-
8th Ocak 2010

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

GAYBI KİM BİLİR?

Hikmet Zeyveli

A. ALLAH VE GAYB BİLGİSİ

1. Gayb Nedir?

Vasıtalı veya vasıtasız, duyu orgarılarımızla ulaşamadığımız ve ilmimizle ihata edemediğimiz her şeye “gayb” denir. Gayb sahasının zıddı “müşahede” sahasıdır.

 

Gaybı iki kısma ayırabiliriz.

a) Mutlak gayb: Beşer imkan ve kabiliyetleriyle -dünyada- hiçbir zaman ihata edilemeyen saha Allah’ın zatının ve meleklerinin mahiyeti; kıyamet, ahiret, hesap, cennet-cehennem ahvali… bu tür gayba örnek verilebilir.

b) İzafî (basit) gayb: Zaman, mekan, imkan ve kabiliyet farklarından dolayı bir kısım insanlar için ulaşılmaz, ihata edilmez iken diğerleri için ulaşılan, ihata edilen saha. Yakın bir geçmişe kadar, huzurda bulunmayan bir kimsenin hareket ve konuşmaları gayb iken, günümüzde, çeşitli imkanlarla (radyo, teyp, TV, video vb.) bunlar -kısmen de olsa- gayb olmaktan çıkarılmışlardır. Bunun gibi, geçmişte gayb olan birçok saha (coğrafya, astronomi vb. dallarda) artık müşahade sahasına sokulmuşlardır. Mesela, bir güneş veya ay tutulmasının zamanının önceden ihbarı artık “gaybden haber vermek” değildir.

 

2. Kur’an’da Gayb

Kur’an-ı Kerîm’de geçen “gayb” kelimeleriyle. yukarıda tanımladığımız iki tür gaybın her ikisi birden kasdedildiği gibi. ayrı ayrı, mutlak ve izafî (basit) gayb’ler de ifade olunmuşlardır.

“De ki: …Eğer gaybı bilseydim (daha) çok hayır elde ederdim ve bana kötülük de dokunmazdı…”(7/188) Ayette. kıyametin ne zaman kopacağı gibi mutlak gayb’le beraber, hal ve gelecekteki izafî (basit) gayb, ikisi birden kasdedilmektedir.

“…Ey babamız, oğlun hırsızlık yaptı. (Gerçi) biz ancak bildiğimize şahitlik ettik, gaybı bilenler değildik. (Yani işin içyüzünü bilmiyoruz)” (12/81) Ayette izafî (basit) gayb kasdedilmiştir.

” …Onlar ki; gaybe iman ederler, namazı ikame ederler, kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.”(2/3) Bu ayette imana konu olan gayb, izafî ı basit) gayb değildir. Çünkü basit gayba inanmanın, muttakiler için övgüye sayan bir meziyet olarak, namaz kılmak ve infak etmekle beraber anılmasının mana ve hikmeti olamaz. O halde ayette kasdedilen, Allah’ın vc meleklerin varlığı, ahiret hayatı, hesap günü. cennet-cehennem… gibi konular, yani, ’mutlak gayb” dır.

 

3. Gaybı Kim Bilir?

Kur’an-ı Kerîm’de, genel anlamıyla gayb’ın ancak Allah tarafından bilineceğini kesin ifadelerle bildiren birçok ayet vardır. Sadece birkaçını verelim:

“De ki: Göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse gaybı bilmez.. .”(27/65) “De ki: Gayb(ı bilmek) Allah’a mahsustur…” (1O/2O)

“Gaybın anahtarları O’nun yanındadır. Onları. O’ndan başkası bilmez…”(6/59) “Onlar: … Bizim bilgimiz yok, derler, gayb’leri bilen yalnız sensin, sen.”(5/1O9)

 

4. Allah’ın Gaybı Bildirmesi

Gaybın mutlak sahibi ve alimi olan Allah’ın, dilediği takdirde, dilediği kimselere gaybını bildirmesi aklen mümkün ve caizdir. Ancak bunun vuku bulmuş olduğu ve kimlere gaybın bildirildiği veya bildirilebileceği ancak nass’la bilinebilecek bir konu olduğundan, ilgili gibi görünen iki ayeti inceleyelim:

Birinci ayet “…Allah sizi gaybe vakıf (muttali) kılacak değildir; fakat AIlah, resullerinden dilediğini seçer, (onlara gaybı bildirir).”(3/179)

İkinci ayet: “O, gaybı bilendir; kimseyi gaybına vakıf (muttali) kılmaz. Ancak razı olduğu resulleri (vakıf kılar).” (72/26-27)

Bu ayetlerde, Allah’ın, gaybını ancak peygamberlere bildirebileceği; Peygamberler dışında hiç kimseye bildirmeyeceği hususu gayet sarihtir. Müfessirler bunlara dayanarak her çeşit kehanet iddialarını batıl saymışlardır. (Keşşaf tefsiri, 72/27 ayetinin yorumu)

Peygamberlere bildirilen gaybın türü ve bu bildirilmenin ne şekilde olduğu konusunda müfessir Taberî (O.31O H)’nin verdiği bir yorum aydınlatıcıdır.

“Gayb bilgisinden dilediğini nebilere indirir. Resulullah (s,)’a da Kur’an gaybı’nı indirmiştir. Onda (Kur’an’da), kıyamet günü vuku bulacak gaybı bize bildirmiştir.” (Tefsîr, 72/26-27 ayetlerinin yorumunda, Abdurrahman b. Zeyd’den) Bu tefsirden, yukarıda verilen ayetlerde kasdedilen gaybın, mutlak gayb olduğu ve bu gaybın ancak tebliğ olunan bir vahiyle (son peygambere Kur’an’la) bildirildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bildirilen gayb, peygamberler aracılığıyla bütün muhataplara iletilmek zorundadır.

Gaybın yegane iletim vasıtasının vahiy olması hikmetine mebni olmalıdır ki, bizzat Kur’an’a “Gayb” isminin verildiğini ifade eden tefsirlere rastlıyoruz.

“O (Muhammed), Gayb’den dolayı itham altında tutulamaz.” Müfessirler, bu ayette geçen “gayb”le “Kur’an”ın kasdedildiğini; özellikle müşriklere hitap eden bu ayetle, gaybî ihbarları ihtiva eden Kur’an’:

Tebliğ etmekte olan Hz. Peygamber (s)’in, yalancı, kahin ve benzeri ithamlarla zan altında bulundurulamayacağını bildirmektedir. (Taberi ve ibn Kesîr tefsirleri, ilgili ayet)

Bütün bunlardan, her peygambere olduğu gibi, son peygamber Hz. Muhammed (s)’e de, Kur’an’la bazı gayb’lerin bildirildiği kesinlik kazanmaktadır.

 

5. Kur’an’da Gayb Haberleri

Kur’an, mutlak gaybın yegane kaynağıdır. Kur’an’la bildirilen mutlak gaybe (Allah’a, meleklere, hesap gününe…) inanmamız kulluğumuzun gereği ve göstergesidir. Buna karşılık, Kur’an’ın (vahyin) dışında hiçbir beşer kaynağın mutlak gayb hakkında doğru haberler verebileceğine inanmamamız da teslimiyetimizin göstergesidir.Kur’an’da mutlak gaybın yanısıra izafi (basit) gayb haberlerinin de bildirildiğine şahit oluyoruz. Mazi(geçmiş), hal (şimdiki zaman) ve istikbal (gelecek) haberleri diye sınıflandırabileceğimiz bu gaybî ihbarlara ömekler verelim.

 

a) Mazi’den gaybî ihbarlar:

Kur’an’da, geçmiş toplumlara ve peygamberlere dair verilen kıssaların büyük bir kısmı muhataplarca biliniyor olmasına rağmen, bu bilgilerinin eksik ve yanlış yönleri de mevcuttu. İşte bu eksik ve yanlış yönler, Kur’an’da, Allah tarafından gaybî ihbarlarla tamamlanıp tashih edilmişlerdir.

“Bunlar, sana vahyetmekte olduğumuz gayb haberleridir..” gibi ayetlerle bu tür ihbarlar kasdedilmiştir. (11/49, 12/1O2, 3/44,..)

 

b) Hal’den gaybî ibbarlar:

Hz. Peygamber (s). vahiy aldığı dönem boyunca, kendi gıyabında ve aleyhinde vuku bulan olayların ve sözlerin bir kısmından Kur’an’ın gaybî ihbarlarıyla haberdar edilmiştir. Hasr: 11-12; Muhammed: 16:Ahzab: 1O-2O; Tevbe; 42-52, 64,68, 73, 1O1, 1O7-11O; Munafıkün: 1- ayetleri, hep münafık ve Yahudîlerin, Resulullah (S)’ın gıyabındaki tutum ve davranışlarını, sözlerini ifşa eden gaybî ihbarlara örnektirler.

 

c) İstikbal’den gaybî ihbarlar:

Kur’an’da, İslamın ve müslümanların yakın ve uzak geleceğine dair birtakım gaybî haberlerin yanısıra (3/86; 5/13, 54. 24/55; 48/16, 2O. 28; 61/8, 9, 13 gibi) özel müstakbel ihbarlara da rastlanmaktadır:

Miladî 614 yıllarında; mecüsî İranlılar kitab-ehli olan Bizanslıları Suriye’de hezimete uğrattıklarında, Cenab-ı Hakk, 4 ila 9 yıl zarfında (arapça kelime bunu ifade ediyor) Bizanslilann galip geleceğini ihbar etmiş (3O/1-2) ve bu ihbar, 622 yılından itibaren gerçekleşmeye başlamıştır. Takip eden yıllarda ise Bizanslıların galibiyeti zirveye ulaşmıştır.

 

B. HZ. PEYGAMBER VE GAYB BİLGİSİ

1. Genel

Birinci bölümde, her çeşit gaybın ancak Allah tarafından bilinebileceğini ve O’nun tarafından peygamberlere vahiy yoluyla bildirilenlerin dışında hiç bir kimsenin, hiç bir gaybe vakıf olamayacağını ayetlerle işledik.

Acaba bu genel kaideden Hz. Peygamber (S) istisna edilemez mi? Allah dilerse, vahyi vasıta kılmaksızın, Hz. Peygamber (S)’e bazı gaybleri bildiremez mi?

Aklen mümkün ve caiz olan bu durumun “vuku” bulduğuna dair, subütu ve delaleti kesin bir nassın olmadığım; yukanda, Cinn: 26-27 ayetlerini tahlil ederek ortaya çıkarmış bulunuyoruz.

Ayrıca “De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri yanımdadır, demiyorum. Ve ben gaybı da bilmem; size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum.” (6/5O, benzeri: 11/31) gibi ayetler, Hz. Peygamber (S)’in vahiy yolunun dışında, gaybı bilebileceği ihtimalini tamamen yok ediyor, kanaatındayız.

Hz. Peygamber (S)’in hayatından bazı meşhur olayların ve sözlerin Kur’an ayetleriyle nasıl uyum sağladıklarını örneklemeye geçmeden önce, zihinlerde oluşması muhtemel bir soruyu hatırlatalım.

Resülullah (S), Kur’an-dışı vahiy almamış mıdır? Kur’an’da bulunmayan bir çok rivayetlere bize gelen gaybî ihbarlar bu tür bir vahiyle bildirilmiş olamaz mı!

Kur’an-dışı (gayr-ı metlüv) vahiy iddiası ötedenberi savunulan bir tezdir. Resülullah(S)’in her söylediğinin veya -en azından- din ile ilgili konuşmalarının vahiy olduğu iddiasına, gerçekte, Kur’anî bir mesnedin bulunmadığı hususunu başka geniş bir incelemeye bırakarak, şimdilik, bu konuda Buharî’den birkaç yerde geçen bir rivayeti vermekle yetiniyoruz:

Şîa’nın iddiasına göre, güya, Hz. Peygamber (s), Ehl-i Beyt’e hususî vahiyler tebliğ etmiştir. Sahabeden Ebu Cuhayfe (r), Hz. Ali (r), ye, bu iddiayı kasdederek soruyor: “Sizin yanınızda Allah’ın kitabından ve AIlah’ın her müslümana bahşettiği kavrayıştan ve bir de şu sahîfe’den başka birşey yoktur.”(Buharî: K:3.B: 39, K: 56, B: 24, 31 K: 96, B: 5: Fethu’l-barî, Beyrut Basımı C.l.s.2O4 Aynı hadislerden sözü edilen ’sahîfe”nin; Hz. Peygamber(s)’in Medine’ye hicretinden kısa bir süre sonra yazdırdığı, bütün Medine halkımn hukukunu tanzim eden ve İbn Ishak (ö. 151 H) sîretinde tam metnini bulabildiğimiz “Medine Anayasası” olduğunu çıkarabiliriz. (Ibn Hişam Kahire Basımı C.l-2,s.5O1-5O4)

 

2. Mazi Bilgisi ve Peygamber

Hz. Peygamber (s), Allah’ın bildirdiği gayb haberlerinin dışında geçmişe dair vasıtasız hiçbir bilgiye sahip bulunmadığı gibi, bu kabil haberleri bilme sorumluluğu ve konuşma yetkisi de yoktur.

Ashab-ı Kehfin sayıları hakkında üçtür, beştir.. gibi “recmen bi’l-ğayb” . (mesnedsiz tahminlerde) makam tayin eden kimselere, Hz. Peygamber (s)’in şöyle söylemesi emredilmiştir: “De ki: ’Onların sayısım en iyi bilen Rabbim’dir” Onlan pek az kimseden başkası bilmez. Onlarla (bu konuda) tartışırken sana bildirilenden başka birşeyle tartışma ve onlar (Ashab-ı Kehf) hakkında kimseden birşey de sorma.”(18/22) Ayet mealinde altı çizilen bölüm, Taberî tefsirinde Mücahid’in yorumu esas alınarak meallendirilmiştir.

Demek ki Hz. Peygamber (s) geçmişe ait gaybi konuda, ne Allah’ın bildirdiğinden fazlasını söyleyecek ne de başkasına danışacaktır.

 

3. Hal Bilgisi ve Hz. Peygamber

“Risalet hayatı boyunca, çeşitli yerlerde gıyabında cereyan eden sayısız hadiseleri Hz. Peygamber’in şahsen bilmekte olduğunu iddia etmek, onu beşer hüviyetinden çıkarmak demektir. Muhiti haricindeki hadiseler bir yana, kendi çevresinde fakat gıyabında vukü bulan şeyleri, söylenen sözleri, zihinlerden geçirilenleri vahiy olmadan Hz. Peygamber’in bildiğine delil olabilecek Kuran-ı Kerîm’de hiç bir ayet bilmiyoruz.” (Prof. Dr. M. Said Hatiboğlu-Gaybî Hadisler Mes’elesi, A.Ü. îlahiyat Fakültesi Ders Notları, s.8) Resulullah (s)’ın hayatından, hal gaybını da bilmediğini te’yid eden bir çok olay ve rivayetlerin sadece bir kaçını vermekle yetineceğiz:

a) Hz. Peygamber (s)’in bazı istihbaratçılar istihdam ettiği tarihen bilinen bir gerçektir. Bunlardan bir kaçının ismi zikredilmektedir. (Mesela, Muslim: K:33, hadis:145, Cuheyne’li ikisi için bkz. îbn Sa’d, c.2, s.617) Demre’li Amr.b. Umeyye ise bu işte en başanlı olup müslüman olmadan önce de aynı görevi yapmıştır. (M. Hamidullah-İslam Peygamberi, 3.B..C.1.S.317-322)

Daha önce müslüman olmasma rağmen ancak Mekke’nin fethinde İslamiyetini izhar eden Hz. Abbas (r)’ın, Mekke’den müşriklerin durumunu Resulullah (s)’a rapor ettiği de bildirilmektedir. (El-îstîab, Hz. Abbas maddesi)

Gaybı bilen bir insanın böylesi beşeri yollara baçvurması gereksiz olurdu.

 

b) Resulullah (s), vahiyle ikaz edilmedikçe muhatabının sözlerindeki yalanlara -her zaman- vakıf olamamaktadır. Münafıklann, söyledikleri hilafına olan kötü niyetleri, çoğu durumlarda ayetlerle ifşa edilerek Hz. Peygamber (s) durumdan haberdar edilmiştir. (47/29-3O, 68/8,9/42-43, 64,94) Çünkü Hz. Peygamber (s)’in, çevresindekilerin içyüzlerini bilmesi münafıkları tanıması -açık deliller mevcut olmadıkça -mümkün olmamaktadır. Allah Tevbe/1O1, ayetinde şöyle buyuruyor: “Çevrenizdeki bedevilerden ve Medîne halkından nifak üzerinde direnen münafıklar vardır. Sen onlan bilmezsin, onları biz biliriz…”Görüldüğü üzere Hz. Peygamber (s) huzurundaki ve çevresindeki ikiyüzlüleri tanıyamamaktadır.

 

c) Mureysî gazvesi dönüşünde, Resulullah (s)’ın mubarek zevcesi Hz. Aişe (r)’ye münafıklarca en iğrenç iftira (ifk) yapılmış ve Medîne kısa zamanda bu azim iftirayla çalkalanmıştır. Hz. Peygamber (s), sevgili zevcesi hakkındaki bu dedikodulan kesinlikle tekzib edememiş çaresizlik içerisinde ashabıyla istişarede bulunmuş, bu arada Hz. Aişe (r)’yi de babasının evine göndermiştir. Günlerce süren ve hem Resulullah (s) hem de zevcesi için ızdırap veren bu ahval içerisinde, bir gün Hz. Peygamber (s) hasta yatmakta olan Hz. Aişe (r)’nin başı ucunda, ona şu sözleri söylemektedir:

 

“Ey Aişe, senin hakkında bana şöyle şöyle haberler ulaştı. Eğer günahsız isen Allah seni mutlaka temize çıkaracaktır. Yok eğer bir günaha bulaştı isen Allah’dan mağfıret dile, O’na tevbe, et…” (Birçok kaynak meyanında, Buharî, tefsîr, 24. Sure. B;)+ K;52. B;15. K;64, B;34, Muslim; K;49, hadis: 56, İbn Hişam, C.1-2,s.3O1 Taberî-Tefsir, 24, 11 ayetinin yorumu)

 

Şayet Hz. Peygamber (s) gaybı bilseydi, bu hitabından kısa bir süre sonra, Kur’an’la masum olduğu kıyamete kadar bütün insanlara ilan edilen Hz. Aişe (r)’yi ta kalbinden yaralayan ve göz pınarlarındaki yaşları kurutan bu sözleri sarfederler miydi?

Bu tasvir, gaybı bilme istidadında olmayan bir peygamberin hayatından , ızdıraplı bir kesiti sergilemektedir.

Sonunda bildirilen gayb ise kıyamete kadar okunan Kur’an olmuştur. ;(24/1O-2O) Bu nokta unutulmamalıdır.

 

d) Hicretin 9 yılında Tebük Seferine çıkılmadan hemen önce, Medîne’nin Kuba yakınlarındaki bir banliyösünde oturan bazı kimseler, Peygamber Mescidi’ne gelişin zorlaştığı yağmurlu ve soğuk günlerde namaz kılmak amacıyla bir semt mescidi inşa ettiklerini haber vererek, Resulullah (s)’tan, gelip ilk namazı kıldırmak suretiyle mescidlerini meşrulaştırmasını rica ederler. Hz. Peygamber (s), teklifi kabul etmekle beraber, sefere çıkmak üzere olduğundan bu küşadı (açılış) sefer dönüşü yapacağına dair onlara söz verir. Oysa sefer dönüşü esnasında Allah Teala, vahiyle, yeni mescidin münafıklarca bir klik oluşturmak, müslümanları zarara, küfre ve tefrikaya düşürmek amacıyla inşa edilmiş olduğunu ihbar ederek Resülune, o mescidde asla namaz kılmaması emrini verir.(9/1O7-1O8) Bunun üzerine Hz. Peygamber (s), birkaç müslüman göndererek sonradan “Dırar Mescidi” diye anılacak bu fe sat yuvasını yıktırır. (Ibn Hişam: 1-2/529-3O, Vagıdî, 1O45-49, Taberî-Tefsîr, 9:1O7 ayeti yorumunda da) Bir kere daha, Hz. Peygamber(s)’in, karşısındaki münafıkların kalblerindekini bilmediğini müşahade etmekteyiz.

 

e) Hz. Peygamber, aynı zamanda “ulu’l-emr”i bulunduğu müslümanlar için ve hatta bütün Medîne ehli için son kaza (yargı) merciidir (4/64, 65, 1O5, 2/213, 5/48)

Ancak, hüküm vermede Kur’an’ı Kerîm’i esas almasına rağmen, Hz. Peygamber, davacılarca veya şahitlerce verilen ifadelerin doğru veya yanlışlığını nasıl tefrik edebiliyordu? İşte aşağıda verilen ifadeler “gaybı bilmeyen” bir peygamberin bu konudaki endişe ve uyarısını dile getiriyor:

 

“Ben ancak bir beşerim. Siz bana bazı davalarla geliyorsunuz. Mümkündür ki bazınız (haksız olduğu halde) savunmasını (karşı taraftan) daha iyi yapabilir ve ben de duyduklarıma dayanarak (isabetsiz) bir hüküm verebilirim. Böyle bir durumda, kardeşinin hakkında kendi lehine bir şey hükmettiğim (haksız) bir kimse sakın onu almasın. Çünkü kendi lehine hükmettiğim (gerçekte) ateşten bir parçadır onun için.” (Muvatta: K:36, B:1; Buhari:K:46, B:16 ve diğer yerler Müslim: K:3O, hadîs:4 ve 5)

 

Bu bölümü bitirirken, büyük imam ve büyük alim Ebu Hanife (r)’nin de gayb ile ilgili görüşünü verelim:

“..Kalblerde olanı ancak Allah ve Allah’ın kendisine vahyettiği bir peygamberden başka kimse bilemez. Vahiy olmadan, kalblerde bulunanı bildiğini iddia eden, Alemlerin Rabbi’nin ilmine sahip olduğunu iddia etmiş olur. Kalblerde ve hariçte, Allah’ın bildiğini kendisinin de bildiği iddiasında bulunan insan büyük bir cürüm işlemiş cehennem ve küfrü hak etmiş olur.” (İmam-ı Azım’ın Beş Eseri, Çev. Mustafa öz, İstanbul, 1981, s.29, Arapça metin., s.24)

 

4. İstikbal Bilgisi ve Peygamber

Kur’an-ı Kerîm’de bütün peygamberlerin, kendilerinden sonraki olaylar hakkında bilgi sahibi olmadıklarına işaret eden ayetler vardır. (5/1O9, 116-117)

Son Peygamber Hz. Muhammed(s)’m de bu konuda bir ayrıcalığının olmadığı, yukarıda temas ettiğimiz “De ki: …Ve ben gaybı da bilmem…” (6/5O) ve “De ki:…Eğer gaybı bilseydim (daha) çok hayır elde ederdim..”(7/188) gibi ayetlerle açıklığa kavuşuyorsa da, ilave olarak iki ayet ve Resulullah (s)ın hayatından bu ayetleri te’yid eder birkaç olay vererek konuyu biraz daha netleştirmeye çahşacağız.

 

Birinci ayet : 34

“Kıyametin (ne zaman kopacağının) ilmi ancak Allah’ın katındadır. Yağmuru O yağdırır ve rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. (Her şeyi) bilen ve (her şeyden) haberi olan Allah’tır.”

Bu ayetin meali, pek cüz’i farklarla hadis olarak da rivayet olunmuştur. (Mesela, Buharî: K:65, Tefsir, Luqman Suresi) Hz. Aişe (r)’den aşağıya alacağımız rivayet ise, ayet mealindeki “Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez.” hükmünün şumülü hakkında bize fikir vermektedir.

Hz. Aişe (r)’den rivayet olunan biraz uzunca hadisin konumuzla ilgili olan bölümü şöyledir:

“Üç şey var ki, kim bunları iddia ederse Allah’a en büyük iftirayı yapmış olur. (…) Ve kim, O (Hz. Peygamber) yarın ne olacağını haber vermiştir, derse Allah’a en büyük iftirayı yapmış olur, çünkü Allah “De ki: Göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse gaybı bilmez.”(28/65) buyurmuştur.” (Müslim: K: 1, hadis: 287)

 

Buharî’de ise rivayetin son bölümü şöyledir:

“…Ve kim sana, O (Hz. Peygamber)yarın ne olacağını biliyordu, derse şüphesiz yalan söylemiş olur. Çünkü Allah “Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez (31/74) buyurmuştur.” (Buharî:K:65. Tefsir, Necm Suresi, B:1

Buharî’den, ilgili bir olay daha: Bir evde toplanan ve def çalarak Bedr’de şehîd düşen yakınlarına ağıt yakan kadınların yanına Resulullah (s) girince, ağıtçı bir kadın aynı nağme ile “Ve aramızda yarını bilen bir Nebî var!” diye ağız değiştirince Resulullah (s) şöyle buyurur: “Hayır, böyle söyleme (başka bir yerde ’bırak onu’) önceki söyledîklerini söyle!” (Buharî: 64, B:12, K:67. B:48)

Şarih İbn Hacer, bu haberden şu sonucu çıkarmaktadır. “Hadiste, gayb ilminin yaratılmışlardan bir kimseye nisbet edilemeyeceği hükmü de var.” (Fethu’l Barî, s.7, s.316, hadis: 4OO1)

 

İkinci ayet Ahqaf:

“De ki: (Diğer) Peygamberlerden benim bir yeniliğim (farkım veya üstünlüğüm) yok. Bana ve size ne yapılacağını bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyuyorum ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım:” (Ayetin ilk cümlesini Razî tefsirinde zikredilen bir görüşü tercih ederek meallendirdik)

Bazı müfessirler “Bana ve size ne yapılacağını bilmem.” cümlesiyle dünyadaki geleceğin kasdedildiğini belirtirler. (Taberî-Tefsîr, ilgili ayet) Ancak bize göre, ayetin manası, Allah’ın vahiyle bildiklerinin dışında dünyadaki geleceği de, ahirettekileri de kapsamaktadır. Aşağıda vereceğimiz olay bu kanaatımızı te’yid edici niteliktedir:

İlk müslümanlardan ve ilk muhacirlerden, ifrat derecede zahidane bir hayata düşkün Hz. Osman b. Maz’ün (r), Medine’de Ummu’l-Ala isminde bir kadının evinde misafirken vefat etmiştir. Resulullah(s) techîz ve tedfininde bulunmak üzere Ummu’l-Ala’nın evine vardığında kadın şöyle haykırmaktadır: “Ey Osman, şehadet ederim ki şu anda Allah sana ikram etmektedir.” Resulullah (s) hemen müdahale eder: “Allah’ın ona ikram ettiğini nereden biliyorsun” Kadın: “Anam babam sana feda olsun ya Resulullah, peki Allah (ona etmesin de) kime ikram etsin?” Resulullah(s) buyurur: “Bakın, Osman’a (Allah’ın takdir ettiği) ölüm ulaşmıştır. Ben-şahsen- onun için hayır ümit etmekteyim. Fakat -Vallahi- ben, peygamber olduğum halde, bana ve size ne yapılacağını bilmem.”

Ummu’l-Ala (r) ilave ediyor” “Vallahi, bu olaydan sonra hiç kimseyi asla tezkiye etmedim. (Yani ahiretteki durumu hakkında konuşmadım)”

Bu rivayet Buharî’de çeşitli yerlerde (mesela, K:91, B:27) olmak üzere birçok kaynakta yer almaktadır.

Bu konuda son olarak İmam Malik (r)’ın Muvatta’sından bir rivayet verelim: “Resulullah (s) Uhud şehitleri için ’Bunların lehinde (Allah katında) şehadet ederim” deyince, Ebu Bekr(r) ’Ey Allah’ın Resulu, biz de onların kardeşleri değil miyiz?’ der. Bunun üzerine Resulullah (s) buyurur: ’Doğru, fakat benden sonra neler yapacağınızı bilmiyorum ki” (Muvatta, K:21, B:14, hadis: 32).

SON SÖZ

Kur’anî veriler ve Resulullah (s)’ın hayatından bu verileri te’yid eden olay ve rivayetlerle vardığımız sonuçları şöyle özetleyebiliriz:

1) Allah’tan başka hiçbir kimse gaybı bilemez.

2) Allah, her çeşit gayb haberlerinden dilediğini, yalnız peygamberlerine, vahyederek bildirmiştir.

3) Son Peygamber (s)’e bildirilen gayb haberleri, Kur’an’da yer almış olanlardan ibarettir.

4) Bunun dışında, “Allah gaybı, dilediğine -dilerse- bildirir” formülüyle, peygamberin dışındaki bazı kimselere de gaybın bildirildiği iddiası -nereden gelirse gelsin- batıldır.

Resulullah (s)’ın hayatına dair, Kur’an-ı Kerîm dışında bize intikal etmiş her eser (tefsîr, hadîs, sîret, tarih…) bu hususlar gözönüne alınarak okunursa ayıklanması gereken birçok rivayetlerin mevcudiyetinin hemen farkına varılacaktır.

Geçmişte ve günümüzde, hurafe ve safsatanın menfezi olan bu zihniyetin (gaybın bilinebileceği iddiasının) sahiplerini Kur’an-ı Kerîm’i ve Resulullah(s)’ın sarîh sünnetini -basiret üzere- anlamağa davet ediyoruz. ( Hikmet ZEYVELİ, İktibas Dergisi, Sayı: 122, Şubat-1987)

posted in İLAHİ NİTELİKLERE SAHİP | 1 Comment

29th Ağustos 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK


–>

YALNIZCA KUR’AN MERKEZLİ OLMAK YETERLİ MİDİR?

KUR’ANCI OLMAK BİR ÇEŞİT MEZHEPÇİ OLMAKTIR

İLAHİ ADALET, YALNIZCA ÖLÜM SONRASI İÇİN DEĞİLDİR

KÜÇÜK ŞEYLER GERÇEKTEN DE KÜÇÜK ŞEYLER MİDİR?

ALLAH ODAKLI YAŞAM, AHLAKLI DİNDİR

ALLAH BİLİYOR

DÜRÜSTLÜK NE DEMEKTİR?

EL-İLAH SİZİ GÖRÜYOR

YALNIZCA KUR’AN MERKEZLİ, AMA ALLAH ODAKLI OLMAYAN KİŞİNİN AHLAKLI OLABİLECEĞİ KUŞKULUDUR.

ALLAH ODAKLILIK HUZUR GETİRİR; KİŞİYİ DÜRÜST YAPAR.

KUR’AN MERKEZLİ DİN, MENSUPLARINI MUTLU KILAR.

RİVAYET MERKEZCİ BİR DİN YALNIZCA BELLİ BİR SINIFI MUTLU YAPAR.

ALLAH ODAKLI OLMAYAN YAŞAM, DOĞRU İLKELERE VE KURALLARA OTURSA BİLE İSTİSMARA AÇIKTIR.

ALLAH ODAKLI OLMAYAN KİŞİ KUR’AN MERKEZCİ BİLE OLSA HUZURLU OLMAZ.

Bir musibet, bin nasihatten daha hayırlı mıdır?

 

 

YALNIZCA KUR’AN MERKEZLİ OLMAK YETERLİ MİDİR?

Allahsız bir din olabilir mi? Olabilir tabii. Kişi güneşe tapar, aya tapar yani Allah’ın dışında başka bir şeye tapar Allahsız bir dine inanmış olur. Ancak benim bahsetmek istediğim konu bu değil. Ben bundan söz etmiyorum.

Ben bizden, kendimizden söz ediyorum. Allah’sız bir Kur’an inancından…

Allahsız bir Kur’an inancı olabilir mi? Veya nasıl olabilir?

Kur’an merkezli bir dini anlayışa sahip olanların Kur’an’ın tek kaynak olması yönünde bir sorunu yok. Uydurmalara, hurafelere inanmamak yönünde de bir sorunu yok.

Ancak din, Kur’an’ı tek kaynak olarak kabul etmek midir? Uydurmalara inanmamak mıdır? Diyeceksiniz ki; uydurmalara inanmamak ama aynı zamanda uydurma olmayanlara inanmaktır. Yani Kur’an’a inanmaktır.

Peki din Kur’an’a inanmak mıdır? Veya Allah’a inanmak=Kur’an’a inanmak mıdır?

Allah’a inanmak çoğu kişinin söylediği gibi Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak değildir.

Allah hayatımızda ne kadar yer ediyor?

Karşılaştığımız olayları, sorunları değerlendirirken Allah’ı ne kadar hesaba katıyoruz?

En basit veya günlük hayattan gördüğümüz bir konuda bile “Allah bu durumda benim şöyle davranmamı ister veya böyle davranmam O’nun hoşuna gitmez”, hesabı yapıyor muyuz?

Her an O’nu yanımızda hissediyor muyuz? Tek başımızayken ikinci, iki kişiyken üçüncü, üç kişiyken dördüncü,…O’nu görüyor muyuz?

58Haşr suresi, 7: “Göklerde ve yerde olanları Allah’ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O’dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O’dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah, her şeyi bilendir.”

Doğru işler yaparsam, Allah mutlaka onun karşılığını verir, arkamda olur, bana destek verir; yanlış işler yaparsam, Allah bunun bedelini ödetir, karşımda olur” mantığıyla mı hareket ediyoruz? Veya başımıza bir şey geldiğinde, kafamızı bir yere çarptığımızda Allah’ı aklımıza getiriyor ve acaba yanlış bir şey mi yapıyorum sorusunu kendimize soruyor muyuz? İşte bu ahiret inancıdır, ‘Son’a, işin sonuna inanmaktır. Kişinin Allah’a inandığını gösteren en bariz ölçüdür. Bir denetim mekanizmasıdır. Kişinin doğru davranması için bir motivasyon aracı, teşvik edici bir güç, yanlışlardan uzaklaşması için engelleyici bir güçtür. Kişiye özgüven sağlar, “eğer ben doğru davranırsam, Allah benim yanımda olur, karşıma ne engel çıkarsa çıksın, ne tür bir zorluk çıkarsa çıksın, sonuçta benim arkamda O var. Hiç kimse benden memnun kalmasa da, yaptıklarım, konuştuklarım hiç kimsenin hoşuna gitmese de sonuçta Onun hoşuna gidiyor. Doğru şeyler yapmaktan, doğru bir insan olmaktan korkmamalıyım, kınayanın kınamasından çekinmemeliyim.” hissini verir.

Ahirete inanmak, Allah’a inanmakla benzer şekilde basitleştirilmiş ve kalıplaştırılmıştır. Cennet ve cehennemin varlığına inanmak anlamında kullanılmaktadır. “Ahiret” son demektir. Ahirete inanmak = Sona inanmak. Bu son dünyanın sonu olabileceği gibi, hayatta karşılaştığımız sonlar da olabilir. Yani her şeyin, her işin sonunu düşünürken Allah’ı hesaba katmak demektir. Ticari bir faaliyetin sonunun bile Allah’a bağlı olduğunu, bütün iplerin O’nun elinde olduğunun bilincinde olmaktır. Çalışkanlığımızın, kurnazlığımızın veya şansın O istemediği sürece bir para etmeyeceğini bilmek ve bu bilinçle hareket etmektir.

Allah her konuyla ilgili bir takım kurallar, yasalar belirlemiştir ve hayat bu yasalar doğrultusunda devam etmektedir. Örneğin, başımıza gelen şeylerin kendi yaptıklarımızdan kaynaklanması ve aynı zamanda bunlarla denenmemiz bütün insanlar için geçerli olan bir yasadır.

42Şura/30: Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.

4Nisa/79: Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir. (Ey Muhammed!) Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter.

2Bakara/155: Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.

Ancak Allah bazı kimselerin iddia ettiği gibi, evrene bir takım yasalar koymuş ve bir kenara çekilmiş değildir. 42Şura/30’da “O yine de çoğunu affeder” ifadesi bu yasaların Allah’tan bağımsız olarak katı kurallar halinde uygulanmadığını ortaya koyar.

Allah’a inanmanın ne demek olduğunu anlamak için öncelikle inanmak nedir onu anlamalıyız. Biz bir arkadaşımıza “sana inanıyorum dediğimizde;

1-Senin sözlerinin doğru olduğuna inanıyorum,

2-Sana güveniyorum, seni güvenilir buluyorum, demiş oluruz.

Örneğin, birçok kişinin söylediklerini, yazdıklarını doğru bulabiliriz ama kendilerine güvenmeyebiliriz. İnanmak ikisini de kapsar.

Kur’an’a inanarak Allah’ın sözlerine inanmış, sözlerini doğru bulmuş oluruz. Allah’a güvenmek ise çok yönlüdür.

Onun kesinlikle sözünden caymayacağına, adaletli olduğuna yani hiç kimseye haksızlık yapmayacağına, herkesi kendi belirlediği ilke ve değerlere göre değerlendireceğine, kimseyi kayırmayacağına inanırız. Bu ahirete inanmayı ifade eder.

Aynı soru üzerinde tekrar düşünelim: Allah’sız bir Kur’an inancı olabilir mi?

Kişi, Kur’an diyor ama hayatında Allah yer almıyorsa Allah’sız bir dine inanıyor demektir. Hayatında Allah nasıl yer alır, yukarıda bahsetmiştik.

Allahsız bir Kur’an inancı: Otomatiğe bağlanmış gibi, ruhtan duygudan eksik Kur’an yorumları… Öznesi çoğunlukla Allah olmayan ifadeler…

Kur’an’da bu geçmiyor, şu geçiyor… Kur’an şöyle diyor, böyle demiyor… Kur’an buna karşı çıkıyor… Kur’an’da bu yok, var… Kur’an’a aykırı davranıyorsun… Kur’ana göre…

Hiç kimse kalkıp bu ifadelerin yanlış olduğunu söyleyemez, ben de söylemiyorum. Hatta aynı ifadeleri defalarca kullandım hala da kullanıyorum. Ancak dinle ilgili konuştuklarımızın öznesi %90 belki de daha fazla Allah olmuyorsa ortada bir anlayış hatta bir inanç sorunu var demektir. Allah dışında diğer özneler, bu illa Kur’an olmak zorunda değil, konuşmalardaki etkileyiciliği ve verimi de azaltıyor.

Doğrusu, ‘Kur’an’ demiyor, ‘Allah’ diyor… Kur’an’da yasaklanmıyor, Allah yasaklıyor…

Örneğin, yanlış bir şey yaptığını düşündüğümüz birine verebileceğimiz tepkilere bir bakalım.

Bu Kur’an’da yok, Kur’an’a aykırı

Bu yanlış, yapmasan iyi olur

Bu doğru değil

Bu senin için zararlı

Bak, Allah seni görüyor, bunu yapmaya devam edersen üzülürsün, ben senin sonuçta üzülmeni istemiyorum. (Allah inancı + Ahiret inancı)

Senin bunu yapman Allah’ın hoşuna gider mi sence? (Allah inancı)

Allah bunu doğru bulmuyor biliyor musun?, -Sen nerden biliyorsun? –İşte istersen sen kendin oku, Allah kitabında ne diyor. (Allah inancı + Kur’an inancı)

Son üç tanesi gerçek anlamda inanan, Allah’ı dikkate alan insanların verebileceği tepkilerdir. Ve diğerlerine göre çok daha verimli ve etkileyicidir.

Birileri kalkıp bize, Kur’an merkezci anlayışa karşı, “siz Kur’ancısınız” diyor.

Hayır, biz Kur’ancı değiliz. Biz Kur’an’a tapmıyoruz. Biz sadece Allah’a tapıyor, Allah’a ibadet ediyoruz, diyoruz.

 

 

 

KUR’ANCI OLMAK BİR ÇEŞİT MEZHEPÇİ OLMAKTIR

Kur’an yol gösterir, bilgi verir. Doğru bilgi, kişiyi entelektüel, aydın kılar. İnanç sahibi olmak kişiye bağlıdır. İnanç davranışlara yön verir. İnanıyorsanız, davranışlarınız bu doğrultuda anlam kazanır. Bilginin doğruluğuna inanarak davranmak ayrı şeydir, bilginin kaynağına veya öznesine inanarak davranmak ayrı şeydir. İlkinde daha ziyade sekülarist bir bakış açısı vardır. İnandığınız bilgi doğrultusunda davranmakla özneniz olan bilgiyi kutsar, kendinizle çevrenizde gurur duyabilirsiniz. Ancak bilgiden kayda değer bir beklenti içine girmezsiniz. Bilginin kaynağını, öznesini kutsamakla ise özneden beklentiniz sürüp gider.

Kur’an gemisine binmekle, rotayı doğru yöne çevirmiş olursunuz. Ancak gemideki uygulamalarınız ve başınıza gelenler arasında doğru ilgi kuramadıysanız, uygulamalarınız doğru olduğu halde, huzursuz ve mutsuz yaşarsınız.

Kur’an merkezli bir bakış açısıyla pek çok şeyi doğru anlayabilirsiniz. Her dini anlayışı bilinen anlamıyla bir mezhep olarak nitelemek yanlış olmaz. Sizin Kur’an’ı doğru anlamlandırmanız da doğru bir mezhep olarak kabul edilebilir. Ancak bir mezhep, doğru mezhep, yalnızca mezhep, hepsi bu… Mezhepler de dini doğru anlama üzerine kurulmuş ekollerdir. Hepsi bu. İslam’ın, imanın, abdestin, namazın, zekatın, haccın, orucun, evliliğin, boşanmanın, borcun, mirasın,… şartları, farzları, onları bozan şeyler… Varsayın ki bunların hepsini doğru anladınız. Evet, bunların hepsi doğru. Acaba Allah’ın dini bu mu?

İçinizde hiç mezhep kitaplarını okuyanınız oldu mu? İlmihal kitapları onların özeti gibi. Neler var içinde. İşte yukarıda saydığım abdestin, namazın,… şartları, onları bozan şeyler… Diyelim ki siz de tüm bu bilgilerin her birini yerinde ayetlerle desteklediniz. Kanıtlarla beslediniz. Böyle bir bilginin doğruluğuna itiraz edebilir misiniz? Elbette hayır. Peki, bunları uygulayanlara itiraz edebilir misiniz? Elbette hayır. Al sana işte bir mezhep. Söyler misiniz, Allah bu kitapların neresinde? Nitekim ilmihal bilgilerinin kendisinden derlendiği asıl mezhep (fıkıh) kitapları, belki her biri doğru olmasa da kanıtlarla (ayet /hadis) desteklenmişlerdir. İşte diyorum ki bu deliller ve onların doğru sonuçlarını hayata yansıttınız mı doğru mezhebe mensup olursunuz.

Mezhepler, kurallarla yüklü bir dini anlayışı savunduğu ve Allah’a da kitaplarında pek yer vermedikleri için Allah’ı öne çıkarmayı kelam ve tasavvuf ilke edindi. Kelamcılar (Akaitçiler: İnanç ve itikat kitaplarını yazanlar) Yunan felsefesindeki ve Hıristiyanlıktaki, tasavvufçular Hinduizm, Budizm ve Hıristiyanlıktaki formatlara uygun bir Allah anlayışını getirdiler. Kelamcılar, kelam tartışmaları arasında Allah’ı kaybederlerken, tasavvufçular Allah’ı ötede beride aramanın gereksiz olduğunu, seyrü sülükünü tamamlayıp farkına varan herkesin zaten Allah olduğunu sabukladılar.

Allah, mezhep değil din gönderdi. Bu dinin, gerek bilgi gerekse de uygulama bağlamında nasıl olması gerektiğini kitabında açıkladı. Bilgiyi, uygulamayı, onun sonuçlarını, bunlara karşı geliştirilen tavırları ve Allah’ın onlara ne zaman nasıl bir karşılık verdiğini yeterli miktarda ortaya koydu. İyilik yapanlara Allah bu dünyada da yardım edeceğinden söz etti. Kötülük yapanların yanlarına kar kalmayacağından söz etti. Allah asla vaadinden caymaz, dedi. Gönderdiği elçilere ve onlara karşı tepki gösterenlere dünyada neler yaşattığına dair pek çok örnek verdi. Verdi ki diğer insanlar da bunu asla göz ardı etmesinler.

BİZİ DERİNDEN ETKİLEYEN VE SEVİNDİREN HANGİ OLAYDA ALLAH DEVRE DIŞIDIR Kİ!

 

İLAHİ ADALET YALNIZCA ÖLÜM SONRASI İÇİN DEĞİLDİR

1-Dünyada güzel bir yaşamla yaşatmaktan söz etmiştir-16Nahl/97,41,30 10Yunus/64 39/10

2-Dünyada da ahirette de rezillikten söz etmiştir-2Bakara/114 39Zümer/26 41Fussilet/16,

3-Dünyada zorlu cezaya çarptırmakla tehdit etmiştir-3Al-i İmran/56 9Tevbe/74,85 13Ra’d/34

4-İşaretlerini hem insanların iç dünyalarında hem de çevrelerinde mutlaka göstereceğinden söz etmiştir -41Fussilet/53 27Neml/93

5-Allah insanları hayır ve şerle deneyeceğini bildirmiştir-21Enbiya/35

6-Allah’ın dokunduracağı zararı veya hayrı kimsenin kaldıramayacağını bildirmiştir-6En’am/17

7-…Onlara bir iyilik dokunursa: “Bu, Allah tarafındandır.” derler. Onlara bir kötülük dokunursa:” Bu, senin yüzündendir.” derler. De ki:” Hepsi, Allah tarafındandır.” Bu halka ne oluyor ki söylenen sözü kavrayamıyorlar! Sana bir iyilik dokunduysa, Allah tarafındandır. Sana bir kötülük dokunduysa, kendi yüzündendir…, diye ifade etmiştir-4Nisa/78-79

***

 

KÜÇÜK ŞEYLER GERÇEKTEN DE KÜÇÜK ŞEYLER MİDİR?

Yapılanlar ve yaşananlar.

KÜÇÜK ŞEYLER (KELEBEK ETKİSİ/ETKİ-TEPKİ İLKESİ/İLAHÎ MESAJLAR)

Yapılanlar: Küçük diye önemsemediğimiz, ama tanık olduğumuz veya yaptığımız bazı doğru veya yanlışlar. YAPTIKLARIMIZ

Yaşananlar: Küçük diye önemsemediğimiz, ama tanık olduğumuz veya tattığımız acı ve tatlı şeyler. YAŞADIKLARIMIZ

Esasında bizi mutlu veya mutsuz edecek olanlar bunlar. Bunları önemsemediğimizde yaptığımızın ve söylediğimizin pek bir anlamı ve değeri kalmamaktadır. Bu zamanla bizleri ilkesizliğe götürmektedir.

Yaptıklarımızı veya tanık olduklarımızı önemsemediğimiz zaman bunları paylaşma gereği de duymayız.

Yaşananları önemsemediğimiz zaman yaşadıklarımızın nedenlerini sorgulamaz, önlemimizi almaz ve aynı hatayı tekrarlarız, ya da doğru tutumuzu geliştiremeyiz.

Yaptıklarımız bizim irademizle, yaşadıklarımız ise bizim irademiz dışında gerçekleşebilmektedir. Diyelim ki sen kendince bir doğru yaptın. Eğer bu sence önemsiz ise paylaşmayı anlamsız bulursun. Diyelim ki acı-tatlı ama sence önemsiz bir şey yaşadın. Üzerine çamur sıçradı, önemsiz diye nedenini sorgulamazsan bir süre sonra üzerine daha büyük çamur sıçramasını beklemen gerekir.

Yapılanlara ve yaşananlara önem vermez isek hayat anlamını ve değerini kaybeder.

Bizi derinden etkileyen şeylerin olası nedenlerini bulmalıyız. Bulmazsak sonuçta nazara, büyüye, uğura, kadere, rastlantılara, tesadüflere, şansızlığa inanmak, yaşadığımız olayı bunlara bağlamak veya her şeyi boş vermek zorunda kalırız. Bilirsek önlemimizi alırız.

Başımıza gelenler bizden, yaşadıklarımızdan kaynaklansa da Allah’ın bizi kolladığını da göz ardı etmemek gerekir.

Önemli olan şudur: Yaşadıklarımız bizi geri mi götürüyor, ileriye mi? Ya başımıza hiç bir şey gelmeseydi, bizi uyaran hiçbir şey olmasaydı ve yaptıklarımız birikseydi ve bir anda korkunç bir felaketle karşılaşsaydık?

Başımıza gelenler dalıp gitmemizi engelliyor. Başımıza gelenler aslında Allah’ın hala bizi unutmadığının da bir göstergesi, belki değişiriz diye O bize uyarıcılar gönderiyor.

Öyleyse, akıllı insanlar isteklerine kavuşmayı hak edecek işler yaparlar.

***

 

Duygusuz, inançsız her girişim başarısızlığa çöküşe mahkumdur.

Kur’an niye değerli?

Ayetleri tartışılmaz kılan ne?

Kur’an Allah’ın kitabı olduğu için değerli, ayetler Allah’ın sözü olduğu için tartışılmaz, kesin doğru değil mi?

O zaman Kitabı değil, Kitab’ın sahibini hesaba katarak adım atmak değil midir esas olan?

Peki yaşamımızda bu ne kadar böyle, yani tamam ne Kur’an’da var ne yok, ne uydurma ne değil, bu konularda çoğunluk aşağı yukarı hemfikir olabiliyor ama Allah’ın her an, bize şah damarımızdan daha yakın olduğu bilincinize yüz üzerinden kaç puan verirsiniz?

Evet, kişi inandığını söylüyor ama inancı uğruna bir şey yapmıyorsa ya inancında samimi değildir ya da bu inanç uzun ömürlü olmayacaktır.

Esasında imanı iki aşamada ele alabiliriz.

1- Allah bizi görüyor, Allah burada bizimle beraber, Allah bize çok yakın bilincinde olmak: Bu bilinç bize kontrollü ve dikkatli bir yaşam sağlar. Yanlış şeylerden uzaklaşmamıza yardımcı olur.

2- Allah için bir şeyler yaparken, doğru işler yaparken şu bilinçte olmaktır: Ancak doğru işler yaparsam bugünüm, yarınım, geleceğim güzel geçebilir. Allah’tan bir şeyler umut edebilirim. Çünkü Allah yapılan doğru, güzel işleri karşılıksız bırakmaz. İşte bu, ahiret inancıdır.

“Dualarımızda güzel isteklere, dileklere yer verirken ümit dolu olabilmemiz Allah’ın sözlerine uygulamada ne kadar sadık kaldığımıza bağlı değil mi?”

29Ankebut, 7:

Ve inanan ve iyi işler yapanlara gelince, onların kötülüklerini, elbette sileceğiz ve onlara yaptıklarının daha güzeli ile karşılık vereceğiz.”

İnandım, inanıyorum demekle iş bitmiyor, ‘Neye? Nasıl? Ne kadar? Hangi ölçüde? inanıyoruz,’ bunu sorgulamak gerek…

Örneğin, bir tartışma yapıyorsunuz birisiyle ve o anda çok sinirlendiniz, öfkelendiniz ve bu öfke size muhakkak kötü bir şey yaptıracak. Ancak Kur’an’daki, 3Al-i İmran, 134’deki, “Onlar öfkelerini yutarlar” ayetini aklımıza getirip, öfkemize yenik düşmez isek, doğru bir tavır takınmış olacağız, dahası Kur’ani bir tavır takınmış olacağız. İşte bu, Kur’an merkezli bir din. Ancak bu doğrunuzla Allah’ın size ve muhatabınıza doğru sonuçlar yaşatacağı, yanlış yaparsanız da Allah’ın başınıza işler açacağı bilinci Allah odaklı bir yaşamı ifade etmektedir.

Bu konuyla ilgili olarak daha genel ve dikkat çeken bir örnek vermek istiyorum.

Allah bir ayette diyor ki:

9/31: Onlar, Allah’ın yanı sıra hahamlarını ve rahiplerini, bir de Meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler. Oysa ki, hepsi ancak bir ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı ki, O’ndan başka hiçbir ilah yoktur; O, onların ortak koştukları herşeyden münezzehtir.

Bu durum bizde de çok yaygın değil mi? Bizde de Muhammed resule belki Allah’ın oğlu demiyorlar ama; kainatın efendisi, evren onun için yaratıldı, Adem yaratılmadan önce Muhammed yaratıldı, Evren yaratıldığında üzerinde Nuru Muhammed yazıyordu,… demiyorlar mı?

Bir bakıma Muhammed Resulu putlaştırmıyorlar mı? Ona Allah’ınkilere benzer nitelikler yakıştırmıyorlar mı?

Ya Kur’an için,

Onu belinizden aşağı tutmayın, abdestsiz sakın ona dokunmayın, onu okurken doğru düzgün oturun, onu güzel seslerle ve nağmelerle okuyun,… Neden peki? Çarpılırsınız, vs

Aynı durum sizin verdiğiniz örnekteki gibi, Kabe için de geçerli.

Bu örnektekilerin hepsi Allah’a inandığını söylüyor ama Allah’ın bize gönderdiklerine, bize sunduklarına Allah benzeri nitellikler yakıştırıyorlar, onları putlaştırıyorlar, kutsallaştırıyorlar. Allah’tan istemeleri gereken yerde onlardan istiyorlar, Allah’tan korktukları kadar veya buna yakın olarak onlardan korkuyorlar. Bir sürü kutsalların içerisinde teoride Allah merkezli ama pratikte Allahsız bir din yaşıyorlar.

Kur’an merkezli anlayışı savunanlarda elbette Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğu, anlaşılması ve uygulanması gerektiği bilinci var. Ancak ortada başka bir sorun var.

Din konusunda uydurmaları reddetmek ve Kur’an’ı tek kaynak olarak görmek bize sadece başvuru kaynağımızı doğru olarak belirlememezi sağlar. Rotamızı doğru tarafa çevirmemize yardımcı olur. İşte sadece bu kadar… Bu küçük bir şey değildir, ama din bu değildir, Allah’a inanmak bu değildir.

Şöyle bir bakış açısı doğru değil,

İnsanlar yanlış inanıyor, şunlar şunlar Kur’an’da yok. Onlar bilmiyor, biz biliyoruz. Biz bu işin sırrını çözdük, biz gerçeğe ulaştık. Bizden olanlar Kur’an’ı tek kaynak olarak kabul edenlerdir, uydurmaları reddedenlerdir.

Birini bizden kabul etmek için Kur’an’ı tek kaynak olarak kabul etmek yeterli midir? Din bu değildir, inanmak bu değildir. Bunu anlamak işin sırrını çözmek değildir, sadece pusulayı doğru yöne çevirmektir. Ama o yönde ilerlemezseniz bunun bir anlamı yoktur.

Yaptığımız işlerde, ‘Allah ne yaparsam memnun(razı) olur?’ hesabı yapıyor muyuz?

Bizi olumlu veya olumsuz olarak derinden etkileyen her olayın arkaplanında daima Allah olduğunun bilincinde miyiz, bunu göz ardı etmeyen, buna inanan bir anlayış içinde miyiz?

Kafamızı bir yere çarptığımızda, ‘acaba Allah’ın hoşuna gitmeyecek yanlış bir şey mi yaptım?’ diye yaptıklarımızı bir gözden geçiriyor muyuz?

Ancak doğru şeyler yaparsam Allah’tan bir şeyler umut edebilirim, ancak bu durumda Allah benim yanımda olur ve bana yardım eder diye düşünüyor muyuz?

İşte tüm bunlar bizim rotamızda ilerleyebilmemizi sağlar, Allah’ın sözlerini uygulayabilmemizi sağlar, kalıpçılıktan kurtulmamızı sağlar. İşte bunlar Allah’a inancımızın göstergeleridir. İşte bunlar birilerini bizden kabul edebilmenin kriterleridir.

Allah’a ait sözler(Kur’an) sürekli Allah’ın denetiminde olan bir bilinçle hayata geçirildiği zaman işte o zaman Allah’ın dini yaşanmış olur.

***

 

Elimizdeki rota Kur’an, o varsa, doğru yönde ilerlememiz için önemli bir koşulu yerine getirmiş oluyoruz. Ancak bu rota doğrultusunda giderken gemideki bizlerin kim olduğu, yaşantımızda kişilere, değerlerle ne tür tavırlar takındığımız asıl gerçeğimiz ve asıl yolumuz oluyor.

Kimseler size destek olmasa da gerçek bir dosta sahip olmasanız da doğrularınızla yapayalnız olsanız da, aynı dili konuştuğunuz insan sayısı sınırlı olsa da ya hiç olmasa da siz bilirsiniz ki Allah sayesinde doğruluğunuz aracılığı ile siz yalnız değilsiniz, siz mutsuz değilsiniz ve en önemlisi siz gelecekten umutlusunuz, biliyorsunuz ki Allah yaptıklarınızın karşılığını geciktirmeksizin verecek ve sizi asla ve asla yapayalnız bırakmayacak….

***

Eğer din Allah’sız yaşanıyorsa Kur’andışı oluşumlar ile Kur’an merkezli anlayış arasında kayda değer bir fark yoktur. Allah’sız din” ifadesiyle günlük yaşantıda Allah’ın hatırlanma sıklığı(frekansı) kastedilmemektedir. Ne yazık ki bazıları bu yanılgıya düşmektedirler.

Din; yaşanılan sorunları Kitap ışığında ve Allah’tan bir beklenti bilinciyle çözmeye çalışmaktır.

Sevinç ve üzüntülerimizde, kazanç ve kayıplarımızda Allah’ın bunları bize neden sağlamış olabileceğini(OLASILIKLAR) düşünmek, bunlara neden olabilecek olası davranışlarımızı gözden geçirmek, bu vesileyle olumlu davranışları artırmak ve güçlendirmek, olumsuz davranışları azaltmak.

Tüm olayların, durumların altında muhakkak Allah ve onun düzeninin olduğunu bilmek işte Allah’a iman bu.

Başka bir deyişle: Bizi birtakım davranışlara motive eden, Allah’ın istemesi (Kur’an referanslı) ve akabinde bize olumlu şeyler yaşatacağına olan inançtır. (Allah’ı hayatın merkezine alan inanç)

Olumlu şeyler yaşıyoruz veya yaşadığımız güzel şeylerin kaynağında, yaptığımız olumlu davranışların karşılığı olarak Allah’ın bizleri gözettiğine (bazen hayır sandığımız şer, şer sandığımız hayır olabilir) inanıyoruz. Bu yardım, olumlu bir pekiştireç işlevi görüyor.

Olumsuz şeyler yaşıyoruz veya yaşadığımız olumsuz şeylerin kaynağında, yaptığımız olumsuz davranışların karşılığı olarak Allah’ın bizlere bedel ödettiğine /ödetmiş olabileceğine (bazen hayır sandığımız şer, şer sandığımız hayır olabilir) inanıyoruz. Bu bedel, eğitici bir ceza işlevi görüyor.

Hayat bu döngü içinde devam ediyor. Allah’a inanıyorsunuz, güveniyorsunuz, O’nun isteklerini ciddiye alıyor, davranışlarınıza yansıtıyorsunuz. O da size hak ettiğinizi yaşatıyor. Siz bu yaşadıklarınızı O’nun bilgisi ve kontrolü altında yaşadığınızı bilmeniz ve buna inanmanız da O’na imanın bir gereğidir. O size hak etmediğiniz bir şeyi asla yaşatmıyor.

Buradan Allah’a inanmak, a)O’nun isteklerinin kesin doğruluğunu kabul etmek (KUR’AN MERKEZLİ İNANÇ) b)Allah’ın bu isteklerini davranışlarınıza yansıtınca sizin bu yaptıklarınızın gündelik yaşamda karşılıksız kalmayacağına inanmak. (ALLAH ODAKLI İNANÇ)

İşte sorun bu madde de, pek çok kişi bu bedeli ölüm sonrası olduğuna inanıyor. Oysa vahiy ve onun uygulayıcıları olan peygamberler, yaptıklarının karşılığını kısa vadede de, uzun vadede de mutlaka karşılığını bulacaklarına inanmaktaydılar. Gündelik yaşamda karşılığı olduğu gibi ölüm sonrasında çok çok daha fazlasıyla karşılığı vardır.

Allah sayesinde doğruluğunuz aracılığı ile siz yalnız değilsiniz, siz mutsuz değilsiniz ve en önemlisi siz gelecekten umutlusunuz, biliyorsunuz ki Allah yaptıklarınızın karşılığını geciktirmeksizin verecek ve sizi asla ve asla yapayalnız bırakmayacak…

Yalnızca ölüm sonrası değil burda da her şeyin karşılığının önümüze çıkacağı /çıkabileceği. Yaşadıklarımızın hepsinin daha önce yaptıklarımızın bir bedeli olması inancı.

Diyelim ki bir olay sizi fazlasıyla sevindirdi veya üzdü. Acaba geçmişte yaptıklarınızın buna neden olabileceğine, Allah’ın bundan dolayı size bunu yaşatmış olabileceğine inanıyor musunuz?

İşte buna ne sıklıkla inanılıyorsa o derece Allah’ı merkeze alan bir inançtan söz edilebilir. Bu kadar ciddi sevinç ve üzüntülerde dahi olayın arka planında Allah’ın olduğunu/olabileceğini göz ardı etmek, buna inanmamak, Kur’an’daki kurallara tam uyulsa bile bu durum ve anlayış ‘doğru bir mezhep’ tanımından öteye geçmez.

***

Sıradışı bir konuya dahi sıradan bakabiliyoruz belli noktalarda. Kafamızda hala Allah’ı zikretmek, sesli-sessiz olarak, Allah diye tekrarlayarak hatırlamak olarak algılanıyor.

Kitap yeterlidir deyince bir sıradanlığı ve zannı bırakmış ve sapasağlam bir kulpa tutunmuş oluyoruz ancak bu kitaptaki bakışı yakalamak o kadar da kolay değil sanırım, zor da değil ama bunun için ciddiye almak, beyin jimnastiği yapmak gerekiyor.

Çünkü ‘Kur’an yeterli ve tek kaynaktır’ anlayışı sonrasındaki durumunuz kınadığınız diğer oluşumlara fazlasıyla benzeyebiliyor. Yani olaylara yaklaşımımız, üzüldüğümüz ve sevindiğimiz noktalar, değer verdiklerimiz, onlarsız yapamayacaklarımız, bunların pek çoğu başkaları diye nitelenen insanlarınkine benziyor….

Aslında gerçek anlamda sıradanlıktan kurtulmuş olmuyoruz tek kitap söylemi ile…

Bundan dolayıdır ki daha şüpheci, daha sorgulayıcı, irdeleyici bakmadığımız sürece ve bakış açımızın tam merkezine Allah’ı yerleştirmediğimiz sürece aradaki fark, mezhepler arasındaki farktan öteye geçememektedir.

Olayın başka bir yönü de elimizdeki bilgi ve özgünlükle diğerlerinden daha rahat yaşayacak, tabiri caizse bilginin sefasını sürecek ama pratik hayatta(realitede) benzer kalacağız….!

Bu hem kızılacak hem de sorgulanması gereken bir nokta bence… İsrailoğullarının hem Musa peygamberin sağladığı özgürlükten faydalanması hem de eski inançlarına özlem duymaları, hayatlarının merkezinde Allah’ı yerleştirmek konusunda direnç göstermelerinden kaynaklanmaktadır.

Kaymağını ye ekmeğini at….

Maya aynı mayaysa ister kek yap ister pasta…

İncil’de insanın mayasından bahseder İsa peygamber…

Eğer hamurun mayası aynı ise fark eden şu oluyor; biri acılı tatsız bir ekmek yapıyor ve hayat boyu bunu yiyerek Allah’a yaklaştığını düşünüyor, diğeri elindeki güzel tarifle çok daha lezzetli bir kek yapıyor, ama yemeğini şov aracına dönüştürüyor, bundan ne kendisi yararlanıyor ne de başkası…

Yani din aslında maya işidir…. Din bakış açısını değiştirmektir.. Sadece haram ve helalleriniz ve bir kaç söyleminiz dışında kişilik olarak siz aynı sizseniz yeni mezhebiniz size hayırlı olsun derim…

***

Burada söylenmek istenen, Allah’ı gün içerisinde ne kadar süre aklımızda tuttuğumuz değildir.

Yanlış anlamaları önlemek için kısaca bir örnek vermek istiyorum:

Deistler der ki: Allah evreni, bizleri yaratmıştır, sonra kenara çekilmiştir.

Biz de şu düşüncede olmayalım: Allah evreni, bizleri yaratmıştır, kuralları da koymuştur, emirleri yasakları da belirlemiştir, bize bunları Kur’an ile bildirmiştir, sonra kenara çekilmiştir. Ya da çok büyük olaylar dışında kenara çekilmiştir.

2Bakara/255: Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hayydır), daima aktif(kayyum)dir. O’nu ne gaflet basar, ne de uyku…

İşte burada söylenilen bu:

Allah sadece kurallarıyla, haram ve helalleriyle bizimle değildir. O hayatımızda aktif bir rol oynamaktadır, gerektiğinde bize ödüller vermekte gerektiğinde bizleri cezalandırmaktadır. Bazen işlerimizi kolaylaştırmakta bazen zorlaştırmaktadır. Tüm bunları da bizim yaptıklarımızın bir karşılığı olarak yapmaktadır.

Bizler sadece şunu yapmayalım:

Kur’an’da şu var bu yok… Bu helal, bu haram…

Başımıza gelen, bizleri etkileyen olayların arka planında Allah olduğu bilinciyle hareket edelim. Acaba biz ne yaptık ki Allah başımıza bunu getirdi diye düşünelim. Veya daha işlerimizi yapmadan bu hesabı yapalım.

“Bunu yaparsak bu Allah’ın hoşuna gitmez, ileride üzülebiliriz. Şunu yaparsak, bu Allah’ın hoşuna gider, ondan bir şeyler umut edebiliriz.” gibi.

 

 

Peki din nedir?

1-Allah’ın koyduğu kurallar bütünüdür. Helaller, haramlar, ilahi buyruklar ve sınırlamalar…

(Bu konuda dini Allah’a özgülemek: Din koyucu olarak sadece Allah’ı kabul etmek yani Kur’an’ı dinde tek kaynak olarak görmek.)

2- Fatiha suresindeki, “O, din gününün sahibidir” ayetine göre, Din günü: Hesap günü, ödül ve ceza günü. Yani,

(Bu konuda dini Allah’a özgülemek: Hesap görücü olarak sadece Allah’ı görmek, başımıza gelen ödül ve cezanın kaynağı olarak sadece Allah’ı görmek)

İşte söylemek istediğim bu ikinci maddeyle ilgili. Bizim başımıza gelen, bizi sevindiren veya bizi üzen her olayın arkasında Allah vardır. Allah’ın bu olayları başımıza getirmesi ise bizim yaptıklarımız nedeniyledir. Bizim yaptıklarımıza göre Allah hayatımızı şekillendirmektedir. Dolayısıyla Allah’ı dikkate alarak yaptıklarımızı gözden geçirmemiz gerekir.

***

Yeryüzünde yaşanan gerçek anlamdaki kötülükler ve olumsuzluklar insan kaynaklıdır. Allah’ın merkezde olduğu bir inançta insanların suçları Allah’a atfedilemez… Ekonomik anlamda adaletsizlik varsa bunun nedeni Allah değil insanlardır…

İşte Allah odaklı bakan anlayış, içinde bulunduğum durumda doğruluk ve değerler adına ne yapabilirim diye düşünür… Düşünür ki belki yoksul doğmanın da olumlu tarafları vardır ve belki varlıklı olarak doğsaydım şu anda kazandığım farkındalıklara sahip olamayacaktım. Diğer taraftan aslında yoksul sıfatım görece olarak baktığım kriterin daha üst seviyelerde olmasından kaynaklanmaktadır…

Allah merkezli inançta umutsuzluk değil umut vardır…

Hüzün değil sevinç vardır…

Geçmişi hesaba çekme ve gelecekten ümitsizleşme değil ileride yaşanacaklara duyulan şevk vardır…

Kapana kısılmışlık hissi değil bu durumda ne yapabilirim ne üretebilirim düşüncesi vardır…

Tüketim değil üretme isteği vardır…

Başkalarına suçlama değil kendi hayatını sorgulama vardır…

Şikâyet değil hareket vardır…

Kınama değil irdeleme, analiz etme vardır…

Şikâyet değil daha iyisini doğruluk adına isteme vardır…

Kısacası hayata hangi pencereden baktığınız seçimlerinizi, inancınızı, Allah’a bağlılığınızı, duygularınızı belirliyor…

Allah’lı bir din yaşayan insan ister Sudanda ister İsviçre’de ister Irakta yaşasın/yaşamak zorunda kalsın. Allah’ın kendisi için bir yol kılacağını ve içinde bulunduğu durumun yaptığı doğru kadar değerli olduğunu, her yerde ve her durumda doğruluk adına bir şeylerin yapılabileceğine inanır…

***

Dinde iki temel saç ayağı vardır:

1-Allah’tan başka kimsenin ilah olmadığı ve dolayısıyla bu ilahlık yetkilerini kimsenin kullanamayacağı (Din koyucu olarak sadece Allah’ı kabul etmek yani Kur’an’ı dinde tek kaynak olarak görmek.)

2-Ahiret bilinci (hesap görücü olarak sadece Allah’ı görmek, başımıza gelen ödül ve cezanın kaynağı olarak sadece Allah’ı görmek)

Kur’an merkezli söylem içinde olanların bir kısmı Kur’an merkezli söylemleriyle bir rota tayin etmiş oluyorlar; ama o rotayı izlerken yaşadıkları her şeyden sorumlu olduklarını çoğu zaman göz ardı ediyorlar. Yani saç ayağının birinci ayağını görüp diğer ayağını unutuyorlar ya da göz ardı ediyorlar. Bu durumda da öğrenilen rota bilgisi de sadece entellektüel çapta kalıyor. Bizim bir inanır olup olmadığımız; Allah’ı hayatımızın merkezinde tutup tutmadığımızla, her yaptığımız işte Allah’ı hesaba katmamızla ortaya çıkacaktır.

Kısacası rotayı bilmek değil; o rotada dosdoğru bir şekilde gemimizi: fırtınada, boranda, günlük güneşlik günde, kalkışta ve varışta; yaptığımız her hatanın ya da doğrunun sonuçlarını alacağımızın bilincinde olmak, gemiyi Allah’ın bizden istediği tutum içinde yüzdürmektir.

42Şura/30-“Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. Bununla beraber Allah yine de çoğunu affeder.”

***

 

ALLAH ODAKLI YAŞAM, AHLAKLI DİNDİR

“Allahsız din” aslında “ahlaksız bir dini” anlatıyor. Belki kulağa pek hoş gelmiyor ama gerçek bu.

“Ahlak” kaynağını Allah’tan alıyor. Aslında tevhid inancının, yaşama geçmiş hali “ahlaki davranmak”. Yani kişi tevhide uygun bir inançta olduğunu iddia ediyorsa her türlü “ahlak dışı” şeye karşı tam savunmada olmak zorundadır çünkü Allah mutlaka onu görür.

Fakat burada “ahlak dışı davranış” ı zinayla, hırsızlıkla, vb ile sınırlandırmak ya da temsil ettirmek kendini kandırmak olur. Çünkü Allah’ı hesaba katmadan atılan her davranış zaten otomatikman ahlaki olmaktan çıkar. Yani sadece Kur’an’ı din konusunda kaynak kabul ediyorum dediği halde ahlaksız-ahlak dışı davrananların olması mümkündür.

**

Evet aslında Allah’lı bir din, kaynağının Allah olduğu ahlaklı bir din olmalı.

Bundandır ki bazen bizden farklı inancını bilsek de dürüst tavırlar geliştirmiş kimselere yakınlık duyarız. Bu seçim insanın özünde, doğal yapısında (fıtratında) Allah kaynaklı bir ahlaka sahip olduğunu gösterir.

Aynı şekilde aynı inanca sahibiz diye de yanımızdakinin yaptığı hataları meşru görmek, önemsiz görmek başka bir ahlaksızlık örneği olmaktadır.

Ama ne yazık ki bu durum pek çok dini grup ve cemaatte var.

Yani bizden olanlar ve olmayanlar diye ayırırlar insanları.

Oysa insanlara bakışımız da olayları yorumlayışımızdaki gibi Allah kaynaklı/odaklı olmalıdır.

Kendimize bakışımızda böyle olmalı. Ben ortak etmiyorum, din koyucu olarak sadece Allah’ı görüyorum ama şuradaki biri bunun farkında değil, onu küçümsemeye hakkımız yok.

Bildiklerimizle kendimizi ve yandaşlarımızı üstün, seçilmiş görmek Allah’ın ahlakiliğine sığmaz.

Onun katında her insan, insan olarak eşittir ancak takvalı olanlar Allah’a daha yakındır.

İncilde bu konuda bir kıssa var:

Luk.18: 9-10 Kendi doğruluklarına güvenip başkalarına tepeden bakan bazı kişilere İsa şu benzetmeyi anlattı: “Biri Ferisi*, öbürü vergi görevlisi* iki kişi dua etmek üzere tapınağa çıktı.

Luk.18: 11 Ferisi ayakta kendi kendine şöyle dua etti: ‘Tanrım, öbür insanlara -soygunculara, hak yiyenlere, zina edenlere- ya da şu vergi görevlisine benzemediğim için sana şükrederim.

Luk.18: 12 Haftada iki gün oruç tutuyor, bütün kazancımın ondalığını veriyorum.’

Luk.18: 13 “Vergi görevlisi ise uzakta durdu, gözlerini göğe kaldırmak bile istemiyordu, ancak göğsünü döverek, ‘Tanrım, ben günahkâra merhamet et’ diyordu.

Luk.18: 14 “Size şunu söyleyeyim, Ferisi değil, bu adam aklanmış olarak evine döndü. Çünkü kendini yücelten herkes alçaltılacak, kendini alçaltan ise yüceltilecektir.”

İşte bu kıssada da olduğu gibi ahlakilik diğer şekilsel ibadetlerin önüne geçebilmektedir. Ancak hiç bir zaman sufilerin düştüğü ve dinin sadece ahlaktan, soyut kavramlardan oluştuğu yanılgısına da kapılmamak gerekir.

Bu kitabın öğretilerinin tümü bir bütündür ve biri olmadan diğeri olmaz. Ancak öz olmadan da diğerinin gerçek anlamda değeri kalmaz…

***

Grup psikolojisi içinde çifte standartlar işletmek ve büyüklenme içine girip kendini özel görmek ahlaki olmayana örnek ve böyle olduğu sürece kişiler Allah’tan destek ummaları anlamlı durmamaktadır.

Şunu demek istiyorum ki; kişi her iş ve davranışında Allah’ın kendisini gördüğüne lafta değil yürekten inanmıyorsa; dolaylı ya da açık yalan söylemesi, insanların haklarını çiğnemesi, sahip olduklarını insanlık dışı amaçlar için kullanması,… yani özetle insanca değil şeytanca davranması; ahlaksızca davranması ve “ahlaksızlığa” ortam hazırlaması çok kolay olur.

Bunu kim yaparsa yapsın fark etmez; ister din konusunda Kur’an dışı kaynakları da kabul etsin, ister sadece Kur’an desin sonuç aynı olur..

***

Yaşadığımız olaylarda Allah’ın tam aktif(kayyum) olarak özne olma gerçeğinin bilincinde olmak. Bu bize işlerimizi yaparken bu gerçeği göz önünde bulundurmamızı sağlar.

***

Hayatımdan somut bir örnekle konuyu pekiştirmek istiyorum:

Kendimden bir örnek vereyim, geçen senelerde dişimi çektirmiştim, gecenin bir yarısı, annem yanımda uyuyordu, anneme hiç olmadık yere bağırmıştım, haksız bir bağırıştı, yersizdi, ve çekilen dişimde gündüz vakti bir problem çıkmazken o olaydan sonra feci şekilde kanamaya ve beni rahatsız etmeye başladı, sonra düşündüm ki ben bunu hak ettim, anneme yaptığım saygısızlık ve haksızlıktan ötürü bu başıma gelmişti… Ha belki başka nedeni de olabilir, ama ben yaptığım hatayı biliyordum ve muhtemelen bundan dolayı Allah beni cezalandırdı.

Gene bir gün okuldan gelirken, ayağımın altında bir mandal varmış, üstüne bastım ve düştüm, kendi kendime güldüm, ama içim acıdı, gene dedim ben şunu yaptım ondan dolayı böyle oldu…

Yani başımıza gelen iyi ve kötü şeylerin muhakkak bir nedeni var ve bunun başında mutlak bir İlahi Adalet var, hiçbir haksızlık yapılmıyor bize…

Hiç kimse neden benim başıma şu geliyor, neden başkası değil de ben demesin. Allah adaletsizlik yapmıyor…

Öyleyse, tüm sevinçlerimizde mutluluklarımızda üzüntülerimizde Allah’ın tüm olayların içinde olduğunu, bize müdahale ettiğini unutmayalım.

***

Başımıza gelenlerin arka planında Allah’ın olduğunu bilmek, bu geri dönütlerle kendine çeki düzen vermek, Allahlı bir din yaşamanın gereklerinden…

Zaten Allah’ın indirmiş olduğu bir din/yaşam biçiminde amaç ne olur? Onun doğru dediklerine doğru demek, sakın dediklerinden sakınmak ve sakınılmadığı taktirde de karşılık vereceğini bilmektir.

Bu, aynı zamanda alçakgönüllülüğü, kendine yukarıdan bakmayı, otokontrolü sağlar.

En önemlisi de ahlaklı bir insan ortaya çıkar.

Evet hata yapabiliriz ancak hatanın ardından, birtakım bahanelerin ardına sığınmak ahlaki değil!…

Allahlı bir dine mensup olan kimsenin diğerlerinden farkı olabildiğince sık ahlaki davranmasıdır. Ne kadar ahlaki ise o kadar doğruluğa yakın olur.

Ahlakilik yani dürüstlük varsa diğer yapılanların bir değeri olur.

Bu bağlamda her insan kendine Allah tarafından bakmaya çalışmalı bence.

Örneğin şu yaptığımı Allah onaylar mı? Şu yaptığımla Allah’ı öfkesini kazanıyor muyum diye..

Bu soruların cevabı birinci olarak vicdanımızda ve tıkandığımız noktada Kur’anın temel mesajında saklı.

Kur’anı okurken ve anlamaya çalışırken de Allah odaklı anlamaya çalışmalıyız.

Ki doğruya erişelim…

***

 

ALLAH BİLİYOR

Denemekten, Çabalamaktan Yorulup Cesaretin Kırıldığında,

Bil ki…..

Allah Ne Kadar Uğraştığını Görüyor,

Kalbin Taş Kesilecek Kadar Ağladığında,

Bil ki……..

Allah Döktüğün Gözyaşlarını Sayıyor,

Hayatın Durduğunu, Zamanın Aleyhine İşlediğini Düşündüğünde,

Bil ki…….

Allah Seni izliyor,

Hayallerin Yıkılmış, Umudun Kalmamış ve Kendi Kendine Neden Böyle Diye Soruyorsan,

Bil ki….

Allah Cevabını Biliyor,

Hiç Neden Yokken İçinde Tuhaf Bir Huzur Hissettiğinde,

Bil ki……

Allah Sana Fısıldıyor,

Bütün İşlerin Yolunda Gidiyor Ve Teşekkür Etmek için Her An Bir Neden Daha Oluyorsa,

Bil ki….

Allah Seni Kolluyor,

Bütün Kalbinle Dilediğin şey Sonunda Gerçek Olduysa,

Bil ki….

Allah Sana Gülümsüyor,

Nerede Olursan ol,

Ne Düşünürsen Düşün,

Ne Yaparsan Yap,

Bil ki……

Allah Biliyor..

***

Kur’an’ı entellektüel egoyu doyurmak için kullananlar asla mutlu ve huzurlu olamazlar ki..

Kalpleri bununla tatmin olamaz, kendilerini kandırmaktan başka bir şey olmaz bu.

Ama Allah’ın ayetlerini yaşamlarında adalete, dürüstlüğe en sağlam dayanak olarak sarılanlar bunun meyvesini alırlar, bu meyve ile beslenirler. Kendilerinin ve diğer insanların hak ve özgürlüklerinin güvencesidir ayetler; entel dantel masaların mezesi değil.

İnanırki Allah, kendisine dürüst her hareketinin karşılığını tam verir- bazen de daha fazlasıyla ödüllendirir- ve yine inanır ki, Allah, dürüstlükten uzak, Allah yokmuş, görmüyormuş, yaptıklarımızdan habersizmiş gibi davranan herkese de gerekeni yapar…

***

Allah’la ilgili konuşmayalım mı? Zaten Allah’ı tatile çıkarmışız biz… O bizi yarattı, kuralları koydu, emir ve yasakları belirledi sonra tatile çıktı. Ne zaman geri dönecek; biz öldükten sonra ya da kıyamet koptuktan sonra. Allah bizi o zaman cezalandıracak, o zaman ödüllendirecek veya yaptıklarımızın bedelini o zaman verecek. Hepsi öldükten sonra değil mi?

Biz ne zaman üzülüyorsak kendi yaptıklarımızdan dolayı üzülüyoruz.

Bu bilinçte olmadığımız sürece Allah’ı hayatımıza sokamayız, Allah’ın her zaman aktif ve her şeye müdahil olduğu gerçeğini göz ardı etmiş oluruz.

Bu bilinç bize ahlak kazandırır, dürüstlük kazandırır. Bu bilinç olmadan yaptığımız davranışlar, kurallara uymamız ruhsuz olur, duygusuz olur, Allahsız olur.

Bu bilinç olmadan okuduğumuz kitaplar, öğrendiklerimiz bizleri kitap yüklü eşeklere çevirir. Çünkü hayatımızda Allah aktif olarak yer almadığı sürece, Allah’ın emir ve yasaklarını da O’nun istediği gibi yerine getiremeyiz.

62Cumua suresi/5: “Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin haline benzer. Allah’ın ayetlerini yalanlayan topluluğun durumu ne çirkin! Allah, zalimler topluluğunu doğru yola çıkarmaz.”

***

 

DÜRÜSTLÜK NE DEMEKTİR?

En yakının bile olsa adam kayırma, şahitliğini dürüstçe yap:

“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” Nisa suresi/135

En düşmanın bile olsa, asla haksızlık yapma:

“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” Maide suresi/8

Gerçekten de dürüstlük, Kur’an merkezlilikten de Allah odaklılıktan da önce olması gereken insanî ve ahlakî bir duruştur.

Lütfen dürüst olalım:

Ø Doğrunun değil en doğrunun tarafı olalım!

Ø Özü-sözü bir olalım!

Ø Adaletli olalım!

Ø Açık sözlü olalım!

Ø Açık yürekli olalım!

Ø Tutarlı olalım!

Ø İlkeli olalım!

Ø Gerçekçi olalım!

Ø Direkt olalım!

Ø Samimi olalım!

Ø Sorumlu olalım!

Ø Değerbilir olalım!

Ø Hak-bilir olalım!

Ø Kararlı olalım!

Ø Saygılı olalım!

Ø Ölçülü olalım!

Ø Özeleştiri yapalım!

Ø Abartılardan uzak duralım!

Ø Otokontrol sahibi olalım!

Yoksa dürüstlük:

Ø İğnelemek değildir.

Ø Dokundurmak değildir.

Ø Kem küm etmek değildir.

Ø Lafı evelemek gevelemek değildir.

Ø Dolaylı olmak değildir.

Ø Kaçak güreşmek değildir.

Ø İlkel yöntemlerle iletişim kurmak değildir.

Ø Kendi bütünlüğü içinde çelişkilerle iç içe olmak değildir.

Ø Başkasından istediklerimizi kendimizden uzaklaştırmak değildir.

Ø Bir taraftan baltalarken, tırpanlarken diğer taraftan orakla temizlik yapıyormuş görüntüsü vermek hiç değildir.

Ey iman edenler! Allah’a karşı sorumluluk bilincinden uzaklaşmayın ve özü-sözü bir (sâdıklar) kişilerle beraber olun.” Tevbe suresi/119

***

Gerçek özgürlük bu değil midir zaten? Kim ne der, kimin sevgisini kazanır ya da desteğini kaybederim hesabı yapmayan kişi özgür düşünebilen değil midir?

Allah bizi bizim gibi insan olanlara endeksli; bağımlı, özgür değil köle bir hayat sürmekten men etmiştir, bu bir lütuf aslında ama değerini bilene..

***

Hepimizin farklı sebeplere dayanması muhtemel olan özgüven eksikliklerimiz tek formülle çözülüyor:

En güzel söz O’nun vahyine uygun olan söz.

En güzel insan; O’na uygun yaşayan ve bunu tavsiye eden.

En güzel elbise takva elbisesi.

En büyük zenginlik takva.

En büyük yatırım sahibi; umutlu olan; gelecekten en çok umudu olan bugün dürüst davranan, bugünden yarına dürüstlük tohumları atan, onların meyvesi de temiz ve tatlı olacak.

Önce O’na güven

Sonra kendine güven

En sonunda sana güveneyim.

Önce O’na güveneyim.

Sonra kendime güveneyim.

En sonunda bana güven.

Bunların da sonunda aramızda yıkılmaz bir güven olsun.

***

Yaşadığımız her şey önemli. Başımıza gelenleri gözden geçirelim: yolda giderken ayağımız bir taşa takılır sendeleriz, başımızı bir yere çarparız birden, elimizdeki bişey birden düşer yere etrafa saçılır….. vs ne kadar küçük şeyler bunlar değil mi? Şimdi bunları mı düşüneceğiz, böyle ufak işlerle mi uğraşacağız diyebilirsiniz…Ama “Allah, o ufak şeylerle uğraşıyor”….

Atlanan bir şey var ki o da şu: “Amann! Bunda ne var canım alt tarafı ayağım sendeledi, başımı hafifçe çarptım, elimdeki bir anlık dikkatsizliğimle yere düştü” dediğinizde, hayatın da zaten o küçük şeylerin alt alta toplamından oluşan bir bütün olduğu gerçeğini görememek.

Yanardağlar, depremler Allah’ın bilgisi ve kontrolü dışında gerçekleşmiyor. Doğa yasalarını belirleyen O’dur. Doğa kendi işleyişinin sürdürüyor. Ama bu yasaları göz ardı edenlere hayat çok pahalıya patlamıyor mu?

Başkalarının başına gelince, falanın ahı tuttuğuna inanılıyor da bizim başımıza gelince bahaneler türetiliyor.

“Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste” özdeyişi ile gerçekleri dile getirip kendi hayatımızda bu gerçeğin dışına çıkıp eğrilmemeliyiz.

42Şura Suresi 30:

“Size isabet eden her musibet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. (Allah,) Çoğunu da affeder.”

Bu ayette Allah küçük(!) büyük(!) ayırmadan başımıza gelen her musibetin bizim yaptıklarımızdan dolayı başımıza geldiğini söylemiyor mu? Kur’an’ı kendilerine araştırma ve odak konusu seçenlerin Allah’ın bu ayetteki sözü ile hayatlarında aslında küçük(!) büyük(!) her musibeti ciddiyetle araştırma, inceleme konusu yapıp; “şimdi ayağım neden sendeledi” ben ne yaptım da Allah bana bunu yaşattı deyip sürekli bir özeleştiri içinde olmaları gerekmiyor mu?

“Bu başıma gelen küçük bir şey bir anlamı yok ki”, “şu başıma gelen de küçük bir şey onun da bir anlamı yok ki” “o yüzden yaşadıklarım üzerinde düşünmeme de, bunları neden yaşadığımı anlamaya çalışmama da gerek yok ki” mantığı ile Allah’tan gelen bu uyarı ve mesajları görmezden gele gele, Allah’ı adeta yaşamımızdan çıkararak, sanki Allah, bizim her anımızı görmüyor ve duymuyor gibi sürgüne gönderme anlamına gelmez mi?

Duyduklarına ve gördüklerine tepki vermeyen Allah’ın duymasının ve görmesinin ne anlamı olur ki o zaman zaten; eğer görüp duyup bu gördüklerini ve duyduklarını bir değerlendirmeden geçirip gerekeni yapmıyorsa; dönüt (ceza ya da ödül) vermiyorsa duymuş ya da görmüş olur mu gerçek anlamda? Bu durumda, duyan ve gören ama tepkisiz kalan tanrı inancı onu sanki bir puta benzetmektedir, çünkü “put gibi duruyor” sözü ‘duyduklarına ve gördüklerine tepki vermiyor,’ anlamını çağrıştırmaz mı?

Ciddi bir felaket yaşamadan başımıza gelenlerin Allah’la ilişkisini kuramıyorsak yaptığımız yanlışların da yaptığımız doğruların da değeri olmaz. Yaptığımız yanlışlara Allah’ın gereken tepkiyi vermediğini veya çok ileriye ertelediğini, yaptığımız doğrulara Allah’ın gereken ödülü vermediğini veya çok ileriye ertelediğini düşünüyorsak yanlışın da doğrunun da pratikte pek değeri olmaz. Yanlışla doğru arasında fark kalmaz bize göre. Dolayısıyla dürüst olmakla dürüst olmamak arasında da fark kalmaz.

9Tevbe suresi 70: “Onlara, kendilerinden öncekilerin; Nuh, Ad, Semud kavminin, İbrahim kavminin, Medyen ahalisinin ve yerle bir olan şehirlerin haberi gelmedi mi? Onlara resulleri apaçık deliller getirmişlerdi. Demek ki Allah, onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.”

Allah bu ve bunun gibi bir çok ayette; insanların takipçisi; “her adımlarına en uygun karşılığı veren” olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Kendilerine gelen apaçık delillere rağmen kendilerini değiştirmeyen toplumlar adım adım kendi felaketlerini hazırlıyorlar. Allah onların başlarına bu felaketleri zulmetmek için getirmiyor.

Ama eğer bu geçmiş toplumlar hakkındaki ayetleri görüp sanki Allah’ın bu mekanizmayı yani: “herkesin her yaptığını değerlendirip ona uygun olanı yaşattığını” adeta “efsanevi ya da tarihi” bir öykü gibi dinleyip; bu gerçeğin kendimize, bugünümüze uygun olmadığını yani bizim için bugün geçerli olmayan; teorik bir bilgi olduğunu düşünürsek kendi kendimizi kandırır ve aslında Allah’sız bir din yaşadığımızı göz önüne sermiş oluruz.

***

İnsanın kendini aslında ne sandığı ve gerçekte ne olduğunu unutmaması gerektiğini düşündürdü bana. Hepimiz kendimizle ilgili öz eleştiride bulunabilmeyi ve kendimiz göremedik ise bize yapılan uyarıları ciddiye almayı ilke edinmeliyiz.

Şu çok önemli bir tespit ki yaşadığımız her şeye küçük önemsiz diye hayatın neredeyse tümünü yok sayıyor ve kendiliğinden hayatı anlamsızlaştırıyor, içini boşaltıyoruz.

Dinden uzak olanların bu durumdan sonraki varacağı nokta “hayat anlamsız, boş, yaşam amaçsız” hezeyanları olurken dinle ilgili olanlar da içsel boşluklarını doldurmak hayatı anlamlı kılmak için şekil gerektiren edimlere daha çok önem vermeye, hayatın birinci maddesi haline getirmeye başlıyorlar.

Ancak her iki yaklaşım da kişinin kendi özünden uzaklaşması sonucunu doğuruyor. Kendi gerçeğinden uzaklaşma ise hayatı yönlendiren koruyan, kollayan, yapılan her şeyi gören ve muhakkak karşılık verecek olan Allah inancından da uzaklaşılıyor.

Yaşarken içsel güdülerle ve içsel ödüllerle(İÇE/ÖZE DÖNÜK) değil dışsal güdü ve ödüllerle(DIŞA DÖNÜK) yaşıyor.

Yani bir şeyi doğru olduğu için değil göstermek, gösteriş(riyakarlık) yapmak, puan toplamak amacı ile yapıyor. Yine yaptığı yanlışlar başkaları tarafından bilinmiyorsa çok fazla rahatsız olmuyor. Çaktırmadan rahatça yalan söyleyebiliyor.

Aslında böylesi bir yaşam dolaylı bir yaşam. Hayat bu kadar karmaşık değil. Kişi sürekli Allah odaklı olarak doğru merkezli olarak kendini eleştirse hem her geçen gün gelişecek, hem yaptığı hataları tekrarlamayacak ki böylece yaptıkları ile paralel büyüyecek sonuçlara/cezaya maruz kalmayacak- hem başkaları için değil kendisi için yaşayacak.

Psikolojide “kendini gerçekleştirme” denen bir kavram var. Özünde kişinin insan olarak tüm edimlere mükemmele ulaşma çabası vardır kendini gerçekleştirmede. Amaç mükemmeli yakalamak olunca kendin olmak olunca bizi her an gören Allah’ın bizlere mesajlar ulaştırdığını, yönlendirdiğini, yaptıklarımızın karşılığını verdiğini bilir ve yaşadıklarımızı es geçmek yerine yaşadıklarımızda yola çıkarak yaptıklarımızı kontrol eder dönüt ve düzeltmelere gideriz.

Kur’anda anlatılan ideal insan aslında psikolojideki “kendini gerçekleştirmiş insan”dır. İdeal olana ulaşmak hedefte olunca, bunun da yolunun Allah’la olacağını bilince ne egoistlik, ne kibir ne gösteriş ne mutsuzluk ve ne de umutsuzluk olur.

Hala başımıza bir şeyler geliyorsa demek ki Allah hala bizi önemsiyor ve uyarmaya değer görüyor.

Allah’ın bizi gözden çıkardığı an gelmezden önde bize ulaşan mesajları kendimiz için doğru değerlendirelim ve bizi uyaranlara gücenmek bizi ne mutlu kılacaktır ne de huzurlu….

***

Sadece Kur’an’ı kaynak alıyorum deyip, yaşamımızda neyi değiştirdik?

Namazınız?

Abdestiniz?

Orucunuz?

Giyiminiz?

Yaşadıklarınızı yorumlayışınız?

Ailenizle, çevrenizle olan ilişkileriniz?

İnsanlara verdiğiniz önem ve değer?

Konuşmalarınızda öncelik verdiğiniz konular?

Konuşma şekliniz (direkt, dolaylı, edalı, dosdoğru, açık sözlü, açık yürekli…)?

Mesleğiniz?

Vaktinizi harcadığınız etkinlikler?

Sevdikleriniz?

Dostlarınız? Paylaşımda bulunduklarınız? Birlikte olmaktan keyif aldıklarınız?

Yaşama sevinciniz?

Değişen pek bir şey yoksa, sadece teoride ilerleme göstermişizdir…

***

9Tevbe suresi/120- “Medine halkına ve çevrelerindeki Bedevî Araplara, Allah resulünden geri kalmaları ve onu bırakıp da kendi canlarının derdine düşmeleri yakışmaz. Çünkü Allah yolunda uğrayacakları bir susuzluk, bir yorgunluk, bir açlık, kâfirleri öfkelendirmek üzere bir yere ayak basmaları, düşmana karşı herhangi bir başarı kazanmaları durumunda kendileri için, barışa yönelik iyi bir amel mutlaka yazılacaktır. Allah, güzel düşünüp güzel davrananların ödülünü yitirmez.”

4Nisa suresi/81- “Tamam-kabul” derler. Ama yanından çıktıkları zaman, onlardan bir grup, karanlıklarda senin söylediğinin tersini kurarlar. Allah, karanlıklarda kurduklarını yazıyor. Sen de onlardan yüz çevir ve Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.

43Zuhruf suresi/19- “Onlar, ki Rahmanın kulları olan melekleri dişiler kıldılar. Kendileri yaratılışlarına şahit mi oldular? Onların şahitlikleri yazılacak ve sorumlu tutulacaklar.”

21Enbiya suresi/94- “Kim inançlı olarak erdemli işler yaparsa onun bu çabası boşa gitmeyecektir; biz sürekli olarak kaydetmekteyiz.”

42Şura suresi/30-“Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.”

Yukarıdaki ayetler ilk etapta ne düşündürdü bilmiyorum, belki ölümden sonra açılacak sayfalara dikkat çektiğimi düşünüp “dinci” bir tavır gibi algılamış olabilirsiniz. Ama benim dikkat çekmek istediğim İslam’ın “kayıt dışı” bir din olmadığı. Yani tıpkı kayıt dışı ekonomideki gibi kayıtlara geçirilemeyen ticaret gibi yaptıklarımızın da Allah’ın kayıtlarına geçmediğini sanan bir dinsel yaklaşımın yanılgı olduğu..

Nasıl ki kayıt dışı ekonomide otoritelerin bilgi ve denetiminden kaçırılarak gerçekleştirilen kayıt dışı ekonomik faaliyetler ile insanlar zenginliklerini arttırmak; devletin vergi toplamasını bir başka deyişle yaptıkları ekonomik faaliyetlerin karşılığında devletin kayıtlarına geçip yaptıklarının vergisini ödemeyi kabul etmedikleri için daha da zenginleşmeye çalışırken aslında kendilerinin de içlerinde bulundukları ekonomik düzenin temellerini dinamitleyebiliyorlarsa aynı şeyi dinleri konusunda da yaşıyorlar. Allah’ın yaptıkları her şeyi/kendilerinin tüm faaliyetlerini kayıt altında tutmadığını: Allah‘tan vergi kaçırdıklarını zannederek, yaptıkları (faaliyetleri) ile başlarına gelenler (vergiler) arasındaki bağı; ilgiyi koparıyorlar.

Eğer kafalarda ve yüreklerde “uydurma/sanal/yapay bir Allah” varsa -ki var- o zaman herkes kendi borusunu öttürebiliyor…

Nasılsa uydurma/sanal/yapay Allah her şeyi görmüyor, her şeyi duymuyor, her şeyi değerlendirmiyor: Kayıt yapmıyor… Kayıt dışı bir Allah var sanki… Kayıt dışı ekonominin çıkmazlarındaki gibi çıkmazlar doğuruyor bu Allah inancı…

Allah var tabii ki ve Allah bizi yarattı ama ondan sonrasında Allah hakkında inanılanların Allah’ın gerçekte var olan özellikleriyle bir ilgisi yok. Çünkü uydurulan din ve onun zihinlerdeki tohumları Allah’ı unutturdu. Allah’ı emekliye ayırdı; tatile gönderdi O’nun yerine tutarsız, uydurma/sanal/yapay bir Allah tanımı zihinlere belletti. Bu yeni Allah duymuyor, görmüyor, anlamıyor, muhakeme etmiyor, gerekeni yapmıyor, erteliyor, gerekeni vermiyor, olmuyor, olmuyor, olmuyor……..

İnsanlar, görmeyen, duymayan, bilmeyen yeni tanrıları ile aslında Allahsızlıklarıyla baş başa kalıp ahlaksızlaştılar..

Arabaları duvara tosladığında da, birilerine yaptıkları yamukların karşılığında maddi ya da manevi açıdan bedel ödediklerinde de yaptıkları ile başlarına gelenler arasında bir bağlantı kurmayarak sanal, gerçekten kopuk hayatlarında geçinip gidiyorlar… Geçinip gidiyorlar, geçinip gitmek işlerine geliyor, kimse kral çıplak demiyor, diyemiyor… Birbirlerini idare ediyorlar eğer etmezlerse başka biri de ona sen çıplaksın diyebilir o yüzden demiyorlar…

Yaptıklarımızla yaşadıklarımız arasında bağlantı var. Bunu bilmek için çok düşünmeye gerek yok evet. Ama bunun üzerine kurulu bir yaşam bilinci geliştirmek için ciddi bir silkelenme belki de her şeyi silip yeniden yazma gerekiyor, her şeyi balyozla kırıp yeniden duvarları yükseltme, sanal/yapay/uydurma/görmeyen-duymayan Allah inancından, gerçek/görmediği duymadığı hiçbir şey olmayan ve gördüklerini duyduklarını adil biçimde değerlendirip değerlendirmesine uygun olanı yaşatan, yani her yaptığımızı ciddiye alan, değerli bulan; kayıt eden Allah inancına geçmek gerekiyor: kayıt dışı dini terk etmek gerekiyor..

3Al-i İmran suresi, 181- “Andolsun; “Gerçek, Allah fakirdir, biz ise zenginiz” diyenlerin sözlerini Allah işitmiştir. Onların bu sözlerini ve peygamberleri haksız yere öldürmelerini yazacağız(kaydedeceğiz) ve: “Yakıcı olan azabı tadın” diyeceğiz.”

4Nisa suresi, 81-”Tamam-kabul” derler. Ama yanından çıktıkları zaman, onlardan bir grup, karanlıklarda senin söylediğinin tersini kurarlar. Allah, karanlıklarda kurduklarını yazıyor(kaydediyor). Sen de onlardan yüz çevir ve Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.

42Şura suresi, 30 “Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.”

Dünya’ yı kendi kendine dönen mekanik bir top, insanı kendi kendine çalışan bir fizyoloji olarak algılayanları ateist olarak görmek kolay peki acaba başımıza gelenleri sebepsiz ve anlamsız, mesajsız ve değersiz şeyler olarak algılayıp kendini kandıran insanın bilincindeki kayıt dışılık ile ateist olarak gördüklerinin bilincindeki kayıt dışılık arasında bir fark var mı?

19Meryem suresi 19- “Asla; demekte olduğunu yazacağız(KAYDEDECEĞİZ) ve onun için azabta(n) da süre tanıdıkça tanıyacağız.”

36Yasin suresi, 12-“Hakıkat biz biziz, ölüleri diriltiriz ve takdim ettikleri şeyleri ve bıraktıkları eserleri kitaba geçiririz(KAYDEDERİZ)…”

***

Teoride insan çok şey öğrenebilir, önemli olan bilgilerin günlük hayatta her an işlenip işlenmemesidir. Yazmak, çizmek, bol bol konuşmak gerçekten çok kolay. Tıpkı madenlerin toprağın altından çıkarılıp işlenmesi gibi.

42Şura suresi, 30-“Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.”

Musibet gelmeden insan sahip olduğu bilgilerin iç yüzündeki gerçekleri maalesef göremiyor. O yüzden şu özdeyiş beyinlere kazılmıştır: “Bir musibet, bin nasihatten daha hayırlıdır.”

***

Allah’a sığınıyorum

Az önce Kardeşime baktım dedim ki: “onu eğitmeliyim”

Eğitmeliyim ki büyüdüğünde kimseyi yıkmasın

Yalanları ile boğmasın, gittiği yere güven, gittiği yere huzur taşısın….

Ona bundan daha değerli ne bilinci verebilirim ki?

Hangi şey güvenin yerini; bir insana güvenebilme lüksünün yerini doldurur ki…

Vesile olurum ancak; Allahsız veremem ki bu bilinci..

O Allahsız ulaşamaz ki bu bilince…

Ne olursa olsun, neye mal olursa olsun

Hep gerçeğin peşinden; ilkelerin peşinden koşma coşkusunu

Nerden bulur Allahsız yaşayan

Bulamaz ki..

İnsanın en aşağı hali nedir?

Allahsızlığının kanıtı nedir?

Lüks arabasıyla son gaz, çiçekleri ezen bir hanzo,

Köşeye sıkıştırdığı kedinin acizliğinden zevklenen küçük çocuk,

Tekrar tekrar yalanlar söyleyerek umutları, güveni talan eden bir hoyrat

Dişiyle tırnağıyla, gözyaşıyla, alın teriyle biriktirileni,

Kumar masasında caka satarak harcayan asalak

Ve tüm diğer Allahsızlardan, O’nsuz yaşamakta direttikleri

Allah’a sığınıyorum..

***

Asıl güven, ham gerçek; -işlenmemiş, modifiye edilmemiş, manipule edilmemiş, fabrikasyona uğramamış, elden geçmemiş- ham gerçek, her adımda neye mal olursa olsun ortaya konması daha sonrasında da bu gerçeğin doğrulara odaklı olarak çözümlenmesi; yani o konudaki doğrunun yaşanmasıdır…

“Allahlı yaşamak” diye özetlenen bu başlıktaki soruna en canlı örnek işte: yalan söylerken vicdanları sızlamayan; şeytanın hesabına bir tuğla daha eklediklerini, kendi kendilerini yaktıklarını göremeyenlerin hayatında Allah nerededir? Yastık altında mı, tatilde mi, emeklide mi?

Yoksa çaydanlıkta cin masalındaki gibi işine geldiği zaman ortaya çıkarılan bir çaydanlık Allah’ı mı var onların hayatında? Yalan söylerken, yıkarken, talan ederken, güvenin zerresini bırakmazken Allah çaydanlıkta; yalnızca Kur’an derken Allah çıkar çaydanlıktan… Bir masaldır yaşanan. Belki uçan halılar da vardır…

***

Yalnızca Kur’an dese de hayatında yalanı çözüm gibi gören bir zihniyettense Kur’an ve hadisi referans alıp; yalan söylemeyen ve yalandan tiksinen; yalanı acizlik olarak görüp kimseye yakıştırmayan bir insan zaten Kur’an’a uyuyor ve Allahlı yaşıyordur. Ve bu anlamda diğerine göre güven açısından kat kat öne geçer… O kişi için Allah tatilde değildir.

Bu anlamda konu din faşistliği yapmak değildir. Yani yalnızca Kur’an desin de ne halt ederse etsin; istediği kadar yalan söylesin o yine de güvenilirdir gibi saçma bir mantık doğru değildir.

***

Gördüğünüz gibi namaz kaç vakit olacak, Kur’an’a aykırı olmayan hadisleri napıcaz, abdest nasıl olacak tartışmaları insanların arasındaki en büyük kriz olan güven krizini aşmaya yetmiyor… Bunları tartışmak insanları daha güvenilir yapamıyor…

Görüyorum ki gerçekten de herkes hayaller aleminde yaşamakta kararlı.. Gerçek hayat böyle değil; gerçek hayatta bazı insanlar yalan söylüyor, bazıları söylemiyor, bazı insanlar çok bencil, bazıları paylaşımcı, bazıları açık sözlü bazıları sinsi, hesapçı, bazıları iyi niyetli bazıları şeytanın avukatlığını yapıyor, bazıları hain bazıları insan…. Çünkü bazılarının hayatında Allah var, bazılarınınkinde yok.. Hayatında Allah varsa bir insanın her sorun aşılabilir; sizin en başta uzun uzun tartıştığınız her konuda doğruya ulaşabilir, ama Allah yoksa dünyanın en sarsılmaz bilgisine dahi ulaşsa o insan sürekli sorun doğurur; sürekli zarar verir, asla güven vermez.. Bunu anlamak bu kadar zor olmamalı, sanki kimse bu dünyada yaşamıyor.

***

Kur’ân’a baktığımızda Allah, iman etmeyi mutlaka bir fiille (salih amel) beraber zikreder. Kur’ân’ın tanımladığı müminler aksiyon halindedirler.

23Mü’minün suresi, 1-11: “Kesinlikle, inananlar kurtulmuşlardır. Onlar ki, namazlarında huşuludurlar, Ve boş şeylerden yüz çevirirler, Ve iffetlerini korurlar, -Eşleri veya ellerinin sahip olduğu kölelere karşı ayrı, çünkü bundan dolayı kınanamazlar, Oysa, bunun ötesine gitmek isteyenler, işte onlar, sınırları aşanlardır.- Ve onlar, emanetlerine ve sözleşmelerine bağlılık gösterirler, ve namazlarını korurlar: İşte onlar varislerdir, Temelli kalacakları Firdevs cennetine varis olurlar.”

Allah, elli civarında ayette “İman edenler ve salih amel işleyenler” şeklinde bir ifadeyle iman ile sâlih ameli yani iman ile davranışı birbirine yapıştırmış, bir daha ayrılamayacak bir şekilde birbirine bağlamıştır. Bahsedilen iman ve sâlih amel aynı şey gibidir.

Gerçek Müminlerin nitelikleri sayılırken de,

8Enfal suresi, 2-4:

Gerçekte inananlar, o kimselerdir ki, Allah anıldığında, kalpleri ürperir. Ve âyetleri onlara okunduğunda, bu, onların inançlarını artırır. Ve Rab’lerine güvenirler. Onlar, namazı kılarlar ve kendilerine verdiklerimizden bağışlarlar, İşte gerçek inananlar onlardır. Onlara Rab’leri katında mertebeler, bağışlama ve güzel bir pay vardır.”

14İbrahim suresi, 24, 25:

“Allah’ın Güzel Söz’e (imana) nasıl örnek verdiğini görmedin mi? O, kökü sağlam, dalları gökte, güzel bir ağaca benzer; o, Rabb’inin izniyle, her an ürün verir. Allah, insanlar için örnekler verir. Belki ders alırlar.”

Ve 25Furkan suresi, 63-77 ayetlerinde nitelenen (Yeryüzünde kibirlenmeden yürümeyi, geceleri secde ve kıyam etmeyi; duada bulunmayı, malı harcarken savurgan ve cimri olmayıp orta bir yol tutmayı, haksız yere adam öldürmemeyi, zina etmemeyi, yalana tanıklık etmemeyi, boş lakırdıya kulak asmamayı, okunan âyetlere duyarlı olmayı ..) özellikleri de göz önüne alınız.

Bütün bu âyetler imanın amelden bağımsız, soyut bir şey olmadığının altını çizmektedir. Allah yolunda mücadele, iyiliği emir, kötülükten nehy, namaz, oruç, infak, tövbe vb. kulluk görevleri iman ile aynı kefede tartılmaktadır.

2Bakara suresi, 214:

Yoksa, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenin benzeri, sizin de başınıza gelmeden, Cennet’e gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı, onlara öylesine dokunmuş ve öylesine sarsılmışlardı ki, Rasül ve onunla birlikte inananlar, “Allah’ın yardımı ne zaman?” demişlerdi. Gözünüzü açın şüphesiz ki Allah’ın yardımı çok yakındır.”

3Al-i Imran suresi âyet 142:

“Yoksa Allah, içinizden mücadele verenleri ayırt etmeden ve sabredenleri ortaya çıkarmadan Cennet’e gireceğinizi mi sandınız.”

9Tevbe suresi,16:

“Allah, içinizden mücadele verenleri, Allah’tan, Elçi’sinden ve inananlardan başka dost/yardımcı edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Ve Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”

10Yunus suresi, 62, 63:

“Uyanın! Allah’ın Yakınlarına kesinlikle kaygı yok onlar üzülmeyecekler de. Onlar, inanan ve takvâlı davranan kimselerdir.”

2Bakara suresi, 103:

“Evet, ve eğer inansalardı ve takvâlı olsalardı, Allah’tan bir ödül daha iyi olacaktı. Keşke bilselerdi!”

5Maide suresi, 93:

İnanan ve iyi işler yapanlara, tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur. Yeter ki takvâlı davransın, inansın, iyi işler yapsın, sonra takvâlı davranıp inansın ve sonra takvâlı davranıp iyilik yapsınlar. Ve Allah iyilik yapanları sever.”

29Ankebut suresi, 1-7:

“Elif, Lâm, Mim. İnsanlar, sınanmadan, yalnızca “inanıyoruz” demeleriyle bırakılacaklarını mı sanıyorlar? Oysa biz, hiç kuşkusuz, bunlardan öncekileri de sınamıştık. Öyleyse Allah, elbette gerçeği söyleyenleri bilir ve hiç kuşkusuz yalancıları da bilir. Yoksa kötülük yapanlar, bizden kaçabileceklerini mi sanıyorlar? Karar verdikleri şey, ne kötüdür! Kim Allah’a kavuşmayı umuyorsa, evet, Allah’ın belirlediği zaman yoldadır. O duyandır, bilendir. Ve kim mücadele verirse, ancak kendisi için mücadele verir. Evet, Allah, gerçekten dünyalara karşı zengindir. Ve inanan ve iyi işler yapanlara gelince, onların kötülüklerini, elbette sileceğiz ve onlara yaptıklarının daha güzeli ile karşılık vereceğiz.”

49Hucurat suresi, 14-16:

“Bedeviler, “inandık” dediler. De ki: “İnanmadınız, ama ‘İslam’a girdik’ deyin; inanç henüz kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve Elçisi’ne boyun eğerseniz, O, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez.” Gerçekten Allah, bağışlayıcıdır, merhametlidir! İnananlar, ancak, Allah’a ve Elçisi’ne inanırlar, sonra da kuşku duymazlar; bunlarla birlikte, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla mücadele vermiş kimselerdir. Doğru olanlar, işte bunlardır. De ki: “Siz dininizi mi Allah’a öğretiyorsunuz? Oysa Allah, göklerde olanları da, yerde olanları da bilir.” Ve Allah, her şeyi bilir!

Âyetleri gördünüz. İnsanlar, kesinlikle, “inandık” demekle kurtulamayacaklardır.

Çünkü iman aynı zamanda yaşamaktır.

Yaşanmayacak bir kuru imanın bir anlamı ve önemi olmaz.

İslâm’dan başka bir din arayanların, buldukları dinlerinin kabul edilmeyeceğini hatırlatan Rabbimiz, “Biz iman ettik” diyen bedevilerin imanlarını yüzlerine çarpmaktadır. “Hayır siz henüz iman etmediniz, iman henüz kalplerinize yerleşmedi” buyuruyor. Zira eğer ki siz gerçekte iman etmiş olsaydınız, Allah yolunda canınızla, malınızla mücadele edersiniz, ama siz “eslemna”(Müslüman Olduk) diyebilirsiniz diyor. Yani tabiri caizse, “kafa kağıdınızda Müslüman yazdırmanızda bir sakınca yok. Kimliğinizi tespit etme babından, Mecusi, Hıristiyan, Yahudi, Zerdüşt vs. bir toplumdan olmayıp, Medine’deki Müslüman toplumdan olduğunuzu söylüyorsunuz ki bu doğrudur. Ama size gerçek anlamda mümin denemez” buyuruyor, Rabbimiz. Açıkça, bize, “ya bu deveyi güdersiniz ya da bu diyardan gidersiniz” deniliyor.

Kur’ân’ın üzerinde durduğu mesele, inandığımız doğruların hayatımızda uygulanmasıdır. İman ile ameli birbirinden ayırıp ayrı ayrı kategoride değerlendirmek Kur’ân’a göre uygun değildir. Kur’ân bizden iş, davranış istiyor. İnandığımızı yaşamamızı istiyor. Mesela Kurân: “Mümin şuna denir” derken, şu şu işleri işleyenler ancak iman etmiş sayılır” demek istiyor. Âyetlerde gördüğünüz gibi cennet salt inanmışlara değil, imanla birlikte salih amel işleyenlere; takvâ sahiplerine(Allah bilinciyle sorumlu davrananlara), Sâlihlere(düzelip düzeltenlere), Muhsinlere(iyilere), Ebrâra(erdemlilere) vadediliyor.

İnandığı halde (mazeretsiz) amel işlemeyen insanlar kâfir mi, değil mi tartışması yerine onların mümin olup olmadıklarının cevabı araştırılmalıdır. Her ne kadar “amel imandan bir cüzdür” deyimi doğru değilse bile kesinlikle “amel imanın bir gereğidir, icabıdır, dışa vurumudur.” (Hakkı Yılmaz)

***

 

EL-İLAH SİZİ GÖRÜYOR

Sabah olmamış. Alacakaranlık bile yok. Müezzin sıcak yatağında kalkma hayali kuruyor.

Ben, okuduğum kitabın son sayfalarındayım. Bedenim yorgun, kalbim mutmain. Omuzlarım semersiz. Dünya desen değersiz.

Bugün değil, çeyrek asır öncesi. Çiçeği burnunda yeni iman etmiş bir Müslüman. Komünist iken insanlık için, ama sonrası için belirsiz ölümü göze almış bir saftirik yiğit.

‘İman’ın ardından ise cennet vaad edilen, meleklerin etrafında fırfır ettiği bir mümin. İşte bu, sonsuz mutluluğa ulaştıran bir sınav. İstenilen ise bütün dinlerin temeli. Buda’dan Musa’ya, Konfiçyus’tan İsa’ya değişmeyen kurallar. Yalan söyleme! Hakkın olmayanı yeme! Zina etme! Adam öldürme! vs.

Ne CIA, ne MGK, ne BM… Umurum değil. Kaygım yok. Ya da kaygıyı bilmiyorum. Düşünüyorum.

Çiçek değilim, ot değilim. Hayvan değilim, kaya parçası değilim. İnsan olduğum için şükür halindeyim. İnsan olduğumun farkında olmaktan dolayı ise kulluğumun zirvesindeyim.

Tek bir din var. Çünkü tek bir Allah var.

Adem’in diniyle Musa’nın, İsa’nın, İbrahim’in, Muhammed’in dini aynı. Nebi ve Rasullerle, Allah yolumuzu işaret etmiş. İnsanlar değiştikçe kurallar da değişmiş. Allah’ın tavsiyelerinin üstü kapatıldıkça, vicdanlar satıldıkça yeni elçiler gönderilmiş.

Yoksa hepsi aynı kaynağa dayanıyor. Kaynak Allah. Fark kurallarda. Ve farkların bildirildiği elçilerle anılan sistemlerde.

Hani dinde reform deniyor ya; bunları Allah yapmış. Kula bırakmamış.

Böyle bir kutsal zincirin üyesi olmayı ciğerinde, kalbinde, parmağında, damarında hissetmek ne hoş duygudur!

İşte o duygularla doluydum. İki cihan az geliyordu. Başka cihanlar düşlüyordum.

Havf ve reca, yani sevgi ve korkuyu aynı anda yaşamayı düşlüyordum. Allah’tan hem korkmak hem de sevmek… Becerememek beni üzüyordu. Üzüntü ise farklı bir lezzet veriyordu ruhuma.

Yokluk, açlık korkutmuyordu. Kuşlar, kediler nasıl bir şekilde rızkını buluyorsa, ben de bulurdum. Çünkü veren Allah’tı.

Çürük bir arabam vardı. Gaz pedalının yanındaki sac delikti. Oradan rüzgar girerdi. İki çorap giyerdim. ‘Ya Rab, ayağımı üşütmeyecek bir araba’ diye dua ederdim. Yeni doğmuş oğlumuz arka koltukta ise, fren yaparken elim arkaya giderdi. Çünkü arkada da koca bir delik vardı.

O zamanlar alarm pek yoktu. Bir gürültüde arabası olanlar uyanır, teyakkuza geçer, pencereden tarassut ederlerdi.

Benim kılım bile kıpırdamazdı. Kapısı kilitli değilmiş, penceresi açıkmış, teybi çalarlarmış, umurum değildi. Deliksiz uyur, tevekkül halinde olduğumu düşünürdüm.

Ta ki, bir gün o arabayı gıcır bir arabayla değiştirene kadar…

O günden sonra en ufak gürültüde uyanıp, tıpkı komşular gibi tarassuta geçtim.

Anladım ki, maharet benim içimdeki cenin tevekkülde değil, arabaya verdiğim değerdeymiş. Mal canın yongasıymış. İmtihan zormuş. Tevekkülüm tevekkül değilmiş.

Allah’tan düşmanıma yokluk değil mal vermesi için dua edeceğim kadar anlamlıymış.

O zaman yeniden düşündüm Allah’ı, El İlah’ı…

Bu kadar önsöz seçim öncesinde şunu belirtmek için:

Meclis’e girecek adaylar!

İster iktidarda ister muhalefette, ‘hardal danesi kadar’ veya ‘ummanı kaplayacak kadar’ imanı olanlar; ‘az bir bahaya’ kendinizi satmayın!

Önce kendinize, sonra başkalarına karşı dürüst olun. Sakın iyiyim, mükemmelim demeyin. O yolda yürüdüğünüzü söyleyin. Kötü niyetli insan yoktur. Niyetini tahmin ve tayin edemeyen insan vardır.

Her zaman bir arabanın daha iyisi bulunur. Vicdanın, gönlün, yardım etmenin, ölümün ve sonrasının daha iyisi sizin içinizdeki fırtınaya bağlıdır ve daima sizdedir.

İçinizdeki ve dışınızdaki ilahlara yenilmeyin!

El İlah sizi, içinizi, geçmişinizi, geleceğinizi görüyor, biliyor, izliyor. (2007-07-14 Star) http://www.tumgazeteler.com/?a=2146038

***

Çözülmesi gereken bir şifre değil, bir slogan değil, bu kadar karmaşık değil, çok basit, çok saf…

Allah’lı din nedir aslında?

Ahlaktır

Dürüstlüktür

Vicdandır

Güvendir

Saflıktır

İç temizliğidir

İçi dışı bir olmaktır

Gösterişten, kibirden, yalandan, sahtelikten, her türlü dalavereden uzak olmaktır

Dostluktur

Gerçek sevgidir

Yani aslında herkesin aradığı, ama çok az kişinin sahip olduğu şeydir

İşte o GERÇEK İNANÇTIR…

http://www.hanifdostlar.net/forum_posts.asp?TID=3566&PN=1&TPN=1

KONUYLA İLGİLİ DAHA FAZLA BİLGİ İÇİN LÜTFEN AŞAĞIDAKİ BAŞLIKLARI İNCELEYİNİZ…

1) İlahi Kültürde Eleştiri Kültürü
2) İletişim Çatışmaları ve İletişimi Geliştirmenin Yolları
3) Niyet ve Bahane Kandırmacaları
4) Sorumsuzluk, İhmal, Bencillik ve Soyutlanma_Ka’b bin Malik
5) Bahaneler ve Mazeretler
6) Eleştirmek ve Eleştirilmek
7) Eleştirinin Önemi
8) Münafık, İkiyüzlü, Kararsız, İlkesiz ve Duyarsız Kimdir?
9) Münafıkların Özellikleri
10) Dürüstlük Dinin Özüdür
11) Adanmış ve Aday İnsan
12) Kur’an’da İlahi Adalet İlkeleri
13) Soru Sormanın Yöntemi ve Adabı
14) Yeni Sınıfın İdeolojisi: Kariyerizm ve Konformizm
15) Ahlak, Adalet, Emek ve Sermaye
16) Kendimizi Kime Beğendirelim?

posted in ALLAH | 0 Comments

17th Ağustos 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

İLAHÎ NİTELİKLER

ALLAH’IN İSİMLERİ (ESMÂU’L-HUSNÂ)

 

1- ADL

( Adil olan, adaleti emreden )

Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Maide Suresi, 8 )

Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah’a biat etmişlerdir. Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah’a verdiği ahdine vefa gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir. (Fetih Suresi, 10)

Her insan-grubunu imamlarıyla çağıracağımız gün, artık kimin kitabı sağ eline verilirse, onlar kitaplarını okuyacaklar ve onlar, bir ‘hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar’ bile haksızlığa uğratılmazlar. (Isra Suresi, 71)

Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. (Mümtehine Suresi, 8 )

Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir. (Nisa Suresi, 58 )

Onlar, yalana kulak tutanlardır, haram yiyicilerdir. Sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan, sana hiçbir şeyle kesin olarak zarar veremezler. Aralarında hükmedersen adaletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever. (Maide Suresi, 42)

De ki: “Rabbimiz (kıyamet günü) bizi birarada toplayacak, sonra da hak ile aramızı ayıracaktır. O, (gerçek hükmünü vererek hak ile batılın arasını) açandır, (herşeyi hakkıyla) bilendir. (Sebe Suresi, 26)

Doğrusu Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize dönersek Allah’a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah dilemiş başka, yoksa ona geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah’a dayanırız. Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.(Araf suresi 89)

Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez. ( Yunus suresi 47 )

Allah, adaletle hükmeder. O’nu bırakıp taptıkları ise, hiçbir şeye hükmedemezler. Şüphesiz Allah, hakkıyla işiten ve görendir.( Mumin suresi 20 )

 

2- AFÜV

( Affı çok olan )

Bir hayrı açıklar ya da gizli tutarsanız veya bir kötülüğü bağışlarsanız, şüphesiz Allah, affedicidir, güç yetirendir. (Nisa Suresi, 149)

Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler. (Nahl Suresi, 61)

Allah’ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). Işte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. (Nisa Suresi, 17)

O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever. ( Al-Imran 134 )

Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitaplarını tahrif ederler). Kendilerine öğretilen ahkamın (Tevrat’ın) önemli bir bölümünü de unuttular. Içlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever. ( Maide 13 )

(Resulüm!) Sen afyolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.Eğer şeytanın fitlemesi seni dürterse hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. ( Araf 199-200 )

Içinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler; bağışlasınlar; feragat göstersinler. Allah’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.( Nur suresi 22 )

Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükafatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez. ( Sura suresi 40 )

Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, kusurlarını örterseniz, bilin ki, Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. ( Tegabun 14 )

AFÜV olan Allah’ım, Sen inananları bağışla, muhakkak ki Sen, çok bağışlayan, çok esirgeyensin..

 

3- AHİR

(Her şeyin yok oluşundan sonra da var olan )

O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, herşeyi bilendir. (Hadid Suresi, 3)

(Yer) Üzerindeki herşey yok olucudur; Celal ve ikram sahibi olan Rabbinin yüzü (Kendisi) baki kalacaktır. (Rahman Suresi, 26-27)

 

4- AHKAM-ÜL HAKiMiN

( Hüküm verenlerin hâkimi )

Allah hükmedenlerin hakimi değil midir? (Tin Suresi, 8 )

Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır. (Yunus Suresi, 109)

Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: “Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve senin va’din de doğrusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin. (Hud Suresi, 45)

 

5- ALÎM

( Her şeyi çok iyi bilen )

Doğu da Allah’ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir. (Bakara Suresi, 115)

O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra (kendine has bir şekilde) semaya yöneldi, onu yedi kat olarak yaratıp düzenledi (tanzim etti). O, her şeyi hakkıyla bilendir. ( Bakara 29 )

Bir zamanlar Ibrahim, Ismail ile beraber Beytullah’ın temellerini yükseltiyor (şöyle diyorlardı:) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin.( Bakara 127 )

Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar; dönerlerse mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, bilendir. ( Bakara 137 )

Peygamberleri onlara: Bilin ki Allah, Talut’u size hükümdar olarak gönderdi dedi. Bunun üzerine: Biz, hükümdarlığa daha layık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkanlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur? dediler. “Allah sizin üzerinize onu seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir” dedi.( Bakara 247 )

Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder. Allah ise size katından bir mağfiret ve bir lütuf vadeder. Allah herşeyi ihata eden ve herşeyi bilendir. ( Bakara 268 )

Bunlar birbirinden gelme bir nesillerdir. Allah işiten ve bilendir.( Al-Imran 34)

Imran’ın karısı şöyle demişti: “Rabbim! Karnımdakini azatlı bir kul olarak sırf sana adadım. Adağımı kabul buyur. Şüphesiz (niyazımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen sensin.” ( Al-Imran 35 )

Eğer yine yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah, bozguncuları hakkıyla bilendir. ( Al-Imran 63 )

Hani sen, sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın. . .-Allah, hakkıyle işiten ve bilendir. ( Al-Imran 121 )

Melekler: Ya Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alim ve hakim olan ancak sensin, dediler. ( Bakara 32 )

Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir. (Al-i Imran Suresi, 92)

Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah’ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir. (Nur Suresi, 41)

Güneş de, kendisi için (tesbit edilmiş) olan bir müstakarra doğru akıp gitmektedir. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)ın takdiridir. (Yasin Suresi, 38 )

Haberiniz olsun; gerçekten onlar, ondan gizlenmek için göğüslerini büker (Hak’tan kaçınıp yan çizer)ler. (Yine) Haberiniz olsun; onlar, örtülerine büründükleri zaman, O, gizli tuttuklarını da, açığa vurduklarını da bilir. Çünkü O, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Hud Suresi, 5)

Oysa onlar, önceden ellerinin takdim ettiklerinden dolayı onu (ölümü) hiçbir zaman kesin olarak dilemiyeceklerdir. Allah, zalimleri bilendir. (Bakara Suresi, 95)

Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Müminleri Kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı.) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir. (Enfal Suresi, 17)

Şüphesiz Rabbin onları (kıyamette) toplayacaktır. Çünkü O, hakimdir, alimdir. ( Hicr 25 )

Çocuklarınız ergenlik çağına girdiklerinde, kendilerinden öncekiler (büyükleri) izin istedikleri gibi onlar da izin istesinler. Işte Allah, ayetlerini size böyle açıklar. Allah alimdir, hakimdir. ( Nur 59 )

Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semayı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. Işte bu, aziz, alim Allah’ın takdiridir. ( Fussilet 12 )

Bu, Allah’tan bir lütuf ve nimettir. Allah alimdir, hakimdir. ( Hucurat 8 )

Sizler ancak Rabbinizin dilemesi (izin vermesi) sayesinde (bir şeyi) dileyebilirsiniz. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. ( Insan 30 )

ALiM olan Allah’im sen ilmimizi arttir..

 

6- ALiYY

( Çok yüce olan )

Kendisiyle Allah’ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, yüce olandcr, hüküm ve hikmet sahibidir. (Şura Suresi, 51)

Allah… O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Izni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbirşeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)

 

7- ÂSİM

( Koruyan )

(Oğlu) Dedi ki: “Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur.” Dedi ki: “Bugün Allah’ın emrinden, esirgeyen olan (Allah)dan başka bir koruyucu yoktur.”… (Hud Suresi, 43)

De ki: “Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır ki, siz (açıktan ve) gizliden gizliye ona yalvararak dua etmektesiniz: “Andolsun, bizi bundan kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden oluruz.” De ki: “Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır. Sonra siz yine şirk koşmaktasınız.” (Enam Suresi, 63-64)

… Çekimser davrananlar ve büyüklenenler, onları acıklı bir azabla azablandıracaktır ve kendileri için Allah’tan başka bir (vekil) koruyucu dost ve yardımcı bulamayacaklardır. (Nisa Suresi, 173)

 

8- AZÎM

( Pek azametli, büyük olan )

Göklerde ve yerde olanlar O’nundur. O, yücedir, büyüktür. (Şura Suresi, 4)

 

9- AZÎZ

( Üstün, kuvvetli, güçlü, şerefli, mağlup edilmesi mümkün olmayan, galip olan )

Allah’ı, sakın elçilerine verdiği sözden dönen sanma. Gerçekten Allah azizdir, intikam sahibidir. (Ibrahim Suresi, 47)

Allah, yazmıştır: “Andolsun, Ben galip geleceğim ve elçilerim de.” Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır. (Mücadele Suresi, 21)

Bundan (Kuran’dan) önce (onlar) insanlar için bir hidayet idiler. Doğruyu yanlıştan ayıran (Furkan)ı da indirdi. Gerçek şu ki, Allah’ın ayetlerini inkar edenler için şiddetli bir azab vardır. Allah güçlüdür, intikam alıcıdır. (Al-i Imran Suresi, 4)

Allah, gerçekten kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O’ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakim olan O’ndan başka ilah yoktur. (Al-i Imran Suresi, 18 )

Onların sözleri seni üzmesin. Şüphesiz ‘izzet ve gücün’ tümü Allah’ındır. O, işitendir, bilendir. (Yunus Suresi, 65)

 

10- BÂİS

( Gönderen (peygamber), uyandıran, dirilten )

Nasıl oluyor da Allah’ı inkar ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O diriltti; sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O’na döndürüleceksiniz. (Bakara Suresi, 28 )

Derler ki: “Biz çukurda iken, gerçekten biz mi yeniden (diriltilip) döndürüleceğiz? Biz çürüyüp dağılmış kemikler olduğumuz zaman mı?” (Naziat Suresi, 10-11)

Kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek verdi; dedi ki: “Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş?” De ki:Onları, ilk defa yaratıp-inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir.” (Yasin Suresi, 78-79)

O ölüden diriyi çıkarır ve diriden ölüyü çıkarır, ölümünden sonra da yeri diriltir. Işte siz de böyle çıkarılacaksınız. (Rum Suresi, 19)

Şimdi Allah’ın rahmetinin eserlerine bak; ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltmektedir? Şüphesiz O, ölüleri de gerçekten diriltecektir. O, herşeye güç yetirendir. (Rum Suresi, 50)

Insanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi… (Bakara Suresi, 213)

Andolsun ki Allah, mü’minlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki O) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler. (Al-i Imran Suresi, 164)

 

11- BÂKİY

( Devam eden, fani olmayan )

(Yer) Üzerindeki herşey yok olucudur; Celal ve ikram sahibi olan Rabbinin yüzü (Kendisi) baki kalacaktır. (Rahman Suresi, 26-27)

“(Halkı) Zulmediyorken yıkıma uğrattığımız nice ülkeler vardır ki, şimdi onların altları üstlerine gelmiş ıpıssız durmakta, kullanılamaz durumdaki kuyuları (terk edilmiş bulunmakta), yüksek sarayları (çın çın ötmektedir)” (Hac Suresi, 45)

Size verilen herşey, yalnızca dünya hayatının metaı ve süsüdür. Allah katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. Yine de, akıllanmayacak mısınız? (Kasas Suresi, 60)

 

12- BÂRİ’

( Yaratan, kusursuzca var eden )

O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)

Hani Musa, kavmine: “Ey kavmim, gerçekten siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz. Hemen, kusursuzca yaratan (gerçek ilah)ınıza tevbe edip nefislerinizi öldürün: bu, yaratıcınız katında sizin için daha hayırlıdır” demişti. Bunun üzerine (Allah) tevbelerinizi kabul etti. Şüphesiz O tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (Bakara Suresi, 54)

 

13- BASÎR

( İyi gören, her şeyi gören )

Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman (olan Allah’)tan başkası (boşlukta) tutmuyor. Şüphesiz O, herşeyi hakkıyla görendir. (Mülk Suresi, 19)

Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur’an’dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)

Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin; önceden kendiniz için hayır olarak neyi takdim ederseniz, onu Allah katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görendir. (Bakara Suresi, 110)

Allah katında onlar derece derecedir. Allah yaptıklarını görendir. (Al-i İmran Suresi, 163)

Bizim ayetlerimiz konusunda çarpıtma yapanlar, Bize gizli kalmazlar. Öyleyse ateşin içine bırakılan mı daha hayırlıdır yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Siz dilediğinizi yapın. Çünkü O yaptıklarınızı gerçekten görendir. (Fussilet Suresi, 40)

 

14- BÂSIT

( Açan, genişleten, bollaştıran )

Allah’a karşılığını çok artırma ile kat kat artıracağı güzel bir borcu verecek olan kimdir? Allah, daraltır ve genişletir ve siz O’na döndürüleceksiniz. (Bakara Suresi, 245)

Allah yolunda hicret eden, yeryüzünde barınacak çok yer de bulur, genişlik (ve bolluk) da Allah’a ve Resûlü’ne hicret etmek üzere evinden çıkan, sonra kendisine ölüm gelen kişinin ecri şüphesiz Allah’a düşmüştür. Allah, bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.” (Nisa Suresi, 100)

Şüphesiz senin Rabbin, rızkı dilediğine -genişletir- yayar ve daraltır. Gerçekten O, kullarından haberi olandır, görendir. (İsra Suresi, 30)

 

15- BÂTIN

( Gizli )

O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, herşeyi bilendir. (Hadid Suresi, 3)

Gözler O’nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, latif olandır, haberdar olandır. (Enam Suresi, 103)

 

16- BEDÎ’

( Örneksiz olarak yaratan )

Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “OL” der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)

De ki: “Rabbim adaletle davranmayı emretti. Her mescid yanında (secde yerinde) yüzlerinizi (O’na) doğrultun ve dini yalnız kendisine has kılarak O’na dua edin. “Başlangıçta sizi yarattığı” gibi döneceksiniz.” (Araf Suresi, 29)

Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır. O’nun nasıl bir çocuğu olabilir? O’nun bir eşi (zevcesi) yoktur. O, herşeyi yaratmıştır. O, herşeyi bilendir. (Enam Suresi, 101)

 

17- BERR

( Kullarına karşı iyiliği çok olan )

“Şüphesiz, biz bundan önce O’na dua (kulluk) ederdik. Gerçekten O, iyiliği bol, esirgemesi çok olanın ta kendisidir.” (Tur Suresi, 28 )

Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 17-18 )

İnsanı bir damla sudan yarattı, buna rağmen o, apaçık bir düşmandır. Ve hayvanları da yarattı; sizin için onlarda ısınma ve yararlar vardır ve onlardan yemektesiniz. Akşamları getirir, sabahları götürürken onlarda sizin için bir güzellik vardır. Kendisine ulaşmadan canlarınızın yarısının telef olacağı şehirlere onlar, ağırlıklarınızı taşımaktadırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz şefkatli ve merhametlidir. Onlara binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkebleri (yarattı). Ve daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır? Yolu doğrultmak Allah’a aittir, kimi (yollar) ise eğridir. Eğer o dileseydi, sizin tümünüzü elbette hidayete erdirirdi. Sizin için gökten su indiren O’dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı onda otlatmaktasınız. Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır. Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O’nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır. Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi). Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler vardır. Denizi de sizin emrinize veren O’dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O’nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir. Sizi sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar da (kıldı). Umulur ki doğru yolu bulursunuz. Ve (başka) işaretler de (yarattı); onlar yıldız(lar)la da doğru yolu bulabilirler. (Nahl Suresi, 4-16)

Ya BERR, Sen bizleri Sana layikiyle sukreden kullarindan eyle..

 

18- CÂMİ’

( İstediğini, istediği zaman, istediği yerde toplayan )

“Rabbimiz, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları gerçekten Sen toplayacaksın. Doğrusu Allah, va’dinden cayıp-dönmez.” (Al-i İmran Suresi, 9)

Herkesin (her toplumun) yüzünü çevirdiği bir yön vardır. Öyleyse hayırlarda yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri biraraya getirecektir. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir. (Bakara Suresi, 148 )

O, size Kitapta: “Allah’ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz” diye indirdi. Doğrusu Allah, münafıkların ve kafirlerin tümünü cehennemde toplayacak olandır. (Nisa Suresi, 140)

 

19- CEBBÂR

( Dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan )

O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. Melik’tir; Kuddus’tur; Selam’dır; Mü’min’dir; Müheymin’dir; Aziz’dir; Cebbar’dır; Mütekebbir’dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok yücedir. (Haşr Suresi, 23)

Uyuyorlarken, Rabbin tarafından dolaşıp gelen bir bela onun üstünü sarıp-kuşatıverdi. Sonunda (bahçe) kökünden kuruyup-kapkara kesildi. (Kalem Suresi, 19-20)

Ama onu görünce: “Muhakkak biz (gideceğimiz yeri) şaşırmışız” dediler.

“Hayır, biz (herşeyden ve bütün servetimizden) yoksun bırakıldık.”

(İçlerinde) Mutedil olan biri dedi ki: “Ben size dememiş miydim? (Allah’ı) Tesbih edip yüceltmeniz gerekmez miydi?”

Dediler ki: “Rabbimiz seni tesbih eder, yüceltiriz; gerçekten bizler zalim imişiz.”

Şimdi birbirlerine karşı kendilerini kınamaya başladılar.

“Yazıklar bize, gerçekten bizler azgınmışız” dediler.

“Belki Rabbimiz, onun yerine daha hayırlısını verir; şüphesiz biz, yalnızca Rabbimize rağbet eden kimseleriz.”

İşte azab böyledir. Ahiret azabı ise, muhakkak çok daha büyüktür; bir bilseler. (Kalem Suresi, 26-33)

 

20- DA’İ

( Çağıran )

Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Resûlü’ne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O’na götürülüp toplanacaksınız. (Enfal Suresi, 24)

“… Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216)

 

21- DÂFİ’

( Belaları def eden, çevirici )

Böylece onları, Allah’ın izniyle yenilgiye uğrattılar. Davud Calut’u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet verdi; ona dilediğinden öğretti. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını def’i (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, alemlere karşı büyük fazl (ve ihsan) sahibidir. (Bakara Suresi, 251)

Onlar, yalnızca; “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder… (Hac Suresi, 40)

 

22- DÂRR

( Zarar verici şeyler yaratan )

“Ben, O’ndan başka ilahlar edinir miyim ki, Rahman (olan Allah), bana bir zarar dileyecek olsa, ne onların şefaati bana bir şeyle yarar sağlar, ne de onlar beni kurtarabilirler.” (Yasin Suresi, 23)

Andolsun, onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye soracak olsan, elbette “Allah” diyecekler. De ki: “Gördünüz mü-haber verin; Allah’tan başka taptıklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O’nun zararını kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O’nun rahmetini tutup-önleyebilecekler mi” De ki: “Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O’na tevekkül etsinler.” (Zümer Suresi, 38 )

 

23- ERHAMU’R-RÂHİMÎN

( Merhamet edenlerin merhametlisi )

Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: “Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın.” (Enbiya Suresi, 83)

(Musa da) Ey Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kabul et. Zira sen merhametlilerin en merhametlisisin! dedi. ( Araf 151 )

(Yusuf) dedi ki: “Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir.” ( Yusuf 92 )

Zira kullarımdan bir zümre: Rabbimiz! Biz iman ettik; öyle ise bizi affet; bize acı! Sen, merhametlilerin en iyisisin, demişlerdi.( Muminun 109 )

(Resulüm!) De ki: Bağışla ve merhamet et Rabbim! Sen merhametlilerin en iyisisin. ( Muminun 118 )

Ey merhamet edenlerin merhametlisi Sen bizlere de merhamet et..

 

24- EVVEL

( Ilk )

O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, herşeyi bilendir. (Hadid, 3)

 

25- FÂLİK

( Yaran, yarıcı (karanlığı yarıp sabahı çıkaran, tohumu yaran )

Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah’tır. O, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. İşte Allah budur. Öyleyse nasıl oluyor da çevriliyorsunuz? O sabahı yarıp çıkarandır. Geceyi bir sükun (dinlenme), Güneş ve Ay’ı bir hesap (ile) kıldı. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen Allah’ın takdiridir. (Enam Suresi, 95-96)

O, gökten su indirendir. Bununla herşeyin bitkisini bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık, ondan birbiri üstüne bindirilmiş taneler türetiyoruz. Ve hurma ağacının tomurcuğundan da yere sarkmış salkımlar, -birbirine benzeyen ve benzemeyen- üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler (kılıyoruz.) Meyvesine, ürün verdiğinde ve olgunluğa eriştiğinde bir bakıverin. Şüphesiz inanacak bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır. (Enam Suresi, 99)

 

26- FÂSIL

( Ayıran, açıklayan )

Gerçekten iman edenler, Yahudiler, yıldıza tapanlar (Sabii) Hıristiyanlar, ateşe tapanlar (Mecusi) ve şirk koşanlar; şüphesiz Allah, kıyamet günü aralarını ayıracaktır. Doğrusu Allah, herşeyin üzerinde şahid olandır. (Hac Suresi, 17)

Kör olanla (basiretle) gören bir değildir; karanlıklarla aydınlık, gölge ile sıcaklık da. Diri olanlarla ölüler de bir değildir. Gerçekten Allah, dilediğine işittirir; sen ise kabirlerde olanlara işittirecek değilsin. (Fatır Suresi, 19-22)

Şüphesiz, senin Rabbin, ihtilafa düştükleri şeyler konusunda kıyamet günü aralarında ‘hükmünü verip ayıracaktır’. (Secde Suresi, 25)

 

27- FÂTIR

( Yaratan, icat eden )

“Rabbim, Sen bana mülkten (bir pay ve onu yönetme imkanını) verdin, sözlerin yorumundan (bir bilgi) öğrettin. Göklerin ve yerin yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim velim Sensin. Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni salihlerin arasına kat.” (Yusuf Suresi, 101)

O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)

De ki: “O, gökleri ve yeri yaratırken ve O, (hep) besleyen (hiç) beslenmezken, ben Allah’tan başkasını mı veli edineceğim?” De ki: “Bana gerçekten Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve: Sakın müşriklerden olma.” (denildi.) (Enam Suresi, 14)

Resulleri dedi ki: “Allah hakkında mı şüphe (ediyorsunuz)? O, gökleri ve yeri yaratandır; O, sizi, günahlarınızı bağışlamak için davet etmekte ve sizi adı konulmuş bir süreye kadar erteliyor.” Dediler ki: “Siz, bizim benzerimiz olan birer beşerden başkası değilsiniz. Siz bizi, babalarımızın taptıklarından çevirip-engellemek istiyorsunuz, öyleyse bize apaçık bir delil getirin.” (İbrahim Suresi, 10)

 

28- FETTÂH

( Çok iyi hüküm veren, açan, hükmeden )

Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik. (Araf Suresi, 96)

Biz, senin göğsünü yarıp-genişletmedik mi?

Ve yükünü indirip-atmadık mı?

Ki o, senin belini bükmüştü;

Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi?

Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır.

Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır. (İnşirah Suresi, 1-6)

Sonunda, üzerlerine azabı şiddetli olan bir kapı açtığımızda, onlar bunun içinde şaşkına dönüp umutlarını kaybettiler. (Müminun Suresi, 77)

 

29- ĞAFFÂR

( Mağfireti, bağışlaması çok olan )

“Bundan böyle” dedim. “Rabbinizden mağfiret isteyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır.” (Nuh Suresi, 10)

“Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah azabınızla ne yapsın?..” (Nisa Suresi, 147)

Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir. (Fatır Suresi, 45)

Gerçekten Ben, tevbe eden, inanan, salih amellerde bulunup da sonra doğru yola erişen kimseyi şüphesiz bağışlayıcıyım. (Taha Suresi, 82)

Sonra gerçekten Rabbin, cehalet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun ardından tevbe eden ve ıslah olanlar(la beraberdir). Şüphesiz Rabbin bundan sonra bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 119)

Ey iman edenler, Allah’tan sakınıp-korkun ve O’nun elçisine iman edin, size kendi rahmetinden iki kat (güzel karşılık) versin. Size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur kılsın ve size mağfiret etsin. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Hadid Suresi, 28 )

 

30- ĞANİYY

( Çok zengin, her şeyden müstağni olan )

Ey insanlar, siz Allah’a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamid (övülmeye layık)tır. (Fatır Suresi, 15)

Bu, kendilerine apaçık belgelerle elçiler geldiği halde “Bizi bir beşer mi hidayete ulaştıracak?” demeleri ve bu yüzden inkar edip saparak yüz çevirmeleri nedeniyledir. Allah da (onlara karşı) müstağni olduğunu (hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını) gösterdi. Allah Ğani’dir, Hamid’dir. (Tegabün Suresi, 6)

Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Andolsun, Biz sizden önce kitap verilenlere ve sizlere: “Allah’tan korkup-sakının” diye tavsiye ettik. Eğer inkara saparsanız, şüphesiz, göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, hamd’e layık olandır. (Nisa Suresi, 131)

Musa demişti ki: “Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü inkar edecek olsanız bile şüphesiz Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, övülmüştür.” (İbrahim Suresi, 8 )

Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler; üstelik onlar kuvvet bakımından kendilerinden daha güçlüydüler. Göklerde ve yerde Allah’ı aciz bırakacak hiçbir şey yoktur. Şüphesiz O, bilendir, güç yetirendir. (Fatır Suresi, 44)

 

31- HABÎR

( Her şeyin iç yüzünden, gizli taraflarından haberdar)

Ey iman edenler, Allah’tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah’tan korkun. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Haşr Suresi, 18 )

Allah’ın, bol ihsanından kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır; bu, onlar için şerdir; kıyamet günü, cimrilik ettikleriyle tasmalandırılacaklardır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır. (Al-i İmran Suresi, 180)

Gözler O’nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, latif olandır, haberdar olandır. (Enam Suresi, 103)

Sen, asla ölmeyen ve daima diri olan (Allah)a tevekkül et ve O’nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından O’nun haberdar olması yeter. (Furkan Suresi, 58 )

Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah’ın katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır. (Lokman Suresi, 34)

 

32- HÂDİ

( Hidayet lütfeden, doğru yola ulaştıran )

(Bir de) Kendilerine ilim verilenlerin, bunun (Kur’an’ın) hiç tartışmasız Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri için; böylelikle ona iman etsinler ve kalpleri ona tatmin bulmuş olarak bağlansın. Şüphesiz Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltir. (Hac Suresi, 54)

Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar.

İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler bunlardır.

Şüphesiz, inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için fark etmez; inanmazlar.

Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azab onlaradır. (Bakara Suresi, 4-7)

Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir. (Kasas Suresi, 56)

 

33- HÂFİD

( Yukarıdan aşağıya indiren, alçaltan )

O aşağılatıcı, yücelticidir. (Vakıa Suresi, 3)

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru. Rabbimiz, şüphesiz Sen kimi ateşe sokarsan, artık onu ‘hor ve aşağılık’ kılmışsındır; zulmedenlerin yardımcıları yoktur.” (Al-i İmran Suresi, 191-192)

İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler. (Bakara Suresi, 171)

 

34- HÂFIZ

( Koruyan, gözeten, muhafaza eden )

“Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O’na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, herşeyi gözetleyip-koruyandır.” (Hud Suresi, 57)

“Çünkü senin Rabbin, gerçekten gözetleme yerindedir” (Fecr Suresi, 14)

Doğrusu Biz, yerin onlardan ne eksilttiğini bilmişizdir. Katımızda (bütün bunları) saklayıp-koruyan bir kitap vardır. (Kaf Suresi, 4)

Oysa onun, kendilerine karşı hiçbir zorlayıcı-gücü yoktu; ancak Biz ahirete iman edeni, ondan kuşku içinde olandan ayırt etmek için (ona bu imkanı verdik). Senin Rabbin, herşeyin üzerinde gözetici-koruyucudur. (Sebe Suresi, 21)

Allah’ın dışında birtakım veliler edinenler ise; Allah, onların üzerinde gözetleyicidir. Sen onların üzerinde bir vekil değilsin. (Şura Suresi, 6)

35- HAKEM

( Hükmeden, hakkı yerine getiren )

Allah’tan başka bir hakem mi arayayım? Oysa O, size Kitabı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine Kitap verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu halde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma. (Enam Suresi, 114)

“Hiç şüphesiz, zikri (Kuran’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz” (Hicr Suresi, 9)

 

36- HÂKİM

( Hikmet sahibi, sağlam, muhkem olan )

O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)

Dediler ki: “Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.” (Bakara Suresi, 32)

Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71)

Ve şüphesiz senin Rabbin, O, onları haşredecektir. Gerçekten O, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir. (Hicr Suresi, 25)

 

37- HAKK

( Varlığı hiç değişmeden duran )

İşte böyle; şüphesiz Allah, O, Hak olandır ve şüphesiz O’nun dışında taptıkları (tanrılar) ise, batıldır. Şüphesiz Allah, yücedir, büyüktür. (Lokman Suresi, 30)

Hak olan, biricik hükümdar olan Allah yücedir. Onun vahyi sana gelip-tamamlanmadan evvel, Kur’an’ı (okumada) acele etme ve de ki: “Rabbim, ilmimi artır.” (Taha Suresi, 114)

İşte böyle; şüphesiz Allah, hakkın kendisidir ve şüphesiz ölüleri diriltir ve gerçekten herşeye güç yetirendir. (Hac Suresi, 6)

İşte burada (bu durumda) velayet (yardımcılık, dostluk) hak olan Allah’a aittir. O, sevap bakımından hayırlı, sonuç bakımından hayırlıdır. (Kehf Suresi, 44)

 

38- HÂLİK

( Her şeyin varlığı ve varlığı boyunca görüp geçireceği halleri, hadiseleri tespit ve tayin eden ve ona göre yaratan, yoktan var eden )

Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir. (Nur Suresi, 45)

Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır. O’nun nasıl bir çocuğu olabilir? O’nun bir eşi (zevcesi) yoktur. O, herşeyi yaratmıştır. O, herşeyi bilendir. (Enam Suresi, 101)

De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allah’tır.” De ki: “Öyleyse, O’nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?” De ki: “Hiç görmeyen (a’ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?” Yoksa Allah’a, O’nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: “Allah, herşeyin yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır.” (Rad Suresi, 16)

Kendi derilerine dediler ki: “Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?” Dediler ki: “Herşeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu. Sizi ilk defa O yarattı ve O’na döndürülüyorsunuz.” (Fussilet Suresi, 21)

 

39- HALÎM

( Çok yumuşak olan )

İki topluluğun karşı karşıya geldikleri gün, sizden geri dönenleri, kazandıkları bazı şeyler dolayısıyla şeytan onların ayağını kaydırmak istemişti. Ama andolsun ki, Allah onları affetti. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, yumuşak olandır. (Al-i İmran Suresi, 155)

Allah sizi, yeminlerinizdeki ‘rastgele söylemelerinizden, boş, amaçsız sözler’den dolayı sorumlu tutmaz; fakat kalplerinizin kazandıklarından dolayı sorumlu tutar. Allah bağışlayandır, yumuşak davranandır. (Bakara Suresi, 225)

Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O’nu tesbih eder; O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır. (İsra Suresi, 44)

Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, Kendisinden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim’dir, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 41)

 

40- HAMÎD

( Ancak Kendisine şükredilen, bütün varlığın diliyle yegâne övülen)

O’dur ki, onlar umutlarını kestikten sonra yağmuru indirir ve rahmetini serip-yayar. O, Veli’dir, Hamid’dir. (Şura Suresi, 28 )

Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O’nu tesbih eder; O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır. (İsra Suresi, 44)

Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Andolsun, biz sizden önce kitap verilenlere ve sizlere: “Allah’tan korkup-sakının” diye tavsiye ettik. Eğer inkara saparsanız, şüphesiz, göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, hamde layık olandır. (Nisa Suresi, 131)

Musa demişti ki: “Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü inkar edecek olsanız bile şüphesiz Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, övülmüştür.” (İbrahim Suresi, 8 )

Kendilerine ilim verilenler ise, Rabbinden sana indirilenin hakkın ta kendisi olduğunu ve üstün, güçlü, övülmeye layık olan (Allah)ın yoluna yöneltip- ilettiğini görüyorlar. (Sebe Suresi, 6)

 

41- HÂSIB

( Hesap Gören )

Ki onlar (o peygamberler) Allah’ın risaletini tebliğ edenler, O’ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah’ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah yeter. (Ahzab Suresi, 39)

Bir selamla selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin ya da aynıyla karşılık verin. Şüphesiz, Allah herşeyin hesabını tam olarak yapandır. (Nisa Suresi, 86)

Yetimleri, nikaha erişecekleri çağa kadar deneyin; şayet kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma gördünüz mü, hemen onlara mallarını verin. Büyüyecekler diye israf ile çarçabuk yemeyin. Zengin olan iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da artık maruf (ihtiyaca ve örfe uygun) bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, onlara karşı şahid bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter. (Nisa Suresi, 6)

 

42- HAYY

( Diri, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten. )

O, Hayy (diri) olandır. O’ndan başka ilah yoktur; öyleyse dini yalnızca kendisine halis kılanlar olarak O’na dua edin. Alemlerin Rabbine hamdolsun. (Mümin Suresi, 65)

Allah… O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. (Al-i Imran Suresi, 2)

Sen, asla ölmeyen ve daima diri olan (Allah)a tevekkül et ve O’nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından O’nun haberdar olması yeter. (Furkan Suresi, 58 )

(Artık bütün) Yüzler, diri, kaim olanın önünde eğik durmuştur ve zulüm yüklenen ise yok olup gitmiştir. (Taha Suresi, 111)

 

43- KÂBİD

( Sıkan, daraltan )

Allah’a karşılığını çok artırma ile kat kat artıracağı güzel bir borcu verecek olan kimdir? Allah, daraltır ve genişletir ve siz O’na döndürüleceksiniz. (Bakara Suresi, 245)

Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. Eğer Allah’a güzel bir borç verecek olursanız, onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar… (Tegabün Suresi, 16-17)

 

44- KÂBİL

( Kabul eden, icabet eden, bağışlayan )

Kullarından tevbeyi kabul eden, kötülükleri affeden ve işlediklerinizi bilen O’dur. (Şura Suresi, 25)

Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir. (Ahzap Suresi, 72)

Gerçekten insan, Rabbine karşı nankördür. (Adiyat Suresi, 6)

Onlar bilmiyorlar mı ki, gerçekten Allah kullarından tevbeleri kabul edecek ve sadakaları alacak olan O’dur. Şüphesiz, tevbeleri kabul eden, esirgeyen O’dur. (Tevbe Suresi, 104)

45- KÂDİ

( Hükmünü yerine getiren, işini bitiren )

Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “OL” der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)

“Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir?” dedi. (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona “Ol” der, o da hemen oluverir. (Al-i İmran Suresi, 47)

Şüphesiz, Allah katında İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona “ol” demesiyle o da hemen oluverdi. (Al-i İmran Suresi, 59)

O, gökleri ve yeri hak olarak yaratandır. O’nun “ol” dediği gün (herşey) oluverir, O’nun sözü haktır. Sur’a üfürüldüğü gün, mülk O’nundur. O, gaybı ve müşahede edilebileni bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar olandır. (Enam Suresi, 73)

Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri yalnızca: “Ol” demesidir; o da hemen oluverir. (Yasin Suresi, 82)

Dirilten ve öldüren O’dur. Bir işin olmasına hükmetti mi, ona yalnızca: “Ol” der, o da hemen oluverir. (Mümin Suresi, 68 )

 

46- KADİM (MUKADDİM)

( Önceden yapan, önceden bildiren )

(Allah buyurur:) “Benim huzurumda çekişip-durmayın. Ben size daha önce ‘kesin bir uyarı’ göndermiştim.” (Kaf Suresi, 28 )

“Hayır; çünkü o (Kur’an), bir öğüttür. Artık dileyen, onu ‘düşünüp-öğüt alsın.” (Abese Suresi, 11-12)

Yalanlamakta olan nimet (refah ve servet) sahiplerini sen bana bırak ve onlara az bir süre tanı. Çünkü Bizim yanımızda bukağılar ve cayır cayır yanan bir ateş vardır: Boğazı tıkayıp kalan bir yemek ve acı bir azab vardır. (Öyle) Bir gün ki, yeryüzü ve dağlar titremeye-tutulur ve dağlar göçüveren bir kum yığını olur. Şüphesiz size, üzerinize şahid olacak bir elçi gönderdik; Firavun’a bir elçi gönderdiğimiz gibi. Fakat Firavun elçiye isyan etti, Biz de onu pek vahim bir tarzda (azabla) yakalayıverdik. Eğer inkar edecek olursanız, çocukların saçlarını ağartan bir günde kendinizi nasıl koruyacaksınız? Bu nedenle gök bile yarılıp-çatlamıştır; (artık) O’nun va’di gerçekleştirilip-yerine getirilmiştir. Şüphesiz, bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol bulabilir. (Müzzemmil Suresi, 11-19)

 

47- KADÎR

( İstedigini istedigi gibi yapmaya gücü yeten )

O’nun ayetlerinden biri de, senin gerçekten yeryüzünü huşu içinde (solmuş, boynu bükülmüş ve kupkuru) görmendir. Ama Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, deprenir ve kabarır. Şüphesiz onu dirilten, ölüleri de elbette dirilticidir. Çünkü O, herşeye güç yetirendir. (Fussilet Suresi, 39)

Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler; üstelik onlar kuvvet bakımından kendilerinden daha güçlüydüler. Göklerde ve yerde Allah’ı aciz bırakacak hiçbir şey yoktur. Şüphesiz O, bilendir, güç yetirendir. (Fatır Suresi, 44)

Artık, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim; Biz gerçekten güç yetireniz; Onların yerine kendilerinden daha hayırlılarına getirip-değiştirmeye. Üstelik Bizim önümüze geçilemez. (Mearic Suresi, 40-41)

 

48- KÂFİ

( Yeterli, varlığı mevcudatın bütün ihtiyaçlarına yeten. )

Allah, kuluna yeterli değil mi? Seni O’ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur. (Zümer Suresi, 36)

“Eğer kesin bir bilgiyle inanıyorsanız (Allah), göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların Rabbidir. O’ndan başka ilah yoktur; diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbinizdir, geçmiş atalarınızın da Rabbidir.” (Duhan Suresi, 7-8 )

Allah, kimi hidayete erdirirse, onun için bir saptırıcı yoktur. Allah, intikam sahibi, güçlü ve üstün olan değil midir?.. De ki: “Gördünüz mü-haber verin; Allah’tan başka taptıklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O’nun zararını kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O’nun rahmetini tutup-önleyebilecekler mi” De ki: “Allah, bana yeter… (Zümer Suresi, 37-38 )

 

49- KAHHÂR

( Kahreden, her şeye, her istediğini yapacak surette galip ve hakim olan )

Yerin başka bir yere, göklerin de (başka göklere) dönüştürüldüğü gün, onlar tek olan, kahhar olan Allah’ın huzuruna çıka(rıla)caklardır. (İbrahim Suresi, 48 )

O, kulları üzerinde kahredici olandır. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar olandır. (Enam Suresi, 18 )

De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allah’tır.” De ki: “Öyleyse, O’nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?” De ki: “Hiç görmeyen (a’ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?” Yoksa Allah’a, O’nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: “Allah, herşeyin yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır.” (Rad Suresi, 16)

O gün, orta yere çıkarlar. Onlardan hiçbir şey Allah’a karşı gizli kalmaz. (Allah sorar:) “Bugün mülk kimindir? Bir olan, Kahhar olan Allah’ındır.” (Mümin Suresi, 16)

 

50- KÂİM

( İdare edip ayakta tutan )

Allah… O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. (Al-i İmran Suresi, 2)

Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, kendisinden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim’dir, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 41)

Allah… O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)

(Artık bütün) Yüzler, diri, kaim olanın önünde eğik durmuştur ve zulüm yüklenen ise yok olup gitmiştir. (Taha Suresi, 111)

 

51- KARÎB

( Yakin olan )

Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)

Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız. (Kaf Suresi, 16)

… Öyleyse O’ndan bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır, (duaları) kabul edendir.” (Hud Suresi, 61)

De ki: “Eğer ben sapacak olsam, artık kendi nefsim aleyhine sapmış olurum; eğer hidayeti bulacak olsam, bu da Rabbimin bana vahyetmekte olduğu (Kur’an) sayesindedir. Şüphesiz O, işitendir, yakın olandır.” (Sebe Suresi, 50)

 

52- KÂSİM

( Kısımlandıran, rızkları, nimetleri adalet, hikmet ve rahmet içinde taksim edip herkese nasibini veren )

Senin Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında maişetlerini aralarında Biz paylaştırdık ve onlardan bir bölümü (diğer) bir bölümünü ‘teshir etmesi için, bir bölümünü bir bölümü üzerinde derecelerle yükselttik. Rabbinin rahmeti; toplayıp-yığdıklarından daha hayırlıdır. (Zuhruf Suresi, 32)

Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür. (İbrahim Suresi, 34)

 

53- KAVİY

( Pek güçlü olan )

Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi Allah’ın ayetlerini inkar ettiler de, Allah da onları günahlarından dolayı yakalayıverdi. Şüphesiz, Allah, en büyük kuvvet sahibidir, sonuçlandırması pek şiddetlidir. (Enfal Suresi, 52)

“Çünkü gerçekten onlar, Resulleri kendilerine apaçık belgeler getirirdi; fakat onlar inkar ederlerdi. Bu yüzden Allah, onları (azabla) yakalayıverdi. Şüphesiz O, kuvvetli olandır, cezalandırması şiddetlidir.” (Mümin Suresi, 22)

İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını ‘eş ve ortak’ tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah’ın olduğunu ve Allah’ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)

Onlar, Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir. (Hac Suresi, 74)

Allah, inkar edenleri kin ve öfkeleriyle geri çevirdi, onlar hiçbir hayra varamadılar. Savaşta Allah (yardımcı ve zafer nasib edici olarak) mü’minlere yetti. Allah çok güçlüdür, üstün ve galib olandır. (Ahzab Suresi, 25)

 

54- KEBÎR

( Pek büyük )

O, gaybı da, müşahede edileni de bilendir. Pek büyüktür, Yücedir. (Rad Suresi, 9)

İşte böyle; çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O’nun dışında, onların taptıkları ise, şüphesiz batılın ta kendisidir. Gerçekten Allah, Yücedir, büyüktür. (Hac Suresi, 62)

İşte-böyle; şüphesiz Allah, O, Hak olandır ve şüphesiz O’nun dışında taptıkları (tanrılar) ise, batıldır. Şüphesiz Allah, Yücedir, büyüktür. (Lokman Suresi, 30)

 

55- KERÎM

( Keremi bol, cömert olan )

… Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır. (Neml Suresi, 40)

Ey insan, ‘üstün kerem sahibi’ olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan nedir? Ki O, seni yarattı, ‘sana bir düzen içinde biçim verdi’ ve seni bir itidal üzere kıldı. Dilediği bir surette seni tertib etti. (İnfitar Suresi, 6-8 )

Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan (dehr) bir süre (hin) gelip-geçti. Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör. (İnsan Suresi, 1-3)

Yaratan Rabbin adıyla oku.

O, insanı bir alak’tan yarattı.

Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir;

Ki O, kalemle (yazmayı) öğretendir.

İnsana bilmediğini öğretti.

Hayır; gerçekten insan, azar.

Kendini müstağni gördüğünden.

Şüphesiz, dönüş yalnızca Rabbinedir. (Alak Suresi, 1-8 )

 

56- KUDDUS

( Hatadan, gafletten ve her türlü eksiklikten çok uzak, pek temiz. )

Göklerde ve yerde olanların tümü, Melik, Kuddüs, Aziz, Hakim olan Allah’ı tesbih eder. (Cuma Suresi, 1)

“Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, Kendisi’nden sonra artık kimse onları tutamaz…” (Fatır Suresi, 41)

Allah… O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)

 

57- LATÎF

( Lütuf sahibi, lütfedici olan )

Allah, kullarına karşı lütuf sahibidir; dilediğini rızıklandırır. O, kuvvetlidir, azizdir. (Şura Suresi, 19)

Andolsun ki Allah, mü’minlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki O) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler. (Al-i İmran Suresi, 164)

Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır’da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı. Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz. (Kasas Suresi, 4-5)

Dediler ki: “Biz doğrusu daha önce, ailemiz (yakın akrabalarımız) içinde endişe edip-korkardık. Şimdi Allah, bize lütufta bulundu ve ‘hücrelere kadar işleyen kavurucu’ azabdan korudu. Şüphesiz, biz bundan önce O’na dua (kulluk) ederdik. Gerçekten O, iyiliği bol, esirgemesi çok olanın ta kendisidir.” (Tur Suresi, 26-28 )

O, yarattığını bilmez mi? O, Latif’tir; Habir’dir. (Mülk Suresi, 14)

Gözler O’nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, latif olandır, haberdar olandır. (Enam Suresi, 103)

Görmedin mi, Allah, gökten su indirdi, böylece yeryüzü yemyeşil donatıldı. Şüphesiz Allah, lütfedicidir, herşeyden haberdardır. (Hac Suresi, 63)

“Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (herşeyden) haberdardır.” (Lokman Suresi, 16)

 

58- MÂKİR

( Tuzak kuran )

Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır. (Enfal Suresi, 30)

Onlardan öncekiler de hileli düzenler kurmuşlardı; fakat düzen kuruculuğun tümü Allah’a aittir… (Rad Suresi, 42)

Gerçek şu ki, onlar hileli düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış düzen vardır. (İbrahim Suresi, 46)

Ayetlerde de görüldüğü gibi, müminlere karşı kurulan hileli düzenlere karşılık olarak, Allah Katında mutlaka rahmani, yani müminleri korumaya yönelik bir karşı düzen vardır. Ve bu, Allah’a göre çok kolaydır Allah elçilerini ve müminleri hedef alan tuzakların tamamını boşa çıkarır ve tuzaklarını, daha kurma aşamasındalarken inkarcıların kendi başlarına geçirir. Çünkü “… düzen kurmada (karşılık vermede) Allah daha hızlıdır…” (Yunus Suresi, 21)

 

59- MÂLİK-İ YEVMİ’D-DÎN

( Din gününün sahibi )

Din gününün malikidir. (Fatiha Suresi, 3)

Din gününü sana bildiren şey nedir? Ve yine din gününü sana bildiren şey nedir? Hiçbir nefsin bir başka nefse herhangi bir şeyle güç yetiremeyeceği gündür; o gün emir yalnızca Allah’ındır. (İnfitar Suresi, 17-19)

İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan ibarettir; artık kendileri (diriltilmiş olarak) bakıp duruyorlar.

Derler ki: “Eyvahlar bize; bu, din günüdür.”

“Bu, sizin yalanladığınız (mü’mini kafirden, haklıyı haksızdan) ayırma günüdür.” (Saffat Suresi, 19-21)

O gün, yalanlamakta olanların vay haline.

Ki onlar, din gününü yalanlamaktadırlar.

Oysa onu, ‘sınır tanımaz, saldırgan’, günahkar olandan başkası yalanlamaz. (Mutaffifin Suresi, 10-12)

 

60- MÂLİK’U-L MULK

( Mülkün ebedi sahibi )

De ki: “Ey mülkün sahibi Allah’ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip-alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; hayır Senin elindedir. Gerçekten Sen, herşeye güç yetirensin.” (Al-i İmran Suresi, 26)

“… Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü inkar edecek olsanız bile şüphesiz Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, övülmüştür.” (İbrahim Suresi, 8 )

 

61- MECÎD

( Sanı büyük ve yüksek )

Arsın sahibidir; Mecid (pek Yüce)dir. (Büruc Suresi, 15)

“Elbette, Rabbimizin sanı Yücedir. O, ne bir es edinmistir, ne de bir cocuk.” (Cin Suresi, 3)

Dediler ki: “Allah’ın emrine mi sasıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir, ey ev halkı süphesiz O, övülmeye layık olandır, Mecid’tir.” (Hud Suresi, 73)

 

62- MELCA

( Kendisine Sığınılan )

(Savaştan) Geri bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı). Öyle ki, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti ve O’nun dışında (yine) Allah’tan başka bir sığınacak olmadığını iyice anladılar. Sonra tevbe etsinler diye onların tevbesini kabul etti. Şüphesiz Allah, (yalnızca) O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (Tevbe Suresi, 118 )

Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah’ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için biraraya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. (Hac Suresi, 73)

De ki: “Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır ki, siz (açıktan ve) gizliden gizliye ona yalvararak dua etmektesiniz: -Andolsun, bizi bundan kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden oluruz.” (Enam Suresi, 63)

Allah’tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden evvel, Rabbiniz’e icabet edin. O gün, sizin için ne sığınılacak bir yer var, ne sizin için inkar (etmeye bir imkan). (Şura Suresi, 47)

 

63- MELİK

( Bütün kainatın sahibi ve mutlak surette hükümdarı)

De ki: İnsanların Rabbine sığınırım. İnsanların malikine, insanların (gerçek) ilahına; (Nas Suresi, 1-3)

Hak olan, biricik hükümdar olan Allah Yücedir. Onun vahyi sana gelip-tamamlanmadan evvel, Kur’an’ı (okumada) acele etme ve de ki: “Rabbim, ilmimi arttır.” (Taha Suresi, 114)

Hak melik olan Allah pek Yücedir, Ondan başka ilah yoktur; Kerim olan Arş’ın Rabbidir. (Müminun Suresi, 116)

O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. Melik’tir; Kuddûs’tur; Selam’dır; Mü’min’dir; Müheymin’dir; Aziz’dir; Cebbar’dır; Mütekebbir’dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok Yücedir. (Haşr Suresi, 23)

 

64- METÎN

( Çok sağlam olan )

Hiç şüphesiz, rızık veren O, metin kuvvet sahibi olan Allah’tır. (Zariyat Suresi, 58 )

Onlar, Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O’nun avucu (kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür. O, şirk koştuklarından münezzeh ve Yücedir. (Zümer Suresi, 67)

 

65- MEVLÂ

( Dost, sahip, müminlerin dostu olan, onlara hayır yolları açan ve onları muvaffak kılan. )

Hayır, sizin mevlanız Allah’tır. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır. (Al-i İmran Suresi, 150)

De ki: “Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve mü’minler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler.” (Tevbe Suresi, 51)

Allah adına gerektiği gibi cehd edin (çaba harcayın). O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur’an’da) da sizi “Müslümanlar” olarak isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a sarılın, sizin Mevlanız O’dur. İşte, ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcı. (Hac Suresi, 78 )

“… Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim Mevlamızsın. Kafirler topluluğuna karşı bize yardım et.” (Bakara Suresi, 286)

Sonra da gerçek mevlaları olan Allah’a döndürülürler. Haberiniz olsun; hüküm yalnızca O’nundur. Ve O, hesap görenlerin en süratli olanıdır. (Enam Suresi, 62)

Geri dönerlerse, bilin ki gerçekten Allah, sizin Mevlanızdır. O, ne güzel Mevladır ve ne güzel yardımcıdır. (Enfal Suresi, 40)

 

66- MUAHHİR / MUKADDİM

( İstediğini geri koyan, arkaya bırakan istediğini ileri geçiren, öne alan )

Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler. (Nahl Suresi, 61)

Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler (tam zamanında çökerler.) (Araf Suresi, 34)

(Ey Muhammed,) Allah’ı sakın zulmedenlerin yapmakta olduklarından habersiz sanma, onları yalnızca gözlerin dehşetle belireceği bir güne ertelemektedir. (İbrahim Suresi, 42)

Hiçbir ümmet, kendi ecelini ne öne alabilir, ne de onlar ertelenebilirler. (Hicr Suresi, 5)

 

67- MUAZZİB

( Azaplandıran )

Artık o gün hiç kimse (Allah’ın) vereceği azab gibi azablandıramaz. Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz. (Fecr Suresi, 25-26)

Andolsun, eğer münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar ve şehirde kışkırtıcılık yapan (yalan haber yayan)lar (bu tutumlarına) bir son vermeyecek olurlarsa, gerçekten seni onlara saldırtırız, sonra orada seninle pek az (bir süre) komşu kalabilirler. (Ahzab Suresi, 60)

(Bu,) Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah’ın sünnetidir. Allah’ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın. (Ahzab Suresi, 62)

Ve şüphesiz, ahirete inanmayanlar için de acı bir azab hazırlamışızdır. (İsra Suresi, 10)

Fasık olanlar içinse, artık onların da barınma yeri ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde, geri çevrilirler ve onlara: “Kendisini yalanladığınız ateş azabını tadın” denir. Andolsun, Biz onlara belki (inkarcılıktan) dönerler diye o büyük (uhrevi) azabdan önce, yakın (dünyevi) azabtan da taddıracağız. (Secde Suresi, 20-21)

Haber ver kullarıma; şüphesiz Ben, Ben bağışlayanım, esirgeyenim. Ve şüphesiz azabım; o acıklı bir azaptır. (Hicr Suresi, 49-50)

Onlardan öncekiler, hileli-düzenler kurmuşlardı da, Allah(ın azab emri) onların kurdukları yapıların temellerine geldi, böylece üstlerindeki tavan tepelerine çöktü; azab onlara şuurunda olmadıkları yerden gelmişti. (Nahl Suresi, 26)

Küfre sapıp da Allah’ın yolundan alıkoyanlar; Biz, işledikleri bozgunculuğa karşılık, onlara azab üstüne azab ilave ettik. (Nahl Suresi, 88 )

 

68- MUHÎT

( Kuşatan )

Dikkatli olun; gerçekten onlar, Rablerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku içindedirler. Dikkatli olun; gerçekten O, herşeyi sarıp-kuşatandır. (Fussilet Suresi, 54)

Onlar, insanlardan gizlerler de Allah’tan gizlemezler. Oysa O, kendileri, sözden (plan olarak) hoşnut olmayacağı şeyi ‘geceleri düzenleyip kurarlarken’ onlarla beraberdir. Allah, yaptıklarını kuşatandır’. (Nisa Suresi, 108 )

Size bir iyilik dokununca tasalanırlar, size bir kötülük isabet ettiğindeyse buna sevinirler. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların ‘hileli düzenleri’ size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz, Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır. (Al-i İmran Suresi, 120)

 

69- MUBKİ / MUDHİK

( Ağlatan / güldüren )

Doğrusu, güldüren ve ağlatan O’dur. (Necm Suresi, 43)

Öyleyse kazandıklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar. (Tevbe Suresi, 82)

Böylece iman edip salih amellerde bulunanlar; artık onlar ‘bir cennet bahçesinde’ ‘sevinç içinde ağırlanırlar’. (Rum Suresi, 15)

Gerçek şu ki, bugün cennet halkı, ‘sevinç ve mutluluk dolu’ bir meşguliyet içindedirler. (Yasin Suresi, 55)

“Ey kullarım, bugün sizin için korku yoktur ve siz mahzun olmayacaksınız. Ki onlar, benim ayetlerime iman edenler ve Müslüman olanlardır. Siz ve eşleriniz cennete girin; ‘sevinç içinde ağırlanacaksınız.” (Zuhruf Suresi, 68-70)

Hiç şüphesiz muttakiler, cennetlerde ve nimet içindedirler; Rablerinin verdikleriyle ‘sevinçli ve mutludurlar’. Rableri, kendilerini ‘çılgınca yanan cehennemin’ azabından korumuştur. (Tur Suresi, 17-18 )

O gün, öyle yüzler vardır ki apaydınlıktır; güler ve sevinç içindedir. Ve o gün, öyle yüzler de vardır ki üzerini toz bürümüştür. Bir karartı sarıp-kaplamıştır. İşte onlar da, kafir, facir olanlardır. (Abese Suresi, 38-42)

 

70- MUVEFFİY

( Ahdini yerine getiren, tastamam veren, ödeyen )

Artık onların tapmakta oldukları şeyler konusunda, sakın kuşkuda olma. Daha önceleri, ataları nasıl tapıyor idiyseler, bunlar da ancak böyle tapıyorlar. Şüphesiz Biz, onların paylarını eksiltmeksizin onlara ödeyecek olanlarız. (Hud Suresi, 109)

O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilsin diye, bölük bölük fırlayıp-çıkarlar. Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Artık kim zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, onu görür. (Zelzele Suresi, 6-8 )

Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak Biz yeteriz. (Enbiya Suresi, 47)

İşte, kimin tartıları ağır basarsa, Artık o, hoşnut olunan bir hayat içindedir.
Kimin tartıları hafif kalırsa, Artık onun da anası (son durağı) “haviye”dir (uçurum).
Onun ne olduğunu (mahiyetini) sana bildiren nedir? O, kızgın bir ateştir. (Kaaria Suresi, 6-11)

Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse, onlara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz ve onlar bunda hiçbir eksikliğe uğratılmazlar. İşte bunların, ahirette kendileri için ateşten başkası yoktur. Onların onda (dünyada) bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuştur. (Hud Suresi, 15-16)

 

71- MUHSİ’

( Sonsuz da olsa, her şeyin sayısını bilen )

Andolsun, onların tümünü kuşatmış ve onları sayı olarak saymış bulunmaktadır. (Meryem Suresi, 94)

Allah, hepsini dirilteceği gün, onlara neler yaptıklarını haber verecektir. Allah, onları (yaptıklarıyla bir bir) saymıştır; onlar ise onu unutmuşlardır. Allah, herşeye şahid olandır. (Mücadele Suresi, 6)

 

72- MUHSİN

( İhsanı olan, veren )

… De ki: “Şüphesiz ‘lütuf ve ihsan (fazl)’ Allah’ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah (rahmeti) geniş olandır, bilendir.” O, kime dilerse rahmetini tahsis eder, Allah büyük ‘lütuf ve ihsan (fazl)’ sahibidir. (Al-i İmran Suresi, 73-74)

Ve Rabbiniz’den bağışlanma dileyin; sonra O’na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandırsın ve her ihsan sahibine kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım. (Hud Suresi, 3)

İhsanın karşılığı ihsandan başkası mıdır? (Rahman Suresi, 60)

Allah hakkında yalan uydurup iftira edenlerin kıyamet günü zanları nedir? Şüphesiz Allah, insanlara karşı büyük ihsan (Fazl) sahibidir, ancak onların çoğu şükretmezler. (Yunus Suresi, 60)

Küçük, büyük infak ettileri her nafaka ve (Allah yolunda) aştıkları her vadi, mutlaka Allah’ın yaptıklarının daha güzeliyle onlara karşılığını vermesi için, (bunlar) onlar adına yazılmıştır. (Tevbe Suresi, 121)

Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat artırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 261)

Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin -hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size Kendisi’nden bağışlama ve bol ihsan (fazl) vadediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 268 )

 

73- MUHYÎ

( Can bağışlayan, sağlık veren, dirilten, yaşatan )

O, diriltir ve öldürür. Ve O’na döndürüleceksiniz. (Yunus Suresi, 56)

Kendi yaratılışını unutarak Bize bir örnek verdi; dedi ki: “Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş?” (Yasin Suresi, 78 )

De ki: “Onları, ilk defa yaratıp-inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir.” (Yasin Suresi, 79)

O, yaşatan ve öldürendir; gece ile gündüzün aykırılığı (veya ardarda gelişi) da O’nun (kanunu)dur. Yine de aklınızı kullanmayacak mısınız? (Müminun Suresi, 80)

Şimdi Allah’ın rahmetinin eserlerine bak; ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltmektedir? Şüphesiz O, ölüleri de gerçekten diriltecektir. O, herşeye güç yetirendir. (Rum Suresi, 50)

O’nun ayetlerinden biri de, senin gerçekten yeryüzünü huşu içinde (solmuş, boynu bükülmüş ve kupkuru) görmendir. Ama Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, deprenir ve kabarır. Şüphesiz onu dirilten, ölüleri de elbette dirilticidir. Çünkü O, herşeye güç yetirendir. (Fussilet Suresi, 39)

 

74- MUKALLİB

( Çeviren /kalpleri )

Biz onların kalplerini ve gözlerini, ilkin inanmadıkları gibi tersine çeviririz ve onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda terk ederiz. (Enam Suresi, 110)

Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar. (Kehf Suresi, 57)

Onlardan seni dinleyecekler vardır. Ama hiç duymayan -sağırlara -üstelik hiç akılları ermiyorsa- sen mi duyuracaksın? Ve sana bakacak olanlar vardır. Ama kör olanları -üstelik basiretleri de yoksa- sen mi doğru yola ulaştıracaksın? (Yunus Suresi, 42-43)

 

75- MUKMİL

( Kemale erdiren )

… Bugün inkara sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçip-beğendim. Kim ‘şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa’ -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir) Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (Maide Suresi, 3)

 

76- MUKTEDİR

( Kuvvet ve kudret sahiplerinin üzerinde olan )

Onlara, dünya hayatının örneğini ver; gökten indirdiğimiz suya benzer, onunla yeryüzünün bitkileri birbirine karıştı, böylece rüzgarların savurduğu çalı-çırpı oluverdi. Allah, herşeyin üzerinde güç yetirendir. (Kehf Suresi, 45)

Firavun dedi ki: “Ey önde gelenler, sizin için Benden başka ilah olduğunu bilmiyorum… (Kasas Suresi, 38 )

Firavun, kendi kavmi içinde bağırdı; dedi ki: “Ey kavmim, Mısır’ın mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler benim değil mi?.. (Zuhruf Suresi, 51)

O ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklendiler ve gerçekten Bize döndürülmeyeceklerini sandılar. Bunun üzerine, onu ve askerlerini tutup suya attık. Böylelikle zulmedenlerin nasıl bir sona uğradıklarına bir bak. (Kasas Suresi, 39-40)

Karun’u, Firavun’u ve Haman’ı da (yıkıma uğrattık). Andolsun, Musa onlara apaçık delillerle gelmişti, ancak yeryüzünde büyüklendiler. Oysa onlar (azabtan kurtulup) geçecek değillerdi. İşte Biz, onların her birini kendi günahıyla yakalayıverdik. Böylece onlardan kiminin üstüne taş fırtınası gönderdik, kimini şiddetli bir çığlık sarıverdi, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmedici değildi, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. (Ankebut Suresi, 39-40)

Onlar Bizim ayetlerimizin tümünü yalanladılar. Biz de onları üstün ve güçlü, kudretli olanın yakalayışıyla yakalayıverdik. (Kamer Suresi, 42)

Ya da kendilerine va’dettiğimiz şeyi onlara gösteririz ki, Biz gerçekten onların üstünde güç yetirenleriz. (Zuhruf Suresi, 42)

 

77- MUNTAKİM

( İntikam alan, suçluları müstahak oldukları cezaya çarpan. )

Sonunda Bizi öfkelendirince, Biz de onlardan intikam aldık, böylece onları toplu olarak suda boğduk. (Zuhruf Suresi, 55)

Şüphesiz küfredenlere de (şöyle) seslenilir: “Allah’ın gazablanması, elbette sizin kendi nefislerinize gazablanmanızdan daha büyüktür. Çünkü siz, imana çağrıldığınız zaman inkar ediyordunuz. (Mümin Suresi, 10)

Sen buna müstahaksın, dahasına müstahaksın. Yine müstahaksın, dahasına da müstahaksın. İnsan, ‘kendi başına ve sorumsuz’ bırakılacağını mı sanıyor? (Kıyamet Suresi, 34-36)

Büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, elbette Biz intikam alacağız. (Duhan Suresi, 16)

 

78- MUSAVVİR

( Tasvir eden, her şeye sekil ve suret veren )

O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)

Dedi ki: “Bizim Rabbimiz, herşeye yaratılışını veren, sonra doğru yolunu gösterendir.” (Taha Suresi, 50)

 

79- MÜBEŞŞİR

( Müjdeleyen )

İşte Allah, iman edip salih amellerde bulunan kullarına böyle müjde vermektedir. De ki: “Ben buna karşı yakınlıkta sevgi dışında sizden hiçbir ücret istemiyorum.” Kim bir iyilik kazanırsa, Biz ondaki iyiliği artırırız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, şükredene karşılığını verendir. (Şura Suresi, 23)

Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur. (Yunus Suresi, 64)

Şüphesiz: “Bizim Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) “Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin arzuladığı herşey sizindir ve istediğiniz herşey de sizindir. Çok bağışlayan, çok esirgeyen (Allah)tan bir ağırlanma olarak.” (Fussilet Suresi, 30-32)

(Allah buyurdu:) “Ey Zekeriya, şüphesiz Biz seni, adı Yahya olan bir çocukla müjdelemekteyiz; Biz bundan önce ona hiçbir adaş kılmamışız.” (Meryem Suresi, 7)

Biz de onu halim bir çocukla müjdeledik. (Saffat Suresi, 101)

 

80- MÜBEYYİN

( Açıklayan )

İşte Allah, size ayetlerini böyle açıklar; ki akıl erdiresiniz. (Bakara Suresi, 242)

Musa’ya o işi (ilahi vahyi verip) gerçekleştirdiğimiz zaman, sen (Tur’un) batı yanında değildin ve (buna) şahid olanlardan da değildin. Ancak Biz birçok nesiller inşa ettik de onların üzerinde (nice) ömür(ler) uzayıp geçti. Ve sen Medyen halkı içinde yaşayıp da ayetlerimizi onlardan okuyarak öğrenmiş değilsin. Ancak (bu bilgileri sana) gönderen Biziz. (Musa’ya) Seslendiğimiz zaman da, sen Tur’un yanında değildin… (Kasas Suresi, 44-46)

(Bu Kur’an) düzüp uydurulacak bir söz degildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, herşeyin ‘çeşitli biçimlerde açıklaması’ ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir. (Yusuf Suresi, 111)

 

81- MÜDEBBİR

( İdare eden, yöneten, bütün yaratılmışları düzenle ve dengeyle idare eden ve birbirine yardımcı eden )

Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, Kendisi’nden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim’dir, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 41)

Şüphesiz sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden, işleri evirip-çeviren Allah’tır…. (Yunus Suresi, 3)

 

82- MÜ’MİN

( Emniyet verici, emin kılan )

“O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. Melik’tir; Kuddûs’tur; Selam’dır; Mü’min’dir; Müheymin’dir; Aziz’dir; Cebbar’dır; Mütekebbir’dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok Yücedir.” (Haşr Suresi, 23)

Andolsun, Allah birçok yerlerde ve Huneyn gününde size yardım etti. Hani çok sayıda oluşunuz sizi böbürlendirip-gururlandırmıştı, fakat size bir şey de sağlayamamıştı. Yer ise, bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonra arkanıza dönüp gerisin geri gitmiştiniz. (Bundan) Sonra Allah, elçisi ile mü’minlerin üzerine ‘güven duygusu ve huzur’ indirdi, sizin görmediğiniz orduları indirdi ve inkar edenleri azablandırdı. Bu, inkarcıların cezasıdır. Bunun ardından Allah, dilediği kimseden tevbesini kabul eder. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir”. (Tevbe Suresi, 25-27)

“Hani o inkar edenler, kendi kalplerinde, ‘öfkeli soy koruyuculuğu’nu (hamiyeti), cahiliyenin ‘öfkeli soy koruyuculuğunu’ kılıp-kışkırttıkları zaman, hemen Allah; elçisinin ve mü’minlerin üzerine ‘(kalbi teskin eden) güven ve yatışma duygusunu’ indirdi ve onları “takva sözü” üzerinde ‘kararlılıkla ayakta tuttu’. Zaten onlar da, buna layık ve ehil idiler. Allah, herşeyi hakkıyla bilendir”. (Fetih Suresi, 26)

“Siz O’na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O’na yardım etmiştir. Hani kafirler ikiden biri olarak O’nu (Mekke’den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: “Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir.” Böylece Allah O’na ‘huzur ve güvenlik duygusunu’ indirmişti, O’nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkara edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah’ın kelimesi, Yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir”. (Tevbe Suresi, 40)

“Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır. Oraya esenlikle ve güvenlikle girin. Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar. Orada onlara hiçbir yorgunluk dokunmaz ve onlar ordan çıkarılacak değildirler”. (Hicr Suresi, 45-48 )

 

83- MUCİB

( Kendine yalvaranların isteklerini veren, icabet eden)

Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm… (Bakara Suresi, 186)

İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir, insan pek acelecidir. (İsra Suresi, 11)

Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi, 216)

Allah’tan başka taptıklarınız sizler gibi kullardır. Eğer doğru iseniz, hemen onları çağırın da size icabet etsinler. (Araf Suresi, 194)

 

84- MÜHEYMİN

( Gözetici ve koruyucu olan )

O Allah olan ki, O’ndan başka ilah yoktur. Melik’tir; Kuddûs’tur; Selam’dır; Mü’min’dir; Müheymin’dir; Aziz’dir; Cebbar’dır; Mütekebbir’dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok Yücedir. (Haşr Suresi, 23)

 

85- MÜTEALİ

( Aklın alabileceği her şeyden pek Yüce )

Hak olan, biricik hükümdar olan Allah Yücedir. Onun vahyi sana gelip-tamamlanmadan evvel, Kur’an’ı (okumada) acele etme ve de ki: “Rabbim, ilmimi arttır.” (Taha Suresi, 114)

Onlar, Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir. (Hac Suresi, 74)

“Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık. Bizim emrimiz, bir göz kırpma gibi yalnızca ‘bir keredir.’ Andolsun Biz sizin benzerlerinizi yıkıma uğrattık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda (yazılı)dır. Küçük, büyük herşey satır satır (yazılı)dır.” (Kamer Suresi, 49-53)

Ama O, onlara (Adem’in çocukları erkek ve kadınlara) salih (bir çocuk) verince, kendilerine verdiği şey konusunda O’na ortaklar kılmaya başladılar. Allah, onların şirk koştuklarından Yücedir. (Araf Suresi, 190)

Ya da karanın ve denizin karanlıkları içinde size yol gösteren ve rahmetinin önünde rüzgarları müjde vericiler olarak gönderen mi? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Allah, onların şirk koştuklarından Yücedir. (Neml Suresi, 63)

Allah; sizi yarattı, sonra size rızık verdi, sonra sizi öldürmekte, daha sonra sizi diriltmektedir. Ortaklarınızdan bunlardan herhangi birini yapacak var mı? O, şirk koştuklarından münezzeh ve Yücedir. (Rum Suresi, 40)

 

86- MÜTEKEBBİR

( Her şeyde ve her hadisede büyüklüğünü gösteren )

O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. Melik’tir; Kuddûs’tur; Selam’dır; Mü’min’dir; Müheymin’dir; Aziz’dir; Cebbar’dır; Mütekebbir’dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok Yücedir. (Haşr, 23)

“Rabbim, bana göster, Seni göreyim” demiştir. Bunun üzerine Allah, “Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de Beni göreceksin.” diye cevap verir. Allah dağa tecelli edince onu paramparça eder ve Hz. Musa bayılarak yere düşer. Kendine geldiğinde ilk söylediği ise “Sen ne Yücesin (Rabbim)” (Araf Suresi, 143)

“Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir” (Bakara Suresi, 260)

 

87- MUSEVVA

( Şekillendiren, düzenleyen )

Ey insan, ‘üstün kerem sahibi’ olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan nedir? Ki O, seni yarattı, ‘sana bir düzen içinde biçim verdi‘ ve seni bir itidal üzere kıldı. Dilediği bir surette seni tertib etti. (İnfitar Suresi, 6-8 )

Allah, yeryüzünü sizin için bir karar, gökyüzünü bir bina kıldı; sizi suretlendirdi, suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı ve size güzel-temiz şeylerden rızık verdi. İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne Yücedir. (Mümin Suresi, 64)

Ki O, yarattı, ‘bir düzen içinde biçim verdi’, (A’la Suresi, 2)

Gökleri ve yeri hak olmak üzere yarattı ve size düzenli bir biçim (suret) verdi; suretlerinizi de güzel yaptı. Dönüş O’nadır. (Teğabün Suresi, 3)

Döl yataklarında size dilediği gibi suret veren O’dur. O’ndan başka ilah yoktur; üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Al-i İmran Suresi, 6)

O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)

 

88- MÜSTEAN

( Kendisine ihtiyaç olunan ve Kendisinden yardım beklenen )

(Resulullah) Dedi ki: “Rabbim, hak ile hükmet. Bizim Rabbimiz, sizin her türlü nitelendirmelerinize karşı yardımına sığınılan Rahman (olan Allah)dır.” (Enbiya Suresi, 112)

Kendileri yaratılıp dururken, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak koşuyorlar?

Oysa (bu şirk koştukları güçler ve nesneler) ne onlara bir yardıma güç yetirebilir, ne kendi nefislerine yardım etmeğe.

Onları hidayete çağırırsanız size uymazlar. Onları çağırırsanız da, suskun dursanız da size karşı (tutumları) birdir.

Allah’tan başka taptıklarınız sizler gibi kullardır. Eğer doğru iseniz, hemen onları çağırın da size icabet etsinler.

Onların yürüyecek ayakları var mı? Ya da tutacakları elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var? Yoksa işitecek kulakları mı var? De ki: “Ortak koştuklarınızı çağırın, sonra bir düzen (tuzak) kurun da bana göz bile açtırmayın.”

Hiç şüphesiz, benim velim Kitabı indiren Allah’tır ve O salihlerin koruyuculuğunu (veliliğini) yapıyor.

O’ndan başka taptıklarınız ise size yardıma güç yetiremezler, kendilerine de.

Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. Onları sana bakar (gibi) görürsün, oysa onlar görmezler bile. (Araf Suresi, 191-198 )

 

89- MUTAHHİR

( Temizleyen, şirkten, kötülükten, manevi kirlerden temizleyen )

Hani Kendisi’nden bir güvenlik olarak sizi bir uyuklama bürüyordu. Sizi kendisiyle tertemiz kılmak, sizden şeytanın pisliklerini gidermek, kalplerinizin üstünde (güven ve kararlılık duygusunu) pekiştirmek ve bununla ayaklarınızı (arz üzerinde) sağlamlaştırmak için size gökten su indiriyordu. (Enfal Suresi, 11)

Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azab ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah kendi kullarını görendir. (Fatır Suresi, 45)

… Ey Ehl-i Beyt, gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister. (Ahzab Suresi, 33)

Gerçekten münafıklar, ateşin en alçak tabakasındadırlar. Onlara bir yardımcı bulamazsın. Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allah’a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) kılanlar başka; işte onlar mü’minlerle beraberdirler. Allah mü’minlere büyük bir ecir verecektir. (Nisa Suresi, 145-146)

 

90- MÜYESSİR

( Hayırda ve serde kulunun yolunu kolaylaştıran, dinde kolaylık veren, hiç kimseye gücünün üstünde yük yüklemeyen )

Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah’ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz. (Bakara Suresi, 185)

Allah adına gerektiği gibi cehd edin (çaba harcayın). O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi)… (Hac Suresi, 78 )

Andolsun Biz Kuran’ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (Kamer Suresi, 17)

Allah (ağır yükleri) sizden hafifletmek ister. (Çünkü) insan zayıf olarak yaratılmıştır. (Nisa Suresi, 28 )

 

91- MÜZEKKİ

( Her kusur ve ayıptan, manevi kirlerden kullarını temize çıkaran, temizleyen )

Kendilerini (övgüyle) temize çıkaranları görmedin mi? Hayır; Allah, dilediğini temizleyip yüceltir. Onlar, ‘bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar’ bile haksızlığa uğratılmazlar. (Nisa Suresi, 49)

Ki onlar, ufak tefek günahlar dışında, günahın büyük olanından ve çirkin utanmazlıklardan kaçınırlar. Şüphesiz senin Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir; hem sizi topraktan inşa ettiği (yarattığı) ve siz daha annelerinizin karnında cenin halinde bulunduğunuz zaman da. Öyleyse kendinizi temize çıkarıp-durmayın. O, sakınanı daha iyi bilendir. (Necm Suresi, 32)

 

92- MÜZEYYİN

( Süsleyen )

Ve bilin ki Allah’ın Resûlü içinizdedir. Eğer o, size birçok işlerde uysaydı, elbette sıkıntıya düşerdiniz. Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip-çekici kıldı ve size inkarı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş (irşad) olanlardır. (Hucurat Suresi, 7)

Şimdi Rabbinden apaçık bir belge üzerinde bulunan kimse, kötü ameli kendisine ‘süslü ve çekici gösterilmiş’ ve kendi heva (istek ve tutku)larına uyan kimseler gibi midir? (Muhammed Suresi, 14)

 

93- MÜZİLL

( Zillete düşüren, hor ve hakir eden )

Kötülükler kazanmış olanlar ise; her bir kötülüğün karşılığı, kendi misliyledir. Bunları bir zillet sarıp kaplar. Onları Allah’tan (kurtaracak) hiçbir koruyucu yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. (Yunus Suresi, 27)

Bundan böyle yeryüzünde (size tanınmış bir süre olarak) dört ay dolaşın. Ve bilin ki Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz. Gerçekten Allah, inkar edenleri hor ve aşağılık kılıcıdır. (Tevbe Suresi, 2)

 

94- MUĞNİ

( İstediğini zengin eden )

Doğrusu muhtaç olmaktan O kurtardı ve sermaye verip-hoşnut kıldı. (Necm Suresi, 48 )

Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve çocuklarla Biz onların hayırlarına koşuyoruz (veya yardım ediyoruz)? Hayır, onlar şuurunda değiller. (Müminun Suresi, 55-56)

 

95- NÂSIR

( Yardım eden )

Onlara yardım ettik, böylece üstün gelenler oldular. (Saffat Suresi, 116)

Andolsun, (peygamber olarak) gönderilen kullarımıza (şu) sözümüz geçmiştir: Gerçekten onlar, muhakkak nusret (yardım ve zafer) bulacaklardır. (Saffat Suresi, 171-172)

İşte böyle; Biz, her peygambere suçlu-günahkarlardan bir düşman kıldık. Yol gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeter. (Furkan Suresi, 31)

 

96- NÛR

( Âlemleri nurlandıran, istediği simalara, zihinlere ve gönüllere nur yağdıran )

Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu Kendi nuruna yöneltip-iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, herşeyi bilendir. (Bu nur,) Allah’ın, onların yüceltilmesine ve isminin zikredilmesine izin verdiği evlerdedir; onların içinde sabah akşam O’nu tesbih ederler. (Nur Suresi, 35-36)

Ey iman edenler, Allah’tan sakınıp-korkun ve O’nun elçisine iman edin, size kendi rahmetinden iki kat (güzel karşılık) versin. Size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur kılsın ve size mağfiret etsin. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Hadid Suresi, 28 )

 

97- RABBİ’L-ÂLEMÎN

( Âlemlerin Rabbi )

Şu halde hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve alemlerin Rabbi Allah’ındır. Göklerde ve yerde büyüklük O’nundur. O, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Casiye Suresi, 36-37)

Böylece zulmeden topluluğun kökü kurutuldu. Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’adır. (Enam Suresi, 45)

 

98- RÂFİ’

( Yukarı kaldıran, yükselten )

Kitap’ta İdris’i de zikret. Çünkü o, doğru olan bir peygamberdi. Biz onu yüce bir mekan (makam)a yükseltmiştik. (Meryem Suresi, 56-57)

 

99- RAHMÂN-RAHÎM

( Merhamet eden, verdiği nimetleri iyi kullananları daha büyük ve ebedi nimetler vermek suretiyle mükâfatlandıran, ezelde bütün yaratılmışlar hakkında hayır, rahmet ve irade buyuran, sevdiğini sevmediğini ayırt etmeyerek sayısız nimetlere kavuşturan )

O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. Gaybı da, müşahede edilebileni de bilendir. Rahman, Rahim olan O’dur. (Haşr Suresi, 22)

Rahman ve Rahimdir. (Fatiha Suresi, 2)

Ruh ve meleklerin saflar halinde duracakları gün; Rahman’ın kendilerine izin verdikleri dışında olanlar konuşmazlar. (Konuşacak olan da,) Doğruyu söyleyecektir. (Nebe Suresi, 38 )

 

100- RAKÎB

( Bütün varlıklar üzerinde gözcü olan, bütün işler kontrolü altında tutan )

Allah herşeyi gözetleyip denetleyendir. (Ahzab Suresi, 52)

Ey insanlar sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip-yayan Rabbinizden korkup-sakının. Ve (yine) kendisiyle, birbirinizle dilekleştiğiniz Allah’tan ve akrabalık (bağlarını koparmak)tan sakının. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözeticidir. (Nisa Suresi, 1)

 

101- RAÛF

( Pek esirgeyen, çok acıyan )

Her bir nefsin hayırdan yaptıklarını hazır bulduğu ve her ne kötülük işlediyse onunla kendisi arasında uzak bir mesafe olmasını istediği o günü (düşünün). Allah, sizi kendisinden sakındırır. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır. (Al-i İmran Suresi, 30)

Görmedin mi, Allah, yerdekileri ve denizde onun emriyle akıp giden gemileri, sizin yararınıza verdi. Ve izni olmadıkça, göğü yerin üstüne düşmekten alıkoyar. Şüphesiz Allah, insanlara karşı şefkatlidir, çok merhametlidir. (Hac Suresi, 65)

Sizi karanlıklardan nura çıkarması için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur. Şüphesiz Allah, size karşı elbette şefkatli olandır, esirgeyendir. (Hadid Suresi, 9)

 

102- REZZÂK

( Rızk veren, insanların faydasına olmak üzere nimetlerini veren )

Hiç şüphesiz, rızık veren O, metin kuvvet sahibi olan Allah’tır. (Zariyat Suresi, 58 )

“Eğer O, rızkını tutsa (vermese), rızkınızı verecek olan kimmiş?” (Mülk Suresi, 21)

Ey insanlar, Allah’ın üzerinizdeki nimetini anın. Gökten ve yerden sizi rızıklandıran Allah’ın dışında bir başka yaratıcı var mı? O’ndan başka ilah yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz? (Fatır Suresi, 3)

De ki: “Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: “Allah” diyeceklerdir. Öyleyse de ki: “Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız?” (Yunus Suresi, 31)

Çünkü Allah, yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecek ve onlara Kendi fazlından artıracaktır. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır. (Nur Suresi, 38 )

 

103- SAMED

( Hacetlerin bitirilmesi, ıstırapların giderilmesi için tek merci olan)

Allah, Samed’dir (herşey O’na muhtaçtır, daimdir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır). (İhlas Suresi, 2)

Onlar, müminleri bırakıp kafirleri dostlar (veliler) edinirler. ‘Kuvvet ve onuru (izzeti)’ onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz, ‘bütün kuvvet ve onur,’ Allah’ındır.” (Nisa Suresi, 139)

Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, Kendisine dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Ne az öğüt-alıp düşünüyorsunuz. (Neml Suresi, 62)

 

104- SÂDIK

( Vaadine sadık, doğru )

(Bu,) Allah’ın va’didir; Allah, vadinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 6)

İman edip salih amellerde bulunanlar, Biz onları altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Bu, Allah’ın gerçek olan va’didir. Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?” (Nisa Suresi, 122)

Rabbinin sözü, doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır. O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O, işitendir, bilendir. (Enam Suresi, 115)

De ki: “Allah doğru söyledi. Öyleyse Allah’ı bir tanıyan (Hanif)ler olarak İbrahim’in dinine uyun. O, müşriklerden değildi.” (Al-i İmran Suresi, 95)

Onlar senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah, va’dine kesin olarak muhalefet etmez… (Hac Suresi, 47)

 

105- SÂİK

( Cehenneme süren )

Suçlu-günahkarları susamışlar olarak cehenneme süreceğiz. (Meryem Suresi, 86)

 

106- SÂNİ’

( Sanatçı, nihayetsiz güzellikleri sanatının içinde yaratan )

Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Herşeyi ‘sapasağlam ve yerli yerinde yapan’ Allah’ın sanatı (yapısı)dır (bu). Şüphesiz O, işlediklerinizden haberdardır. (Neml Suresi, 88 )

 

107- SELÂM

( Her türlü tehlikelerden kullarını selamete çıkaran, cennetteki kullarına selam eden )

İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla karşılanırlar. (Furkan Suresi, 75)

Sizin yanınızda olan tükenir, Allah’ın katında olan ise kalıcıdır. Sabredenlerin karşılığını yaptıklarının en güzeliyle biz muhakkak vereceğiz. Erkek olsun, kadın olsun, bir mü’min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 96-97)

 

108- SEMÎ

( İşiten )

De ki: “Size yarara da, zarara da güç yetirmeyen Allah’tan başka şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa Allah, işitendir, bilendir.” (Maide Suresi, 76)

Böylece Rabbi, duasını kabul etti ve onların hileli düzenlerini kendisinden uzaklaştırdı. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Yusuf Suresi, 34)

 

109- ŞÂFİ’

( Şifa veren )

“Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur;” (Şuara Suresi, 80)

Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: “Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın.” (Enbiya Suresi, 83)

 

110- ŞEFÎ’

( Şefaatçi )

Yoksa Allah’tan başka şefaat ediciler mi edindiler? De ki: “Ya onlar, hiçbir şeye malik değillerse ve akıl da erdiremiyorlarsa?” De ki: “Şefaatin tümü Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra O’na döndürüleceksiniz.” (Zümer Suresi, 43-44)

Dinlerini bir oyun ve eğlence (konusu) edinenleri ve dünya hayatı kendilerini mağrur kılanları bırak. Onunla (Kur’an’la) hatırlat ki, bir nefis, kendi kazandıklarıyla helake düşmesin; (böylesinin) Allah’tan başka ne bir velisi, ne bir şefaatçisi vardır; her türlü fidyeyi verse de kabul olunmaz… (Enam Suresi, 70)

Allah; gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattı, sonra arşa istiva etti. Sizin O’nun dışında bir yardımcınız ve şefaatçiniz yoktur. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz? (Secde Suresi, 4)

 

111- ŞÂRİH

( Açan )

Allah, kimin göğsünü İslam’a açmışsa, artık o, Rabbinden bir nur üzerinedir, (öyle) değil mi? Fakat Allah’ın zikrinden (yana) kalpleri katılaşmış olanların vay haline. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler. (Zümer Suresi, 22)

Şüphesiz, inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için fark etmez; inanmazlar. Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azab onlaradır. (Bakara Suresi, 6-7)

Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23)

 

112- ŞEHÎD

( Şahit olan, her zaman ve her yerde hazır ve nazır olan )

De ki: “Benimle aranızda şahid olarak Allah yeter; kuşkusuz O, kullarından gerçeğiyle haberdardır, görendir.” (İsra Suresi, 96)

Onlara vaadettiğimiz (azabın) bir kısmını sana gösteririz veya senin hayatına son veririz (de görmen ahirete kalır.) Onların dönüşleri Bizedir, sonra Allah işlediklerine şahiddir. (Yunus Suresi, 46)

Biz ayetlerimizi hem afakta, hem kendi nefislerinde onlara göstereceğiz; öyle ki, şüphesiz onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Herşeyin üzerinde Rabbinin şahid olması yetmez mi? (Fussilet Suresi, 53)

 

113- ŞEKÛR

( Kendi rızası için yapılan iyi işlere daha güzeliyle karşılık veren )

Eğer Allah’a güzel bir borç verecek olursanız, onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. Allah Şekûr’dur (şükrü kabul edip çok ihsan eden), Halim’dir (cezayı vermekte acele etmeyendir). (Tegabün Suresi, 17)

Çünkü (Allah,) ecirlerini noksansız olarak öder ve Kendi fazlından onlara artırır. Şüphesiz O, bağışlayandır, şükrü kabul edendir. (Fatır Suresi, 30)

Derler ki: “Bizden hüznü giderip yok eden Allah’a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir.” (Fatır Suresi, 34)

 

114- TEVVÂB

( Tövbeleri kabul edip günahları bağışlayan )

Ancak tevbe edenler, (kendilerini ve başkalarını) düzeltenler ve (indirileni) açıklayanlar(a gelince); artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim. (Bakara Suresi, 160)

Eğer Allah’ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (ne yapardınız)? (Nur Suresi, 10)

 

115- VÂHİD

( Tek olan, Zatında, sıfatlarında, islerinde, isimlerinde, hükümlerinde, asla ortağı veya benzeri, dengi bulunmayan )

Sizin ilahınız tek bir ilahtır; O’ndan başka ilah yoktur; O, Rahman’dır, Rahim’dir (bağışlayan ve esirgeyendir). (Bakara Suresi, 163)

Yoksa Allah’a, O’nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: “Allah, herşeyin yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır. (Rad Suresi,16)

 

116- VÂRİS

( Servetlerin geçici sahipleri elleri bos olarak yokluğa döndükten sonra varlığı devam eden, servetlerin hakiki sahibi )

Biz, yaşama biçimleriyle ‘refah içinde şımarıp azmış’ nice şehri yıkıma uğrattık. İşte meskenleri; çok az (bir zaman) dışında (onlarda) kendilerinden sonra oturulabilmiş değildir. (Onlara) Varis olanlar Biziz. (Kasas Suresi, 58 )

Şüphesiz Biz, gerçekten Biz yaşatır ve öldürürüz ve varis olanlar Biziz. (Hicr Suresi, 23)

Zekeriya da; hani Rabbine çağrıda bulunmuştu: “Rabbim, beni yalnız başıma bırakma, sen mirasçıların en hayırlısısın.” (Enbiya Suresi, 89)

 

117- VÂSİ’

( Geniş olan )

“Ve sizin dininize uyanlardan başkasına inanıp güvenmeyin.” De ki: “Şüphesiz doğru yol Allah’ın dosdoğru yoludur. Size verilenin bir benzeri birine (İslam peygamberine) veriliyor ya da Rabbinizin katında onlar (Müslümanlar) size karşı deliller getiriyorlar, diye mi (bu telaşınız?) De ki: “Şüphesiz ‘lutuf ve ihsan (fazl)’ Allah’ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah (rahmeti) geniş olandır, bilendir.” (Al-i İmran Suresi, 73)

 

118- VEDÛD

( İyi kullarını seven, onları rahmet ve rızasına erdiren, yahut sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya tek layık olan )

O, çok bağışlayandır, çok sevendir. (Büruc Suresi, 14)

Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Gerçekten benim Rabbim, esirgeyendir, sevendir. (Hud Suresi, 90)

 

119- VEHHÂB

( Bağısı çok olan, karşılıksız armağan eden )

Yoksa, güçlü ve üstün olan, karşılıksız bağışlayan Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? (Sad Suresi, 9)

Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen. (Al-i İmran Suresi, 8 )

 

120- VEKÎL

( İşlerini Kendisine bırakanların isini düzeltip, onların yapabileceğinden daha iyisini temin eden )

Bundan dolayı, kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan bir bolluk (fazl) ve Allah’tan bir nimetle geri döndüler. Onlar, Allah’ın rızasına uydular. Allah, büyük fazl (ve ihsan) sahibidir. (Al-i İmran Suresi, 174)

(Allah,) Doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka ilah yoktur. Şu halde (yalnızca) O’nu vekil tut. (Müzzemmil Suresi, 9)

De ki: “Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O, bizim mevlamızdır. Ve müminler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler.” (Tevbe Suresi, 51)

 

121- VELİY

( İyi kullarına dost olan )

Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkar edenlerin velileri ise tağut’tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 257)

Allah, sizin düşmanlarınızı daha iyi bilendir; bir veli (en güvenilir bir dost) olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah yeter. (Nisa Suresi, 45)

O zaman sizden iki grup, neredeyse ‘çözülüp geri çekilmek’ istemişti. Oysa Allah onların (velisi) yardımcısıydı. Artık mü’minler, yalnızca Allah’a tevekkül etmelidir. (Al-i İmran Suresi, 122)

O’dur ki, onlar umutlarını kestikten sonra yağmuru indirir ve rahmetini serip-yayar. O, Veli’dir, Hamid’dir. (Şura Suresi, 28 )

 

122- ZU’L-CELÂL-İ VE’L-İKRÂM

( Hem büyüklük sahibi hem kerem ve ikram sahibi olan )

Celal ve ikram sahibi olan Rabbinin adı ne yücedir. (Rahman Suresi, 78 )

Orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız. (Zuhruf Suresi, 71)

Her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün. (İnsan Suresi, 20)

 

123- ZÂHİR

( Aşikâr olan )

O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, herşeyi bilendir. (Hadid, 3)

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.” (Al-i İmran Suresi, 191)

http://www.hanifdostlar.net/forum_posts.asp?TID=4554&PN=1&TPN=1

posted in ALLAH | 0 Comments

3rd Ağustos 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

ALLAH’IN ‘İLAH(Tanrı)’ NİTELİĞİ

 

ALLAH’IN KİTABINA(KUR’AN’A) AYKIRI İNANÇ İDDİASI, ALLAH’TAN BAŞKA İLAH OLABİLECEĞİNE TANIKLIKTIR:

6En’am suresi, 19-“De ki: “Hakikatin en güvenilir şahidi kimdir?” De ki: “Allah benim ile sizin aranızda şahittir; ve bu Kuran bana vahyedildi ki ona dayanarak sizi ve onun ulaşabileceği herkesi uyarabileyim”. Siz, Allahtan başka ilahların olduğuna gerçekten şahitlik yapabilir misiniz? De ki: “Ben (böyle) bir şahitlik yapmam!” De ki: “O, tek ilahtır ve bakın, sizin yaptığınız gibi, Allahtan başka şeylere ilahlık yakıştırmak benden uzak olsun!”

 

GÖK CİSİMLERİNİ PUTLAŞTIRMAK, SEMBOLİK TAPINCAKLARDAN MEDET BEKLEMEK, ONLARI İLAHLAŞTIRMAKTIR:

6En’am suresi, 74-“Ve bir zaman İbrahim babası Azere (şöyle) demişti: “Sen putları ilah mı ediniyorsun? Görüyorum ki sen ve halkın açık bir sapma içindesiniz!”

 

 

HAKBİLMEZ İNSANLAR İLLA DA ŞEKİLLERE, KALIPLARA TAPMAK, ONLARI İLAHLAŞTIRMA EĞİLİMİNDEDİRLER:

7A’raf suresi, 138-“İsrailoğullarını denizden geçirdik. Derken, kendilerine ait putlara tapan bir kavme rastladılar. İsrailoğulları, “Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilâhları (putları) olduğu gibi sen de bize ait bir ilâh yapsana” dediler. Mûsa şöyle dedi: “Şüphesiz siz cahillik eden bir kavimsiniz.”

 

 

ALLAH İLE BERABER BAŞKA İLAH EDİNEN LANETLİ BİR YAŞAM SÜRER:

17İsra suresi, 39-“Bunlar, Rabbinin sana vahyettiği bazı hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilâh edinme. Sonra kınanmış ve Allah’ın rahmetinden kovulmuş olarak cehenneme atılırsın.”

 

 

ALLAH’TAN BAŞKA İLAHLAR OLSAYDI, ONLAR DA ALLAH’A YAKLAŞMANIN YOLLARINI ARARLARDI; ÖYLEYSE ARACILAR KİŞİYE BİR YARAR SAĞLAMAZ:

17İsra suresi, 42-“De ki: “Eğer onların iddia ettiği gibi, Allah’la beraber (başka) ilâhlar olsaydı, o zaman o ilâhlar da Arş’ın sahibine ulaşmak için elbette bir yol ararlardı.”

 

 

ALLAH’IN YANISIRA BAŞKALARINA DUA-DAVET ETMEK, ALLAH (DİN) KONUSUNDA UYDURMALARA İNANMAK, ALLAH’TAN BAŞKA İLAHLAR EDİNMEKTİR:

18Kehf suresi, 14-15-“Kalkıp da, “Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. O’ndan başkasına asla ilâh demeyiz. Yoksa andolsun ki saçma bir söz söylemiş oluruz. Şunlar, şu halkımız, O’ndan başka tanrılar edindiler. Onlar hakkında açık bir delil getirselerdi ya! Artık kim Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalimdir?” dediklerinde onların kalplerine kuvvet vermiştik.”

 

 

İNSANLAR ŞEREF-İTİBAR VE GÜÇ KAZANABİLMEK AMACIYLA ALLAH’IN YANISIRA BİRTAKIM İLAHLAR EDİNMEKTEDİRLER:

19Meryem suresi, 81-“Onlar, kendileri için kuvvet ve şeref (kaynağı) olsunlar diye, Allah’tan başka ilâhlar edindiler.”

 

 

DİRİLTME YETENEĞİNE VE GÜCÜNE SAHİP OLMAYAN İLAH OLAMAZ:

21Enbiya suresi, 21-“Yoksa yerden, ölüleri diriltebilecek birtakım ilâhlar mı edindiler?”

 

 

ALLAH’TAN BAŞKA İLAHLAR OLSAYDI, YERDE VE GÖKTE DÜZEN OLMAZDI:

21Enbiya suresi, 22-“Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, kesinlikle ikisinin de düzeni bozulurdu. Demek ki, Arş’ın Rabbi Allah, onların nitelemelerinden uzaktır, yücedir.

 

 

İLAHLIK YAKIŞTIRILANLARIN İLAHLIKLARI SAĞLAM KANITLARLA BELGELENMESİ GEREKMEZ Mİ?:

21Enbiya suresi, 24-“Yoksa ondan başka ilâhlar mı edindiler? De ki: “Haydi getirin delilinizi! İşte benimle beraber olanların kitabı ve işte benden öncekilerin kitabı. Şüphesiz çokları hakkı bilmezler de bu sebeple yüz çevirirler.”

 

 

ALLAH’TAN BAŞKA EDİNİLEN İLAHLAR KESİNLİKLE ONLARA YARDIM EDEMEZLER:

21Enbiya suresi, 43-“Yoksa bizim dışımızda onları koruyacak ilâhları mı var? O ilâh edindikleri nesneler kendilerine bile yardım edemezler. Zaten onlar bizden de yardım görmezler.

 

 

İLAH OLAN, ASLA CEZAYA ÇARPTIRILMAZ; OYSA SAHTE İLAHLAR SÜRESİZ CEZAYA MARUZ KALIRLAR:

21Enbiya suresi, 99-“Eğer onlar ilâh olsalardı oraya(ceza çarpılma yeri) varmazlardı. Hâlbuki hepsi orada ebedî kalacaklardır.

 

 

ALLAH İLE BERABER BAŞKA İLAH EDİNEN KİŞİ, ALLAH’I İNKAR ETMİŞ OLUR; BU İNSAN HESABINI(CEZASINI) KULLARA DEĞİL RABBİNE VERİR:

23Müminun suresi, 117-“Kim, hakkında hiçbir delili olmadığı hâlde Allah ile birlikte başka bir ilâha taparsa, onun hesabı ancak Rabbi katındadır. Şüphesiz kâfirler asla kurtuluşa eremezler.”

 

 

İLAHIN TEMEL ÖZELLİKLERİ: YARATIR, ÖLDÜRÜR, DİRİLTİR VE KABİRDEN ÇIKARIR; OYSA SAHTE İLAHLARIN KENDİLERİNE BİLE YARARLARI OLMAZ:

25Furkan suresi, 3-(İnkâr edenler), Allah’ın yanı sıra hiçbir şey yaratmayan ve zaten kendileri yaratılmış olan, üstelik kendilerine fayda ve zararları dokunmayan, öldürmeye, yaşatmaya ve ölüleri diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen ilâhlar edindiler.

 

 

SAHTE İLAHLAR, ALLAH’TAN GELECEK HİÇBİR ŞEYE ENGEL OLAMAZLAR:

36Yasin suresi, 23-“O’nun yanı sıra başka ilâhlar mı edineyim? Eğer Rahman bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar.”

 

 

İNSANLAR BELKİ YARDIM(İŞ-AŞ-BAĞIŞ) EDİLİR UMUDUYLA ALLAH’TAN BAŞKA İLAHLAR EDİNMEKTEDİRLER:

36Yasin suresi, 74-“Belki kendilerine yardım edilir diye Allah’ın yanı sıra ilâhlar edindiler.”

 

 

ALLAH’TAN BAŞKA EDİNİLEN İLAHLAR SAHTE İLAHLARDIR:

37Saffat suresi, 86-“Allah’ı bırakıp da birtakım uydurma ilâhlar mı istiyorsunuz?”

 

 

ÇOKTANRICI İNSANLAR TEK İLAHA TAPMAYI TUHAF KARŞILAMAKTADIRLAR:

38Sad suresi, 5-“İlâhları bir tek ilâh mı yaptı? Gerçekten bu çok tuhaf bir şey!”

 

 

TARİH BOYUNCA HİÇBİR PEYGAMBER ALLAH’TAN BAŞKA BİR İLAHA ÇAĞIRMADI, ALLAH DA, KULLUK EDİLECEK BAŞKA İLAHLAR KILMADI:

43Zuhruf, 45-“Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize sor: Rahman’dan başka kulluk edilecek ilâhlar var etmiş miyiz?”

 

 

KİMİ İNSANLAR ALLAH’A YAKLAŞABİLMEK AMACIYLA ALLAH’IN YANISIRA BAŞKA İLAHLAR EDİNİR; AMA BU SAHTE İLAHLAR ONLARI YÜZÜSTÜ BIRAKIR:

46Ahkaf suresi, 28-“Allah’ın yanı sıra O’na yakınlık sağlamaları için edindikleri ilâhlar kendilerine yardım etseydi ya!? Aksine onları yüzüstü bırakarak uzaklaşıp kayboldular. Bu, onların yalanı ve uydurmakta oldukları şeydir.”

 

 

 

 

 

ALLAH’IN ‘RAB(Sahip efendi)’ NİTELİĞİ

 

ÖNCEKİ İLAHİ KİTAP İZLEYİCİLERİ, KULA KULLUK ETMEMEYE, ALLAH’A ŞİRK KOŞMAMAYA VE BİRBİRLERİNİ RAB OLARAK GÖRMEMEYE DAVET EDİLİR:

3Al-i İmran suresi, 64-“De ki: “Ey geçmiş vahyin izleyicileri! Sizinle bizim aramızdaki şu ortak ilkeye gelin: Allah’tan başka kimseye kulluk etmeyeceğiz, O’na hiçbir şeyi ortak(şirk) koşmayacağız(ilahlık yakıştırmayacağız) ve Allah ile birlikte insanları rab edinmeyeceğiz.” Ve eğer yüz çevirirlerse de ki: “Şahit olun ki biz kendimizi O’na teslim etmişiz!”

 

 

MELEKLER VE PEYGAMBERLER İNSANLAR TARAFINDAN RAB(İLAH) OLARAK GÖRÜLMEKTEDİRLER. OYSA ALLAH ASLA MELEKLERİN VE PEYGAMBERLERİN RABLAŞTIRILMASINI İSTEMEMİŞTİR:

3Al-i İmran suresi, 79-80-“ Allah’ın, kendisine Kitab’ı, hükmü (hikmeti) ve peygamberliği verdiği hiçbir insanın, “Allah’ı bırakıp bana kullar olun” demesi düşünülemez. Fakat (şöyle öğüt verir:) “Öğretmekte ve derinlemesine incelemekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe kullar olun.” Onun size, “Melekleri ve peygamberleri rab(ilâh) edinin.” diye emretmesi de düşünülemez. Siz Müslüman olduktan sonra, o size hiç inkârı emreder mi?

 

 

HAYATIN VE ÖLÜMÜN HAK DEĞERLERDEN BAŞKASINA ADANMASI ALLAH’TAN BAŞKA RAB ARAYIŞINI GÜNDEME GETİRİR:

6En’am suresi, 164-“De ki: “Her şeyin Rabbi O iken ben başka bir Rab mı arayayım? Herkes günahı yalnız kendi aleyhine kazanır. Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. Sonra dönüşünüz ancak Rabbinizedir. O size, ihtilaf etmekte olduğunuz şeyleri haber verecektir.”

 

 

DİNİ OTORİTELERİ VE PEYGAMBERLERİ DİNİN KAYNAĞI VE DİNİN BELİRLEYİCİSİ(KOYUCUSU) OLARAK GÖRMEK ONLARI RABLAŞTIRMAKTIR:

9Tevbe Suresi, 31-“Allah’ın yanı sıra, hahamlarını; rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i(İsa’yı) rab edindiler. Oysa bunlar da ancak, bir olan Allah’a kulluk etmekle emrolunmuşlardır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.”

 

 

DİN(HÜKÜM) KOYMAK YETKİSİNİ ALLAH’TAN BAŞKASINA VERMEK, BİRTAKIM MEŞHUR İSİMLERE KULLUK ETMEKTİR:

12Yusuf suresi, 39-40-“(Yusuf: ) Ey hapishane arkadaşlarım! Hangisi daha iyidir: birbirinden ayrı pek çok rab(bın varlığına inanmak) mı, yoksa bütün varlıklara egemen bir tek Allah(a inanmak) mı? Allah’ı bırakıp tapındığınız her şey gerçekte sizin ve atalarınızın kendi muhayyilenizden çıkardığınız (anlamsız) isimlerden öteye geçmemektedir; çünkü bunlar hakkında hiçbir kanıt indirmemiştir Allah. (Neyin doğru, neyin eğri olduğu konusunda) hüküm yalnızca Allah’a aittir. Ve O da kendisinden başkasına kulluk etmemenizi buyuruyor. İşte dosdoğru olan (tek) din budur; ama insanların çoğu bunu bilmez.”

posted in ALLAH | 0 Comments

24th Temmuz 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

ALLAH’TAN BAŞKASINA İLAHİ NİTELİKLER YAKIŞTIRMAYIN!

GENEL SONUÇLAR

1. Allah’tan başkasına kulluk etmemek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, birbirimizi rab olarak görmemektir-3Al-i İmran suresi, 64

2. Allah’a kulluk edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin-4Nisa suresi, 36

3. Allah, şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalanları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur-4Nisa suresi, 48,116

4. Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler kesinlikle kâfir olur. Kim Allah’a ortak koşarsa, artık, Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır-5Maide suresi, 72

5. Göklerin ve yerin yaratıcısı olan, beslediği hâlde beslenmeye ihtiyacı olmayan Allah’tan başkasını mı veli olarak göreyim?” Müslümanların ilki ol ve sakın şirk koşanlardan olma-6En’am suresi, 14

6. Allah hakkında yalan uydurmak veya O’nun ayetlerini yalanlamak en büyük zulüm olup şirktir. Bu duruma düşerek müşrik olanlar bu konumlarını kabullenmek istemezler-6En’am suresi, 21-22

7. Allah’tan başkasına dua etmek, Allah’tan başkasına umut bağlamak, kurtuluşu Allah’ı göz ardı ederek başkasına bağlamak şirktir-6En’am suresi, 40-41,63-64

8. Yıldıza, aya veya güneşe yarar sağlayıcı ve zarar savıcı olarak umut bağlamak, medet beklemek, dua etmek, rab olarak görmektir, putları ilahlar olarak görmektir, şirktir. Göklerin ve yerin egemenliğinin Allah’tan başkasına da ait olabileceğini iddiadır. Tam tersine Allah’a yönelmek, çoktanrıcılardan olmamak için gereklidir. Şirk koşanlar Allah’a şirk koşmaktan korkmadıkları halde, Allah’a yönelenler ne diye şirk koştuklarından endişe etsin ki (Dua ettikleri gök cisimleri veya başka timsaller). Müslümanlar imanlarına bu zulmü karıştırmamalıdırlar-6En’am suresi, 76-81 26Şuara suresi, 72-75 (6En’am suresi, 71,74 10Yunus suresi, 18,106 21Enbiya suresi, 66 22Hacc suresi, 12)

9. Rabbinden sana vahyedilene uy. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Çoktanrıcılardan yüz çevir. Allah zorlayıcı sistem oluştursaydı ortak koşamazlardı-6En’am suresi, 106-107

10. Dinlerini tefrika tefrika yaparak ayrışan kişiler, çoktanrıcılardan olmayan İbrahim’in dinine, Rabbimizin dosdoğru bir yola iletmedikleridir. İslam, ibadetlerin, dinî yöntemlerin, hayatın ve ölümün yalnızca Allah’ın rızasına uygun gerçekleşmesidir. Bu konularda Allah’a ait ilahî ortak düşünülemez. Aksi takdirde Allah’tan başka rab arayışı olur. Böyle durum ihtilafları getirir-6En’am suresi, 159-164

11. Şirkin öyküsü: İnsan Allah’tan bir şeyler ister, örneğin doğuma yakın sağlıklı çocuk için dua eder, Allah’a sözler verir. Allah insanın bu duasını gerçekleştirir, çok geçmeden sözler unutulur, çocuğun sağlıklı oluşu başka etkenlere (muskaya, türbe ziyaretine, okunmuş suya, kurşun dökmeye, gök cisimlerinin etkilemesine, asil soya, yapay kutsallara vd.) bağlanır. Allah’ın sağladığı bu güzelliklere O’na ait ilahi ortak güçler varmış gibi kabullenme başlanır ve Allah’a şirk koşulur. Yaratılan ve hiçbir yaratamayan Allah’a ortak koşulur mu? Oysa ilahi ortak güçler olarak görülenler, ne onlara yardıma güç yetirebilir, ne de kendilerine yardım edebilirler. Hidayet çağrısına cevap veremezler. Dua edilen kişilerin elleri ve ayakları(fiziksel gücü), gözleri ve kulakları (duyusal yetenekler) artık işlevsiz olduğu dile getirilerek geçmişte birer insan (ellezîne-ibâd) oldukları hatırlatılıyor. Gerçek velinin hatırlatılması isteniyor. Bu ilahi ortak güçler olarak görülenlerin(ellezîne) diğer varlıkların, ne onlara yardıma güç yetirebileceği, ne de kendilerine yardım edebileceği, hidayet çağrısına cevap veremedikleri gibi duyma ve görme özelliklerinin olmadığı yineleniyor-7A’raf suresi, 189-197

12. Şirk nedir: Allah’tan düşük seviyede de olsa dini ve toplumsal otoriteleri rab olarak görmek, tek ilahtan başkasına kulluk etmektir ve şirktir-9Tevbe suresi, 31 Resulün hidayet rehberi ve hak dinle görevlendirilme amacı, çoktanrıcılar beğenmeseler de tüm dinlere galebe çaldırmaktır-9Tevbe suresi, 33

13. Apaçık ayetlere rağmen Allah hakkında yalan uydurmak veya ayetleri yalanlamak, kendisine zarar veremeyecek ve fayda sağlayamayacak varlıklara Allah’tan düşük düzeyde de olsa kulluk(ibadet) etmektir; buna gerekçe şefaatçi beklentisidir, oysa bunlar şirktir-10Yunus suresi, 15-18

14. Göklerde ve yeryüzünde kim varsa Allah’a aittir; esasında onlar Allah’tan düşük seviyede dua ettikleri sözde ilahîortak güçlere değil zanna uymakta ve saçmalamaktadırlar-10Yunus suresi, 66 Allah’ın çocuk edindiğini iddia etmek, bu konuda hiçbir delil(sultan) olmaksızın Allah hakkında bilemeyeceğimiz şeyleri söylemektir.-10Yunus suresi, 68 Bu ise, Allah hakkında yalan uydurmaktır.”-10Yunus suresi, 69

15. Allah’ın dininden kuşku içinde olanlar bilmeliler ki Müslümanlar, onların Allah’tan düşük seviyede de olsa kulluk(ibadet) ettiklerine kulluk(ibadet) etmezler. Onlar yalnızca Allah’a kulluk(ibadet) ederler ve onlara müminlerden olmak bir tektanrıcı olarak yüzünü hak din adına ayakta tutmak ve çoktanrıcılardan olmamak emredilmiştir. Allah’tan düşük seviyede de olsa, bize fayda sağlayamayacak ve zarar veremeyecek şeylere dua edersek zalimlerden oluruz. Allah bize bir zarar dokundurursa onu O’ndan başka kaldırıcı olmaz. Bir hayır isterse O’nun lütfünü geri çevirici de olmaz. Onu da kullarından şartlarını oluşturana ulaştırır-10Yunus suresi, 104-107

16. Şirk nedir: Allah’a herhangi bir şeyi şirk koşmamız kabul edilemez. Bu Allah’ın bir lütfüdür. Ama insanların çoğu şükretmezler. Şirk, grup grup olmuş rabları kabul etmektir. Toplumun ve atalarının isimlendirdiği ve Allah’ın haklarında hiçbir yetki vermediği isimlere kulluktur(ibadet). Oysa hüküm yetkisi Allah’tan başkasına ait değildir ki yalnızca kulluk (ibadet) edilsin. İşte sağlam din budur. Ama insanların çoğunluğu bilmiyor-12Yusuf suresi, 38-40

17. Hak olan davet sadece O’na olandır. O’ndan düşük seviyede de olsa dua ettikleri onlar için hiçbir şeye olumlu karşılık veremezler. Göklerde ve yeryüzünde kim varsa zaten O’na boyun eğer. Göklerin ve yeryüzünün rabbi de elbette Allah’tır. O’ndan düşük seviyede de olsa evliya olarak gördükleri, onlar için ne fayda ne de zarar ellerinden gelmez. Bu gayet açıktır. Yoksa Allah’a sözde ilahîortak güçler mi nispet mi ettiler? Onlar da O’nun yaratışı gibi mi yarattılar da onlara göre yaratılış benzeşti? Oysa Allah her şeyi yaratandır ve tek kahhar olandır-13Ra’d suresi, 14-16

18. Kitap verilenler indirilenle memnun olurlar. Emredilen yalnızca Allah’a kulluk(ibadet) etmek ve O’na şirk koşmamak, O’na dua ve davet etmek ve O’na yönelmektir-13Ra’d suresi, 36

19. Allah’tan düşük seviyede de olsa dua ettikleri kişiler hiçbir şey yaratamazlar, kendileri de yaratılırlar, canlı değil ölüdürler, ne zaman dirileceklerini de bilmezler. Sizin ilahınız tek bir ilahtır, ahirete inanmayanların kalpleri kibirli olmalarından dolayı bu ilkeye yabancıdır. Kıyamet günü onları rezil eder ve haklarında ayrılığa düşülen sözde ilahîortak güçler nerde diye sorularak rezillik ve olumsuzluğun kafirlere olacağı söylenir-16Nahl suresi, 20-27

20. Şirk koşanların iddiasına göre Allah zorlayıcı bir sistem oluştursaydı O’ndan düşük seviyede de olsa ne kendileri ne de ataları hiçbir şeye kulluk(ibadet) etmezlerdi ve O’ndan düşük seviyede de olsa hiçbir şeyi haram kılmazlardı. Oysa öncekiler de böyle yapmıştı. Elçi, zaten yalnızca Allah’a kulluk(ibadet) ve şeytani güçlerden(tağut) uzak durun diye görevlendirilmiştir-16Nahl suresi, 35-36

21. İki ilah edinmeyin, çünkü O tek bir ilahtır. Yalnızca O’ndan çekinerek kötülüklerden sakınmak gerekmektedir. Göklerde ve yerde olanlar O’na ait, din de O’na aittir. Öyleyse O’ndan başkasına karşı mı takvalı olunur? İnsanlardaki her nimet Allah kaynaklıdır. Kötülük dokununca mızlar, kötülük kalkınca onlardan bir kısmı Rablerine şirk koşarlar-16Nahl suresi, 51-54

22. Kur’an okurken lanetlik şeytandan Allah’a sığınmak gerekir. Esasında onun iman eden ve rablerine güvenenlerin üzerinde hiçbir etkisi ve yetkisi yoktur. Onun etkisi ve yetkisi, onu dost görenlerin ve bunun sonucu çoktanrıcıların üzerindedir. Allah’ın indirdiği ayetlere inanmayanları elbette O doğru yola iletmez. Allah hakkında ancak, ayetlerine inanmayanlar yalan uydurur-16Nahl suresi, 99-105

23. Mağara arkadaşlarının kaldıkları süreyi Allah daha iyi bilir. Çünkü göklerin ve yerin gaybı O’na aittir. Çünkü en güzel gören ve duyan O’dur. O’ndan düşük seviyede de olsa hiçbir veli yoktur. Hükmüne de kimseyi ortak kılmaz-18Kehf suresi, 26

24. Malıyla ve taraftarıyla övünen, kendi benliği için bir zalim olarak servetinin telef olacağını asla sanmamaktadır. Son saatin de şu sıralarda gerçekleşeceğini sanmamaktadır. Rabbine döndürülse de, bundan daha hayırlısını bulacağını düşünmektedir. Böyle bir anlayış Rabbini reddetmektir. Oysa O, rab olan Allah’tır. Rabbimize hiç kimseyi şirk koşmamalıyız. Allah şartları oluşturmuş. Allah sayesi dışında güç-kuvvet olamaz. Yoksa Allah öyle bir afet gönderir de bir anda her şey bitiverir de “Keşke Rabbimize hiç kimseyi şirk koşmasaydık,” demek durumunda kalırız-18Kehf suresi, 34-40

25. Rabb’inin buyruğundan çıkan İblis’i ve soyunu Allah’tan düşük seviyede de olsa evliya olarak görülmemeli. Çünkü onlar insanlara düşmandırlar. Onlar ne göklerin ve yerin yaratılışına tanık tutuldular ne de yardımcı olmadılar. O gün iddia edilen sözde ilahîortak güçlere seslenilir, onlara yalvarırlar, ama olumlu bir karşılık veremezler, aralarında uçurum olur-18Kehf suresi, 50-52

26. Allah asla çocuk edinmemiştir. O’nunla beraber hiçbir ilah da olmamıştır. Böyle bir durumda her ilah kendi yarattığını kendi tarafına çekerdi ve sonuçta birbirlerine karşı üstün gelirlerdi. Oysa Allah onların bu nitelemelerinden uzaktır. Gizli ve açığı bilen onların şirk koşmalarından yücedir-23Müminun suresi, 91-92

27. Allah’a hamd, seçtiği kullara selam olsun! Allah mı hayırlıdır, yoksa şirk koştukları varlıklar mı? Gökleri ve yeri yarattı, gökten su indirdi, onunla türlü çeşit bitkiler bitirdi ki sizin bir ağacını bile bitiremezsiniz. Allah ile beraber bir ilah mı var? Yahut yeryüzünü istikrarlı kılan mı, içinde nehirler akıtan, onun için oturaklı dağlar yapan ve iki denizin arasına bir engel koyan mı? Allah ile beraber bir ilah mı var!? Hayır, onların çoğu bilmiyor! Yahut kendisine dua ettiği zaman zorda kalmışa cevap veren ve başa gelen kötülüğü kaldıran, sizi yeryüzünde sizi söz sahibi yapan. Allah ile beraber bir ilah mı var!? Ne kadar az düşünüyorsunuz! Yahut karanın ve denizin karanlıklarında size yol gösteren ve rahmetinin önünden rüzgârları bir müjdeci olarak gönderen. Allah ile beraber bir ilah mı var!? Allah, onların ortak koştuklarından yücedir. Yoksa, başlangıçta yaratmayı yapan, sonra onu tekrarlayan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran Allah ile beraber bir ilah mı var!? De ki, “Eğer doğru söyleyenler iseniz kesin delilinizi getirin.” Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir. Onlar öldükten sonra ne zaman diriltileceklerinin de farkında değildirler-27Neml suresi, 59-65

28. O gün Allah seslenir ki: İddia ettiğiniz sözde ilahîortak güçlerim nerede? Söz aleyhlerinde gerçekleşenler, “Kendimiz yoldan çıktığımız gibi bunları da yoldan çıkardık. Şimdi sana yöneldik. Esasında onlar bize kulluk(ibadet) etmiyorlardı.” Peki, o zaman sözde ilahîortak güçlerinizi çağırın, denilir. Onları çağırdılar, ama onlara olumlu karşılık veremediler; azabı gördüler. Keşke doğru yolda olsalardı. Peki, elçilere ne karşılık vermiştiniz, der. O gün onlara karşı bütün haberler kapanmıştır. Artık birbirlerine de soramazlar. Ama tövbe edip iman eden ve salih amel işleyen kimsenin kurtuluşa erenlerden olması umulur. ”Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların ise seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır ve yücedir. Rabbin, onların sinelerinin gizlediğini de açığa vurduklarını da bilir. O, Allah’tır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Dünyada da ahirette de hamd O’nadır. Hüküm yalnızca O’nundur. Kesinlikle O’na döndürüleceksiniz. De ki: “Ne dersiniz? Allah, üzerinize geceyi kıyamete kadar sürekli kılsaydı, Allah’tan başka hangi ilâh size bir aydınlık getirir? Hâlâ duymayacak mısınız?” De ki: “Ne dersiniz? Allah, üzerinize gündüzü kıyamete kadar sürekli kılsaydı, Allah’tan başka hangi ilah size içinde dinleneceğiniz bir gece getirebilir? Hâlâ görmeyecek misiniz?” Allah, rahmetinden ötürü geceyi içinde dinlenesiniz; gündüzü de, lütfundan isteyesiniz ve şükredesiniz diye sizin için yarattı. ”Allah’ın, onlara seslenerek, “Hani benim, var olduğunu iddia ettiğiniz sözde ilahîortak güçlerim”? diyeceği günü hatırla. Her ümmetten bir şahit çıkarırız ve (kâfirlere), “Kesin delilinizi getirin” deriz. Onlar da gerçeğin Allah’a ait olduğunu bilirler ve uydurdukları(iftira) şeyler kendilerini yüzüstü bırakıp kaybolup gitmişlerdir-28Kasas suresi, 62-75

29. Sen Rabbinden bir rahmet olma dışında kendine kitap verileceğini ummuyordun. Sakın tanrıkarşıtlarına destek olma! Sakın seni Allah’ın ayetlerinden engellemesinler. Rabb’ine dua ve davet et, çoktanrıcılardan olma! Allah ile beraber başka bir ilaha dua ve davet etme! O’ndan başka ilah yoktur. O’nun yüzü dışında her şey yok olacaktır. Hüküm O’na aittir. Dönüş O’nadır-28Kasas suresi, 86-88

30. Gemiye bindikleri zaman dini Allah’a özgüleyerek yalnızca O’na dua ettiler, karaya kurtarınca hemen şirk koşmaya başlarlar. Böylelikle onlara verdiğimize karşı nankörlük ederler, faydalanırlar… Onlar batıla mı inanıyor ve Allah’ın nimetini red mi ediyorlar? Allah hakkında yalan uyduran veya kendisine gelen hakkı yalanlayandan daha zalim kim vardır? Cehennemde kafirlere bir konaklama yeri mi yok?-29Ankebut suresi, 65-68

31. Allah örnek verdi: Hizmetçilerinizden sahip olduklarınız konusunda hiç ortak güçler var mı? Oysa onda sizler eşit konumdasınız. Böyle bir durumdan endişeye kapılırsınız. Zulmedenler kesin bilgiye dayanmadan keyfi eğilimlerine uydular. Yüzünü tektanrıcı olarak din için dik tut. İnsanlara yaratılıştan kazandırdığı Allah’ın doğal yapısına… Allah’ın yaratmasında değiş(tir)me olmaz. İşte sağlam din budur, ama insanların çoğu bilmez. Sadece O’na yönelerek. Namazı kılın ve çoktanrıcılardan olmayın. Dinlerini kamplara bölenlerden. Her hizip yanındakiyle yetinmekte ve övünmektedir. İnsanlara bir kötülük dokununca Rablerine dua ettiler. Onlara bir rahmet tattırınca onlardan bir grup Rablerine şirk koşarlar. Böylelikle onlara verdiklerimizi reddederler. Yoksa onlara bir yetki mi indirdik de O’na şirk koşmalarını söylüyor-30Rum suresi, 28-35

32. Çocuğumuza verilecek en büyük öğüt şirk koşmamak olmalıdır. Çünkü şirk, gerçekten büyük bir zulümdür. Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın bir konuda Allah’a şirk koşmak için anne-baba bile mücadele verse itaat etmemek, Allah’a yönelenin yoluna uymak gerekir-31Lokman suresi, 13,15

33. O gün cezalandırılırken, “Keşke Allah’a ve resule itaat etseydik. Keşke efendilerimize ve büyüklerimize itaat etmeseydik. Onlara iki kat ceza ver” derler. Musa eziyet edenler gibi olmayın. Allah onu temize çıkarmıştı. Çünkü onun Allah’ın yanında yüzü vardı. Ey inananlar! Takvalı olun ve sözü sağlam söyleyin ki davranışlarınızı düzeltsin, bağışlasın. İnsanı sorumluluğu yüklenmiştir. Allah, ikiyüzlü ve çoktanrıcı erkek ve kadınları cezalandıracaktır. Mümin erkek ve kadınların tövbelerini kabul edecektir-33Ahzab suresi, 57-73

34. Geceyi gündüzü birbirinin içine geçiriyor, güneş ve ayı fiziksel yasalara bağlı kıldı. İşte Allah rabbinizdir. Mülk O’na aittir. O’ndan düşük seviyede de olsa dua ettiğiniz kişilerin ellerinden en küçük şey bile gelmez. Onlara dua etseniz duanızı duymazlar. Duymuş olsalar, olumlu bir karşılık veremezler. Kıyamet günü şirkinizi tanrıkarşıtlığı olarak görecekler. Sana her şeyden haberdar olan gibi kimse haber veremez-35Fatır suresi, 13-14

35. Allah’tan düşük seviyede de olsa dua ettiğiniz sözde ilahîortak güçlerinize bakın! Yerden ne yarattılar yahut göklerde onlara ait bir ortaklık(şirk) vardır, ya da onlara bir kitap mı verdik de ondan bir delile mi dayanmaktadırlar. Hayır o zalimler birbirlerine gururdan başka bir şey vaat etmiyorlar-35Fatır suresi, 40

36. De ki: “Ey cahiller! Siz bana Allah’tan başkasına kulluk(ibadet) etmemi mi emrediyorsunuz?” Öncekilere de elçiye de vahyolunan şey: Eğer şirk koşarsan yaptığın boşa gider ve kaybedenlerden olursun. Yalnızca Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol. Onlar Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Kıyamet günü yeryüzü bütünüyle O’nun elindedir. Gökler de O’nun gücüyle dürülmüştür. O, şirk koşmalarından uzak ve yücedir-39Zümer suresi, 64-67

37. Bir insan olduğunu, sizin ilahınızın tek bir ilah olduğunu söyle. Öyleyse dürüst olun ve O’ndan bağışlanma dileyin. Çoktanrıcıların vay haline! Onlar zekat vermez ve ahireti de reddedenlerdir-41Fussilet suresi, 6-7

38. Son saatin bilgisi O’na havale edilir. Hiçbir şey O’nun bilgisi dışında gerçekleşmez. Onlara, “Sözde ilahîortak güçlerim nerede?” diye seslenilir. Derler ki: “Bizden şahit olan yok diye bildiririz” Önceden dua ettikleri onları yüzüstü bıraktı. Kaçacak yer olmadığını anlarlar-41Fussilet suresi, 47-48

39. Allah’tan düşük seviyede de olsa dua ettiklerinize bir bakın! Yerden ne yarattılar yahut göklerde onlara ait bir ortaklık(şirk) vardır? Eğer doğru sözlüler ise bundan önceki kitabı veya bir bilgi kalıntısı getirin. Kıyamet gününe kadar kendisine olumlu tepki vermeyecek ve dualarından habersiz olan kimseye Allah’tan düşük seviyede de olsa dua eden kimseden daha sapmış kim vardır? İnsanlar toplandığı zaman onlara düşman olacaklar ve kulluklarını tanrıkarşıtlığı olarak görecekler-46Ahkaf suresi, 4-6

40. O; gaybı ve şahit olunanı bilen, Rahman ve Rahim olan O’ndan başka hiçbir ilâh olmayan Allah’tır. O; mülkün gerçek sahibi, kutsal, barış ve esenliğin kaynağı, güvenlik veren, gözetip koruyan, mutlak güç sahibi, düzeltip ıslah eden ve dilediğini yaptıran ve büyüklükte eşsiz olan O’ndan başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. O, onların şirk koştuklarından uzaktır. O; yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah’tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir-59Haşr suresi, 22-24

41. İslam’a davet edilirken Allah hakkında yalan uydurandan daha zalim biri var mı? Zalim halkı Allah’a yola iletmez. Allah’ın aydınlığını ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Tanrıkarşıtları hoşlanmasalar da aydınlığını tamamlayıcıdır. Çünkü O resulünü, çoktanrıcılar hoşlanmasalar da tüm dinlere egemen kılsın diye hidayet rehberi ve hak dinle göndermiştir-61Saff suresi, 7-9

42. Bizden Müslümanlar da var bölücüler de… Müslüman olanlar doğruyu araştıranlardır. Bölücüler cehennem için odundurlar. Eğer yolda dürüst olsalardı onları o konuda deneyelim diye bolca rızıklandırırdık. Rabbin zikrinden uzak duran zor bir yokuşa sürer. Mescitler Allah’a aittir. Sakın Allah’la beraber kimseye dua etmeyin! Allah’ın kulu dua ve davet etmeye harekete geçtiğinde ona karşı kampanya oluşturdular. De ki: “Ben yalnızca Rabbime davet ederim. O’na hiç kimseyi şirk koşmam.” De ki: “Ben sizin için zarar vermek ve mükemmel kılmak elimden gelmez. Allah’tan beni kimse koruyamaz. O’ndan düşük seviyede de sığınak bulamam.” 72Cinn suresi, 14-22

posted in ALLAH | 2 Comments

24th Temmuz 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

DİN BELİRLEME YETKİSİNİ ALLAH’TAN BAŞKASINA YAKIŞTIRMAYIN!

GENEL SONUÇLAR

1. Allah’tan başkasına kulluk etmemek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, birbirimizi rab olarak görmemektir-3Al-i İmran suresi, 64  (Peygamberleri, din adamlarını ve toplumsal liderleri rablaştırmayın-9Tevbe suresi, 31)

2. Allah’a kulluk edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin-4Nisa suresi, 36

3. Allah, şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalanları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur-4Nisa suresi, 48,116

4. Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler kesinlikle kâfir olur. Kim Allah’a ortak koşarsa, artık, Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır-5Maide suresi, 72

5. Göklerin ve yerin yaratıcısı olan, beslediği hâlde beslenmeye ihtiyacı olmayan Allah’tan başkasını mı veli olarak göreyim?” Müslümanların ilki ol ve sakın şirk koşanlardan olma-6En’am suresi, 14

6. İlahî buyrukları ve yasaklarını (uyarı konularını) belirlemede Allah’tan ve Kur’an’dan daha geçerli ve güçlü bir şahit(delil, kanıt) olduğunu iddia etmek, Allah’tan başka ilah olduğuna tanıklık etmektir. Bu ise, şirktir-6En’am suresi, 19 (Şuna helal, buna haram demeyin yoksa Allah hakkında yalan uydurmuş olursunuz-16Nahl suresi, 116)

7. Allah hakkında yalan uydurmak veya O’nun ayetlerini yalanlamak en büyük zulüm olup şirktir. Bu duruma düşerek müşrik olanlar bu konumlarını kabullenmek istemezler-6En’am suresi, 21-22

8. İlahî yasak: Kitab’a ve uyarı konularına inanmamak, Allah hakkında yalan uydurmak olup en büyük zulümdür. Asılsız olarak kendisine vahyedildiği veya benzerini getirebileceği iddiası da aynı kapsama girmektedir. Bunlar, Allah hakkında hakikat (el-haqq) dışı konuşmaktır ve O’nun ayetlerinden kibirlenmektir. Bu inançta olanların, kendi haklarında ilahî ortak güçler olarak iddia ettikleri şefaatçilerle o gün aralarındaki bağlar kesilecektir-6En’am suresi, 92-94

9. Rabbinden sana vahyedilene uy. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Çoktanrıcılardan yüz çevir. Allah zorlayıcı sistem oluştursaydı ortak koşamazlardı-6En’am suresi, 106-107

10. Allah adının anıldığı şeylerin yenilemeyeceği, adının anılmadığı şeylerden ise yenileceği doğrultusunda Müslümanlarla tartışmaya girsinler şeytanlar kendi işbirlikçilerine vahyederler. Şeytanlara itaat edenler müşrik olurlar-6En’am suresi, 121

11. İlahî yasak: Bitkisel ve hayvansal ürünleri kamusal hak ile sözde ilahîortak güç diye tanımladıkları arasında bölüştürmek, bir de bu ortakları kayırmak, çok kötü hüküm vermektir-6En’am suresi, 136 Bu ortaklar, böylesi uydurmalarla mensuplarının çocuklarını ihmal ettirip ölüme sürüklerken, hem büyük kazançlar elde etmekte, hem de bu kişilerinin dinlerini bulandırmaktadırlar-6En’am suresi, 137

12. İlahî yasak: Bitkisel ve hayvansal ürünlerin yenilmesine birtakım iddialarla, dinsel sınırlama ve kısıtlamalar getirmek, bazı hayvanlarda Allah’ın adını, O’nun hakkında bir uydurma gereği olarak gündeme getirmemek yine bir onların uydurmalarıdır-6En’am suresi, 138

13. İlahî yasak: Hayvanlar ve yavrularının paylaşımında cinsiyet ayrımı yapmak ve bunu dinî gerekçelere(haram) bağlamak düzmece nitelemelerdir. Allah’ın rızık olarak verdiğini haram kılmak Allah hakkında yalan uydurmaktır-6En’am suresi, 139-140

14. İlahî yasak: Bitkisel ürünleri, bazı hayvanları ve onların yavrularını dinî gerekçelerle(haram) vahye dayanmadan haram görmek, Allah hakkında yalan uydurmaktır. Oysa yiyecekler konusunda haram kılınanlar, yalnızca 6En’am suresi, 145’te bildirilen dört haramdır. Yahudilere fazladan haram kılınanlar istisnai bir durumdur. Oysa Allah’a şirk koşanlar, kaderci bir anlayışla din adına haramlar türetmelerinin ve şirk işlemelerinin sorumluluğunu Allah’a yıkmaktadırlar. Oysa bu konuda getirebilecekleri hiçbir kanıtları yoktur-6En’am suresi, 141-148

15. İlahî yasaklar: Vahiy dışında haram iddiası Rabbe birilerini denk tutmaktır-6En’am suresi, 150; Rabbimizin neleri haram kıldığı bellidir: 1)Şirk, 2)Ana babaya iyi davranmamak, 3)Yoksulluk nedeniyle çocuklarımızı öldürmemek, 4)Gizli ve açık edepsizliklere yaklaşmak, 5)Haksız yere cana kıymak, 6)Yetim malına en güzel biçimde yaklaşmak, 7)Ölçüyü adaletle tam yapmak, 8)Tartıyı adaletle tam yapmak, 9)Konuşunca yakın bile olsa adil olmak, 10)Allah’a verilen söze bağlı kalmak-6En’am suresi, 151-152

16. Dinlerini tefrika tefrika yaparak ayrışan kişiler, çoktanrıcılardan olmayan İbrahim’in dinine, Rabbimizin dosdoğru bir yola iletmedikleridir. İslam, ibadetlerin, dinî yöntemlerin, hayatın ve ölümün yalnızca Allah’ın rızasına uygun gerçekleşmesidir. Bu konularda Allah’a ait ilahî ortak düşünülemez. Aksi takdirde Allah’tan başka rab arayışı olur. Böyle durum ihtilafları getirir-6En’am suresi, 159-164

17. İlahî buyruk: Edep yerlerinizi kapayın, böyle bir hataya bahane olarak geleneği veya Allah’ı referans olarak kullanmayın-7A’raf suresi, 26-28 İlahî buyruk: Adaletli olun ve dini Allah’a özgüleyerek yalnızca O’na dua edin. Hidayet ve şeytanı evliya görerek sapma buna bağlıdır-7A’raf suresi, 29-30 İlahî buyruk: Dua ve ibadetlerinizi edep yerlerinizi açarak değil tam tersine en güzellerinizi giyinerek yapın. Çünkü Allah zineti de temiz rızıkları da sizin için var etti-7A’raf suresi, 31-32 İlahî yasaklar: Rabbimiz ancak, 1)Açık ve gizli cinsel açıdan edepsizlikleri(el-fevâhiş), 2)Günahı(el-ism), 3)Haksız saldırıyı(el-bağy), 4)Hakkında hiçbir delil(sultân) indirmediği(tenzîl) herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmayı, 5)Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır-7A’raf suresi, 33 Bunlara aykırı inanç, Allah hakkında yalan uydurmak veya ayetleri yalanlamaktır. Bu ise Allah’tan düşük düzeyde de olsa başkalarına dua etmek olup tanrıkarşıtlığıdır-7A’raf suresi, 37 Sonuçta yıkım getirir-7A’raf suresi, 38-41 İlahî değerlere uygun davrananlara ise mutlululuk vardır-7A’raf suresi, 42-44 Aralarındaki diyalogda buna örnektir-7A’raf suresi, 45-51

18. Şirkin öyküsü: İnsan Allah’tan bir şeyler ister, örneğin doğuma yakın sağlıklı çocuk için dua eder, Allah’a sözler verir. Allah insanın bu duasını gerçekleştirir, çok geçmeden sözler unutulur, çocuğun sağlıklı oluşu başka etkenlere (muskaya, türbe ziyaretine, okunmuş suya, kurşun dökmeye, gök cisimlerinin etkilemesine, asil soya, yapay kutsallara vd.) bağlanır. Allah’ın sağladığı bu güzelliklere O’na ait ilahi ortak güçler varmış gibi kabullenme başlanır ve Allah’a şirk koşulur. Yaratılan ve hiçbir yaratamayan Allah’a ortak koşulur mu? Oysa ilahi ortak güçler olarak görülenler, ne onlara yardıma güç yetirebilir, ne de kendilerine yardım edebilirler. Hidayet çağrısına cevap veremezler. Dua edilen kişilerin elleri ve ayakları(fiziksel gücü), gözleri ve kulakları (duyusal yetenekler) artık işlevsiz olduğu dile getirilerek geçmişte birer insan (ellezîne-ibâd) oldukları hatırlatılıyor. Gerçek velinin hatırlatılması isteniyor. Bu ilahi ortak güçler olarak görülenlerin(ellezîne) diğer varlıkların, ne onlara yardıma güç yetirebileceği, ne de kendilerine yardım edebileceği, hidayet çağrısına cevap veremedikleri gibi duyma ve görme özelliklerinin olmadığı yineleniyor-7A’raf suresi, 189-197

19. Şirk nedir: Allah’tan düşük seviyede de olsa dini ve toplumsal otoriteleri rab olarak görmek, tek ilahtan başkasına kulluk etmektir ve şirktir-9Tevbe suresi, 31 Resulün hidayet rehberi ve hak dinle görevlendirilme amacı, çoktanrıcılar beğenmeseler de tüm dinlere galebe çaldırmaktır-9Tevbe suresi, 33

20. Apaçık ayetlere rağmen Allah hakkında yalan uydurmak veya ayetleri yalanlamak, kendisine zarar veremeyecek ve fayda sağlayamayacak varlıklara Allah’tan düşük düzeyde de olsa kulluk(ibadet) etmektir; buna gerekçe şefaatçi beklentisidir, oysa bunlar şirktir-10Yunus suresi, 15-18

21. Şirk nedir: Allah’a herhangi bir şeyi şirk koşmamız kabul edilemez. Bu Allah’ın bir lütfüdür. Ama insanların çoğu şükretmezler. Şirk, grup grup olmuş rabları kabul etmektir. Toplumun ve atalarının isimlendirdiği ve Allah’ın haklarında hiçbir yetki vermediği isimlere kulluktur(ibadet). Oysa hüküm yetkisi Allah’tan başkasına ait değildir ki yalnızca kulluk (ibadet) edilsin. İşte sağlam din budur. Ama insanların çoğunluğu bilmiyor-12Yusuf suresi, 38-40

22. Kur’an’ı bir bütün olarak görme yerine pay pay edip işlerine gelene uyanlar, emredileni görme yerine kendi çıkarları için kullanan çoktanrıcılara ilgisiz kalmak gerekir. Çünkü onları, Allah ile beraber başka ilah tutan alaycılardır-15Hicr suresi, 90-96

23. İki ilah edinmeyin, çünkü O tek bir ilahtır. Yalnızca O’ndan çekinerek kötülüklerden sakınmak gerekmektedir. Göklerde ve yerde olanlar O’na ait, din de O’na aittir. Öyleyse O’ndan başkasına karşı mı takvalı olunur? İnsanlardaki her nimet Allah kaynaklıdır. Kötülük dokununca mızlar, kötülük kalkınca onlardan bir kısmı Rablerine şirk koşarlar-16Nahl suresi, 51-54

24. Mağara arkadaşlarının kaldıkları süreyi Allah daha iyi bilir. Çünkü göklerin ve yerin gaybı O’na aittir. Çünkü en güzel gören ve duyan O’dur. O’ndan düşük seviyede de olsa hiçbir veli yoktur. Hükmüne de kimseyi ortak kılmaz-18Kehf suresi, 26

25. Allah’ın haramlarına saygı gösterirse, Rabbi katında kendi hayrınadır. Size anlatılanlar dışındaki hayvanlar helal kılınmıştır. Öyleyse evsanlardan kaynaklanan pisliklerden ve yalan sözden kaçınmak gerekir. Allah için tektanrıcılar olarak O’na çoktanrıcılar olmaksızın. Kim Allah’a şirk koşarsa gökten düşmüş da onu kuşların kapıştığı veya rüzgârın uzak bir yerlere savurduğu gibidir. Kim Allah’ın ilkelerine saygı gösterirse, işte bu kalplerin takvasındadır. Hayvanların üzerinde Allah adını anın. Çünkü sizin ilahınız tek bir ilahtır. Öyleyse O’nun için Müslüman olun-22Hacc suresi, 30-34

26. Müslümanlar tek bir toplumdur. Rabbe karşı takvalı olmaları gerekir. Ama onlar işlerini aralarında başka kitapçıklar halinde parça parça ettiler. Her hizip yanındakiyle yetinmekte ve övünmektedir. Malca ve taraftarca güçlü olmalarını doğru olduklarının kanıtı sanmaktadırlar. Zannediyorlar ki Allah onların hayrına koşturmaktadır. Rablerinin çekincesiyle duyarlı davrananlar, Rablerinin ayetlerine inananlar ve Rablerine şirk koşmayanlara-23Müminun suresi, 52-59

27. O gün Allah seslenir ki: İddia ettiğiniz sözde ilahîortak güçlerim nerede? Söz aleyhlerinde gerçekleşenler, “Kendimiz yoldan çıktığımız gibi bunları da yoldan çıkardık. Şimdi sana yöneldik. Esasında onlar bize kulluk(ibadet) etmiyorlardı.” Peki, o zaman sözde ilahîortak güçlerinizi çağırın, denilir. Onları çağırdılar, ama onlara olumlu karşılık veremediler; azabı gördüler. Keşke doğru yolda olsalardı. Peki, elçilere ne karşılık vermiştiniz, der. O gün onlara karşı bütün haberler kapanmıştır. Artık birbirlerine de soramazlar. Ama tövbe edip iman eden ve salih amel işleyen kimsenin kurtuluşa erenlerden olması umulur. ”Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların ise seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır ve yücedir. Rabbin, onların sinelerinin gizlediğini de açığa vurduklarını da bilir. O, Allah’tır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Dünyada da ahirette de hamd O’nadır. Hüküm yalnızca O’nundur. Kesinlikle O’na döndürüleceksiniz. De ki: “Ne dersiniz? Allah, üzerinize geceyi kıyamete kadar sürekli kılsaydı, Allah’tan başka hangi ilâh size bir aydınlık getirir? Hâlâ duymayacak mısınız?” De ki: “Ne dersiniz? Allah, üzerinize gündüzü kıyamete kadar sürekli kılsaydı, Allah’tan başka hangi ilah size içinde dinleneceğiniz bir gece getirebilir? Hâlâ görmeyecek misiniz?” Allah, rahmetinden ötürü geceyi içinde dinlenesiniz; gündüzü de, lütfundan isteyesiniz ve şükredesiniz diye sizin için yarattı. ”Allah’ın, onlara seslenerek, “Hani benim, var olduğunu iddia ettiğiniz sözde ilahîortak güçlerim”? diyeceği günü hatırla. Her ümmetten bir şahit çıkarırız ve (kâfirlere), “Kesin delilinizi getirin” deriz. Onlar da gerçeğin Allah’a ait olduğunu bilirler ve uydurdukları(iftira) şeyler kendilerini yüzüstü bırakıp kaybolup gitmişlerdir-28Kasas suresi, 62-75

28. Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın bir konuda Allah’a şirk koşmak için anne-baba bile mücadele verse sakın itaat etme-29Ankebut suresi, 8

29. Allah örnek verdi: Hizmetçilerinizden sahip olduklarınız konusunda hiç ortak güçler var mı? Oysa onda sizler eşit konumdasınız. Böyle bir durumdan endişeye kapılırsınız. Zulmedenler kesin bilgiye dayanmadan keyfi eğilimlerine uydular. Yüzünü tektanrıcı olarak din için dik tut. İnsanlara yaratılıştan kazandırdığı Allah’ın doğal yapısına… Allah’ın yaratmasında değiş(tir)me olmaz. İşte sağlam din budur, ama insanların çoğu bilmez. Sadece O’na yönelerek. Namazı kılın ve çoktanrıcılardan olmayın. Dinlerini kamplara bölenlerden. Her hizip yanındakiyle yetinmekte ve övünmektedir. İnsanlara bir kötülük dokununca Rablerine dua ettiler. Onlara bir rahmet tattırınca onlardan bir grup Rablerine şirk koşarlar. Böylelikle onlara verdiklerimizi reddederler. Yoksa onlara bir yetki mi indirdik de O’na şirk koşmalarını söylüyor-30Rum suresi, 28-35

30. Çocuğumuza verilecek en büyük öğüt şirk koşmamak olmalıdır. Çünkü şirk, gerçekten büyük bir zulümdür. Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın bir konuda Allah’a şirk koşmak için anne-baba bile mücadele verse itaat etmemek, Allah’a yönelenin yoluna uymak gerekir-31Lokman suresi, 13,15

31. O gün cezalandırılırken, “Keşke Allah’a ve resule itaat etseydik. Keşke efendilerimize ve büyüklerimize itaat etmeseydik. Onlara iki kat ceza ver” derler. Musa eziyet edenler gibi olmayın. Allah onu temize çıkarmıştı. Çünkü onun Allah’ın yanında yüzü vardı. Ey inananlar! Takvalı olun ve sözü sağlam söyleyin ki davranışlarınızı düzeltsin, bağışlasın. İnsanı sorumluluğu yüklenmiştir. Allah, ikiyüzlü ve çoktanrıcı erkek ve kadınları cezalandıracaktır. Mümin erkek ve kadınların tövbelerini kabul edecektir-33Ahzab suresi, 57-73

32. De ki: “Ey cahiller! Siz bana Allah’tan başkasına kulluk(ibadet) etmemi mi emrediyorsunuz?” Öncekilere de elçiye de vahyolunan şey: Eğer şirk koşarsan yaptığın boşa gider ve kaybedenlerden olursun. Yalnızca Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol. Onlar Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Kıyamet günü yeryüzü bütünüyle O’nun elindedir. Gökler de O’nun gücüyle dürülmüştür. O, şirk koşmalarından uzak ve yücedir-39Zümer suresi, 64-67

33. Bir insan olduğunu, sizin ilahınızın tek bir ilah olduğunu söyle. Öyleyse dürüst olun ve O’ndan bağışlanma dileyin. Çoktanrıcıların vay haline! Onlar zekat vermez ve ahireti de reddedenlerdir-41Fussilet suresi, 6-7

34. Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim, Musa ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi sizin için de dinden yasa yaptı ki “Dini ayakta tutun, onda parçalanıp bölünmeyin. Ama onları kendisine davet ettiğin şey çoktanrıcılara ağır geldi. Allah kendisine şartlarına uygun olanı seçer ve yöneliş içinde olanı kendisine iletir-42Şura suresi, 13

35. Allah’ın izin vermediğini dinden onlar için dinî kural yapan onlara ait sözde ilahîortak güçler mi var? Ayırma sözü olmasaydı aralarında derhal hükmedilirdi-42Şura suresi, 21

36. İslam’a davet edilirken Allah hakkında yalan uydurandan daha zalim biri var mı? Zalim halkı Allah’a yola iletmez. Allah’ın aydınlığını ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Tanrıkarşıtları hoşlanmasalar da aydınlığını tamamlayıcıdır. Çünkü O resulünü, çoktanrıcılar hoşlanmasalar da tüm dinlere egemen kılsın diye hidayet rehberi ve hak dinle göndermiştir-61Saff suresi, 7-9

37. Müslümanlarla suçluları Allah eşit tutar mı? Ne biçim hüküm veriyorsunuz? Yoksa içinde siz neyi seçip beğenirseniz sizin olacak diye ders yapmakta olduğunuz size özgü bir kitap mı var? Yoksa Kıyamet gününe dek bizim tarafımızdan size verilmiş sözler/garantiler mi var? İyi de buna hangisi kefil olur? Yoksa onlara ait sözde ilahîortak güçler mi var? Eğer doğru sözlüler iseler sözde ilahîortak güçlerini getirsinler-68Kalem suresi, 35-41

38. (Cinler: Kur’an) Sorumluluğa yönlendiriyor. Biz de ona inandık. Doğal olarak Rabbimize hiç kimseyi şirk koşmayız. Kuşkusuz Rabbimizin şanı yücedir. Ne eş ne de çocuk edinmemiştir. Ne var ki sorumsuzca davrananımız Allah hakkında saçma sapan şeyler söylemektedir. Biz de insanların ve cinlerin Allah hakkında yalan söylemeyeceğini sanmıştık. Oysa insanlardan kimi adamlar cinlerden kimi adamlara sığınıyorlardı da onları daha da çıkmaza sürüklüyordu. Sizin sandığınız gibi Allah kimseyi görevlendirmeyeceğini /diriltmeyeceğini sanmıştı-72Cinn suresi, 2-7

posted in ALLAH | 2 Comments

13th Temmuz 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

Haram belirleme yetkisi-Diyanet Tefsiri

“9/31. Burada yahudi ve hıristiyanların Allah’ı bırakıp da insanları rab edinme­leri eleştirilmektedir. Yahudiler bakımından bu kimseler onların din bilginleridir. Hıristiyanlar bakımından ise bu kimseler onların rahipleri ve özellik­le Hz. İsâ’dır. Âl-i İmrân ve Yûsuf (12/39) sûrelerinin ilgili âyetlerinde olduğu gibi burada da hem “ulûhiyyet birliği” hem de “rubûbiyyet birliği”, yani Tanrı ve rab olarak tek bir varlığa inanıp bağlanmanın kaçınılmazlığı üzerinde du­rulmaktadır. Bir başka anlatımla, “Rab edinme” ifadesini içeren bu âyetlerde yahudilerin ve hıristiyanların din âlimlerini ve din adamlarını Tarı edindikleri yani onlara taptıkları değil Tanrı benzeri bir otorite tanıdıkları ifade edilmiş olmaktadır. Nitekim Adî b. Hatim ile Hz. Peygamber arasında bu âyet hakkında şöyle bir konuşma geçtiği rivayet olunmuştur: – “Yâ Resûlellah! Biz onlara kulluk etmiyorduk ki. “Peki, onlar size istediklerini helâl istediklerini haram kılıyorlar ve siz de onlara uyuyor değil miydiniz?” “Evet.” “İşte burada söylenen de odur”

Kur’an’da hıristiyan din adamlarından bazı erdemleri ve özellikle tevazulan sebebiyle olumlu biçimde söz edildiği görülürse de ruhbanlık anla­yışı ve bu kavramın peygamber olmayan kişilerin ilâhî yetkilerle donatılmış gibi gösterilmesine alet edilmesi tasvip edilmez.” (Diyanet Tefsiri-9/31 açıklaması.)

“Halbuki ilke olarak Allah’ın verdiği rızıkların hepsi helâldir (Zemahşerî, II, 194); haram hükmünü koyma yetkisi Allah’a aittir. Eğer Allah haram sayılmasına izin vermediyse onun haram olduğunu söyle­mek 59. âyette “Allah adına hüküm uydurmak” şeklinde değerlendirilmiş; 60. âyette de bunu yapanların kıyamet gününde başlarına gelecekleri İyi düşünmeleri uyarısında bulunulmuştur.” (Diyanet Tefsiri, 10/59-60 açıklaması.)

66/1: “Peygamberliğin mahiyeti: Resûl-i Ekrem’den önceki peygamberlerin so­nuncusu olan Hz. İsâ’nm mesajının doğru algılanmayıp peygambere tanrılık yakıştırılması, gerek onun müntesipleri gerekse başka bazı dinlerde kendilerini top­lumdan soyutlayan ruhanîler sınıfı oluşup bunların Tanrı adına otorite kullanır ha­le gelmeleri Kur’an’nın eleştirdiği bir olgu idi ve Hz. Peygamber de ümmetinin benzer duruma düşmemesi için uyarılar yapıyordu. Resûlullah’ın omuzlarındaki ulvî görevin tamamlanmasına artık uzun bir sürenin kalmadığı bir sırada, bu âyet­lerde onun beşerîlik yönünün ve vahyin kontrolü dışında kalabilecek dinî nitelik­te bir tasarrufunun olamayacağının özet olarak vurgulanması bu açıdan ayrı bir önem taşımaktaydı. İlk âyette “Ey Peygamber” diye hitap edilerek onun vahiy al­ma özelliği, Kur’an’ı tebliğ ve açıklama görevi açık biçimde belirtildiği gibi, “Al­lah’ın sana helâl kıldığını niçin kendine haram kılıyorsun?” mealindeki ifade ile de bir yandan onun bu özelliği sebebiyle dinî içerik taşıyan davranışlarının, çev­resinde nasıl algılanacağına, diğer yandan ise esasen onun da bir beşer olduğuna dikkat çekilmektedir. Bir başka anlatımla, ayetteki fiil dinî bir terim olan “haram kılma”yı ifade etmemek­te, hele Hz. Peygamber’in Allah’ın helâl kıldığını değiştirme teşebbüsünde bulu­nup da vahyin bunu düzelttiği gibi bir anlam bulunmamaktadır. Sözün akışı, bağ­lamı ve nüzul sebebi olarak zikredilen olaylar Resûlullah’ın bir beşer olarak ken­disi için koyduğu geçici bir yasağın söz konusu olduğunu ama âyetin bunun yan­lış anlaşılmasına karşı bir önlem olarak geldiğini göstermektedir. Burada “eşlerini hoşnut etmek arzusuyla” şeklinde bir kayda özel olarak yer verilmesi de bu anla­mı daha belirgin hale getirmektedir. 2. âyette gerekli durumlarda yeminin bozul­masına ilişkin hükmün Allah’a izafe edilmesi de Peygamber’in kendiliğinden bir hüküm koymasının söz konusu olamayacağının ve asıl teşrî iradesinin Yüce Al­lah’a ait olduğunun ayrı bir ifadesidir.” (Diyanet Tefsiri, 66/1 açıklaması.)

Haram belirleme yetkisi-Elmalılı tefsiri

9Tevbe/31-Allah’dan başka bir de hahamlarını (yahudiler) ve rahiplerini (hıristiyanlar) kendilerine rab edindiler”.

AÇIKLAMA: “Allah’ın emrine, hakkın hükmüne değil, onların hükümlerine, onların iradelerine tabi oldular. Onlara Allah’a tapar gibi taptılar, hatta Allah’ı bırakıp onlara taptılar, Allah’ın emirlerini bırakıp, açıkça Allah’ın emirlerine ters düşen keyfî arzularına itaat eylediler. Allah’ın haram kıldığı şeyleri onların emriyle helâl gördüler. Allah’ın “yapmayın” dediği şeyleri yaptılar, “yapın” dediklerini de yapmadılar. Allah’ın emir ve yasaklarını değil de onların emir ve yasaklarını dinlediler. Onlara, Allah’ın emirlerini uygulayan, O’nun dininin hükümlerini anlayıp anlatan kimseler gözüyle değil de, dinde sanki Allah gibi hükümler vermeye ve kurallar koymaya yetkili imişler gibi baktılar. Doğrudan doğruya kendi yanlarından şeriat vaz’etmeye, dini hükümler koymaya hakları varmış, sanki birer müdebbir rabmış gibi baktılar. Onların iradelerine heva ve heveslerine uydular. Nitekim bu âyetin mânâsı hakkında meşhur Hatim-i Tâî’nin oğlu Adiy demiştir ki: “Resulullah’a geldim, boynumda altından bir haç vardı, ki Adiy o zaman henüz müslüman olmamıştı ve hıristiyandı, Resulullah Berâetün Sûresi’ni okuyordu, bana “ya Adiy şu boynundaki veseni at” buyurdu. Ben de çıkardım attım. “Allah’tan başka hahamlarını ve rahiplerini de rab edindiler.” anlamına olan âyetine geldi, ben, ya Resulallah, onlara ibadet etmezlerdi, dedim. Resulullah buyurdu ki: “Allah’ın helal kıldığına haram derler, siz de haram tanımaz mıydınız? Allah’ın haram kıldığına helâl derler, sizde helâl saymaz mıydınız?” Ben de “evet” dedim. “İşte bu onlara ibadettir.” buyurdu. Rebi’ demiştir ki, “Bu rablık İsrailoğulları’nda nasıl idi?” diye Abdul’âli-ye’ye sordum. O da “Genellikle Allah’ın kitabında hahamların sözlerine aykırı olan âyetler bulurlar, bununla beraber kitabın hükmünü bırakırlar da hahamların sözlerini tutarlardı.” dedi.

Bu rivayetler şunu gösterir ki, herhangi birini rab edinmiş olmak için behemahal ona “rab” adını vermiş olmak şart değildir. Allah’ın emrine uygun olup olmadığını hesaba katmayarak, onun emrine uymak ve özellikle de dinin hükümlerine ait olan hususlarda onu kural koymaya yetkili sanıp ne söylerse, ne emrederse doğru farzetmek, ona uyduğu zaman Allah’ın emrine ters düşeceğini düşünmeden hareket etmek, onun emirlerini taparcasına yerine getirmek onu rab edinmek ve ona tapmak demektir.” (Elmalı Tefsiri, 9/31 açıklaması.)

Haram belirleme yetkisi-Bayraktar Tefsiri

3/23: “Biz bununla, Tevrat’ı veya İncil’i bilen âlimlerin kasdedildiğini; fakat aye­tin indiği dönemle sınırlı tutulmayıp daha geniş perspektiften ele alınması gerektiğini düşünüyoruz. Zira, Kur’an’dan bazı bilgilere sahip din âlimlerinin de aynı davranışı sergileyebileceklerini ve aynı hatalara düşebilecekleri­ni gözardı edemeyiz. Günümüzde âlim geçinen, fakat Kur’an’ı bilmeyen, Kur’an’nın hakemliğini kabul etmeyen, Kur’an dışında din adına hüküm ara­yan insanlar yok mudur? Kur’an’nın ne dediğine bakmayan, keyiflerince din adına görüş beyan eden yok mu? Kur’an’m hakem olması teklif edildiğinde, buna yanaşmayanlar yok mu? Yahudi, hristiyan ve müslüman din adamları Allah’ın kitabını hakem edinselerdi, aralarında din adına tartışma çıkmaya­cak, insanlar bölünüp parçalanmayacaktı.

Kitaptan kendilerine bir pay verilenler ifadesinin kapsamına, günümüz­deki din adamlarını ve inananları da sokmak gerekir.

Allah’ın kitabına çağırılıyorlar ifadesindeki kitap’tan kasıt, Kur’an mı, Tevrat mı, İncil mi? Razi’nin İbn Abbas ve Hasan el-Basri’ye dayandırdığı bir rivayete göre kitap’tan kasıt, Kur’an’dır. Nüzul sebebiyle ilgili diğer rivayete göre kitap’tan kasıt, Tevrat veya İncildir. Ama biz “Allah’ın kitabı” ifadesiy­le, Kur’an’nın kastedildiği görüşünü tercih ediyoruz. Çünkü bazı ayetlerini tahrif ettikleri için, Tevrat ve İncil’i -kısmen de olsa- “Allah’ın kitabı” ol­maktan çıkarmışlardır…

Allah’ın kitabının hakemliğine razı olmadıklarını, yüz çevirerek göster­mektedirler. Bu olgu, devam eden bir süreçtir. Ayetin evrenselliği de buradan kaynaklanmaktadır. Mezhepler, tarikatler, cemaatler ve dinler arasındaki ay­rılıkları ortadan kaldırmak için vahyin hakemliğine başvurma teklif edilse, insanlar yüz çevirirler. Vahyin hakemliğini kabullenmemek, kurtuluşu engel­lemektedir. Vahyin keyfî bir şekilde yorumlanması, şahsî görüşe vasıta kılın­ması, dini ve erdemi katletmektedir. Kendilerine kitaptan bir pay verilenle­rin, Allah’ın kitabının hakemliğinden yüz çevirmelerinin sebebi şudur:

Onların bu tavırları, “Bize ateş, sadece sayılı günlerde dokunacaktır” demele­rinin bir sonucudur. [Âl-i İmran/24]

İsrailoğullan da, aynı ifadeyi kullanmışlardı [Bakara/80]. Cehenneme inanmalarına rağmen, cehennem ateşinin kendilerine sayılı günlerde dokuna­cağı kuruntusuna kapıldıkları anlaşılmaktadır. Buradan, cezanın caydırıcılı­ğının, sürekliliği ile alakalı olduğu net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Kitabı elleriyle yazıp, sonra onun Allah katından olduğunu söylemeleri [Bakara/79]; aralarında hakemlik yapması için Allah’ın kitabına davet edildik­lerinde yüz çevirmeleri [Âl-i İmran/23]; ateşin kendilerine sadece sayılı gün­lerde dokunacağı inancına dayanmaktadır. Bu inanç onları, dinleri hakkında da yanıltmıştır. Dinleri hakkında onları yanıltan diğer bir inanç da kendileri­nin, Allah’ın oğulları ve sevgilileri olduklarını [Maide/8] düşünmeleridir.

Vaktiyle uydurdukları şeyler ifadesindeki, (uydurdukları) kelimesi, dinde olmayan, ama dindenmiş gibi verilen fetvalar, beyanlar ve düşüncelerdir. Az bir bahaya satmak için elleriyle yazdıklarına Allah katındandır [Bakara/79] demeleri de bir uydurma ve iftiradır. Onlar ahiretteki ce­zanın devamlılığına inansalardı bunları yapmazlardı

Buna göre, artık kendi yalanınızı (adeta) Allah’a isnad ederek, öyle dilinize geldiği gi’oi yalan-yanlış; “bu helaldir, şu haramdır” demeyin; çünkü, haberi­niz olsun, Allah’a yalan isnad edenler asla kurtuluşa erişemezler. [Nahl/116]

Bu ayette, Allah adına gelişi-güzel fetva vermenin bir iftira olduğu ve bu iftiranın toplumun kurtuluşunu engellediği bildirilmektedir. Bu, din âlimleri için ciddiye alınması, uyulması ve asla terkedilmemesi gereken bir kanundur.” (Bayraktar Bayraklı Tefsiri, 3/23 açıklaması)

16/116: “Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak, bu he­lâldir, şu da haramdır demeyin, çünkü Allah’a karşı ya­lan uydurmuş olursunuz. Kuşkusuz Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.

Dinde haram ve helâl konusunda tesadüfi, gelişigüzel, dile gel­diği veya akla geldiği şekilde konuşma yapılamaz, fetva verilemez, gö­rüş beyan edilemez. Bu konuda Kur’ân ne diyorsa ona dayanılarak ko­nuşulabilir. En’âm 145′te Hz. Peygamber’e gıda konusundaki haram şeylerin neler olduğunu Kur’ân’da araması söylenmektedir.

Din alanı Felsefe alanı gibi değildir. Dini koyan Allah, felsefeyi üreten ise insandır. Allah’ın hükmü bilinmedikçe din hakkında hüküm verilemez ve verilmemelidir.

Daha önce “bahîra”, “sâibe”, “vesîle” ve “hâm” gibi hayvanları ha­ram kılan kâfirlerin bu görüşünü Yüce Allah Kendisine iftira olarak de­ğerlendirmiştir (Mâide 5/103).

Helâl ve haram kavramları dini alanı ilgilendirmektedir ve bunla­rın belirleyicisi de Yüce Allah’tır. O’nun bildirmesi olmadan Hz. Peygamber de bu konuda beyanda bulunmaz. “Dillerinizin uydurduğu yalan” ifadesinden anlıyoruz ki haram ve helâl konusunda görüş beyan ederken gerçeği bilmek gerekiyor. Câhil insanların bu konuda fetva vermeleri doğru değildir. Bilgiye dayanmadan, özellikle ilâhî vahy bilgisini bilmeden fetva verilemez.

Günümüzün din alimi ve görevlileri, dine saygılarını, bilmeden fetva vermeme şeklinde ifade etmelidirler. Birilerinin menfaatine, dost­luğuna ve beğenisine kapılarak dinde fetva vermeleri çok ciddi boyutta günah olur.

2. “Çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz.”

Allah’a yalan uydurmaktan, iftira etmekten daha büyük günah olur mu? Yüce Allah bunu zulmün en büyüğü olarak vasıflandırmaktadır. Bu konudaki pek çok âyetten sadece birkaçını zikretmekle yetinmek istiyoruz:

a) “Elleriyle bir kitap yazıp sonra az bir bedel karşılığında satmak için’bu Allah katındandır’ diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından dolayı vay haline onların! ve kazındıklarından ötürü vay haline onların” (Bakara 2/79).

Bunu İslam’dan önce Yahudiler yapıyorlardı. Kitaplarına Allah’ın demediğini, emretmediğini, hükmetmediğini yazıyor ve onun Allah ka­tından olduğunu söyleyerek yalan uydurup Allah’a iftira ediyorlardı. Ondan dolayı da Allah onları şiddetle kınamaktadır.

İşte Nahl 116. âyetle Yüce Allah, Müslümanların, Yahudilerin du­rumuna düşmesini istememektedir.

b)”Kitap ehlinden bir grup okuduklarını kitaptan sanasınız diye, kitabı okurken dillerini eğip büker­ler. Halbuki okudukları, kitaptan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde’bu, Allah katındandır’ derler. Onlar bile bile Allah’a iftira ediyorlar” (Âl-i İmrân 3/78).

Bu âyetten anlıyoruz ki, kitap ehli Müslümanları kandırmak için, Kitaptan olmayanın kitaptan, Allah’tan olmayanın Allah’tan olduğunu söylüyorlardı. Günümüzde gruplara ayrılan Müslümanlar da, birbirlerini kandırmaları için, dinde olmayan fetvaları Allah vermiş gibi göstermiyorlar mı? Her grup kendine yandaş bulmak, yandaşlarını artır­mak için aldatma yoluna gitmiyor mu ve bu uğurda dinde fetva uydurmuyor mu? Böylece Yüce Allah’ın neden Âl-i İmrân 78. âyete Kur’ân’da yer verdiği ortaya çıkmaktadır ki bu da Müslümanların, kitap ehlinin durumuna düşmemesini sağlamaktır…

c) De ki: Eğer doğru sözlü iseniz, o zaman Tevrat’ı getirip onu okuyun. Artık bundan sonra her kim Allah’a karşı yalan uydurursa, işte bunlar zâlimlerin tâ kendisidirler” (Âl-i İmrân 3/93-94).

Yüce Allah Hz. Peygamber’den İsrâiloğullanna neyin haram, ne­yin helâl kılındığını Tevrat’tan okumalarını teklif etmesini istemekte, kitaba rağmen, yine de Allah’a iftira edip fetva verenleri zâlim olarak ilan etmektedir.

Demek ki, din âlimi ve görevlileri dini konularda fetva verirlerken Kur’ân’ı getirip onu okumalı ve fetvalarını onunla ispat etmelidirler. Din ve ahlâkî alanda neyin doğru neyin yanlış, neyin iyi neyin kötü, neyin hak neyin bâtıl; neyin faydalı neyin zararlı olduğu konusunda keyfî, sübjektif hükümler vermek kimsenin harcı değildir. Bu konularda keyfi fetva verenler şeytanın etkisi altında kalmış, onun çağrısına uymuşlardır.

“(Şeytan,) hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyleri Allah’a isnad etmeye çağırır” (Bakara 2/169). Bu çağrıyı şeytanın yaptığını bir önceki âyet söylemektedir. Demek ki, bilmediği halde Al­lah’ın dini hakkında konuşan kişi, şeytanın etkisi altındadır, onun oyun­cağı durumundadır, ona uymuştur.

Âl-i îmrân 93′e göre Allah’ın emri, ilâhî vahyin bulunduğu Kitabı getirip ondan okumaktır. Peygamberimiz o emri yerine getirdiğine göre de sünneti (KİTABI GETİRMEK) o olmaktadır.

d) “Allah’a karşı yalan uyduranlardan daha zâlim kim vardır?” (En’âm 6/93). Âyetin tamamına bakılırsa Allah’a yalan iftirası, yalancı peygamber olmak ve Kur’ân gibi bir kitap yazabi­leceğini iddia eden kâfirle beraber zikredilmekte ve onlara eşit olmakta­dır. Burada Allah’a karşı kimlerin yalan uydurduğunu birinci elden En’âm 91. âyet belirlemektedir.

e) Allah’a iftira edenlerin, yalan uydurup fetva verenlerin amacı ne olabilir? Bu sorunun cevabını En’âm 144 vermektedir:

“Yoksa Allah’ın size böyle vasiyet ettiğine şahit mi oldunuz? Bilgisizce insanları saptırmak için Allah’a karşı yalan uydurandan kim daha zâlim­dir? Şüphesiz Allah o zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez.” Demek ki, bu insanların amacı insanları yoldan çıkarmaktır ve kendi görüşlerini, fetvalarını Allah’ın emri, vahyi, hükmü gibi gösterip Allah’ın adını kul­lanarak insanları kandırıp onları yoldan çıkarmaktır.

f) “De ki: Rabb’im ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sının aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi Allah’a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmedi­ğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır” (A’râf 7/33).

Bu âyette Yüce Allah neleri haram kıldığını sıra ile açıklamakta ve bunların arasına “bilmediği bir şeyi Allah hakkında söyleme”yi de koy­maktadır.

Allah hakkında bilerek konuşmak gerekiyor. Allah hakkında bil­mek, O’nun vahyini bilmek anlamına gelmektedir. Din hakkında ko­nuşmak için, vahyin bilinmesi temel ilkelerden biridir. Din eğitiminin etkinliği, kalitesi ve başarısı buna bağlıdır.

g) “Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabb’ime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım” (Yûnus 10/15). Yüce Allah Hz. Peygamber’e bunu söyletmektedir. Hz. Peygamber vahye uymak zorun­da olduğuna göre, din âlimi ve görevlileri de ona uymak zorunda değiller mi? “Vahye tâbi olmak”, onu insanlara tebliğ etmek, öğretmek, dini bil­giyi ondan almak ve onu hayata geçirmek demektir.

h) “De ki: Allah’ın size indirdiği nzıktan bir kısmını helâl, bir kısmını da haram kılmanıza ne dersiniz? De ki: Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz” (Yûnus 10/59).

Allah’ın indirdiği helâl rızkı harama çevirmek ve bu konuda yapı­lan yanlış işlerin neler olduğu meselesini Yunus 59. âyetinde genişçe açıkladık. Dileyen o açıklamalara bakabilir. Aynı şeyleri burada tekrar etmeyi gereksiz buluyoruz.

Bu tip uygulamaların iki kaynağı vardır: Ya Allah izin vermiş ola­cak ya da Allah’a iftira ediyorlar. Yüce Allah bu âyette, Allah’a iftira edenlerin âhiret inancında bir probleminin olduğuna dikkat çekmekte ve şu soruyu sormaktadır: “Allah’a karşı yalan uyduranların kıyamet günü hakkındaki kanaatleri nedir?” (Yûnus 10/60).

3. Bütün bu âyetleri yorumunu yapmakta olduğumuz Nahl 116 ile bir araya getirdiğimizde din eğitiminin temel ilkesi ortaya çıkmaktadır. Din âlimi ve görevlileri gelişi güzel fetva verip bu helâldir, şu haramdır diyemezler. Çünkü bu âyetlerden aldıkları bilinç, bunun Allah’a ait ol­duğunu onlara öğretecektir. Onlar, böyle yaptıkları takdirde hata yaparak Allah’a iftira etmiş olacaklarını bilmelidirler. Yüce Allah Kendisine ifti­ra edenlere felah vermeyeceğini esasa bağlamaktadır. Tersine iş yapanlar “kurtuluş, zafer, mutluluk” anlamına gelen felahı elde edemeyecek, ona kavuşamayacaklardır.

Demek ki, din adına verilen yanlış fetvalar toplumların, hatta İslam aleminin mutluluğunu, başarısını, bereketini, erdemini alıp götürmekte­dir.

4. “(Kazandıkları) pek az bir menfaattir. Halbuki onlar için elem verici bir azap vardır.”

Bu âyeti 116. âyet ile beraber düşündüğümüzde, fetvaların bir menfaat karşılığı verildiği ortaya çıkacaktır. Helâle haram, harama helâl diyerek Allah’a iftira edecek kadar ileri gitmenin altında ekonomik geti-ri, statü, yaranmak gibi menfaatler yatmaktadır. Onun için Yüce Allah onların bu fetvalarla kazandıklarının az bir menfaat olduğunu söylemek­tedir.

Bunun en güzel örneğini Hz. Peygamber yaşamıştır: “Ey peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah affedici ve çok merhamet sahibidir” (Tahrîm 66/1).

Demek ki, bir insanın veya grubun menfaatini gözeterek fetva verilemez, Allah’ın haram ve helâli ile oynanamaz. Ayrıca ekonomik menfaat veya sosyal statü elde edeceğim diye dinin öğretileri ile ters düşen fetvalar verilemez. Bu duruma düşenler 116. âyete göre felahı kaybediyor, 117. âyete göre de âhirette acıklı azaba çarptırılıyor. İşte bu cezalar, din âlimi ve görevlilerini yanlış fetva vermekten caydırmak için konmuş gerçeklerdir.

Geçmişteki kendi grubu ve cemaati, mezhebi, tarikatı doğrultusun­da dinde fetva verenler olduğu gibi, günümüzde de bunların olduğunu görüyoruz, gelecekte de olacaktır. Yüce Allah’ın vahyine saygı duyan ve onu insanlara öğretmeyi, ulaştırmayı amaç edinen âlimler bu uyarıları yapmak zorundalar. Dine, Allah’ın vahyine mezhep, tarikat, cemaat, grup gözlüğü ile değil de onlara Allah’ın vahyi gözlüğü ile bakılmalıdır. Bunu gerçekleştirdiğimiz an, İslam âleminde birlik-beraberlik gerçekle­şecek ve tevhid inancı hayata geçirilmiş olacaktır. Allah adına, Allah için fetva vermeyi ahlâk haline getirenler öne geçtiği, itibar gördüğü gün, İslam’ın nuru etrafı aydınlatacaktır.

Çünkü yanlış fetvalar Allah’ın nurunun etrafında bir duvar örmek­te ve onun, etrafı, uzakları aydınlatmasını engellemektedirler. O nuru kimse söndüremez ama, bizim din adına verdiğimiz yanlış fetvalar bir karabulut gibi, o ilâhî nurun kaynağı olan güneşin önüne geçmekte, ışı­ğının insanlara ulaşmasını engellemektedir. (Bayraktar Bayraklı Tefsiri, 16/116 açıklaması.)

10/59-60: “De ki: Ne oldu size de Allah’ın size rızık olarak in­dirdiği şeylerden bir haram yaptınız bir de helâl? De ki: Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı edi­yorsunuz? 60. Yalanı Allah’a yakıştıranlar, kıyamet günü hakkın­da ne düşünüyorlar? Allah, insanlara karşı elbette lütuf sahibidir, fakat onların çoğu şükretmiyor.

“Bir kısmını helâl, bir kısmını da haram kılmanıza ( ne dersiniz?)” Madem ki rızkı Allah gönderiyor, öyle ise onun helâl ve haram oluşu meselesini belirleme hakkı da ona aittir. Han­gi nimetin haram veya haram olmadığı konusundaki yetki Allah’a aittir. Meşru bir yaşam tarzı içinde insanın Allah’ın nimetlerinden istifade et­me imkanı vardır. Peki, insanlar helâl olan bir gıdayı nasıl haram hale getirebilirler?…

Bütün bu ayetlerden anlıyoruz ki insanlar bazan Allah’ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını haram yapmışlardır. Bunların, sebeplerine bakarsak alışkanlık, şirk ve bilgisizlik onları Allah’a iftira ettirerek helâli haram, haramı helâl yaptırmıştır…” (Bayraktar Bayraklı Tefsiri, 10/59-60 açıklaması.)

Haram belirleme yetkisi-Razi tefsiri

“Haramların Bu Dört Şeye Mahsus Olup Olmadığı: Cenâb-ı Hak, bir şeyi haram veya helâl kılmanın, ancak vahiy yoluyla tesbit edileceğini beyan etmek üzere: “Bana vahyolunanlar arasında, yiyen bir kimsenin yiyeceği içinde, haram edilmiş bir şey görmüyorum (…)” buyurmuştur. Yani, “Onu yiyene…” demektir. Allah bu, “onu yiyeni…” tabirini, bundan maksadın helâl ve haram olanların, yenilen şeyler cümlesinden olduğunu beyan etmek için zikretmiştir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, şu dört şeyi zikretmiştir: a) Meyte, b) Akan kan, c) Domuz eti; çünkü bu, bir pisliktir; d) Fısk.. Bu da, Allah’tan başkası adına kesilen şeyi ifade etmektedir.. O hal­de, ayetteki, “De ki: “Bana uahyolunaniar arasında, yiyen bir kimsenin yiyeceği içinde, sayılmış olan şu dört şey müstesna, haram edilmiş bir şey görmüyorum (…)” ifadesi, sadece bu dört şeyin haram kılınmış olduğunu beyan etme hususunu tam ve mükemmel bir biçimde anlatmaktır.

Bu böyledir, zira, haram ve helal olan şeyleri öğrenmenin yolunun, ancak va­hiy olduğu; Allah katından olan vahyin de, sadece Hz. Muhammed’e geldiği ve Al­lah Teâlâ’nın da O’na, “Şu dört şey müstesna, bana vahyedilenler arasında ha­ram kılınmış olan hiçbir şey, göremiyorum “demesini emrettiği sabit olunca, bu sadece şu dört şeyin haram kılındığını beyan etme hususunda tam ve mükemmel bir açıklama olmuş olur.

Bil ki bu sûre Mekkîdir; böylece Cenâb-ı Hak, bu Mekkî surede, haram kılınanların bu dört şey olduğunu beyan etmiş, sonra da bunu Nahl suresinde, “O, size ancak ölüyü, kanı, domuz etini, bir de Allah’tan başkası için kesilmiş olanı haram kıldı. (Kim) muzdar kalırsa, (kimseye) saldırmamak ve haddi geçmemek şartıyla (yiyebilir). Çünkü Allah gafur ve rahimdir”‘(Nahi, 105) ayetiyle tekid etmiştir.

Bu ayetteki innemâ “ancak” demek olup, edat-ı hasr’dır. O halde bizim için, haram kılınanların bu dört şeye hasredildiğine delâlet eden iki Mekki âyet bulunmak­tadır. Cenâb-ı Hak, Bakara sûresinde de, -ki bu sûre Medenîdir,- haram kılınan şey­lerin sadece bu dört şey olduğunu beyan ederek, “O, size ölüyü, kanı, domuz eti­ni, bir de Allah’tan başkası için kesileni kat’î olarak haram kıldı” (Bakara, 173) bu­yurmuştur.” (Razi Tefsiri, 6/145 açıklaması)

Allah’ın helal kıldığı şeyi haram kılmak, helal tarafını; haram kılmak da haram tarafını tercih etmek demektir. Halbuki, bu iki tercihi birden yapmak ise imkânsızdır. Peki o halde daha nasıl, “Allah’ın sana helal kıldığı şeyi, niçin (kendine) haram ediyorsun?” denilmiştir. Biz deriz ki, bu haram kılmadan maksat, Hz. Peygamber (s.a.s)’in, eşleri ile karı-koca hayatı yaşamaktan imtina etmesi ve uzak durmasıdır. Yoksa, Allah’ın onu helal kılmasını müteakiben onun haram olduğuna inanmak değildir. O halde, bu demektir ki, Hz. Peygamber (s.a.s) bunun helal olduğuna inanarak, böylesi bir istifadeden vaz geçmiştir. Her kim, bu ayette bahsedilen haram kılmanın, Allah’ın helal kıldığı şeyi bizzat haram kılma olduğuna inanırsa, kafir olur. Öyleyse, nasıl Olur da böyle bir şey, Hz. Peygamber (s.a.s)’e nisbet edilebilir?” (Razi Tefsiri-66/1 açıklaması.)

“Eğer bu haramlık, herkes için sözkonusu olsaydı, o zaman âyetteki. “Biz, yahudilere şunu şunu… haram kıldık” ifadesinin bir manası kalmazdı. Dolayısıyla yırtıcı hayvanlar ile pençeli kuşların haramlığının, sadece yahudiler için olduğu kesinleşir. Bu sebeple, bunların Müslümanlara haram kılınmamış olması gerekir. Böylece bu âyet, o hayvanların müslümanlara helâl olduğuna delâlet eder. İşte bu noktada biz deriz ki: Hz. Peygamber (s.a.s)’in her azıdişli yırtıcı hayvan ile her pençeli kuşu haram kıldığına dair rivayet zayıftır. Çünkü bu, Kur’ân-ı Kerim’in hilafına olan bir haber-i vahiddir. Binaenaleyh bunun sahih olmaması gerekir. Bu takdire göre bu meselede İmam Malik’in görüşü kuvvet kazanır.” (Razi Tefsiri, 6/146 açıklaması)

İBN KESİR: “Haram ve Helâl Kılma Yetkisi: Mâriye hakkında indirildiği söylenir. Çünkü Rasûlullah onu kendisine haram saymıştı.” (İbn Kesir bu ayeti’Haram ve Helal Kılma Yetkisi’ adı altında işlemiştir. (İbn Kesir Tefsiri), 66/1 açıklaması)

posted in ALLAH | 0 Comments

6th Temmuz 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

5164-“Resulullah buyurdular ki:”Helal, Allah Teala hazretlerinin kitabında helal kıldığı şeydir. Haram da Allah Teala hazretlerinin kitabında haram kıldığı şeydir. Hakkında sükut ettiği şey ise affedilmiştir. Onun hakkında sual külfetine girmeyiniz.” Rezin tahric etmiştir. [Tirmizî, Libas 6, (1726); İbnu Mace, Et’ime 60, (3367).]

424-Hz. Ali anlatıyor: “Resûlullah buyurdular ki: “Kim Kur’ân’ı okur, ezberler, helâl kıldığı şeyi helâl kabul eder, haram kıldığı şeyi de haram kabûl ederse Allah, o kimseyi cennete koyar. Ayrıca hepsine cehennem şart olmuş bulunan âliesinden on kişiye şefaatçi kılınır.” Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân 13, 2907 H.

435-Süheyb anlatıyor: Resûlullah buyurdular ki: “Kur’ân’ın haram kıldığı şeyleri helâl addeden kimse Kur’ân’a inanmamıştır.” Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân 20, 2919. H.

Peygamber:” Allah’a yemin ederim ki, aleyhimde söyleyebileceğiniz hiçbir şey kalmadı. Kur’an’ın helal kıldığı hiçbir şeyi de haram kılmadım. O’nun haram kıldığı hiçbir şeyi de helal kılmadım.” İbn Hişam-Es-Sireh c.4 s.332

643-Adiyy İbnu Hâtim anlatıyor: “Boynumda altundan yapılmış bir haç olduğu halde Resûlullah’a geldim. Bana: “Ey Adiy boynundan şu putu çıkar, at!” dedi ve arkadan şu ayeti okuduğunu hissettim:”Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih’i rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek ilahtan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir.” (Tevbe, 31). Resûlullah devamla: “Aslında onlar, bunlara (ruhbanlarına) tapınmadılar, ancak bunlar (Allah’ın haram ettiği bir şeyi) kendileri için helâl kılınca hemen helâl addediverdiler, (Allah’ın helâl kıldığı bir şeyi de) kendilerine haram edince hemen haram addediverdiler.” Tirmizi, Tefsir, Berâe, (3094).

Yahudi ve Hıristiyanlara benzeşmek: 3994-7200-Ebu Hureyre anlatıyor: “Resûlullah buyurdular ki: “Sizler, kendinizden önce gelen ümmetlerin sünnetine kulacı kulacına, arşını arşınına ve karışı karışına muhakkak tıpa tıp uyacaksınız. Hatta onlar, daracık bir keler deliğine girseler oraya siz de gireceksiniz.”Oradakiler, “Ey Allah’ın Resûlü! (Onlar) yahudiler, ve hıristiyanlar mı?” diye sordular.: “Bunlar değilse kimler olur?” buyurdular.”

posted in ALLAH | 0 Comments

6th Temmuz 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

10/59- De ki: “Gördünüz mü, Allah’ın size rızık olarak indirdiği şeylerin bir kısmını haram ve bir kısmını helâl yaptınız?” De ki: “Allah mı size böyle izin verdi, yoksa siz Allah’a iftira mı ediyorsunuz?” 60- Allah’a yalan uyduranların Kıyamet günü hakkındaki zanları nedir? Muhakkak ki Allah, insanlara karşı lütuf sahibidir, ama çokları şükretmiyorlar. (Yûnus: 51/59-60)

Râğıb’ın açıklamasına göre haram ya İlâhî teshir ile yahut kahren engel olma ile veya aklen, şer’an veya buyruk sahibinin emriyle yasak olan şeydir, Biz daha önce ona, emzirenleri sütünü) haram etmiştik.” (Kasas: 49/12), âyetindeki tahrîm, teshir yoluyla tahrîmdir. Yani Allah, onun doğasını böyle yaratmış, doğal olarak bebek Mûsâ, başka kadınların memesini emmemiştir.

Zira kim Allah’a ortak koşarsa Allah ona cenneti haram kılar.”(Mâide: 110/72) Allah bu ikisini kâfirlere haram kıldı” (A’raf: 39/50) âyetleri kahr ile tahrîmi gösterir. Allah şirk koşana, inkarcıya cenneti ve cennet ni’metlerini vermez. Onları bu ni’metlerden yoksun bırakır.

Şer’an tahrîm de bir eylemi, herhangi bir şeyi yasal bakımdan yasaklamaktır. Ribânın, zinanın haram kılınması gibi De ki:’Bana vahyolunan sözlerde, yemek isteyen kimse için şanların dışında haram kılınmış bir şey bulamıyorum’: (En’âm: 55/145) âyeti de şer’an (yasal bakımdan) haram olan şeyleri anlatmaktadır.

Haram sözü ile daha çok şer’an yasak olan şeyler kasdedilir. Dinin emir ve yasakları ancak vahiy ile sabit olur. Vahy ile emredilenler farz (görev), yasaklananlar da haramdır. Vahyin sükût ettiği şeyler mubahtır. Allah’tan başka kimsenin dine ilâve yasaklar koymağa hakkı yoktur.

Onlar bir fahişe (kötülük) yaptıkları zaman: “Babalarımızı bu yolda bulduk, bunu bize Allah emretti.” derler. “Allah kötülüğü emretmez, de, Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyor­sunuz?” (A’râf: 39/28)

Şeytânların dostu olan inanmayanlar, atalarından miras aldıkları kötü işleri, Tanrı buyruğu gibi dinleştirip uygularlar. “Biz atalarımızdan böyle gördük; demek Allah böyle emretmiş ki atalarımız da böyle yapmışlar” derler. Atalarının bâtıl geleneklerini Allah’ın buyruğu sanıp körü körüne onları taklîdederler.

Bazı câhiliyye Araplarının, Ka’be’yi çıplak tavaf etme geleneklerini kınamak üzre indiği rivayet edilen bu âyet, atalardan miras alınan gelenekleri bir delîle dayanmadan Tanrı hükmü sayıp dinleştirmeyi kınamaktadır. O dönemin Arapları, Ka’be’yi çıplak tavaf etme, bahire, sâibe, vasîle ve hâm gibi geleneksel uygulamaları Tanrının buyruğu sanıyorlardı. Ama bu yargıları ne sağduyuya, ne de yazılı bir İlâhî belgeye dayanıyordu. İşte âyet onlara, Allah’ın fuhşu (edepsizliği) emretmeyeceğini; gerçeğini bilme­dikleri şeyi Tanrı hükmü sayarak Allah’a iftira ettiklerini bildiriyor.

De ki: “Rabbim, ancak fahişeleri (kötülükleri) gerek açığını, gerek gizlisini; günâhı ve haksız yere saldırmayı; hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi Allah’a ortak koşmayı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyler söylemenizi haram etmiştir. (A’râf: 39/33) âyetinde de, yaptıkları kötü işleri, Tann’nın yasası sayan kimselere hitaben Allah’ın açık ve gizli bütün fahişeleri (kötülükleri. edepsizlikleri), günâh ve taşkınlığı, saldırıyı; delilsiz olarak Allah’a ortak koşmayı ve gerçeği bilmeden herhangi bir şeyi Tanrı buyruğu sanarak Allah’a iftira etmeyi yasakladığı vurgulanmakta, bu tür şeylerin, şeytânların iğvâsıyla ortaya çıkarılmış olduğuna işaret edilmektedir.

İnsanlar geleneklerinden kolay kopamazlar. Geleneklere, Allah’ın buyruğuymuş gibi bağlanırlar. İyi gelenekler örftür, bunlara uyulur ama, insanları bağlayıcı, akla mantığa, dinin ruhuna aykırı şeylere uymak kötü­dür. Allah kötülüğü emretmez.

Helâli haram kılmak, tevhîd inancına aykırıdır:

Dillerinizin yalan nitelendirmesiyle’Şu helâldir, şu haramdır’, demeyin, sonra Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah’a karşı yalan uyduranlar ise iflah olmazlar.” ( Nahl: 70/116),

Ey inananlar, Allah’ın size helâl kıldığı güzel ve temiz şeyleri haram etmeyin, sınırı aşmayın. Çünkü Allah, sınırı aşanları sevmez. Allah’ın size verdiği rızıklardan helâl ve temiz olarak yeyin ve inandığınız Allah’tan korkun!” (Mâide: 110/87-88) buyurulmuştur.

Ayrıntı İle Uğraşmak Dine Zarar Verir: 101- Ey inananlar, açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Eğer Kur’ân indirilirken onları sorarsanız, size açıklanır. Halbuki Allah onlardan geçmiştir. Allah bağışlayandır, halimdir. 102– Sizden önce gelen bir toplum da onları sormuştu da sonra onları tanımaz olmuşlardı. (Mâide: 110/101)

Bu âyetler, Kur’ân vahyedilirken gereksiz yere soru sorulmasını yasaklamaktadır. Çünkü Kur’ân’ın, hakkında bir açıklamada bulunmadığı şey mubahtır. Hakkında bir hüküm indirilmeyen şeyler serbest bırakılmıştır. Onları yapmakta bir sakınca yoktur. Kur’ân’ın amacı, insanları ayrıntılarla uğraştırmak değildir. Daha önceki milletlerden bir topluluk da gereksiz yere ayrıntılara ilişkin sorular sormuşlar, sordukları konularda kendilerinin işlerine gelmeyen hükümler açıklanınca da bunları uygulamayarak kâfir olmuşlar, Allah’a karşı nankörlük etmişlerdir. Demek ki dinde ayrıntılara dalmak doğru değildir. Vahiy ile ne emredilmişse o kadarını yapmak yeterlidir.

Mâide Sûresinin anılan âyetleri, dinin ruhunu anlatmaktadır. Dinin amacı ayrıntı değildir. Kur’ân, ana hatlarıyla bir yaşam tarzı çizer. Kur’ân’ın çizdiği genel esaslara aykırı olmamak şartıyla ayrıntılar, insanların ya­rarlarına uygun biçimde serbest bırakılmıştır. Kılı kırk yararcasına ayrın­tılarla uğraşmak, dinin amacından uzaklaşmaya neden olur. Tefsîr-lerde ve fıkıh kitaplarında Allah’ın Elçisinin kasdetmediği, hattâ hatırına bile getirmediği yorumlar ve hükümler vardır. Oysa Allah’ın Elçisi: “Benim sizi serbest bıraktığım şeylerde siz de beni serbest bırakınız!” fermâniyle, İslâm ümmetine ayrıntılarla uğraşmamalarını öğütlemiştir.

Selmân-i Fârisî’nin anlattığına göre Allah’ın Elçisi, kendisine birtakım şeyler sormuş olanlara, şöyle cevap vermiştir: “Helâl, Allah’ın Kitabında helâl kıldığı şeyler; haram da Allah’ın Kitabında haram kıldığı şeylerdir. Allah’ın, Kitabında bildirmediği şeyler affettikler indendir. Kendinizi zorlamayınız.”[5], “Müslümanların içinde, suçu en büyük olan, bir helâlin haram kılınmasına sebebolandır!”[6]

Böylece Allah Elçisinin telkini de Kur’ân prensibiyle birleşmektedir. Allah’ın Kitabında haram kılmadığı şeyleri, birtakım akıl yürütmelerle haram kılmak, dini güçleştirmekten başka bir şey değildir. Dîn kolaylıktır. Birkaç âyette Allah size dinde bir güçlük koymadı.”[7], Allah size kolaylık ister, güçlük istemez.”[8]Ayrıntı ise çağın gereklerine göre saptanır. Ayrıntıya âit hükümler zaman ve şartların değişmesiyle değişebilir. Çünkü zaten bunlar Allah’ın kesin hükmü değil, insanların akıl yürütmeleri (ictihâdları) sonucu konulmuş hükümlerdir. İnsan düşüncesinin ürünü olan şeyler elbette zamanla deği­şecektir. Ama vahy ile verilen Kur’ân’ın genel esasları sabittir, her zaman geçerliğini korur.

M. Reşîd Rıza, 101’nci âyetin tefsirinde, İbn Kayyim el-Cevziyye’nin, dinî hükümlerin istinbâtı, kıyâs ve ictihâd konularındaki görüşlerini uzun uzadıya aktardıktan sonra, dinî hükümleri derecelere ayırmaktadır. Yara­rından dolayı onun bu derecelendirmesini özetleyeceğim:

Dînî mes’eleler, yalnız Kur’ân’ın naslarından ve Peygamber(s.a.v.)in kendisine nisbetinde kuşku bulunmayan sağlam, sözlü ve amelî sünnetinden alınır. Sahâbîlerin üzerinde icmâ ettikleri bir konuda onlara muhalefet edilmez. Onların fikir ayrılığına düştükleri konularda da kuvvetli görüşler, zayıflara tercih edilir, şâz olan söz ve görüşlere önem verilmez. Allah dini tamamladığı için hiçbir suretle yeni ibâdetler ortaya çıkarılamaz. Dine ekleme yapanın davranışı, Kur’ân’ın açıklamasına ve Peygamber’in sünnetine dil uzatma anlamını taşır. Sanki onlar dini eksik bırakmışlar da bu kimse o eksikliği tamamlıyor demek olur. Sırf dinî konularda durum böyledir.

Her asır ulemâsının, kendi zamanının şartlarına göre yaptığı ictihâdlar da böyledir. Bu ictihâdların, bağlayıcı din hükmü olduğuna, Allah’ın sözünün ve Peygamberin sünnetinin o hükmü ifâde ettiğine inanan kimse bunlara uyar. Ama buna kani olmayan, o ictihâdlara uymak zorunda değildir. Çünkü hiç kimsenin, delîlini bilmeden, doğruluğuna kani olmadan bir müctehidi taklidetmesi caiz değildir. Böylece yüce Allah’ın Rabbinizden size indirilene uyunuz, O’ndan başka velîlere uymayınız!”[11] sözüne uygun hareket etmiş olur.

Mâide: 110/3’de dinin tamamlandığı bildirilmektedir: “Bugün sizin için dîninizi olgunlaştırdım, size ni’metimi tamamladım ve size dîn olarak İslâm’a razı oldum.” Peygamber’den sonra hiç kimsenin bir din koymağa veya dinin vahyedilmiş açık hükümlerini değiştirmeğe hakkı yoktur.

Yoksa onların, kendilerine Allah’ın izin vermediği din yasaları koyan ortakları (tanrıları) mı var?”[13] buyurulmuştur.[14]

Bu âyetten, liderlerinin koydukları hükümleri ve gelenekleri din kuralı haline getirenlerin, liderlerini tanrılaştırmış oldukları anlaşılmaktadır. Demek ki Allah’tan başka hüküm koyanların hükümlerini Tanrı hükmü gibi değişmez sanmak, o hükmü koyanları, Allah’tan ayrı tanrı yapmak olur. Allah’tan başka hiç kimsenin hükmü, Tanrı hükmü değildir. Değişmez olan yasa, sadece Tann’nın açık buyruğudur. İnsan düşüncesinin ürünü olan hükümlerin değişkenliği ve şartların değişmesiyle değişmesi gayet doğaldır. (Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Haram Helal Maddesi)

“Bu âyetten, liderlerinin koydukları hükümleri ve gelenekleri din kuralı haline getirenlerin, liderlerini tanrılaştırmış oldukları anlaşılmak­tadır. Demek ki Allah’tan başka hüküm koyanların hükümlerini Tanrı hükmü gibi değişmez sanmak, o hükmü koyanları, Allah’tan ayrı tanrı yapmak olur. Allah’tan başka hiç kimsenin hükmü, Tanrı hükmü değildir. Değişmez olan yasa, sadece Tanrı’nın açık buyruğudur. İnsan düşüncesinin ürünü olan hükümlerin değişkenliği ve şartların değişmesiyle değişmesi gayet doğaldır.

Bazı sahâbîler, Hz. Peygamber’in, dünyâya ilişkin bazı yasaklarını bağlayıcı sanarak bunlardan kaçınmışlar, sonunda Peygamber bu tür emir­lerinin bağlayıcı olmadığını bildirmiştir. Meselâ Hz. Peygamber Medine’ye geldiklerinde halkın hurmaları aşıladıklarını görünce bundan hoşlanmamış, kendisinin bu sözünü duyanlar, hurmalarını aşılamamışlar, sonuçta verim düşmüş. Bu durumu kendisine arz ettikleri zaman Allah’ın Elçisi: “Siz dünyâ işlerinizi benden daha iyi bilirsiniz. Ama din işleriniz bana aittir” buyurmuştur. [Müslim, Fedâil: 140; İbn Mâce, Ruhun: 15; İbn Hanbel,Müsned: 1/162,3/152]Hadîsin başka bir rivayetinde Peygamber (s.a.v.): “Bu bir zandır (tahmindir). Yaran varsa yapınız. Ben de sizin gibi bir insanım. Zan yanılabilir de, doğru da çıkabilir. Ben size:’Allah böyle buyurdu’ demedim ki. Ben asla Allah’a karşı yalan söylemem.” demiştir. [ İbn Mâce, Ruhun: 15; İbn Hanbel, Müsned: 1/162] (Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Süslenme Maddesi)

“De ki: “Gördünüz mü, Allah’ın size rızık olarak indirdiği şeylerin bir kısmını haram, bir kısmını helâl yaptınız” De ki: “Allah mı size böyle izin verdi, yoksa siz Allah’a iftira mı ediyorsunuz?” (Yûnus: 51/59)

Müşriklere, Allah’ın yeryüzüne indirdiği rızıkların bazısına haram, bazısına helâl damgasını neden vurduklarını, bu hususta Allah’tan izin mi aldıklarını, yoksa Allah’a iftira mı ettiklerini soran bu âyet, kimsenin, hiç kimsenin, Allah’ın yarattığı rızıklan kendi kendine haram, helâl kılamayacağını, bu hükmü ancak Allah’ın vereceğini anlatmaktadır.

En’âm Sûresinde daha ayrıntılı olarak anlatıldığı üzere müşrikler, çeşitli hayvanlar hakkında haram, helâl hükümleri koymuşlardı, kendi kendilerine koydukları bu hükümleri de Tanrı buyruğu sanıyorlardı. İşte âyet, onların kendi kendilerine koydukları bu hükümlere, tabulara bağlanmalarını, hurafelere kapılarak Allah’ın yarattığı güzel şeyleri haramsaymalarını, ni’metlerini yeyip Allah’a şükredecekleri yerde vehimlerine dayanarak o nimetlere yasaklar koymalarını kınamakta, bunu Allah’a karşı nankörlük saymaktadır.

145- De ki: “Bana vahyolunanda, (bu haram dediklerinizi) yiyen kimse için haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Ancak leş, yahut akıtılmış kan, yahut domuz eti -ki pistir- ya da AlaMan başkası adına boğazlanmış birfısk (murdar olmuş hayvan) olursa başka (bunlar haramdır). Ama kim çaresiz kalırsa, (başkasının hakkına) saldırmamak ve (zorunluluk) sınırı(nı) aşmamak üzere (bunlardan yiyebilir). Çünkü Rabb’in bağışlayandır, esirgeyendir…”

150– De ki: “Haydi Allah bunu yasak etti diye, şahitlik edecek şahitlerinizi getirin.” Eğer (onlar) şahitlik ederlerse sen onlarla beraber şahitlik etme; âyetlerimizi yalanlayanların ve âhir ete inanmayanların keyiflerine uyma. (Nasıl uyarsın ki) Onlar, Rab’lerine eş tutmaktadırlar. (En’âm: 55/114-115,118-119, 121,140-145,150)

145’nci âyette Hz. Muhammed’e: Kendisine vahyedilenlerde, yemek isteyen kimse için leş, akıtılmış kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvan etleri dışında hiçbir şeyin haram olmadığını, darda kalanın ise başkasının hakkına saldırmamak ve sınırı aşmamak şartıyla bu haram olan şeylerden de yiyebileceğini söylemesi emrediliyor. Allah’ın çok affeden, çok esirgeyen sıfatları vurgulanarak, O’nun zorunlu hallerde haramlardan yiyen kullarını affedeceğine işaret ediliyor.

150. âyette de delilsiz olarak Allah adına yasaklar koymaya kimsenin hakkı olmadığı; insanların keyif ve arzusuna değil, sadece Allah’ın buyruğuna uymak gerektiği vurgulanmaktadır…

Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in kendisine haram kıldığı şeyler dışında, İsrâîloğullarına bütün yiyecekler helâldi. De ki: “Doğru iseniz, Tevrat’ı getirip okuyun.” (Âl-i İmrân: 94/93)

Yahudilere bütün tırnaklı(hayvan)ları haram ettik. Sığır ve koyunun da, yağlarını onlara haram kıldık, yalnız (hayvanların) sırtlarının, yahut bağırsaklarının taşıdığı, ya da kemiğe karışan yağlarını haram etmedik. Aşırılıkları yüzünden onları böyle cezalandırdık. Biz elbette (söyledikle­rimizi) doğru söyleyenleriz. (En’âm: 55/146)

Yahudilerin yaptıkları zulümden, çok kimseyi Allah yolundan çevirmele­rinden dolayı kendilerine helâl kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara yasak­ladık. (Nisa: 98/160)

Bu âyetlerde Yahudilere de bütün güzel yiyeceklerin helâl olduğu, fakat onların dinde aşırılığa kaçmaları, haksızlık ve taşkınlık yapmaları yüzünden onlara helâl olan birçok şeyin haram kılındığı; bu cümleden olarak tırnaklı hayvanların etlerinin; sığır ve koyunun sırt ve bağır­saklarındaki ile kemiğe karışan yağları dışındaki bütün iç yağlarının haram kılındığı; dinde aşırı gitmeleri yüzünden haramlar genişletilerek onların böyle cezalandırıldığı belirtilmektedir.

İşte gerek müşriklerin, gerek Yahûdî yorumcularının çoğalttkları bütün haramlar kaldırılmış ve âyetlerde belirtilen dört çeşit hayvan eti dışında bütün etlerin helâl olduğu vurgulanmıştır. Yüce Allah, insanların eliyle dinlere sokulan aşırılıkları kaldırmak, insanları orijinal tevhîd yasa­larına iletmek üzere gönderdiği Elçisini: Onlara güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri haram kılar. Üstlerine binen yükleri, kendilerini bağlayan (bâtıl inançlardan oluşmuş) zincirleri kaldırıp atar.”[2] şeklinde nitelen­dirmektedir.

Hz. Peygamber (s.a.v.), yağ, peynir ve yaban eşeğinin helâl olup olmadığı sorusunu şöyle yanıtlamıştır: “Helâl, Allah’ın, Kitabında helâl kıldıklarıdır. Haram da O’nun, Kitabında haram kıldıklarıdır. Hakkında bir şey söylemeyip sustuğu şeyler de affettiklerindendir (mübâh kıldığı şeylerdir).” Buyurmuştu[Tirmizî, Afime: 60] İbn Abbâs: “Câhiliyye halkı, bazı şeyleri yer, bazılarını yemezlerdi. Allah, Peygamberini gönderip helâl ve haram kıldığı şeyleri açıkladı. Allah’ın helâl kıldığı şeyler helâl, haram kıldığı şeyler de haramdır” demiş ve 145’nci âyeti okumuştur[Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Hâkim rivayet etmişlerdir. et-Tâc: 3/92-93]. En’âm 55/145’nci âyet

Mekke’de inmiştir. Yine Mekke’de inmiş olan Allah size ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah’tan başka­sının adı anılarak kesilenihayvanlar)ı haram kıldı. Kim mecbur kalırsa (başkasının hakkına) saldırmadan, sınırı da aşmadan (bunlardan) yiyebilir. Şüphesiz Allah, bağışlayan esirgeyendir. Dillerinizin yalan yere nitelen­dirmesinden ötürü “Şu helâldir, şu haramdır,” demeyin, sonra Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz- Allah’a karşı yalan uyduranlar ise iflah olmazlar.” (Nahl: 70/115-116) âyetlerinde de yine ancak bu dört cins et ürününün haram olduğu, bunun dışında haram olmadığı, kendi vehimleriyle helâl ve haram hükümleri koyanların Allah’a yalan uydurdukları; Allah’ın yasaklamadığı bir şeyi haram diyerek din hükmü yapmak suretiyle Allah’a iftira edenlerin asla iflah olmayacakları vurgulanmaktadır.

Medine döneminin ilk yıllarında inen Bakara Sûresinin: ” Allah size leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur kalırsa, (başkasına)’saldırma-dan ve sınırı aşmadan (bunlardan) yemesinde bir günâh yoktur. Muhakkak ki Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Bakara: 92/173) âyetinde ve Medine döneminin son zamanlarında inen Mâide Sûresinde de yine sadece bu dört et türünün haram olduğu, bunun dışında haram et bulunmadığı belirtilmiş ve bu husus, ” ancak” hasr edâtıyla pekiştirilmiştir. Yani ancak bu sayılanlar haramdır, başka haram yoktur, demektir…

Fahre’d-dîn Râzî de: “Kur’ân’da yalnız bu dört tür et haram sayılmıştır, ama Hz. Peygamber(s.a.v.)in, bunların dışında bazı şeyleri haram kılmış olması mümkündür. Bu konudaki haberler, haber-i vâhid (tek kişi haberi) ise de haber-i vâhid ile Kur’ân’ın genel hükmünü özelleştirmek caizdir” diyenlerin görüşünü şöyle reddetmektedir:

“Âyetin saydıkları dışında başka haramlar olduğunu söyleyen riva­yetlerle âyet özelleştirilmiyor, açıkça neshediliyor (hükmü yürürlükten kaldırılıyor). Çünkü Allah’ın:’De ki: Bana vahyolunanda, (bu haram dediklerinizi) yiyen kimse için haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Ancak leş, yahut akıtılmış kan, yahut domuz eti -ki pistir- ya da Alah’tan başkası adına boğazlanmış birfısk (murdar olmuş hayvan) olursa başka (bunlar haramdır). Ama kim çaresiz kalırsa, (başkasının hakkına) saldırmamak ve (zorunluluk) sınırı(nı) aşmamak üzere (bunlardan yiyebilir). Çünkü Rabb’in bağışlayandır, esirgeyendir’ âyeti, bu dört tür etin dışında haram etin bulunmadığını söylüyor. Bakara Süresindeki 173’ncü âyet de haram olanların, ancak bu dört şey olduğunu belirtiyor. Çünkü innemâ hasr ifade eder. Şimdi: Hayır, böyle değildir, bunların dışında şunlar da haramdır’ demek, biri Mekke’de, biri Medine’de inen bu iki âyetin hükmünü neshetmektir. Harber-i vâhid ile Kur’ân neshedilemez. Allah’ın kesin hükmüne aykırı olan haber-i vâhid kabul edilemez.”[9]

İnsanlar eskiden kalma geleneklerinin, yetiştikleri ortamın etkisiyle bazı hayvanları yemekten tiksindiklerinden dolayı bunların haram olduğunu belirten rivayetler icâd etmişlerdir. Aslında bu hükümler dinden değil, gelenek ve göreneklerden kaynaklanmaktadır. İnsan, sevmediği bir şeyi yemeyebilir ama bunu din hükmü göstermeğe hakları yoktur, çünkü bu, Allah’a iftira olur. Allah’a iftira ile, vahye dayanmadan kendi gelenekleriyle, vehim ve vesveseleriyle dine yasaklar koymak suretiyle Allah’a iftira edenler onmazlar.[10]

Âyetler, insanın önüne bu kadar geniş ufuklar açmış, insanların üstüne binen birçok yasağı kaldırmıştır. “Üstlerine binen yükleri, kendilerini bağlayan (bâtıl inançlardan oluşmuş) zincirleri kaldırıp atar.” (A’râf:39/157) âyeti, son Elçinin, gerek Kitap ehli din adamlarının, gerek Arap müşriklerinin koydukları birçok yasakları, haramları kaldırdığını, insanlara kolaylık, özgürlük getirdiğini bildirmiştir.

Aslında Âl-i İmrân: 94/93, En’âm: 55/146, Nisa: 98/160’ncı âyetlerin belirttiği üzere İsrâîloğullarına da bütün yiyecekler ve güzel şeyler helâldi. Sonra Ya’kûb, bir ru’yâ üzerine kendisine bir yasak koydu: “Oyluk kemiğindeki eti yememeyi” adadı[11]. İşte ondan sonra gelenler onun sadece kendi durumu ile ilgili bir adağı genel bir hüküm yaptıkları gibi, daha birçok yasaklar da koydular. Bu yanlış davranışları, dinin zorlaşmasına neden oldu. İnsanların koydukları yasaklar Tanrı buyruğu diye din kitaplarına geçti ve topluma yerleşti, kolay din zorlaştı. İşte En’âm: 55/146, Nisa: 98/160’ncı âyetlerde Yahûdîlere haram kılınan bu hayvanların, aslında haram olmadığı, fakat onların dinde aşırı gitmelerinin cezası olarak bunların haram kılındığı belirtilmektedir. Yani aslında bunlar haram değildi. Fakat din adamları, kendi kıyâs ve ictihâdlarıyla bunların haram olduğunu söylediler. Din kitaplarına öyle yazıldı ve böylece sosyolojik olarak bu insan mantalitesinden çıkan hükümler, Allah’ın hükmü imiş gibi dine yerleşti. İşte âyetlerde bu sosyolojik kamu oyunun, Tanrı buyruğu haline geldiğini belirtmek için, Allanın, onları cezalandırmak üzere bunları onlara haram kıldığı belirtilmektedir. Bunları Allah haram kılmamıştı, ama onlar bunların haram olmasını istediler. Böylece bunlar haram haline geldi, demektir.

Şimdi Tevrat’a bir göz atalım:

“Hiçbir mekruh şey yemeyeceksin. Yiyebileceğiniz hayvanlar şunlardır: Sığır, koyun ve keçi, geyik ve ceylan ve sığır ve dağ keçisi ve karaca ve ahu ve dağ koyunu ve hayvanlar arasında tırnağı yarık ve tırnağı çatlak olan ve geviş getiren her hayvanı yiyebilirsiniz. Fakat deve, ve tavşan ve kaya porsuğu, çünkü geviş getirirler, fakat çatal tırnaklı değildirler; onlar size murdardır; ve domuz, çünkü çatal tırnaklıdır, fakat geviş getirmez. O size murdardır. Bunların etinden yemiyeceksiniz ve leşlerine dokunmıyacaksınız.

“Sularda olanların hepsinden şunları yiyebilirsiniz: Bütün kanatlı ve pullu olanları yiyebilirsiniz ve bütün kanatsız ve pulsuz olanları yemiyeceksiniz, bunlar size murdardır.

“Bütün temiz kuşları yiyebilirsiniz. Fakat onlardan yemiyeceğiniz şunlardır: Kartal ve tavşancıl ve karakuş ve toy ve şahin ve cinsine göre çaylak ve cinslerine göre bütün kargalar ve devekuşu ve buhu ve kukuma ve cinsine göre (her türlü) atmaca, küçük baykuş ve büyük baykuş ve saka kuşu ve akbaba ve karabatak ve leylek ve cinsine göre balıkçıl ve hüdhüd ve yarasa ve bütün kanatlı haşerat size murdardır; yenilmiyeceklerdir “[12]

“Ve yer üzerinde sürünen bütün haşerat mekruhtur, yenilmiyecektir. Yerde sürünen haşeratın hiçbirini, karnı üzerinde sürünenlerin ve dört ayak üzerinde yürüyenlerin ve çok ayağı olanların hiçbirini yemiyeceksiniz, çünkü onlar mekruhtur (haramdır).’[13] “Ancak bunlardan ayakları üze-rinde sıçrayabilecek bacakları bulunanlar yenilebilir: Cinsine göre (her türlü) çekirge, ve cinsine göre solam ve cinsine göre hargal ve cinsine göre hagob[14] yenilebilir. Fakat dört ayağı olan kanatlı haşeratın hepsi sizin için mekruhtur.”

“Geviş getirmiyen hayvanlar murdardır. Onlara dokunan adamlar da murdar olur. Dört ayaklı hayvanlar arasında pençeleri üzerinde yürüyen her hayvan murdar olduğu gibi, bunların leşine dokunan insanlar da murdar olur. Sürüngen haşerat arasında gelincik, fare, her türlü kertenkele, bukalemun murdardır.”[15]

Özellikle Tevrat’a dayanılarak yazılmış olan Mişnâ’yı okuyunca insan, bizim fıkıh kitaplarını okuyor hissine kapılmaktadır. Bundan da Kur’ân’ın söylemediği şeyleri dine sokan ulemâ ve fukahânın nerelerden esinlendikleri; aslında bu tür rivayetlerin, müslüman olmuş Kitap ehlinden bazı kimselerin akıllarındaki inanç ve görüşlerinin nasıl hadîs haline getirildiği ortaya çıkmaktadır.

Yahudilere tırnaklı hayvanların haram kılındığını söyleyen En’âm 55/146’ncı âyetin tefsirinde Abdullah ibn Abbâs: “Tırnaklıdan kasıt, yalnız devedir, başka bir rivayete göre de deve ve devekuşudur.” demiştir. Abdullah ibn Müslim’e göre tırnaklılar, gagalı kuşlar, pençeli hayvanlardır.

Tırnaklı hayvanların tefsiri ne olursa olsun Kur’ân, bunların Yahu­dilere haram kılındığını söylüyor ama, müslümanlara da haram kılındığını söylemiyor. Müslümanlara haram kılınanların, sadece dört cins et ürünü olduğunu, ayrı ayrı zamanlarda inmiş olan dört âyette vurguluyor. Böyle iken fakîhlerimizin Tevrat, Mişnâ ve Talmud’da anlatılanları ya doğrudan veya dolaylı yoldan alıp Kur’ân hükmü gibi şerîat kitaplarına geçirmeleri, Kur’ân’ın açtığı geniş yolu daraltmaktan başka nedir?

Fahre’d-dîn Râzî şöyle diyor: “Âyette anılan zufur genel anlamda tırnak değil, gagalı ve vahşî hayvanların yırtıcı, paralayıcı pençeleridir. Çünkü gaga yırtıcı kuşların, canavarların, köpeklerin, kedilerin paralayıcı âletleridir. Yırtıcı hayvanlar ve gagalı kuşlar, Yahudilere haram idi. Onlara haram olan bu şeyler müslümanlara haram değildir. Yırtıcı hayvanlar içinde paralayıcı dişleri olanların ve gagalı kuşların haram olduğu hakkında rivayet edilen haber zayıftır. Çünkü bu haber, Allah’ın Kitabına aykırı, tek kişi yoluyla gelen bir haberdir. Mâlik de bu görüştedir. Bu görüşte olan Mâlik’in düşüncesi güçlüdür[16]

22/30’da kaçınılması emredilen zûr kavl (yalan, uydurma söz) şeytânın öğütleriyle Allah adına hükümler koyma, kendi keyiflerine göre uydurdukları yasakları Tanrı buyruğu göstererek Allah’a iftira etmeleridir. Artık bundan böyle bu tür uydurmalardan kaçınıp yalnız Allah’ın yasakla­rına uymaları, bunun dışında kendiliklerinden yasaklar uydurmamaları emredilmektedir. İşte din, Allah’ın vahy ile bildirdiği emirler ve yasaklardır. Hz. Peygamber’in buyurdukları üzere: “Helâl, Allah’ın, Kitabında helâl kıldıklarıdır. Haram da O’nun, Kitabında haram kıldıklarıdır. Hakkında bir şey söylemeyip sustuğu şeyler, serbest bıraktığı (mübâb) şeylerdir.”[Tirmizî, Libâs: 6; İbn Mâce, Afime: 60] (Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Gıdalar Maddesi)

posted in ALLAH | 0 Comments

6th Temmuz 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

“Haramla İlgili Genel Kurallar. 1. Hara­mı belirleme hak ve yetkisi yalnız Allah’a aittir. Kavramın tanımı sırasında görül­düğü gibi haram usul literatüründe “şer’i hüküm” ana başlığı altında incelenmiş­tir. Hüküm ise mükellefin fiilleriyle ilgili bizzat Allah’ın hitabıdır. Ayrıca kaynağı itibariyle ilâhî bir karakter taşıyan İslâm dininde, kesin olarak yasaklanmış veya serbest bırakılmış fiiller bizzat Allah tarafından belirlenmiş ve bu yetki sadece O’na tahsis edilmiştir. Nitekim Hz. Pey­gamber, hıristiyanlar hakkında nazil olan, “Allah’ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i rabler edindiler” (et-Tevbe 9/31) âyetindeki rab edinmeyi haham ve rahiplerin helâli haram, hara­mı helâl kılmaları ile açıklamıştır (Tirmi­zî, “Tefsîrü’l-Kur’ân”, 9). Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de de dil alışkanlığı sebebiyle “şu haram, bu helâl” denmesi yasaklanarak böyle bir davranış “Allah’a karşı yalan uy­durmak” diye nitelendirilmiştir (en-Nahl 16/116). Hakkında doğrudan yasaklayıcı bir nas bulunmadığı halde bir müctehidin herhangi bir fiilin haram olduğunu söylemesi ise, re’y ile haramı belirleme değil Allah’ın o konudaki hükmünü orta­ya çıkarma gayretinden ibarettir. 2. Tahrîmine dair delil bulununcaya kadar eş­yada aslolan ibâhadır. İslâm hukukuna önemli bir esneklik kazandıran bu kaide­ye göre herhangi bir konuda tahrîme de­lâlet eden sahih bir nas bulunmazsa o ko­nu mubah ve helâl çerçevesi içinde mü­talaa edilir. Borçlar ve ceza hukukunda­ki, “aksine bir delil bulunmadığı sürece kişinin borçsuz ve suçsuz oluşunun esas alınması” (berâet-i asliyye) prensibiyle pa­ralelliği bulunan bu kurala İslâm hukuk­çuları, yeryüzünde her şeyin insanın em­rine verildiğini, helâl ve serbest olmanın asıl, haramlığın ise istisna olduğunu bil­diren âyetlerin (bk. el-Bakara 2/187; Âl-i İmrân 3/93; el-Mâide 5/4; Lokman 31/20; el-Câsiye 45/13) genel ifadesinden ve, “Helâl Allah’ın kitabında helâl kıldığı ve haram Allah’ın kitabında haram kıldığı­dır, sükût ettiği şeyler ise sizin için affe­dip serbest bıraktıklarıdır” (İbn Mâce, “Etime”, 60; Tirmizî, “Libâs”, 6) gibi ha­dislerden ulaşmışlardır. Hangi şartlarda ve konularda bu kuralın geçerli olacağına dair tartışmalar bir yana (Süyûtî, s. 133-138; İbn Nüceym, s.73-77) bu prensip, İslâm hukukunda haram dairesinin olduk­ça dar tutulduğunu göstermektedir. 3. İyi niyet haramı meşru kılmaz. İslâm’da ameller ancak niyetlere göredir (Buhârî, “îmân”, 41; “Hıyel”, 1; Müslim, “İmâre”, 155-, Ebû Dâvûd, “Talâk”, 11) ve niyetsiz sevap yoktur (İbn Nüceym, s.14).” (Diyanet, İslam Ansiklopedisi, Haram maddesi)

posted in ALLAH | 0 Comments