-
6th Temmuz 2008

Haram belirleme yetkisi- Prof. Süleyman Ateş

posted in ALLAH |

10/59- De ki: “Gördünüz mü, Allah’ın size rızık olarak indirdiği şeylerin bir kısmını haram ve bir kısmını helâl yaptınız?” De ki: “Allah mı size böyle izin verdi, yoksa siz Allah’a iftira mı ediyorsunuz?” 60- Allah’a yalan uyduranların Kıyamet günü hakkındaki zanları nedir? Muhakkak ki Allah, insanlara karşı lütuf sahibidir, ama çokları şükretmiyorlar. (Yûnus: 51/59-60)

Râğıb’ın açıklamasına göre haram ya İlâhî teshir ile yahut kahren engel olma ile veya aklen, şer’an veya buyruk sahibinin emriyle yasak olan şeydir, Biz daha önce ona, emzirenleri sütünü) haram etmiştik.” (Kasas: 49/12), âyetindeki tahrîm, teshir yoluyla tahrîmdir. Yani Allah, onun doğasını böyle yaratmış, doğal olarak bebek Mûsâ, başka kadınların memesini emmemiştir.

Zira kim Allah’a ortak koşarsa Allah ona cenneti haram kılar.”(Mâide: 110/72) Allah bu ikisini kâfirlere haram kıldı” (A’raf: 39/50) âyetleri kahr ile tahrîmi gösterir. Allah şirk koşana, inkarcıya cenneti ve cennet ni’metlerini vermez. Onları bu ni’metlerden yoksun bırakır.

Şer’an tahrîm de bir eylemi, herhangi bir şeyi yasal bakımdan yasaklamaktır. Ribânın, zinanın haram kılınması gibi De ki:’Bana vahyolunan sözlerde, yemek isteyen kimse için şanların dışında haram kılınmış bir şey bulamıyorum’: (En’âm: 55/145) âyeti de şer’an (yasal bakımdan) haram olan şeyleri anlatmaktadır.

Haram sözü ile daha çok şer’an yasak olan şeyler kasdedilir. Dinin emir ve yasakları ancak vahiy ile sabit olur. Vahy ile emredilenler farz (görev), yasaklananlar da haramdır. Vahyin sükût ettiği şeyler mubahtır. Allah’tan başka kimsenin dine ilâve yasaklar koymağa hakkı yoktur.

Onlar bir fahişe (kötülük) yaptıkları zaman: “Babalarımızı bu yolda bulduk, bunu bize Allah emretti.” derler. “Allah kötülüğü emretmez, de, Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyor­sunuz?” (A’râf: 39/28)

Şeytânların dostu olan inanmayanlar, atalarından miras aldıkları kötü işleri, Tanrı buyruğu gibi dinleştirip uygularlar. “Biz atalarımızdan böyle gördük; demek Allah böyle emretmiş ki atalarımız da böyle yapmışlar” derler. Atalarının bâtıl geleneklerini Allah’ın buyruğu sanıp körü körüne onları taklîdederler.

Bazı câhiliyye Araplarının, Ka’be’yi çıplak tavaf etme geleneklerini kınamak üzre indiği rivayet edilen bu âyet, atalardan miras alınan gelenekleri bir delîle dayanmadan Tanrı hükmü sayıp dinleştirmeyi kınamaktadır. O dönemin Arapları, Ka’be’yi çıplak tavaf etme, bahire, sâibe, vasîle ve hâm gibi geleneksel uygulamaları Tanrının buyruğu sanıyorlardı. Ama bu yargıları ne sağduyuya, ne de yazılı bir İlâhî belgeye dayanıyordu. İşte âyet onlara, Allah’ın fuhşu (edepsizliği) emretmeyeceğini; gerçeğini bilme­dikleri şeyi Tanrı hükmü sayarak Allah’a iftira ettiklerini bildiriyor.

De ki: “Rabbim, ancak fahişeleri (kötülükleri) gerek açığını, gerek gizlisini; günâhı ve haksız yere saldırmayı; hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi Allah’a ortak koşmayı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyler söylemenizi haram etmiştir. (A’râf: 39/33) âyetinde de, yaptıkları kötü işleri, Tann’nın yasası sayan kimselere hitaben Allah’ın açık ve gizli bütün fahişeleri (kötülükleri. edepsizlikleri), günâh ve taşkınlığı, saldırıyı; delilsiz olarak Allah’a ortak koşmayı ve gerçeği bilmeden herhangi bir şeyi Tanrı buyruğu sanarak Allah’a iftira etmeyi yasakladığı vurgulanmakta, bu tür şeylerin, şeytânların iğvâsıyla ortaya çıkarılmış olduğuna işaret edilmektedir.

İnsanlar geleneklerinden kolay kopamazlar. Geleneklere, Allah’ın buyruğuymuş gibi bağlanırlar. İyi gelenekler örftür, bunlara uyulur ama, insanları bağlayıcı, akla mantığa, dinin ruhuna aykırı şeylere uymak kötü­dür. Allah kötülüğü emretmez.

Helâli haram kılmak, tevhîd inancına aykırıdır:

Dillerinizin yalan nitelendirmesiyle’Şu helâldir, şu haramdır’, demeyin, sonra Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah’a karşı yalan uyduranlar ise iflah olmazlar.” ( Nahl: 70/116),

Ey inananlar, Allah’ın size helâl kıldığı güzel ve temiz şeyleri haram etmeyin, sınırı aşmayın. Çünkü Allah, sınırı aşanları sevmez. Allah’ın size verdiği rızıklardan helâl ve temiz olarak yeyin ve inandığınız Allah’tan korkun!” (Mâide: 110/87-88) buyurulmuştur.

Ayrıntı İle Uğraşmak Dine Zarar Verir: 101- Ey inananlar, açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Eğer Kur’ân indirilirken onları sorarsanız, size açıklanır. Halbuki Allah onlardan geçmiştir. Allah bağışlayandır, halimdir. 102– Sizden önce gelen bir toplum da onları sormuştu da sonra onları tanımaz olmuşlardı. (Mâide: 110/101)

Bu âyetler, Kur’ân vahyedilirken gereksiz yere soru sorulmasını yasaklamaktadır. Çünkü Kur’ân’ın, hakkında bir açıklamada bulunmadığı şey mubahtır. Hakkında bir hüküm indirilmeyen şeyler serbest bırakılmıştır. Onları yapmakta bir sakınca yoktur. Kur’ân’ın amacı, insanları ayrıntılarla uğraştırmak değildir. Daha önceki milletlerden bir topluluk da gereksiz yere ayrıntılara ilişkin sorular sormuşlar, sordukları konularda kendilerinin işlerine gelmeyen hükümler açıklanınca da bunları uygulamayarak kâfir olmuşlar, Allah’a karşı nankörlük etmişlerdir. Demek ki dinde ayrıntılara dalmak doğru değildir. Vahiy ile ne emredilmişse o kadarını yapmak yeterlidir.

Mâide Sûresinin anılan âyetleri, dinin ruhunu anlatmaktadır. Dinin amacı ayrıntı değildir. Kur’ân, ana hatlarıyla bir yaşam tarzı çizer. Kur’ân’ın çizdiği genel esaslara aykırı olmamak şartıyla ayrıntılar, insanların ya­rarlarına uygun biçimde serbest bırakılmıştır. Kılı kırk yararcasına ayrın­tılarla uğraşmak, dinin amacından uzaklaşmaya neden olur. Tefsîr-lerde ve fıkıh kitaplarında Allah’ın Elçisinin kasdetmediği, hattâ hatırına bile getirmediği yorumlar ve hükümler vardır. Oysa Allah’ın Elçisi: “Benim sizi serbest bıraktığım şeylerde siz de beni serbest bırakınız!” fermâniyle, İslâm ümmetine ayrıntılarla uğraşmamalarını öğütlemiştir.

Selmân-i Fârisî’nin anlattığına göre Allah’ın Elçisi, kendisine birtakım şeyler sormuş olanlara, şöyle cevap vermiştir: “Helâl, Allah’ın Kitabında helâl kıldığı şeyler; haram da Allah’ın Kitabında haram kıldığı şeylerdir. Allah’ın, Kitabında bildirmediği şeyler affettikler indendir. Kendinizi zorlamayınız.”[5], “Müslümanların içinde, suçu en büyük olan, bir helâlin haram kılınmasına sebebolandır!”[6]

Böylece Allah Elçisinin telkini de Kur’ân prensibiyle birleşmektedir. Allah’ın Kitabında haram kılmadığı şeyleri, birtakım akıl yürütmelerle haram kılmak, dini güçleştirmekten başka bir şey değildir. Dîn kolaylıktır. Birkaç âyette Allah size dinde bir güçlük koymadı.”[7], Allah size kolaylık ister, güçlük istemez.”[8]Ayrıntı ise çağın gereklerine göre saptanır. Ayrıntıya âit hükümler zaman ve şartların değişmesiyle değişebilir. Çünkü zaten bunlar Allah’ın kesin hükmü değil, insanların akıl yürütmeleri (ictihâdları) sonucu konulmuş hükümlerdir. İnsan düşüncesinin ürünü olan şeyler elbette zamanla deği­şecektir. Ama vahy ile verilen Kur’ân’ın genel esasları sabittir, her zaman geçerliğini korur.

M. Reşîd Rıza, 101’nci âyetin tefsirinde, İbn Kayyim el-Cevziyye’nin, dinî hükümlerin istinbâtı, kıyâs ve ictihâd konularındaki görüşlerini uzun uzadıya aktardıktan sonra, dinî hükümleri derecelere ayırmaktadır. Yara­rından dolayı onun bu derecelendirmesini özetleyeceğim:

Dînî mes’eleler, yalnız Kur’ân’ın naslarından ve Peygamber(s.a.v.)in kendisine nisbetinde kuşku bulunmayan sağlam, sözlü ve amelî sünnetinden alınır. Sahâbîlerin üzerinde icmâ ettikleri bir konuda onlara muhalefet edilmez. Onların fikir ayrılığına düştükleri konularda da kuvvetli görüşler, zayıflara tercih edilir, şâz olan söz ve görüşlere önem verilmez. Allah dini tamamladığı için hiçbir suretle yeni ibâdetler ortaya çıkarılamaz. Dine ekleme yapanın davranışı, Kur’ân’ın açıklamasına ve Peygamber’in sünnetine dil uzatma anlamını taşır. Sanki onlar dini eksik bırakmışlar da bu kimse o eksikliği tamamlıyor demek olur. Sırf dinî konularda durum böyledir.

Her asır ulemâsının, kendi zamanının şartlarına göre yaptığı ictihâdlar da böyledir. Bu ictihâdların, bağlayıcı din hükmü olduğuna, Allah’ın sözünün ve Peygamberin sünnetinin o hükmü ifâde ettiğine inanan kimse bunlara uyar. Ama buna kani olmayan, o ictihâdlara uymak zorunda değildir. Çünkü hiç kimsenin, delîlini bilmeden, doğruluğuna kani olmadan bir müctehidi taklidetmesi caiz değildir. Böylece yüce Allah’ın Rabbinizden size indirilene uyunuz, O’ndan başka velîlere uymayınız!”[11] sözüne uygun hareket etmiş olur.

Mâide: 110/3’de dinin tamamlandığı bildirilmektedir: “Bugün sizin için dîninizi olgunlaştırdım, size ni’metimi tamamladım ve size dîn olarak İslâm’a razı oldum.” Peygamber’den sonra hiç kimsenin bir din koymağa veya dinin vahyedilmiş açık hükümlerini değiştirmeğe hakkı yoktur.

Yoksa onların, kendilerine Allah’ın izin vermediği din yasaları koyan ortakları (tanrıları) mı var?”[13] buyurulmuştur.[14]

Bu âyetten, liderlerinin koydukları hükümleri ve gelenekleri din kuralı haline getirenlerin, liderlerini tanrılaştırmış oldukları anlaşılmaktadır. Demek ki Allah’tan başka hüküm koyanların hükümlerini Tanrı hükmü gibi değişmez sanmak, o hükmü koyanları, Allah’tan ayrı tanrı yapmak olur. Allah’tan başka hiç kimsenin hükmü, Tanrı hükmü değildir. Değişmez olan yasa, sadece Tann’nın açık buyruğudur. İnsan düşüncesinin ürünü olan hükümlerin değişkenliği ve şartların değişmesiyle değişmesi gayet doğaldır. (Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Haram Helal Maddesi)

“Bu âyetten, liderlerinin koydukları hükümleri ve gelenekleri din kuralı haline getirenlerin, liderlerini tanrılaştırmış oldukları anlaşılmak­tadır. Demek ki Allah’tan başka hüküm koyanların hükümlerini Tanrı hükmü gibi değişmez sanmak, o hükmü koyanları, Allah’tan ayrı tanrı yapmak olur. Allah’tan başka hiç kimsenin hükmü, Tanrı hükmü değildir. Değişmez olan yasa, sadece Tanrı’nın açık buyruğudur. İnsan düşüncesinin ürünü olan hükümlerin değişkenliği ve şartların değişmesiyle değişmesi gayet doğaldır.

Bazı sahâbîler, Hz. Peygamber’in, dünyâya ilişkin bazı yasaklarını bağlayıcı sanarak bunlardan kaçınmışlar, sonunda Peygamber bu tür emir­lerinin bağlayıcı olmadığını bildirmiştir. Meselâ Hz. Peygamber Medine’ye geldiklerinde halkın hurmaları aşıladıklarını görünce bundan hoşlanmamış, kendisinin bu sözünü duyanlar, hurmalarını aşılamamışlar, sonuçta verim düşmüş. Bu durumu kendisine arz ettikleri zaman Allah’ın Elçisi: “Siz dünyâ işlerinizi benden daha iyi bilirsiniz. Ama din işleriniz bana aittir” buyurmuştur. [Müslim, Fedâil: 140; İbn Mâce, Ruhun: 15; İbn Hanbel,Müsned: 1/162,3/152]Hadîsin başka bir rivayetinde Peygamber (s.a.v.): “Bu bir zandır (tahmindir). Yaran varsa yapınız. Ben de sizin gibi bir insanım. Zan yanılabilir de, doğru da çıkabilir. Ben size:’Allah böyle buyurdu’ demedim ki. Ben asla Allah’a karşı yalan söylemem.” demiştir. [ İbn Mâce, Ruhun: 15; İbn Hanbel, Müsned: 1/162] (Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Süslenme Maddesi)

“De ki: “Gördünüz mü, Allah’ın size rızık olarak indirdiği şeylerin bir kısmını haram, bir kısmını helâl yaptınız” De ki: “Allah mı size böyle izin verdi, yoksa siz Allah’a iftira mı ediyorsunuz?” (Yûnus: 51/59)

Müşriklere, Allah’ın yeryüzüne indirdiği rızıkların bazısına haram, bazısına helâl damgasını neden vurduklarını, bu hususta Allah’tan izin mi aldıklarını, yoksa Allah’a iftira mı ettiklerini soran bu âyet, kimsenin, hiç kimsenin, Allah’ın yarattığı rızıklan kendi kendine haram, helâl kılamayacağını, bu hükmü ancak Allah’ın vereceğini anlatmaktadır.

En’âm Sûresinde daha ayrıntılı olarak anlatıldığı üzere müşrikler, çeşitli hayvanlar hakkında haram, helâl hükümleri koymuşlardı, kendi kendilerine koydukları bu hükümleri de Tanrı buyruğu sanıyorlardı. İşte âyet, onların kendi kendilerine koydukları bu hükümlere, tabulara bağlanmalarını, hurafelere kapılarak Allah’ın yarattığı güzel şeyleri haramsaymalarını, ni’metlerini yeyip Allah’a şükredecekleri yerde vehimlerine dayanarak o nimetlere yasaklar koymalarını kınamakta, bunu Allah’a karşı nankörlük saymaktadır.

145- De ki: “Bana vahyolunanda, (bu haram dediklerinizi) yiyen kimse için haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Ancak leş, yahut akıtılmış kan, yahut domuz eti -ki pistir- ya da AlaMan başkası adına boğazlanmış birfısk (murdar olmuş hayvan) olursa başka (bunlar haramdır). Ama kim çaresiz kalırsa, (başkasının hakkına) saldırmamak ve (zorunluluk) sınırı(nı) aşmamak üzere (bunlardan yiyebilir). Çünkü Rabb’in bağışlayandır, esirgeyendir…”

150– De ki: “Haydi Allah bunu yasak etti diye, şahitlik edecek şahitlerinizi getirin.” Eğer (onlar) şahitlik ederlerse sen onlarla beraber şahitlik etme; âyetlerimizi yalanlayanların ve âhir ete inanmayanların keyiflerine uyma. (Nasıl uyarsın ki) Onlar, Rab’lerine eş tutmaktadırlar. (En’âm: 55/114-115,118-119, 121,140-145,150)

145’nci âyette Hz. Muhammed’e: Kendisine vahyedilenlerde, yemek isteyen kimse için leş, akıtılmış kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvan etleri dışında hiçbir şeyin haram olmadığını, darda kalanın ise başkasının hakkına saldırmamak ve sınırı aşmamak şartıyla bu haram olan şeylerden de yiyebileceğini söylemesi emrediliyor. Allah’ın çok affeden, çok esirgeyen sıfatları vurgulanarak, O’nun zorunlu hallerde haramlardan yiyen kullarını affedeceğine işaret ediliyor.

150. âyette de delilsiz olarak Allah adına yasaklar koymaya kimsenin hakkı olmadığı; insanların keyif ve arzusuna değil, sadece Allah’ın buyruğuna uymak gerektiği vurgulanmaktadır…

Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in kendisine haram kıldığı şeyler dışında, İsrâîloğullarına bütün yiyecekler helâldi. De ki: “Doğru iseniz, Tevrat’ı getirip okuyun.” (Âl-i İmrân: 94/93)

Yahudilere bütün tırnaklı(hayvan)ları haram ettik. Sığır ve koyunun da, yağlarını onlara haram kıldık, yalnız (hayvanların) sırtlarının, yahut bağırsaklarının taşıdığı, ya da kemiğe karışan yağlarını haram etmedik. Aşırılıkları yüzünden onları böyle cezalandırdık. Biz elbette (söyledikle­rimizi) doğru söyleyenleriz. (En’âm: 55/146)

Yahudilerin yaptıkları zulümden, çok kimseyi Allah yolundan çevirmele­rinden dolayı kendilerine helâl kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara yasak­ladık. (Nisa: 98/160)

Bu âyetlerde Yahudilere de bütün güzel yiyeceklerin helâl olduğu, fakat onların dinde aşırılığa kaçmaları, haksızlık ve taşkınlık yapmaları yüzünden onlara helâl olan birçok şeyin haram kılındığı; bu cümleden olarak tırnaklı hayvanların etlerinin; sığır ve koyunun sırt ve bağır­saklarındaki ile kemiğe karışan yağları dışındaki bütün iç yağlarının haram kılındığı; dinde aşırı gitmeleri yüzünden haramlar genişletilerek onların böyle cezalandırıldığı belirtilmektedir.

İşte gerek müşriklerin, gerek Yahûdî yorumcularının çoğalttkları bütün haramlar kaldırılmış ve âyetlerde belirtilen dört çeşit hayvan eti dışında bütün etlerin helâl olduğu vurgulanmıştır. Yüce Allah, insanların eliyle dinlere sokulan aşırılıkları kaldırmak, insanları orijinal tevhîd yasa­larına iletmek üzere gönderdiği Elçisini: Onlara güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri haram kılar. Üstlerine binen yükleri, kendilerini bağlayan (bâtıl inançlardan oluşmuş) zincirleri kaldırıp atar.”[2] şeklinde nitelen­dirmektedir.

Hz. Peygamber (s.a.v.), yağ, peynir ve yaban eşeğinin helâl olup olmadığı sorusunu şöyle yanıtlamıştır: “Helâl, Allah’ın, Kitabında helâl kıldıklarıdır. Haram da O’nun, Kitabında haram kıldıklarıdır. Hakkında bir şey söylemeyip sustuğu şeyler de affettiklerindendir (mübâh kıldığı şeylerdir).” Buyurmuştu[Tirmizî, Afime: 60] İbn Abbâs: “Câhiliyye halkı, bazı şeyleri yer, bazılarını yemezlerdi. Allah, Peygamberini gönderip helâl ve haram kıldığı şeyleri açıkladı. Allah’ın helâl kıldığı şeyler helâl, haram kıldığı şeyler de haramdır” demiş ve 145’nci âyeti okumuştur[Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Hâkim rivayet etmişlerdir. et-Tâc: 3/92-93]. En’âm 55/145’nci âyet

Mekke’de inmiştir. Yine Mekke’de inmiş olan Allah size ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah’tan başka­sının adı anılarak kesilenihayvanlar)ı haram kıldı. Kim mecbur kalırsa (başkasının hakkına) saldırmadan, sınırı da aşmadan (bunlardan) yiyebilir. Şüphesiz Allah, bağışlayan esirgeyendir. Dillerinizin yalan yere nitelen­dirmesinden ötürü “Şu helâldir, şu haramdır,” demeyin, sonra Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz- Allah’a karşı yalan uyduranlar ise iflah olmazlar.” (Nahl: 70/115-116) âyetlerinde de yine ancak bu dört cins et ürününün haram olduğu, bunun dışında haram olmadığı, kendi vehimleriyle helâl ve haram hükümleri koyanların Allah’a yalan uydurdukları; Allah’ın yasaklamadığı bir şeyi haram diyerek din hükmü yapmak suretiyle Allah’a iftira edenlerin asla iflah olmayacakları vurgulanmaktadır.

Medine döneminin ilk yıllarında inen Bakara Sûresinin: ” Allah size leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur kalırsa, (başkasına)’saldırma-dan ve sınırı aşmadan (bunlardan) yemesinde bir günâh yoktur. Muhakkak ki Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Bakara: 92/173) âyetinde ve Medine döneminin son zamanlarında inen Mâide Sûresinde de yine sadece bu dört et türünün haram olduğu, bunun dışında haram et bulunmadığı belirtilmiş ve bu husus, ” ancak” hasr edâtıyla pekiştirilmiştir. Yani ancak bu sayılanlar haramdır, başka haram yoktur, demektir…

Fahre’d-dîn Râzî de: “Kur’ân’da yalnız bu dört tür et haram sayılmıştır, ama Hz. Peygamber(s.a.v.)in, bunların dışında bazı şeyleri haram kılmış olması mümkündür. Bu konudaki haberler, haber-i vâhid (tek kişi haberi) ise de haber-i vâhid ile Kur’ân’ın genel hükmünü özelleştirmek caizdir” diyenlerin görüşünü şöyle reddetmektedir:

“Âyetin saydıkları dışında başka haramlar olduğunu söyleyen riva­yetlerle âyet özelleştirilmiyor, açıkça neshediliyor (hükmü yürürlükten kaldırılıyor). Çünkü Allah’ın:’De ki: Bana vahyolunanda, (bu haram dediklerinizi) yiyen kimse için haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Ancak leş, yahut akıtılmış kan, yahut domuz eti -ki pistir- ya da Alah’tan başkası adına boğazlanmış birfısk (murdar olmuş hayvan) olursa başka (bunlar haramdır). Ama kim çaresiz kalırsa, (başkasının hakkına) saldırmamak ve (zorunluluk) sınırı(nı) aşmamak üzere (bunlardan yiyebilir). Çünkü Rabb’in bağışlayandır, esirgeyendir’ âyeti, bu dört tür etin dışında haram etin bulunmadığını söylüyor. Bakara Süresindeki 173’ncü âyet de haram olanların, ancak bu dört şey olduğunu belirtiyor. Çünkü innemâ hasr ifade eder. Şimdi: Hayır, böyle değildir, bunların dışında şunlar da haramdır’ demek, biri Mekke’de, biri Medine’de inen bu iki âyetin hükmünü neshetmektir. Harber-i vâhid ile Kur’ân neshedilemez. Allah’ın kesin hükmüne aykırı olan haber-i vâhid kabul edilemez.”[9]

İnsanlar eskiden kalma geleneklerinin, yetiştikleri ortamın etkisiyle bazı hayvanları yemekten tiksindiklerinden dolayı bunların haram olduğunu belirten rivayetler icâd etmişlerdir. Aslında bu hükümler dinden değil, gelenek ve göreneklerden kaynaklanmaktadır. İnsan, sevmediği bir şeyi yemeyebilir ama bunu din hükmü göstermeğe hakları yoktur, çünkü bu, Allah’a iftira olur. Allah’a iftira ile, vahye dayanmadan kendi gelenekleriyle, vehim ve vesveseleriyle dine yasaklar koymak suretiyle Allah’a iftira edenler onmazlar.[10]

Âyetler, insanın önüne bu kadar geniş ufuklar açmış, insanların üstüne binen birçok yasağı kaldırmıştır. “Üstlerine binen yükleri, kendilerini bağlayan (bâtıl inançlardan oluşmuş) zincirleri kaldırıp atar.” (A’râf:39/157) âyeti, son Elçinin, gerek Kitap ehli din adamlarının, gerek Arap müşriklerinin koydukları birçok yasakları, haramları kaldırdığını, insanlara kolaylık, özgürlük getirdiğini bildirmiştir.

Aslında Âl-i İmrân: 94/93, En’âm: 55/146, Nisa: 98/160’ncı âyetlerin belirttiği üzere İsrâîloğullarına da bütün yiyecekler ve güzel şeyler helâldi. Sonra Ya’kûb, bir ru’yâ üzerine kendisine bir yasak koydu: “Oyluk kemiğindeki eti yememeyi” adadı[11]. İşte ondan sonra gelenler onun sadece kendi durumu ile ilgili bir adağı genel bir hüküm yaptıkları gibi, daha birçok yasaklar da koydular. Bu yanlış davranışları, dinin zorlaşmasına neden oldu. İnsanların koydukları yasaklar Tanrı buyruğu diye din kitaplarına geçti ve topluma yerleşti, kolay din zorlaştı. İşte En’âm: 55/146, Nisa: 98/160’ncı âyetlerde Yahûdîlere haram kılınan bu hayvanların, aslında haram olmadığı, fakat onların dinde aşırı gitmelerinin cezası olarak bunların haram kılındığı belirtilmektedir. Yani aslında bunlar haram değildi. Fakat din adamları, kendi kıyâs ve ictihâdlarıyla bunların haram olduğunu söylediler. Din kitaplarına öyle yazıldı ve böylece sosyolojik olarak bu insan mantalitesinden çıkan hükümler, Allah’ın hükmü imiş gibi dine yerleşti. İşte âyetlerde bu sosyolojik kamu oyunun, Tanrı buyruğu haline geldiğini belirtmek için, Allanın, onları cezalandırmak üzere bunları onlara haram kıldığı belirtilmektedir. Bunları Allah haram kılmamıştı, ama onlar bunların haram olmasını istediler. Böylece bunlar haram haline geldi, demektir.

Şimdi Tevrat’a bir göz atalım:

“Hiçbir mekruh şey yemeyeceksin. Yiyebileceğiniz hayvanlar şunlardır: Sığır, koyun ve keçi, geyik ve ceylan ve sığır ve dağ keçisi ve karaca ve ahu ve dağ koyunu ve hayvanlar arasında tırnağı yarık ve tırnağı çatlak olan ve geviş getiren her hayvanı yiyebilirsiniz. Fakat deve, ve tavşan ve kaya porsuğu, çünkü geviş getirirler, fakat çatal tırnaklı değildirler; onlar size murdardır; ve domuz, çünkü çatal tırnaklıdır, fakat geviş getirmez. O size murdardır. Bunların etinden yemiyeceksiniz ve leşlerine dokunmıyacaksınız.

“Sularda olanların hepsinden şunları yiyebilirsiniz: Bütün kanatlı ve pullu olanları yiyebilirsiniz ve bütün kanatsız ve pulsuz olanları yemiyeceksiniz, bunlar size murdardır.

“Bütün temiz kuşları yiyebilirsiniz. Fakat onlardan yemiyeceğiniz şunlardır: Kartal ve tavşancıl ve karakuş ve toy ve şahin ve cinsine göre çaylak ve cinslerine göre bütün kargalar ve devekuşu ve buhu ve kukuma ve cinsine göre (her türlü) atmaca, küçük baykuş ve büyük baykuş ve saka kuşu ve akbaba ve karabatak ve leylek ve cinsine göre balıkçıl ve hüdhüd ve yarasa ve bütün kanatlı haşerat size murdardır; yenilmiyeceklerdir “[12]

“Ve yer üzerinde sürünen bütün haşerat mekruhtur, yenilmiyecektir. Yerde sürünen haşeratın hiçbirini, karnı üzerinde sürünenlerin ve dört ayak üzerinde yürüyenlerin ve çok ayağı olanların hiçbirini yemiyeceksiniz, çünkü onlar mekruhtur (haramdır).’[13] “Ancak bunlardan ayakları üze-rinde sıçrayabilecek bacakları bulunanlar yenilebilir: Cinsine göre (her türlü) çekirge, ve cinsine göre solam ve cinsine göre hargal ve cinsine göre hagob[14] yenilebilir. Fakat dört ayağı olan kanatlı haşeratın hepsi sizin için mekruhtur.”

“Geviş getirmiyen hayvanlar murdardır. Onlara dokunan adamlar da murdar olur. Dört ayaklı hayvanlar arasında pençeleri üzerinde yürüyen her hayvan murdar olduğu gibi, bunların leşine dokunan insanlar da murdar olur. Sürüngen haşerat arasında gelincik, fare, her türlü kertenkele, bukalemun murdardır.”[15]

Özellikle Tevrat’a dayanılarak yazılmış olan Mişnâ’yı okuyunca insan, bizim fıkıh kitaplarını okuyor hissine kapılmaktadır. Bundan da Kur’ân’ın söylemediği şeyleri dine sokan ulemâ ve fukahânın nerelerden esinlendikleri; aslında bu tür rivayetlerin, müslüman olmuş Kitap ehlinden bazı kimselerin akıllarındaki inanç ve görüşlerinin nasıl hadîs haline getirildiği ortaya çıkmaktadır.

Yahudilere tırnaklı hayvanların haram kılındığını söyleyen En’âm 55/146’ncı âyetin tefsirinde Abdullah ibn Abbâs: “Tırnaklıdan kasıt, yalnız devedir, başka bir rivayete göre de deve ve devekuşudur.” demiştir. Abdullah ibn Müslim’e göre tırnaklılar, gagalı kuşlar, pençeli hayvanlardır.

Tırnaklı hayvanların tefsiri ne olursa olsun Kur’ân, bunların Yahu­dilere haram kılındığını söylüyor ama, müslümanlara da haram kılındığını söylemiyor. Müslümanlara haram kılınanların, sadece dört cins et ürünü olduğunu, ayrı ayrı zamanlarda inmiş olan dört âyette vurguluyor. Böyle iken fakîhlerimizin Tevrat, Mişnâ ve Talmud’da anlatılanları ya doğrudan veya dolaylı yoldan alıp Kur’ân hükmü gibi şerîat kitaplarına geçirmeleri, Kur’ân’ın açtığı geniş yolu daraltmaktan başka nedir?

Fahre’d-dîn Râzî şöyle diyor: “Âyette anılan zufur genel anlamda tırnak değil, gagalı ve vahşî hayvanların yırtıcı, paralayıcı pençeleridir. Çünkü gaga yırtıcı kuşların, canavarların, köpeklerin, kedilerin paralayıcı âletleridir. Yırtıcı hayvanlar ve gagalı kuşlar, Yahudilere haram idi. Onlara haram olan bu şeyler müslümanlara haram değildir. Yırtıcı hayvanlar içinde paralayıcı dişleri olanların ve gagalı kuşların haram olduğu hakkında rivayet edilen haber zayıftır. Çünkü bu haber, Allah’ın Kitabına aykırı, tek kişi yoluyla gelen bir haberdir. Mâlik de bu görüştedir. Bu görüşte olan Mâlik’in düşüncesi güçlüdür[16]

22/30’da kaçınılması emredilen zûr kavl (yalan, uydurma söz) şeytânın öğütleriyle Allah adına hükümler koyma, kendi keyiflerine göre uydurdukları yasakları Tanrı buyruğu göstererek Allah’a iftira etmeleridir. Artık bundan böyle bu tür uydurmalardan kaçınıp yalnız Allah’ın yasakla­rına uymaları, bunun dışında kendiliklerinden yasaklar uydurmamaları emredilmektedir. İşte din, Allah’ın vahy ile bildirdiği emirler ve yasaklardır. Hz. Peygamber’in buyurdukları üzere: “Helâl, Allah’ın, Kitabında helâl kıldıklarıdır. Haram da O’nun, Kitabında haram kıldıklarıdır. Hakkında bir şey söylemeyip sustuğu şeyler, serbest bıraktığı (mübâb) şeylerdir.”[Tirmizî, Libâs: 6; İbn Mâce, Afime: 60] (Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Gıdalar Maddesi)

This entry was posted on Pazar, Temmuz 6th, 2008 at 13:32 and is filed under ALLAH. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

Yorum Yaz