, Peygamber’in, kıyametin zamanını takriben tesbit ettiğini gösterir. Kendi zamanında çocuk olan bir insan, çok yaşasa daha seksen sene yaşayacağına göre demek ki Peygamber, kendisinden seksen-doksan yıl sonra kıyametin kopacağını sanmıştır. Bu ise âyete tamamen aykırıdır. Ayrıca söylediği zamanda kıyamet kopmamış olduğuna göre bu, hâşâ Peygamber’in güvenilirliğine gölge düşürür. Sonra takriben bir asır sonra kıyamet kopacaksa da’vetini yerleştirip yeni bir dünya düzeni kurma uğrunda o kadar çaba harcamasına neden gerek görmüştür? Yüce Allah, gerek A’râf: 39/187’de, gerek Nâzi’ât: 81/42’de Peygamber’in, kıyametin kopacağı zamanı bilmediğini vurgulamıştır. Onun bilgisi, Allah’a aittir. Hikmeti gereği bu bilgiyi kendisinden başkasına açmamıştır.

Şimdi soru sahibine diyorum ki: Her çağda insanlar, kıyamet alâmet­lerinin belirdiğini, artık kıyametin çok yaklaştığını sanmışlardır. Bin yıl önce bu böyle sanıldığı gibi, bin yıl sonra da böyle sanılmaktadır. Gerçekte kıyametin ne zaman kopacağını Allah bilir. Ancak bilim, şu Güneşimizin, daha beş milyar yıl bu gezegenlerindeki hayatı sürdürecek enerjiyi sağlama gücüne sahibolduğunu söylemektedir. Acele etmeğe gerek yok. Bizim sınırlı ömrümüz için yüz yıl, bin yıl çok şey ifade eder ama milyarlarca yıllık dünya ömrü için bin yıl, beş bin yıl bir değer ifade etmez. [185] (Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kıyamet Alametleri)

“De ki: Göklerde ve yerde, Allah’tan başka kimse gaybı (gizliyi) bilmez. Ne zaman dirileceklerini de bilmezler” (Nemi: 48/65), “De ki: Ben, Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmem.” Bu kadar kesin kanıta rağmen yine de Hz. Peygamber’in bütün sırları, ahiret olaylarını, kıyamet alâmetlerini, Yüce Mahkeme’nin sonucunu ayrıntılarına kadar bildiği iddia edilmiş ve bu konudaki haberler hadis mecmualarını doldurmuştur. Kıyamet alâmetleri hakkında aktarılan rivayetler üzerinde düşünülünce bunların ne kadar çelişkili ve gerçeklere ters olduğu anlaşılır. Mesela, Hz. Ayşe’ye dayandırılan bir rivayete göre Bedevi Araplar geldiklerinde, Allah’ın Elçisi’nden kıyametin ne zaman kopacağını sorarlardı. O da onların, içinde bulunan en genç insana bakar, “Eğer bu yaşarsa, henüz ihtiyar olmadan kıyamet kopar” derdi. Kaldı ki çeşitli yollarla Peygamber’den rivayet edilen bu söz doğru olsa, Peygamber’in kıyametin zamanını takriben tespit ettiğini gösterir. Kendi zamanında çocuk olan bir insan, çok yaşasa daha seksen sene yaşayacağına göre demek ki Peygamber, kendisinden seksen-doksan yıl sonra kıyametin kopacağını sanmıştır. Bu ise ayete tamamen aykırıdır. Ayrıca söylediği zamanda kıyamet kopmamış olduğuna göre bu, hâşâ Peygamber’in güvenilirliğine gölge düşürür. Takriben bir asır sonra kıyamet kopacaksa, yeni bir dünya düzeni kurma uğrunda o kadar çaba harcamasına neden gerek görmüştür? Yüce Allah, gerek A’râf: 39/187’de gerek Nâzi’ât: 81/42’de Peygamber’in, kıyametin kopacağı zamanı bilmediğini vurgulamıştır. Onun bilgisi, Allah’a aittir. Hikmeti gereği bu bilgiyi kendisinden başkasına açmamıştır. (Süleyman Ateş -Vatan Gazetesi -26/3/2004)

Hiç kimse gaybı bilmez: Kur’ân, kıyametin ansızın geleceğini söylüyor. Ansızın gelecek şeyin alâmeti olmaz. Ayrıca Kur’ân, Peygamber’in gaybı bilmediğini, sadece kendisine vahyolunana tâbi olduğunu belirtmektedir. Gaybı bilmeyen Peygamber’in, kıyametin ne zaman kopacağını bilmediğini de ısrarla vurgulamıştır: “Sana o saatten soruyorlar, ne zaman gelip çatacak diye. De ki: Onun bilgisi ancak Rabbimin yanındadır. Onu zamanında ortaya çıkaracak olan yalnız O’dur. O göklere de yere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: O’nun bilgisi Allah’ın yanındadır. Fakat insanların çoğu bilmezler.

De ki: Ben kendime, Allah’ın dilediğinden başka ne bir fayda, ne de bir zarar verme gücüne sahip değilim. Eğer gaybı bilseydim, kendime çok yarar sağlardım (definelere sahip olurdum). Bana kötülük dokunmamış, beni cin çarpmamıştır. Ben sadece inanan bir kavim için uyarıcı ve müjdeleyiciyim” (7/187-188), “O saatin ne zaman demir atacağını (gelip çatacağını) sana soruyorlar. Sen onu nereden bileceksin? Onun sonucu (kesin bilgisi) Allah’a aittir” (Nâziât: 42-44) ayetleri, Peygamber’in kıyametin ne zaman kopacağını da bilmediğini açıklıkla belirtmiştir.” (Süleyman Ateş-Vatan Gazetesi-25/3/2004)

posted in KIYAMET ALAMETLERİ | 1 Comment

7th Temmuz 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

94/1-4. Hz. Peygamber’in kalbinin açılıp genişletilmesi ifadesini, Zümer 39/22 âyeti de dikkate alındığında, onun beşerî idrak kapasitesinin vahiy ile arttırıldığı­na ve azami seviyeye çıkarıldığına işaret olarak anlamak uygun olur. Ayrıca müfessirler bunu, ona indirilen vahyi anlaması, koruması ve peygamberlik görevini yerine getirebilmesi için kendisine verilmiş olan zihin açıklığı, maneviyat yüksek­liği gibi manalarla da açıklamışlardır. (Diyanet: 94İnşirah/1 açıklaması)

posted in GÖĞSÜN YARILMASI | 0 Comments

7th Temmuz 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

Bu olay 5-6 tane sahabe tarafından (İbni Mes’ud, İbni Ömer, Enes, İbni Abbas, Cübeyr, Ali) rivayet edilmektedir ve sonuç itibariyle ahad haberdir. Ahad haber inanç konusunda delil değildir. Bu ravilerden Hz. Ömer’in oğlu Abdullah(İbn Ömer) Mekke’de iken çok küçük yaşta olması gerekir. Çünkü Medine’de Uhud savaşında çocuk yaşta bulunduğu için 15 yaşlarında kabul etsek şakk-ı kamerin vuku’u zamanında (hicretten beş sene öncesi) yedi yaşlarında bulunması gerekir. Enes de bu esnada belki doğma­mış, belki de bir iki yaşlarında idi. Çünkü Medine’de dört yaşlarında bulunuyordu. Abdullah ibni Abbas ise henüz doğmamıştı. O’nun hicretten üç yıl önce doğduğu biliniyor. Olayı görme ihtimali bulunan tek kişi İbni Mes’ud’dur.”

Bu sure, kıyametin çok yaklaştığını, vukuunda asla şüphe bulunmadığını vurgulamak için kıyamet sırasında meydana gelecek olaylardan olan Ayın yarılması, geçmiş zaman kipiyle ifade belirtilmiştir. İleride vukubulacak bir olay geçmiş zaman kipiyle anlatılırsa bundan te’kid yani o işin mutlaka, kesinlikle olacağı anlaşılır. Bunun Kur’an’da örnekleri çoktur: “Allah’ın emri geldi, onu acele istemeyin.”-16/1, “İnsanların hesapları yaklaştı, fakat onlar hala gaflet içinde yüz çevirmektedir.”-21/1. Kamer suresinin ilk ayetleri ile Enbiya suresinin ve Nahl suresinin ilk ayetleri arasında anlam bakımından pek fark yoktur. Her ikisi de kıyametin çok yaklaşmış olduğunu, biraz değişik uslüb ile ifade etmektedir. Enbiya suresinde şöyle deniyor: “İnsanların hesapları yaklaştı, fakat onlar hala gaflet içinde yüzmektedirler. Kendilerine Rablerinden gelen her yeni uyarıyı alay ile karşılarlar.”

Kamer suresinde de bu mana şöyle ifade ediliyor: “Kıyamet yaklaştı, Ay yarıldı,bir mu’cize görecek olsalar, hemen yüz çevirirler ve süregelen bir büyüdür, derler.” (Süleyman Ateş Kur’an—ı Kerim Tefsiri, 54/1 açıklaması)

posted in AYIN YARILMASI | 0 Comments

7th Temmuz 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

“Bir kesim de; henüz ayın yarılması gerçekleşmiş değildir. Bu gerçekleş­mesi beklenen bir olaydır, demiştir. Kıyametin kopmasının ve ayın yarılma­sının zamanı yaklaşmıştır, demektir. Kıyamet kopacağı vakit sema ve içinde bulunan ay ve diğer şeyler yarılmış ve çatlamış olacaktır. el-Kuşeyrî de böyle demiştir. el-Maverdî’nin naklettiğine göre bu cumhurun görüşüdür. O ayrıca şöyle demektedir: Çünkü ay varılacağı vakit, onu görmeyecek bir kim­se kalmayacaktır. Buna sebeb ise, bunun bir âyet (mucize, alamet ve belge) olmasıdır. Ayetlerin görülmesi noktasında insanlar birbirine eşittir.

el-Hasen dedi ki: Kıyamet yaklaştı. Kıyamet geleceğinde ikinci defa Su­ra üfürülnıesinden sonra ay yarılmış olacaktır.

Ve ay yarıldı” buyruğunun, iş açıklık kazandı ve ortaya çıktı, anlamına geldiği de söylenmiştir, Araplar açık ve seçik olan hususlara ayı misal verir­ler. Şair şöyle demiştir:

“Ey anamın oğullan! Bineklerinizin göğsünü doğrultunuz, Çünkü ben sizden başka bir kabileye daha çok meylediyorum. Çünkü artık ihtiyaçlar baş göstermiş gece ise aylıdır. Katedilecek mesafeler için binekler ve yükler bağlanmış bulunuyor.”

Ayın yarılmasının karanlık esnasında doğması ile karanlığın yarılması, or­tadan kalkması anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu da sabaha “felak” den­mesine benzer. Çünkü bu durumda karanlık, üzerinden açılıp dağılmaktadır. Nitekim sabahın infilakı (ayrılması) inşikakı (yarılıp, ayrılması) diye de ifa­de edilir. en-Nabiğa’mn şu beyitinde olduğu gibi:

“Onlar bir uğultu ile birlikte geri dönüp gittiklerinde Sabahın yarılması sırasında bir davetçi çağırdı bizi.” (Kurtubi Tefsiri-“EL-CÂMİU Lİ AHKÂMİ’L-KUR’ÂN” 54Kamer 1-2 açıklaması)

posted in AYIN YARILMASI | 0 Comments

7th Temmuz 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

Bu âyetin yorumunda âlimler arasında ge­niş tartışmalar cereyan etmiş, hatta bu konuda özel risaleler yazılmıştır

Bu ifadenin kıyamete yakın bir zamanda ortaya çıkacak kozmik bir değişik­liği haber verdiğini savunanlar ise özetle şu delilleri ileri sürerler:

Geçmiş za­man kalıbındaki bu fiille gelecek zamanın kastedilmesi mümkündür. Nitekim bir­çok âyette bunun örnekleri mevcuttur; özellikle gelecekteki bir olayın mutlaka gerçekleşeceğini ifade etmek üzere gelecek zaman yerine geçmiş zaman fiilinin kullanımı yaygındır. Tabiîn âlimlerinden Hasan-ı Basrî ve Atâ b. Ebû Rebâh’m da âyeti bu şekilde yorumladıkları rivayet edilmiştir.

Konuya ilişkin rivayetlerde haberi aktaran bazı sahâbîlerin olayın vukuu sırasında küçük yaşta bulunmaları, bazı rivayetlerin güvenilirlik durumunun tartışılması, ayrıca konuyla ilgili hiçbir rivayetin mütevâtir haber derecesine ulaşmaması bu olayın geçmişte vuku buldu­ğu iddiasının kesin bir kanıta dayanmadığını gösterir.

Böyle bir olay herkesin dikkatini çekmesi gerekir­ken böyle olmamış, dünyanın başka yerlerinde görüldüğü kaydedilmemiş, tarih ve astronomi literatürüne intikal etmemiştir.

Bu yorum karşı görüş sahiplerince eleştirilmiş ve yukarıda belirtilen gerek­çeler özetle şöyle çürütülmeye çalışılmıştır…

“Ay yarıldı” diye tercüme edilen cümleye, “Ayın yarılması, ay doğduğu sırada karanlığın yarılması anlamına gelir, çünkü Araplar bir konunun açıklık ka­zanması durumunda kamer (ay) kelimesine dayalı deyimler kullanırlar; şu halde burada da artık durumun açıklık kazandığı anlatılmaktadır” tarzında mecazî an­lamlar verenler olmuşsa da müfessir Ebû Hayyân gibi âlimler bunları mesnetsiz bulup eleştirmişlerdir…

Resul-i Ekrem’in bu semavî ha­diseye işaret eden ve kamerin bölündüğünü gösteren parmakları Arap şirkinin cep­hesinin yarılmış ve yokluğa mahkum olmuş olduğunu gösteriyordu. Muhammed Esed’e göre de konuya ilişkin rivayetlerin sübjektif ger­çekliğinden kuşkulanmak için bir sebep yoktur; gerçekte meydana gelen şeyin ise, alışılmamış optik bir yanılsamaya yol açan, yine aynı ölçüde alışılmamış bir tür kısmî ay tutulması olması muhtemeldir. Fakat olayın mahiyeti ne olursa olsun âye­tin ona değil gelecekteki bir olaya, yani “son saat” (kıyamet) yaklaşırken meyda­na geleceklere ilişkin olduğu kesin gibidir. Şu var ki yazarın “Râgıb el-Isfahânî,’inşakka’l-kamer’ (ay yarıldı) ifadesinin, kıyamet gününden önce vuku bulacak kozmik fela­keti -dünyanın sonu olarak bildiğimiz vakıayı- gösterdiği şeklinde yorumlanması­nı haklı görmüştür” ifadesi gerçeğe uymamaktadır…

Bu konuda kapsamlı ve özlü bir inceleme gerçekleştirmiş olan îlyas Çelebi, Gazzâlî, Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve Şah Veliyyullah ed-Dehlevî gibi sûfîlerin, ayın gerçekten yarılmış olmayıp bakanların gözüne yarılmış gibi göründüğü kana­atinde olduklarını kaydetmekte, “Görüldüğü üzere mutasavvife inşikak-ı kamer mucizesini akla yaklaştırmak ve kabulünü kolaylaştırmak için farklı bir yoruma baş vurmuştur. Kanaatimizce bunun yerine Hasan-ı Basrî ve Atâ b. Ebû Rebâh’a nis­pet edilen, onun kıyamete yakın yanlacağı görüşünü savunsalardı hem kabulünü daha kolaylaştırmış, hem de Elmalılı’nın dile getirdiği itirazlara muhatap olmamış olurlardı” diyerek bu yaklaşımı eleştirmektedir…

Şah Velİyyullah’m bu konudaki bir ifadesi ise şöyle­dir: “Ayın yarılmasına gelince, bize göre bu bir mucize olmayıp Allah Teâlâ’nın Kamer sûresinin ilk âyetinde buyurduğu üzere kıyamet alâmetlerindendir; fakat bu, Hz. Peygamber’in (s.a.) meydana gelmeden önce onun olacağını haber vermiş ol­ması açısından bir mucizedir.” (Diyanet Kur’an Yolu Tefsiri-54/1-2 açıklaması)

posted in AYIN YARILMASI | 7 Comments

7th Temmuz 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

Hadis konusu yalnızca 21. asırda tartışılan bir konu değildir. Hz. Peygamberin vefatından hemen sonra Hz. Aişe ve Hz. Ömer, hadis rivayetçilerini yoğun ve sert biçimde eleştirmiş ve yalanlamışlardır. Hatta Hz. Ömer devlet müdahalesiyle onları cezalandırma yoluna gitmiştir.

Hadisleri reddediyor, kabul etmiyor, akla önem veriyor, dini akılla anlamaya çalışıyor diye Ebu Hanife hadis savunucuları tarafından sert biçimde eleştirilmiştir.

Prof. Dr. İsmail Hakkı Ünal’ın “İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu” (DİB Yayınları) adlı kitabında bu konu ayrıntılı olarak ele alınmıştır:

“Ebu Hanife: “Eğer bir kimse, ‘Peygamber (a.s.)in her söylediğine inanıyorum, ancak Nebi haksız (cevren) konuşmaz ve Kur’an’a muhalefet etmez’ derse, bu, onun, Peygamber’i tasdik ettiğini ve Peygamberi Kur’an’a muhalefetten tenzih ettiğini gösterir. Şayet Peygamber Kur’an’a muhalefet etse ve Allah’a karşı haktan başka bir şey söyleseydi, Allah Teala, “Eğer Muhammed, bize karşı ona (Kur’an’a) bazı sözler katmış olsaydı, biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık, hiç biriniz de onu koruyamazdınız” (Hakka 44-47), sözüne uygun olarak, onu kuvvetle yakalar ve şahdamarını koparırdı. Allah’ın Resûlü, Allah’ın kitabına muhalefet etmez. Allah’ın kitabına muhalefet eden de Allah’ın Resûlü olamaz… Nebi’den Kur’an’a aykırı olarak hadis rivayet eden kimseyi red, Peygamber’i red ve onu yalanlama değildir. Bu, ancak, Peygamber’den batıl rivayette bulunan kimseyi reddir. Töhmet bu kimseyedir, Peygamber’e değil. Onun için Peygamber’in söylediği her şey, işitelim, işitmeyelim, başımız gözümüz üstünedir. Buna iman eder, ve Allah’ın Resûlünün söylediğine, olduğu gibi şehadet ederiz. Ve yine şehadet ederiz ki O, Allah’ın nehyettiği bir şeyi emretmez. Allah’ın bağladığı bir şeyi koparmaz. Allah’ın nitelediği bir şeyi ona aykırı bir şekilde nitelemez. Şehadet ederiz ki O bütün işlerde Allah’la muvafıktır. Bidat olabilecek hiç bir şey yapmamış, Allah’ın söylediği söze hiç bir şey katmamış ve zorlayıcılardan olmamıştır. Onun için Allah Teala; “Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur” (Nisa 80), buyurmuştur. ( el-Alim 26-27) s.84-85

Ebu Yusuf: “Rivayetler çoğaldıkça bunlar arasından, bilinmeyen, fıkıh ehlinin bilmediği, Kitab’a ve Sünnete uygun olmayan rivayetler ortaya çıkar. Şaz(istisna) hadislerden sakın, hadisçilerin ve fukahanın bildikleri (kabul ettikleri) ile, Kitap ve Sünnete uygun olanları al, diğerlerini buna göre değerlendir. Çünkü Kur’an’a muhalif olan, Hz.Peygamber’den rivayet edilmiş dahi olsa ondan değildir.” (Ebu Yusuf, er-Redd,31) s.85

Ebu Yusuf bu görüşünü, Hz. Peygamber’e isnad ettiği şu hadisle de teyid eder: Rasulullah ölüm döşeğinde şöyle dedi: “Ben yalnızca Kur’an’ın haram kıldıklarını haram kılarım. Allah’a yemin ederim ki benim adıma bir şeye (beni bahane ederek) sarılmasınlar.” (Ebu Yusuf er-Redd, 31) s.85

Ebu Yusuf bu konuda daha açık bir rivayeti, Evzâî’ye yönelttiği bir itiraz vesilesiyle yaptığı şu tavsiyeden sonra zikretmektedir: “herkesin bildiği (kabul ettiği) hadisi al, şazz olandan sakın. Bize İbn Ebi Kerime, Ebu Cafer’den, o da Rasulullah’tan şöyle rivayet etti: “Rasulullah yahudileri çağırarak onlara bazı şeyler sordu. Onlarda anlattılar ve Hz.İsa (as) konusunda yalan söylediler. Bunun üzerine Nebi minbere çıktı ve insanlara hitaben şöyle dedi: “Benden hadisler yayılacak, size gelenlerden Kur’an’a uygun olanlar bendendir. Kur’an’a aykırı olanlar benden değildir.” ( Ebu Yusuf er-Redd, 24-25) s.86

Hz. Ömer’in Tavsiyesi: “Hz.Ömer, Kûfe’ye giden Ensardan bir grubu uğurlarken onlara şöyle der:… siz arı vızıltısı gibi Kur’an okuyan (çok olduklarından kinaye) bir kavme gidiyorsunuz. Peygamber’den rivayeti azaltın. Bu konuda bende sizinle beraberim. Bunun üzerine Karaza şöyle dedi: “Bundan sonra, Rasulullah’dan hadis rivayet etmeyeceğim.” (er-Redd, 30) s.86

Rasulullah: “Benden sonra hadisler çoğalacak, benden bir hadis rivayet edilirse onu Allah’ın kitabına arzedin, uyuyorsa kabul edin, bilin ki o bendendir. Allah’ın kitabına uymuyorsa reddedin, bilin ki ben ondan berîyim” (Serahsi, usul 1-365. Şafi’ı bu rivayeti er-risale’sinde tenkit eder,225-226) s.86-87

Rasulullah: “Allah’ın kitabında olmayan her şart batıldır ve Allah’ın kitabı en haklı olandır” (Serahsi, usul 1-364) Hz. Aişe’nin rivayet ettiği hadisin ilgili kısmı şöyledir:“ Rasulullah şöyle buyurdu: “İnsanlara ne oluyorda Allah’ın kitabında olmayan şartları, şart olarak ileri sürüyorlar. Kim Allah’ın kitabında olmayan bir şartı şart koşarsa bu batıldır. Böyle yüz şart ileri sürülse bile Allah’ın şartı en haklı ve en güvenilir olanıdır.” (Buharî, büyu,67) Serahsi, “Buradaki şarttan murad, Allah’ın kitabına muhalif olan her şarttır, yoksa şartın kendisinin Kur’an’da yer almaması değildir. Çünkü bu hadisin kendisi de kitapta yer almıyor… Bundan anlıyoruz ki, Allah’ın kitabına muhalif olan her hadis merduttur.” (Serahsi, usul I-365-364) s.87”

Ebu Hanife’yi, 1)Akla(re’y ve kıyasa) önem vermesinden, 2)Sahih sünnete muhalefet etmesinden dolayı bazı din bilginleri cerhetmişlerdir(hadis yönünden eleştirip güvensiz bulmuşlardır.) s.232

Hadisçiler Ebu Hanife’yi kötülemek konusunda ileri gittiler ve haddi aştılar. s.219

Ebu Hanife(ö.150)’yi cehredenler şunlardır (Hadis konusunda dolayı onlardan bazısı onu kınamış, bazıları kötülemiş, suçlamış ve hatta bazıları da dindışı görmüştür): ONLAR; Evzaî (ö.157); Süfyan es-Sevri (ö.161); Malikî mezhebinin kurucusu Malik b. Enes (ö.179); Abdullah b. Mübarek (ö.181); Şafiî mezhebinin kurucusu Şafiî (ö.204); Ebî Şeybe (ö.235); Hanbeli mezhebinin kurucusu Ahmed b. Hanbel (ö.241); Meşhur hadis müellifi Buhari (ö.256); Meşhur hadis müellifi Müslim (ö.261); İbn Kuteybe (ö.276); Meşhur hadis müellifi Nesai (ö.303); Ukaylî (ö.322) En çok hakaret edenlerden; İbn Hibban (ö.354) En çok hakaret edenlerden; İbn Adiyy (ö.365) Şeytan diyenlerden; Darekutnî (ö.385); Ebu Nuaym el-Isfahanî (ö.430); Hadis müellifi Beyhakî (ö.458); Hatib Bağdadî (ö.463); Cüveynî (ö.478); Gazalî (ö.505); İbnu’l-Cevzî (ö.597); Fahreddin Razî; Şia, Caferiyye’nin kurucusu Cafer es-Sadık (ö.148) (ö.606) s.230-261

Ebu Hanife’yi adaletli, güvenilir bulan ve bu konuda eserler yazanlar onu cerhedenlerden daha çoktur. s.223

(İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Prof.Dr. İsmail Hakkı Ünal, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları)

posted in RİVAYETLER(Hadis) | 0 Comments