-
2nd Mayıs 2013

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

YALANKOLİZM VE YALANOLOJİ

Çoğumuz, yalandan hoşlanmadığımızı iddia eder ve yeri gelince, yalanın ve yalancılığın aleyhinde mangalda kül bırakmayız. Ne var ki bizzat o sözlerimizle yalan söylemiş oluruz.

Şöyle bir kendimize ve çevremize baktığımızda yalanla içiçe olduğumuzu ve hatta yalanı pek sevdiğimizi göreceğiz.

Daha beşikteyken, analarımızın masallarıyla tanıştığımız ve alıştığımız yalanı, çocukluk dönemimizdeki oyunlarla pekiştiririz.

Sonra,

Sonra mı? Alkol gibi, sigara gibi alıştığımız yalanı, satınalmaya başlarız. Para vererek aldığımız yalanın dozu arttıkça hayatımızın her alanında onu arar oluruz.

Yalanın Tarihçesi

İnsanlık tarihinin her döneminde “yalan” alışkanlığının mevcut bulunduğunu ve yalancıların, en değerli kişiler olarak toplumun bir çok kurumunda etkin olduğunu görürüz.

Falcılar, büyücüler, kahinler, en eski topluluklarda bile yalankolizmin ne derece ilerlemiş olduğunu kanıtlar sanırım.

Yunan medeniyetinde ise, zengin çocukları, en gözde bilim dalı olan yalanoji ve demagojiyi öğrenmek için senelerce felsefecilerden ders almaktaydılar.

Araştırma olanağımız olsaydı, kralların, şahların ve padişahların en yakınlarında bulunan kişilerin birer dalkavukluk ve yalan uzmanı olduğunu belirleyebilirdik.

Peygamberlerin karşısında yenilgiye düşen “yalan” ın, kısa bir süre sonra peygamberlerin tebliğatına da bulaştırıldığını hayret ve dehşetle görürüz.

Musa Peygamber adına uydurulan sözleri ve hahamların palavralarını içeren kitapları Mişna külliyatı olarak derleyen yahudiler, böylece dindar halkın yalan ihtiyacını karşılamış oldular. Bu kadarla yetinmeyerek Tevrat’a da yalanlar sokmaya çalıştılar ve ne yazık ki yalan uzmanları bunda başarılı oldular.

Yalanın, dini çevrelerdeki tezahürü enteresandır. Çünkü yalancılar, dini kitaplara soktukları sözlerle, çok büyük bir çoğunluk tarafından saygı görmüşler ve mumlarını yüzyıllarca yakabilme avantajı yakalamışlardır.

Dini konular, bu yüzden, yalancılar için tarih boyunca cazip bir alan olmuştur. Nitekim İsa Peygamberden çok kısa bir süre sonra yüzlerce uydurma İncil ortaya çıkmıştır. Bu uydurma ve yalan enflasyonunun büyük çelişkilere ve kargaşaya yol açtığını farkeden papazlar, milattan 325 sene sonra dini yalanları sınırlamaya çalışmışlardır.

İncil’e yalan katımının sınırlanması, yalan uzmanlarını durdurmamış, aksine, onları, toplumun yalan ihtiyacına değişik bir biçimde karşılık vermeye yöneltmiştir. Nitekim, bu hareketin sonucunda, yalanlarla dolu bir sürü İncil tefsirleri -yorumları- ortaya çıkmıştır.

İslam tarihine gelince…

Kur’an, kıyamete dek korunacağına dair bir ilahi garantiye sahiptir. Yalanlarını Kur’an’a sokamıyan yalanoglar, halkın yalan ihtiyacına cevap vermek amacıyla “hadis” üretmeye başlamışlardır. “Uydurma” hadislerin yanında “doğru” hadislerin ne kadar azınlığa düştüğünü, Buhari’nin itiraflarından çıkarabilirsiniz. Buhari, kitabına aldığı yedibin ikiyüz hadisi, altıyüz bin hadis içinden seçtiğini söylemektedir.

Emeviler döneminde, yalanları, dini kıssalar ambalajıyla cami kürsülerinde halka takdim eden kıssacılar, servet, popularite ve saygınlığa nail olmuşlardır. Halka yalan yetiştirmekte bir ara güçlük çekmeye başlayan ruhbanlar, Yahudilerin israiliyatından, Yunan mitolojisinden ve Budist menkıbelerinden de büyük ölçüde yararlanmışlardır.

Yalanoloji, Emevilerden sonra Abbasiler ve Osmanlılarda da en gözde meslek olmuştur. Bu dönem, sarıklı ve sakallı yalanogların artık ustalaştıkları dönemdir. Astroloji ve simya gibi yalanoloji temeli üzerine kurulmuş “bilim” dallarında seri üretim yapılmasına rağmen, üretimin çoğunluğu yine dini konularda gerçekleşmekteydi.

Gerçi, artık çok büyük boyutlara varan yalan mirası, yeni yalanlar üretmeyi gerekli kılmıyordu; ama arada bir yeni yalanlar değişiklik yapıyor, toplumun kültür hayatına renk katıyordu.

Yalan sanayisinde devrim

Sanayi devrimi, yalan sanayisini de etkiledi. Eski metod üretim yerine,daha ustalıklı yalanlar, daha da hızlı üretilmeliydi. Nitekim, matbaanın icadından bu yana yalan katkılı kitaplar milyarlarca basıldı, basılıyor…

Yalanın dozajı artık toplumu tatmin etmiyordu. Bunu farkeden uzmanlar, hemen yüzde doksan, hatta yüzde yüz yalandan oluşan üretime ağırlık verdiler. Artık, yalan katkılı kitaplarla birlikte, resmen yalan kitaplar yayımlanmaya başladı.

Halkın ilgisi, beklenenin de ötesindeydi. Romanlar, tür olarak dünyanın en çok satan kitapları oldular. Romanlarda anlatılanların büyük çoğunluğunun hayal ve yalan olduğu bilindiği halde parayla satın alınıyordu. Artık ne üretici, ne de tüketici, yalanları ambalajlayarak kamufle etme gereğini duymuyordu. Aslında bu, yalanoloji açısından bir nitelik kaybıydı. Zira eskiden yalanlar ambalajlandığı için daha tatlı oluyordu. Yalanların topluma takdiminin bile yalanla olması, kaliteyi arttırıyordu.

Çağımız bir çok şeyi yozlaştırdığı gibi yalanı da yozlaştırmıştı ve bazı yalanlar, artık doğrudan doğruya “bu yalandır” diye doğru bir biçimde sunuluyordu. Bu yeni takdim biçimi, özellikle roman, film, tiyatro gibi alanlarda başarılı oldu. Bunun üzerine, bu “harbi yalan” üretimini teşvik için, en ustalıklı yalanları yazanlara ve en yalan mimik ve davranışları sergileyenlere ödüller verilmeye başlandı.

Astığı astık, kestiği kestik kralların, yalan söylemeğe pek ihtiyaçları yoktu. Sadece yalan dinlemeğe ihtiyaçları vardı. Ama demokrasi adı verilen sistem benimsenince, bu sistemin yalan sanayii için çok elverişli olduğu anlaşıldı. Artık hangi vatandaş daha usturuplu yalanlar atıyorsa, daha artistik pozlar veriyorsa, kral ve kralcık seçiliyordu. Kral ve kralcık adaylarının modern olanaklarla yalanolojiye kazandırdıkları boyut kayda değerdi: Artık en büyük rekabet yalan sanayisindeydi!

İnsanlık tarihinin en eski mesleklerinden olan yalanoloji, çağlar boyu kazandığı deneyimlerle çok ustaydı. Birer yalankolik haline gelen çağdaş insanın gereksinimini karşılamak üzere bu “bilim” modernize edildi.

Sinemada arz-ı endam eden modern yalan sanayii, televizyonun yaygınlaşmasıyla beraber artık altın çağını yaşıyor.

Televizyon, programlarının önemli bir bölümüyle toplumun yalan ihtiyacını karşılamak için seferber olmasına rağmen halkın bir kısmı, yalana doymamaktadır.

Doğru haber vermeye çalışan gazetelerden allerji duyan aşırı yalankolikler, hangi gazeteler en büyük, en çok ve en orijinal yalanlar üretiyorsa o gazeteleri okumaktadır.

Artistiyle, şarkıcısıyla, politikacısıyla, şairiyle, yazarıyla, çizeriyle, işçisiyle, patronuyla, imamıyla, papazıyla… hasılı her kesimiyle yalan üreten ve yalan tüketen bir yalan dünyada yaşıyoruz.

Ve bu dünyada doğru kalmak, doğrulara tabi olmak zor mu zor, hem de çok zor!

(Kitap Okumanın Zararları)

posted in AHLAK | 0 Comments