-
9th Temmuz 2008

Şirk- Prof. Bayraktar Bayraklı

Tevhidden Şirke Dönüş

9/30. Yahudiler, ‘Üzeyir, Allah’ın oğludur’ dediler. Hı­ristiyanlar da, ‘Mesih Allah’ın oğludur’ dediler. Bu, onların ağızlarında geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyor­lar. Allah onları kahretsin! Nasıl da döndürülüyorlar.

31. (Yahudiler) Allah ‘ı bırakıp bilginlerini (hahamları­nı); (Hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Me­sih’i rabler edindiler. Halbuki onlara sadece tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O’ndan başka tanrı yoktur. O bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.

Bu âyetlerin analizinden çıkarılacak neticeler şunlardır:

1. “Yahudiler, ‘Üzeyir Allah’ın oğludur’ dediler.” Üzeyir kimdir? Arap dilinde Üzeyr, İbrânîce’de Ezra adıyla anılan bu insan kaybolan Tevrat’ı yeniden toparlayıp tedvin eden kişidir.

Tevrat’a bugünkü şeklini veren kimsedir. Ona Allah’ın oğlu sıfatını ve­ren Arabistan yahudilerinin olduğunda hemen hemen ittifak vardır. İbn Abbas’tan rivayet edilen bir hadise göre, Medineli Yahudilerin bir kısmı bir keresinde Hz. Peygamberce şöyle demişti: “Sen bizim kıblemizi terketmişken ve Üzeyir’i Allah’ın oğlu olarak görmezken biz sana nasıl uyarız?”

Tevrat’ı tedvin etmesi sebebiyle yahudiler Üzeyir’e saygı ve iti­barda müstesna bir yer verdiler ve onu en abartılı sıfatlarla andılar. Üzeyir, sonraki Yahudilik’te hâkim olacak olan, kendine has, resmî ve standart yahudi din kurumunun kurucusudur.

Yahudiler tanrısal sıfatlar vererek tam anlamıyla şirk olan bir ifa­deyle Üzeyir’in, Allah’ın oğlu olduğunu söylediler. Ona bu sıfatları ya­kıştıran ifadeleri Eski Ahid’de bulmak mümkündür: “İsrail benim oğlumdur”; “Ben İsrail için babayım” Bu ifadeler müşrikçe çağrışımlar olduğu için Kur’ân bunları reddetmektedir.

Yahudilerin sadece Üzeyir ile ilgili olan bu ifadeleri, daha sonra genişletilerek bütün yahudilerin Allah’ın oğlu olduğu iddiasına ve inan­cına kadar uzandı (Mâide 5/18). Öyle anlaşılıyor ki yahudiler bir taraftan Allah’ı beşerileştiriyor, diğer taraftan da beşer olanı tanrılaştınyorlardı.

2. Hıristiyanlar da ‘Mesih, Allah’ın oğludur’ dediler.” Mesih de Hz. İsa’dır, “Onları baba, oğul ve kutsal ruh adına vaftiz ettiler” (Matta, 19/28). Öyle anlaşılıyor ki Yahudi kültürü Hıristiyan kültürünü etkilemiştir. Üzeyir’e Allah’ın oğlu diyen Yahudilere karşı nazire olarak Hıristiyanlar da Hz. İsa’ya Allah’ın oğlu dediler. Hz. İsa Allah’ın oğlu olarak kalmadı, onu doğrudan tanrılaştırdılar: “Andolsun ki Allah kesinlikle Meryem oğlu Mesih, diyenler kâfir olmuşlardır” (Mâide 5/72). “Rahman çocuk e-dindi dediler.” Hakikaten siz, pek çirkin bir şey ortaya attınız; bundan dolayı neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp düşe­cektir” (Meryem 19/88-90).

Görüldüğü gibi Kur’ân ve Matta İncili, Hıristiyanların Hz. İsa’yı Allah’ın oğlu olduğuna inandıklarını ispatlamaktadır. Yahudiler gibi, bu oğul olma işi Hz. İsa’da kalmadı kendilerinin de Allah’ın oğlu olduğuna kadar uzandı (Mâide 5/18),

3. “Bu onların ağızlarında geveledikleri sözler­dir.” Ağız kelimesi buna “bilgilerin köksüz olduğu, hakikatle ilgisi ol­madığı, akıldan gelmediği” anlamını katmaktadır. Düşünmeden, doğru­luğunu tartışmadan gelişigüzel söylenen bir söz olmaktan Öte, herhangi bir değer taşımadığı mânasını vermektedir. Akıldan kaynaklanmayan, bir delile dayanmayan bu iddia ağızdan çıkan dayanaksız bir sözden iba­rettir. Bunu şu âyetlerle ispat edebiliriz. “On­lar, kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylerler” (Al-i îmrân 3/167) “Bu, ağızlarından çıkan ne büyük bir sözdür. Onlar ancak yalan söylerler” (Kehf 18/5),

Allah, ağızdan geveleyerek fetva vermeyi de müslümanlara yasak­lamıştır: “Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak bu helâldir, şu da haramdır demeyiniz, çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa ere­mezler” (Nahl 16/116). Üzeyir’i ve Hz. İsa’yı Allah’ın oğlu olarak ifade eden söz Allah’a iftiradan ve şirk koşmaktan başka bir şey değildir,

4. “Daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar.” Ayetin bu kısmından çıkarılacak neticeler şun­lardır:

a) Ayette geçen müdâhaât kelimesi “benzemek” anlamına gelmektedir. Bu mânayı Ferrâ vermiştir. Şemîr de bu fiilin “uymak, tâbi olmak” mânasına geldiğini söylemektedir.

Bu mânadan hareket edersek varacağımız netice yahudilerin ve hıristiyanların bu sözlerini geçmişteki kâfirleri taklit ederek söyledikle­ridir. Çünkü onlardan önce inkarcılar, melekleri Allah’ın kızları olarak görüyorlardı: tfıiı “Ey müşrikler! Rabbiniz, erkek çocukları sizin için ayırdı da, kendisi meleklerden kız çocukları mı edindi?” (İsrâ 17/40). Yahudiler ve hıristiyanlar, müşriklerin bu sözleri­ni değişik bir şekle sokarak taklit ettiler.

b) Önceki kültürün sonraki kültürü taklit anlamında etkilediğini görüyoruz. Arap kültüründeki inanış biçiminde Allah’ın kızları olduğu anlayışı vardı. Bu anlayış önce yahudi inanış biçimini etkiledi, daha son­ra da Yahudiliğin bu inanışı, Hıristiyanlığı etkileyip Allah’ın oğlu inan­cına dönüştürdü. Demek ki şirk, kültürden kültüre kimi zaman kılık de­ğiştirmektedir. Bulaşıcı bir hastalık biçiminde ortaya çıkan şirk, insanlı­ğın manevî hayatının en tehlikeli mikrobu olmuştur. Âyetteki “benzeti­yorlar” ifadesi hem taklidi hem de geçmişin inanç biçiminin etkisini gündeme getirmektedir.

5. “Allah onları kahretsin! Nasıl da döndürülüyorlar.” Arapça’da bir beddua şeklidir. Allah helak, kahr ve lanet etsin mânasına gelmektedir. Bedduadaki “ölüm” sözcüğü, lanet edilen kimsenin manen ölmüş olmasındandır, Yahudi ve hıristiyanlann Üzeyir ve Hz. İsa’yı Allah’ın oğlu olarak görmelerinden dolayı Allah onlara beddua etmektedir.

“Nasıl da döndürülüyorlar?” ifadesinden anlıyoruz ki, onlar yanlış bir inanış biçiminin etkisinde kalıp hak inanıştan döndürül­mektedirler. Döndürülen insanların, düşünce bağımsızlığı yok demektir. İradesi elinden alınmış kimse kimliksiz hale getirilmiş, başkalarının tut­sağı haline getirilmiş demektir. “Başkaları” ifadesiyle şeytan ve diğer insanlar kastedilmektedir. İnsanların her zaman etki altında kalıp döndü­rülecekleri ihtimali hiçbir zaman din bilginleri tarafından göz ardı edil­memelidir Bu insanlar şirk gibi en çirkin iftirayı Allaha isnat edecek kadar dön dürü leb i İm işlerdir.

6. “Yahudiler Allah ‘ı bırakıp bilginlerini, Hıristiyanlar da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler.” “Hz. Üzeyir ve Hz, İsa’nın Allah’ın oğludur’ gibi ağır bir söz ve şirk yetmemiş gibi, yahudiler “ahbâr” denen bilginle­ri rab edindiler. Buradaki rab, tanrı anlamına gelmektedir. Yahudiler bu bilginlere Allah’a tapar gibi taptılar. Allah’ın hükümlerini bırakarak o bilginlerin kişisel görüşlerine inandılar. Allah’ın emirleriyle onların gö­rüşleri çatıştığında bilginlerin görüşlerini tercih ettiler.

Bilginlerini, Allah’ın emirlerini öğrenip anlatan bir kişi olarak görme yerine, dinde Allah gibi hükümler veren varlıklar olarak gördüler, inandılar. Allah, hiristiyanların da aynı tarzda rahiplerini rab edindikleri­ni hatta Hz. İsa’yı da rab edindiklerini bize nakletmektedir. Allah onların yaptıklarını bize niçin anlatıyor? Müslümanların da aynı duruma düşme ihtimali vardır, bu ihtimali ortadan kaldırıp müslümanları eğitmek için bu ayrıntıları vermiştir.

Müslümanlar da âyetle hadis çatıştığında hadisi, âyet ile ictihad ça­tıştığında içtihadı alabilirler, beşerin fetvasını Kur’ân’ın önüne geçirebi­lirler, hatta geçirmektedirler. Öyle ki bunları fıkıh usulü kitaplarında bile görmek mümkündür. “Mezhebin nedir” diye sorulunca Kur’ân yerine bir mezhebin adını verebilirler. Din adına halka âlimlerin görüşünü verebi­lirler. Bunun ne anlama geldiği yahudilerin ve hıristiyanların yaptıkları örnek verilerek anlatılmaktadır.

Bu âyet tarihî bir olguyu anlatmak yerine müslümanları eğitmeyi hedef almaktadır. Hucurât sûresinin birinci âyetinde yer alan Allah’ın ve Peygamberi’nin önüne geçmeme emri de bunu anlatmaktadır. Bu âyette âlimlerin görüşlerini veya kendi görüşlerini Allah’ın vahyi önünde tut­manın vahametine işaret edilmektedir.

Bir âlimi nasıl rab ediniriz? Bu sorunun cevabını şu hadisle verebi­liriz: “Adî b. Hatim: Boynumda altından bir haç bulunduğu halde Hz. Peygamberdin huzuruna vardığımda şöyle buyurdu: ‘Bu da ne oluyor ey Adî? Şu putu üzerinden at!” Hz. Peygamber’i Tevbe sûresinin, “Onlar Allah’ı bırakıp âlimlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler” âyetini okurken dinledim. Hz. Peygamber’e, ‘Onlar bunlara ibadet etmiyorlardı’ dedim. Hz. Peygamber buyurdu ki: ‘Allah’ın helâl kıldığına haram derler, siz de haram tanımaz mıydınız? Allah’ın haram kıldığına helâl derler, siz de helâl saymaz mıydınız?1 Ben de ‘evet’ de­dim. ‘İşte bu onlara ibadettir* buyurdu”

Al-i İmrân sûresinin 64. âyetinde, “Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimimizi rabler edinmeyelim” ilkesine çağrılmaktadır. Müslüman da olsa geçmişteki, ya da yaşamakta olan bir âlimi veya âlimleri rabler edindiğimizin farkında değiliz. Masum bir anlayışla, onlara saygı gösterdiğimizi söyleyerek davranışlarımızı aklî-leştiriyoruz. Bunun sınırını kaçırıp şirke düşüyoruz.

Allah’tan başkasının rab edinilmesi anlamı verilen ve Kurân’da pek çok âyette zikredilen ifadesi, “Allah’ın daha aşağı mertebesinde”, “O’nun altında” anlamına da gelir. Çünkü sözü edilen müşrik gruplar ve kitap ehlinden küfür içindeki insanlar Allah’a inanmaktadırlar. Yaptıkları yanlışlık ise başka varlıkları Allah’a ortak ilâha ibadet etmekle emrolunmuşlardı” ifadesi “Allah, onların şirk koştukları şeylerden münezzehtir” ifadesi bu grupların, tek ilâha ibadetle yükümlü tutulmalarına rağmen şirke düştüklerini göstermektedir. Şirk ortaklık anlamına geldiği için ‘dun’ ifadesi, “Allah’ı bırakmak” veya “Allah’tan başkası” anlamından ziyade Allah’a ortak koşanların ortaklarından söz eden âyetlerde dûn kelimesinin altında, aşağı anlamından hareketle “Allah’ın daha aşağı mertebesinde” şeklinde anlamlandırılmalıdır. Çünkü şirkte mutlak inkar değil, ortaklık söz konusudur. Ortakların zirvesine de Allah yerleştirilmiştir.

7. “Halbuki onlara sadece tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O’ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır,”

a) Yahudiler ve hıristiyanlar Allah’tan başkasına kulluk etmemele­ri konusunda uyarılmışlardı. Bunun anlamı, bilinçli olarak şirk koşmuş olmalarıdır. Bilgilendirilmelerine rağmen şirk koşmuş olmaları affedilmez bir hatadır.

b) Allah’tan başka hiçbir varlığa tanrılık sıfatı verilemez. Bu ilke bütün peygamberlerin kutsal kitabında ve ilâhî Öğretilerde yer almıştır. Evrensel nitelik taşıyan tevhid inancı, yahudiler ve hıristiyanlar tarafın­dan tahrif edilmiştir.

c) Onların tanrılık verdikleri varlıklardan ve Allah’a atfettikleri “çocuk edindi” inancından Allah’ın uzak olduğu ilân edilmektedir. Sübhân burada “uzak” anlamına gelmektedir. Tevhid inancını ayakta tutan en güçlü sıfatlardan biri sübhândır. Allah âyetin sonunda tevhid inancının eğitimini yapmaktadır. 30. âyette başlayan şirk koşma çeşitleri 31- âyetin sonuna kadar devam etti. Öncelikle yahudilerin ve hıristiyanlann nasıl şirke düştükleri anlatıldı, oradan şirk hastalığının nasıl tedavi edileceğine geçildi. İnsanın insanı tanrılaştırması anlatılırken, kültürlerin, inançların birbirini etkilemesine dikkat çekildi ve bu etkilemede taklidin rolü gözler önüne serildi. (Bayraktar Bayraklı tefsiri, 9/30-31 açıklaması).

This entry was posted on Çarşamba, Temmuz 9th, 2008 at 13:55 and is filed under *ÇOKTANRICILIK(Şirk). You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

Yorum Yaz