-
15th Ocak 2010

Namazda Tahiyyat ve Salavatlar_Hakkı Yılmaz

posted in SALAVAT |

Namazda Tahiyyat ve Salavatlar

 Teşehhüd, sözlükte ‘Şehadet getirmek’ anlamına gelir. Bundan maksat Kelime-i Şehadet dediğimiz ‘Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühü ve rasülühü’ cümlesinin söylenmesidir.

Terim olarak ise teşehhüd; namaz kılarken ‘Ka’de’ denilen oturma bölümlerinde, içerisinde Kelime-i Şehadet’in de bulunduğu ‘Ettehıyyatü lillahi vessalavatü vettayyibatü …’ cümlelerinin (Bu cümleler dua değildir!) okunmasıdır.

Bizim burada üzerinde duracağımız konu, içerisinde Kelime-i Şehadet bulunan “Ettahiyyatü lillahi ve-s salavatü …” diye devam eden sözcükler ve bu sözcüklerin tahlilidir.

Önce  tahiyyat’ın metnini;

Ve sonra da anlamını görelim:

“Tahiyyat (Dil ile yapılan kulluklar) ve Salâvat (beden ile yapılan kulluklar) ve Tayyibat (Mal ile yapılan kulluklar) Allah içindir. EY PEYGAMBER! SELÂM, ALLAH’IN RAHMETİ VE BEREKETLERİ SENİN ÜZERİNE OLSUN. Selâm, bizim ve Allah’ın Salih kulları üzerine olsun. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilâh/ tanrı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın rasülüdür.”

ŞİMDİ DE NAMAZ’IN NE OLDUĞUNU HATIRLAYALIM:

Namaz; yalnız ve yalnız Allah’a yönelinen, O’na niyaz edilen, bu niyazın gönülden ve bedenle huşu içinde ifade edildiği bir ibadettir. Dolayısıyla namaz ve niyazda Allah’ın yanında başka hiç bir şeye dua edilmez. Allah’tan başka hiçbir şey ve hiçbir kimse muhatap alınmaz. Tekbirden selâma kadar namaz içinde muhatap sadece Allah’tır. Peygamber de olsa namaz içinde hiç kimse muhatap alınamaz, ona seslenilemez.

Bu, namazın esprisi gereğidir. Zaten Rabbimiz de Cinn suresinin 18. ayetinde çok açık ve net olarak bunu emretmiştir:

“Mescitler şüphesiz Allah içindir. O hâlde Allah ile birlikte bir başkasına yakarmayın.

İşin gerçeği ve olması lâzım geleni bu olmasına rağmen, yukarda tahiyyat dediğimiz metinde gördüğünüz gibi Müslümanların,

ESSELÂMÜ ALEYKE EYYÜHENNEBİYYÜ (SANA SELÂM OLSUN EY PEYGAMBER)

diye namazın içinde peygamberi de muhatap almaları söz konusu olmaktadır. Allah her yerde her zaman hazır ve nazır olduğu için her yerde ve her zaman O’nu anmamız normaldir. Ama ya peygamber? Burada sanki peygamber de karşımızdaymış gibi ona selâm verilmektedir. Sonra, Allah ile sanki yüz yüze yapılan bir diyalogda Peygamberin işi nedir?

Her Müslüman’ın Allah’a en yakın olduğu bir anda, yani namazda iken en çok dikkat etmesi gereken şey; AĞZINDAN ÇIKANI KULAĞININ DUYMASIDIR, ne dediğini ne okuduğunu  bilmesidir. Bu kural Arapça bilen için geçerli olduğu gibi, bilmeyen için de geçerlidir.

Bugünkü kitaplarda yer alan Tahiyyat metni, hadis kitaplarına İbn-i Mes’ud kanalıyla geçen metindir. Bu metnin, bazı ilâveler ve değişmelerle birlikte yer aldığı daha bir çok rivayet mevcuttur. Ama maalesef hepsinde de bu ‘Esselâmü aleyke… (Selâm sana ey peygamber…)’ ibaresi vardır. Buradan da bu rivayetleri nakleden ravilerin (aktarmacıların) hiç birinin, konuya Tevhid ve namazın esprisi açısından yaklaşmadıkları anlaşılmakta, yani konunun DİRAYET eleştirisini yapmadıkları görülmektedir.

Bir de bu ‘Ettehiyyatü’ metnine bir kutsallık vermeye çalışan sivri akıllılar vardır. Bu uydurmacılara göre bu Ettehiyyatü, Miraç’ta Allah ile peygamberimiz arasında geçen diyalogtur:

Peygamberimiz, Allah’ın karşısına varıca selâm verir:

– Ettehıyyatü lillahi vesalavatü vettayyibatü

Allah da peygamberimize:

– Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetüllahi ve berekatühü

Peygamberimiz sadece kendisinin esenlikte olmasına pek razı olmaz :

– Esslamü aleyna ve ala ibadillahissalihin

Bu manzarayı izleyen Cebrail ve Melekler de:

– Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühü ve rasülühü,

derler.

Nasıl senaryo ama?(!)

Evet bunlar uyutmaca, uyuşturmaca şeylerdir.

Bu Teşehhüd/ Tahiyyat konusunda en sağlam ve doğru yaklaşımı, Malikî Mezhebi İmamı İmam Malik göstermiştir. Meşhur Hadis kitabı MUVATTA’da İbn-i Ömer’den rivayetle şöyle yazmaktadır:

‘Muvatta’da şöyle gelmiştir: ‘“(Nafi der ki) “İbn-ü Ömer R.şöyle teşehhüt okurdu: ‘Bismillahi, ettehiyyatü lillahi vessalavatü lillahi Ezzakiyatü lillahi esselâmü alennebiyyi ve rahmetüllahi ve berekatühü esselâmü aleyna ve ala ibadillahissalihin. Şehidtü enla ilahe illallahü ve şehidtü enne muhammeden  resulillahi.’

Bunu ilk iki rekâtın ka’desinde okur ve teşehhüdünü tamamlayınca dua ederdi. Namazın sonunda oturunca da yine böyle Teşehhüdte bulunur ve teşehhüdü öne alırdı. Sonra dilediği duayı yapardı. Teşehhüdü tamamlayıp selâm vermek isteyince şöyle derdi:

ESSELÂMÜ ALENNEBİYYİ VE RAHMETÜLLAHİ VE BEREKATÜHÜ. ESSELÂMÜ ALEYNA VE ALA IBADİLLAHİSSALİHİN.

Sonra sağına, ‘esselâmü aleyküm’ derdi. Sonra karşılık olarak  imama selâm verirdi. Solundan biri kendisine selâm verirse karşılık olarak ona da selâm verirdi. ’”

Rezin şunu ilave etti. “Ve dedi ki:  Rasülüllah S. böyle yapılmasını emretti.”’

Bazı yerlerde ise bu ifade sözcük farklılıklarıyla (dua olduğu için hiçbir şey fark etmez.), ESSELÂMÜ ALENNEBİYYİ (PEYGAMBERE SELÂM OLSUN) diye, gramerde muhatap (ikinci şahıs) olarak değil de Ğaip (üçüncü şahıs) ibaresiyle aktarılır. Meselâ muteber Hadis kitaplarından Sünen-i Ebu Davud’da böyle yer almıştır.

Ayrıca hadis kitaplarını şerh edenler de kitaplarında, İbni Mes’ud’un rivayetindeki bu hitabın peygamber öldükten sonra değiştirildiğini, artık ‘Selâm sana’ diye peygambere yönelinmediğini, ‘Allah Peygambere selâmet versin’ tarzında okunduğunu yazarlar. Ama bu da özrün kabahatten büyük olmasından başka bir şey değildir.

Namaz Peygambere de farzdı. O da namaz kılardı. Hem de en doğrusunu o kılardı. Peki kendisi nasıl okurdu?  Ne dersiniz?

Bu hadis kitaplarının hepsinde; “Rasülüllah teşehhüdü gizli okurdu” diye yazmaktadır. Yani hiç kimse Peygamberimizin namazda teşehhüdü nasıl okuduğunu duymamıştır. Bu kaynakların yazdığına göre, bizim okuduğumuz ve tartıştığımız teşehhüd, namaz dışında o kişilere öğretilmiştir.

Müslümanların bu hatası sadece namazdaki tahiyyatla sınırlı değildir. Cuma günleri öğleyin, kandil (!) gecelerinde yatsı vakitleri ve cenaze ilânlarında minarelerden okunan salâ da aynı hataları içermektedir. Orada da “Essalâtü ve sselâmü ALEYKE ya rasülellah” (salât ve selâm senin üzerine olsun ey Allah’ın elçisi) diyerek, asırlarca evvel bu dünyadan göçüp gitmiş olan peygamberimize sanki sağ ve yanımızda hazırmış gibi seslenilmektedir. Böylece de peygamberimize beşer olmasının ötesinde bir sıfat yakıştırılmış olmaktadır. Bu durumun ise insanı şirke sürükleyeceği aşikârdır. Salâda da yine tahiyyattaki gibi salât ve selâmı gaybî olarak ifade etmemiz gerekir. Meselâ: “essalâtü vesselâmü alâ rasülillah, veya Allahümme salli ve sellim alâ Muhahammed veya Eyyühelmü’minun sallû ve sellimû alâ Muhammed” gibi.

SONUÇ OLARAK:

Bugünkü kitaplarda yer aldığı gibi teşehhüd/ tahiyyat okumak, YANLIŞTIR VE GÜNAHTIR. Doğrusu; ‘Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü’ bölümünün ‘esselâmü alennebiyyi’ şeklinde değiştirilerek okunmasıdır. Tüm Müslümanların, maalesef hata içinde olan atalarının arkasına sığınmaktan vazgeçerek birbirlerini AĞIZLARINDAN ÇIKANLARI KULAKLARININ DUYMASI konusunda uyarmaları ve bu bilince davet etmeleri gerekmektedir.

Salli ve Barik duaları (Ayrılış Duaları):

Bu dualar, genellikle salâvat-ı şerife adıyla bilinmektedir. Salâvat kavramı da maalesef yozlaştırılmış, dinî mecrasından çıkarılmış bir kavramdır. “Salâvat”; “destek olmak, yardım etmek, teslimde güvenlik sağlamak” demektir.

Bu dualarda;

“Allahümme salli ve sellim alâ muhammedin ve alâ âl-i Muhammed. Kemâ salleyte ve sellemte alâ İbrahim ve alâ âl-i İbrahim. İnneke hamidün mecidün” yani,

“Ey Allahım! Muhammed’e ve çevresindekilere yardım et, destek ol. Onların güvenliklerini sağla! Tıpkı İbrahim ve yakınlarına destek olduğun, yardım ettiğin ve güvenliklerini sağladığın gibi. Şüphesiz sen, Hamid ve Mecid’sin” denmektedir.

Görüldüğü üzere, bu dua ile namazlarda Yüce Rabbimizden yapılan son istek, insanın kendisine değil, dini yayan peygambere ve onun yardımcılarına yönelik olup Allah’tan, vereceği destek, edeceği yardımla onların güvenliklerinin sağlanması ve dinin yücelmesi, yayılması dilenmektedir.

Oysa peygamberimiz ve yakınları bugün aramızda yoklar ve muvazzaf değillerdir. Şu hâlde dualarımız onların misyonunu yürütenler için yapılmalıdır. Meselâ:

“Allahümme salli ve sellim alâ evliyâike ve ensârik. ve alellezîne yücâhidüne fî sebîlik. Kemâ salleyte ve sellemte alâ muhammedin ve alâ âl-i muhammed.Ve kemâ salleyte ve sellemte alâ ibrâhîm ve alâ âl-i ibrâhîm. İnneke hamîdün mecîd” yani,

“Ey Allahım! Yakınlarına, yardımcılarına (dinin yayılması için gayret eden müttekilere) ve senin yolunda çırpınanlara, çaba harcayanlara yardım et, destek ol, onların güvenliğini sağla. Tıpkı Muhammed ve yakınlarına, İbrahim ve yakınlarına yardım ettiğin, destek olduğun ve güvenliklerini sağladığın gibi. Şüphesiz sen Hamid’sin, Mecid’sin.”

Dualarımızda kişisel isteklerimiz de dile getirilebilir; dertliler deva, hastalar şifa, borçlular eda dileyebilirler. İsterseniz Kur’an ile uyumlu olarak şöyle dua edilebilir:

“Rabbena âtina fiddünya haseneten ve fi-l âhireti haseneten. Ve gınâ azâbennâr. Rabbenağfirli ve livâlideyye ve lilmüminine yevme yegûmül hısâb! Bi rahmetike yâ erhamerrahımîn” yani,

“Ey yüce Rabbimiz! Bize dünyada iyilik, güzellik ver. Ahirette de iyilik, güzellik ver! Ve bizi ateş azabından koru!

Ey Rabbimiz! Beni, anamı-babamı ve tüm müminleri, hesaba kalkılan gün bağışla! Sonsuz rahmetinle ey Merhametliler Merhametlisi!”

Yüce Allah’tan sınır, sınırlama kesinlikle olmadan başka isteklerde de bulunulabilir. (Hakkı Yılmaz)

http://www.istekuran.com/index.php?page=cinn 

This entry was posted on Cuma, Ocak 15th, 2010 at 17:19 and is filed under SALAVAT. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

There are currently 9 responses to “Namazda Tahiyyat ve Salavatlar_Hakkı Yılmaz”

Why not let us know what you think by adding your own comment! Your opinion is as valid as anyone elses, so come on... let us know what you think.

  1. 1 On Temmuz 6th, 2010, ayşe said:

    namazda kuran okunur…neden teşehhüdde de kuran okunmasın…ben kuran okuyun yorumu yapılır diye bekliyordum ama yine hiç bir delili olmayan aynı duanın değiştirilmişi tavsiye edilmiş…ben aytel kürsiyi okuyorum…

  2. 2 On Temmuz 9th, 2010, admin said:

    Elbette ki okunabilir.

  3. 3 On Eylül 5th, 2011, Saadettin MERDİN said:

    Peygamberimize Salâvat Getirmek Ne Demektir?

    Peygambere “Salât-ü selam” getirmek [Ahzab/56] ayetinden çıkarılmıştır. Ebu Ubeyde Ma’mer (H.210) ve Ferra (H.207) gibi müfessirler bu ayeti tefsir etmeye gerek görmemişlerdir. Bunun sebebi, ilk iki yüzyılda bu ayetin anlaşılmasında bir ihtilaf bulunmadığıdır. Fakat çok ilginçtir, öncekilerin, tefsirine bir kelimeyle dahi ihtiyaç duymadıkları bu ayet, sonrakilerin üzerinde en çok konuştuğu Kur’an ayetlerinden biri haline gelmiştir. Mesela; İbn Kesir tefsirinde hakkında en çok söz nakledilen ayetlerden biri bu ayettir. Bu şunu göstermektedir; Bu konuda birbirinden farklı rivayetler vardır. Pek çok şaibeli haber üretilmiştir. Ayeti öncekilerle sonrakiler farklı anlamışlardır.
    Bu durumda ayetteki “salât” ve “selam/teslim”in o günkü dilde karşılığını bulmak için ayetin bağ-lamına bakmak gerekir. Bu ayetin içerisinde yer aldığı yedi ayetten oluşan pasaj, içerik, üslup ve biçim olarak bir birinden ayrılamayacak bir bütün teşkil eder. Pasajın konusu, Hz. Peygamber’i üzüp incitecek tavır ve davranışlardan uzak durmaktır. Bunu özetlersek, “peygamberlik hukukunu korumak” diyebiliriz.
    Konusu, çevresindekilerin Hz. Peygamber’le ilişkisi olan böyle bir pasajda “Peygamber’e “salât ve teslim”in anlamı; çok alternatifli olamaz. “Yusallûne” fiilinden dolayı, bizden istenenin yapılabilecek bir eylem, iş ve oluş ifade etmesi gerekir. Yoksa Allah, melekler ve insanların oturup Peygambere salâvat getirmeleri, “Salli alâ Muhammed” demeleri düşünülemez.
    Ayette “salât” fiilinin; Allah, melekler ve müminler olmak üzere üç öznesi vardır. Öyleyse “Salât” bu üç öznenin, şer’an ve aklen yapabileceği “ortak bir eylem” olması lazımdır. Yani; “Yusallûne” fiiline öyle bir anlam vermeliyiz ki, Allah’ın, melekler’in ve Müminler’in beraber Pey-gambere yapabileceği ortak bir iş olsun. Bu da ancak “salât” kelimesinin onlarca anlamından biri olan “desteklemek” manasını tercih etmekle olur.
    Ayetin ikinci bölümündeki “Sellimû” emri, teslimiyet, itaat kısmı sadece müminleredir. Çünkü Allah ve melekler Peygamberi örnek alıp, ona itaat etmeleri söz konusu olamaz.“Teslim” insanın yapabileceği bir eylemdir.
    Ayrıca; “salât etmek” ile “teslim olmak” arasında anlam bakımından zorunlu bir bakışımlılık ve tamamlayıcılık olması gerekir.
    Bundan dolayı; “Peygamber’e salât etme”nin en muhtemel karşılığı, ya; “Allah ve melekler onun izzet, onurunu koruyup kolluyorlar; siz de onun izzet, onurunu koruyup, ona esenlik ve dile-yin(dua edin)” olur, ya da; “Allah ve melekleri onu destekliyorlar; siz de onu destekleyip onun (örnekliğine) tam bir bağlılıkla bağlanın/teslim olun” olur. Bu ikinci anlam (destek olma, yardım etme) “salât” sözcüğünün etimolojik anlamlarının ortak noktasıdır ve çok daha isabetlidir.
    Burada gözden kaçırılan önemli nokta şudur; “Sallâ” fiilinden türeyen “salât” kelimesi son-radan kavramsallaşmış ve bildiğimiz namazın terim anlamı olmuştur. Artık anlamı değişmiş, anlam; desteklemek değil, dua etmek, namaz kılmak olmuştur. Bizim yanılgımız kelimenin sonradan kazandığı bu terim anlamını, kelimenin yalın, aslî haline yani; vahyin nüzul zamanındaki anlaşılan anlamına da vermektir. Bu yeni kavramsal anlamı, “salâtı/dua etmeyi” yine kavramlaşmış başka bir terim olan “dua” ile açıklamak, anlamı iki defa orjinalinden uzaklaştırmak demektir.
    Bugünkü salât-ü selam geleneği, Müslümanların ürettiği bir kültürdür. Harun Reşid zamanı-na kadar resmi yazışmalarda yalnızca besmele yazılıyordu. İlk defa onun besmelenin yanına tasliye/salât-ü selam’ın yazılmasını emrettiğibilinmektedir. Daha sonra H.3. asırdan itibaren edebi-yat ürünlerinde görüldüğü, H.5. asırdan sonra da kitap başlarında besmelenin yanına yazılmaya başlandığı görülmektedir. Eğer erken dönemlerde böyle bir Peygambere salat-u selam getirme geleneği olsaydı elimizdeki en eski belgeler bunu bize gösterecekti.
    Tüm bunlar, Salâvat getirme kültürünün hadislerle oluşturulduğu, daha sonrada buna Kur’an’dan delil arandığını göstermektedir. Delil olarak ta [Ahzab/56] ayeti bulunmuştur. Bu ayete farklı anlamlar yüklenerek, ayet zorlanmıştır. Öyle ki; ‘Sallê- yusallî’ fiiline aynı cümlede birbirinden farklı, üç anlam verilmiştir.
    *Allah’ın salâtı; peygamberine rahmet etmesi (Allah’ın Peygamber’e salâtı burada bağışla-ma anlamı taşımaz. Peygamber’den kaynaklanan bir kusur ve günahın söz konusu olmadığı bu bağlamda, “bağış ve af” değil, “destek” söz konusudur. [Tevbe/ 103]’te “Salât etmek”; dua ile desteklemek olarak geçer. Yine ‘Onlara Rablerinden salâvat vardır’ [Bakara/157] ayetindeki Allah’ın salâtı; kulunun duasına icabet ederek, onu bağışlaması ve ona yardım etmesidir)
    *Meleklerin salâtı; peygambere istiğfarda bulunmaları,
    *Mü’minleri salâtı ise; Peygamberi Arş’ın sağ tarafındaki ‘Makam-ı Mahmûd’ denilen yüce makama, Şefaat Makamı’na ulaştırması için ona salâvat okumak / salâvat getirmek olarak çevril-miştir.
    Bereket versin Allah ve melekler ona salâvat getirirler dememişler. Eğer ayetin ikinci kıs-mındaki ‘Sallû’ nün anlamı salâvat getirin/salâvat okuyun ise aynı cümlenin başındaki aynı fiil (yusallûne’deki “sallâ” fiili), aynı anlama gelmek zorundadır. O zaman da anlam hâşâ ‘Allah, kulu Muhammed’e salâvat getirir, ona dua eder, ondan yardım ister’ olur. Sormak lazım; Allah dua mı eder ?! Duaları kabul mü eder?
    Hâlbuki ‘Sallû’ fiili az aşağıda “O Allah ki sizi karanlıktan aydınlığa çıkarmak için sizi des-tekler ve melekleri de…” [Ahzab/43] şeklinde geçerek, ayetin tefsirini bizzat Allah yapmıştır.
    [Hadid/9] da da Allah’ın kulu Muhammed’i nasıl desteklediği şöyle belirtilir. “O Allah ki; sizi karanlıktan aydınlığa çıkarmak için kulu’na apaçık ayetlerini indiriyor.”
    “O ne tasdik etti, ne de çaba sarfetti (destekledi). Fakat o yalanladı ve geri durdu (destek vermedi)” [Kıyame/31-2] ayetindeki “sallâ” da “tevellâ”nın anlam bakımından tam karşıtıdır.
    Yukarıda geçen [Ahzab/56] söz konusu ayetin anlamı da; “Allah ve melekler, Nebi’nin da-vasını destekliyorlar, Ey mü’minler sizde onu / davasını / peygamberliğini destekleyin…” dir. Nerede salâvat getirmek /okumak? Bu ayetin bağlamına bakarsak [Ahzab/53-9] içeriğin ‘Peygam-berlik hukukunu korumak’ olduğu ayan-beyan ortadadır.
    Zaten ‘yusallûna’ fiil kipi olmasından dolayı yapılması istenen işin bir eylem olması gerekir. Kıraat/dua etmek değil! Salât eylemi; Allah’ın, meleklerin ve mü’minlerin ortak yapacağı bir eylem olmalıdır. Ayetin ikinci kısmı olan “(Ey İman edenler!) tam bir teslimiyetle (onun örnekliğine) teslim olun” [Ahzab/56] Burada ise özne sadece müminlerdir. Yani; Allah, melekler ve müminler peygambere salât etmek /desteklemek konusunda ortaktırlar. Ama peygambere teslim olmak Allah ve melekler için söz konusu olamaz. Çünkü o meleklere örnek olamaz. Selama /teslimiyete yalnızca müminler davet edilmektedir. Emredilen bu teslimiyet onun güzel örnekliğinedir, risaletinedir. Üstelik Allah’ın ve meleklerin sözkonusu desteği fiilin muzari olmasından dolayı süreklidir. Sizde Ey Ümmet-i Muhammed! Bu desteği aralıksız sürdürün. Bu [Ahzab/56] ayeti inince sahabeler ellerinde tesbih ile Peygamberimize salâvat getirmeye mi başladılar? Hayır. Onlar bu desteği cihad meydanlarında fiili olarak gösterdiler. “Ya Rasulallah! Sen atını denize sürsen, biz de tereddüt etmeksizin peşinden geliriz” diyerek, ona kol-kanat gererek gösterdiler. Padişaha destek nasıl “Padişahım sen çok yaşa!” demekle verilmiş olmaz ise, Peygambere destek te ‘Sana salât-ü selam olsun’ demekle verilmiş olmaz.
    Sözün özü şudur: Hz. Peygamber’e yapılan dualar/salâvat da ona manevi bir destektir ve bu cümleden sayılır. Fakat bu destek emri sadece dil desteğine indirgenemez; bu ayette de emredildi-ği gibi “fiili” destek olmak durumundadır. Ona yapılacak fiili destek onunla aynı zamanda yaşayan sahabe için zaten bellidir. Bizim gibi onun çağdaşı olmayanlar için ise, onun davasını desteklemek ve örnekliğini yaşatmak anlamına gelir. Onun getirdiği vahye ve o vahyi hayata koyuş tarzına verilecek her destek, ona yapılmış gerçek bir “salât” ve “selam” olacaktır.
    Allah bize Peygamberinizi destekleyin diyor, biz ise “Allahümme salli alâ Muhammed/ Allahım Muhammed’i sen destekle” diyoruz. Allah bize, biz ise Sen diyoruz. Bir gariblik yok mu bu işte? Yahudilerin Musa’ya dediği gibi “Hadi sen git, Rabbinle birlikte savaşın. Biz şuracıkta otura-cağız.” [Maide/24]
    Artık günümüzde, özellikle biz Türklerde salâvat getirmek bir ibadet formuna büründü. Hâl-buki ibadetler yalnızca Allah’a yapılır. Hiçbir peygamber kendisine ibadet edilmesini emretmez. Artık Peygambere salâvat getirmek; ona esenlik dilemek, dua etmek için yapılmaz olmuş, bilakis; gönderilen salât-ü selamlar vesilesiyle, onun ruhaniyetinden istifade etmek, ruhaniyetiyle temasa geçip, aradaki perdeleri kaldırmak ve bir takım nurlar almak, şefaatine nail olmak, hurilere sahip olmak, şefaat makamı olan makam-ı mahmud’un kapsam alanını genişletmek ve tüm ümmetini onun şefaatiyle nar-ı cahîm’den azat etmek, vs. gibi islamda hiç bilinmeyen şeyler için yapılmaya başlanmıştır.
    Allah için, elinizi vicdanınıza koyun, hakkı söyleyin. O gelmiş ve gelecek günahları bağışlan-mış olan o en büyük peygamberin duaya ihtiyacı mı var? Biz ona esenlik dilemek için mi ona salât-ü selam’ı gönderiyoruz? Yoksa herkesin de bildiği gibi “Bu salât-ü selamlar hurmetine, Allah’ım duamızı kabul et, şu şu hacetimizi gider” diye yapmıyor muyuz? Daha net söyleyelim. ‘Onun aracılığıyla Sen’den istiyorum’ demiyor muyuz? Onu aracı ve şefaatçimiz yapmıyor muyuz? Durum bütün çıplaklığı ile böyle ise, bu islama muvafık mıdır?
    Peygamberimize salâvat getirmeyecek miyiz? Evet getireceğiz. Ömründe bir defa demek vaciptir. Ya da ismi ilk anıldığında, yazarken ismi ilk yazıldığında salâvat getirmek yeterli görülmüştür. Namazlarımızın ka’delerinde zaten Salli ve Barik duaları var. Ayrıca bu ibadet formunda yapılamaz. Zira bütün ibadetler, tüm çeşitleriyle yalnızca Allah’a yapılır. Peygamberimizin öğrettiği onlarca hamd, tesbih, zikir duaları varken yeni ibadetler mi icad ediyoruz?
    Salât; o son nebiyi ve onun tevhid dinini desteklemek, ayakta tutmak, onun davasına canı gönülden omuz vermek demektir. Peygamber’imize sözlü destek vermenin/salâvat getirmenin ne mahzuru olabilir denirse; sözlü destek olsa olsa, esas yapılması gereken fiili desteğin çok küçük bir cüz’ü olabilir. Ya da ismi yazıldıkça (s.a.v) yazmak, onu desteklemek midir? Yoksa fiili desteği baştan ‘sav’mak, ya da bir nevi ‘S.A.V’ gitsin demek midir? Esas yapılması gerekenleri yapmayıp böyle acayip yollar icad edip, ona cennette komşu olmayı hayal etmek oldukça zekice, bir o kadar da tuhaf.
    Bizdeki bu salâvat kültürünün geçmişinde ‘Delailü’l-Hayrat’ adlı kitabın ve bunun halk ara-sındaki ‘Kara Davud’ ismi ile meşhur şerhi gibi kitabların büyük etkisi olmuştur. Bu kitabın müellifi Süleyman el-Cezûli abdest almak için bir kuyu başına varır. Fakat kuyudan su çıkartmak için bir malzeme bulamaz. Uzaktan bir kız çocuğu onu izlemektedir. Yanına varır, kuyuya tükürür, tükürü-ğünün bereketiyle kuyu suyla dolup taşar ve şeyhimiz de abdestini alır. Şeyhimiz kıza bu yüksek manevi mertebelere nasıl ulaştığını sorar. Bu kızcağız da bu seviyeye, salâvat okumakla ulaştığını söyler. Bunun üzerine şeyhimiz bütün salâvatları toplayıp yazar. Kim bu salâvatları düzenli bir şekilde okursa peygamberin şefaatına nail olacak ve maddi ihtiyaçları karşılanıp, dünyevi işleri düzelecektir vs. şeklinde hergün abdestli olarak, belirli vakitlerde, belli sayıda, hangi salâvatların okunması gerektiği belirtilmiştir. Görüldüğü üzere her şey efsaneler, mitoslar üzerine kurulmuş bir kültür! Öyle ki; kuyuya tükürmek bile keramet olarak takdim edilmiştir.
    Hatta öyle salâvatlar icad edilmiş ki okunmaması okunmasından çok daha hayırlıdır. Allah korusun kişiyi şirke dahi götürebilir. Örneğin Kurtûbî’nin icad ettiği; ‘salât-ı tefriciyye’ deki peygambere verilen sıfatlar Allah’ın sıfatlarıdır. “…Düğümler onunla /Muhammed ile çözülür, Sıkıntılar /Belalar onunla giderilir, İhtiyaçlar /hacetler onunla elde edilir, Arzulanan iyiliklere onunla nail olunur..”. Tam 4444 kere okunmalı. Haftalarca papağan gibi tekrarlamalısınız. Ne bir eksik, ne de bir fazla. Allah’ın işi gücü yok, bir eksik, bir fazla mı diye pür dikkat tefriciyenizin adedini sayacak. Tövbe Ya Rabbi! Yoksa sıkıntılarınız, belalarınız sona ermez(!) Namazdan sonra yaptığımız mesnûn olan tesbihatta, 33 defa tesbih, tahmîd, tekbir getirilirken, Allah topu topu 33 kere anılır, yüceltilir, övülürken, bu şirk kokan ‘salât-ı tefriciyye’ 4444 kere! Sanki bir yerde yanlışlık var gibi!
    Bir mümin rahmet-i Rahman’a kavuşur, “Esselâtü ve’s-Selamü aleyk, Aleyke Yâ Habîballah” diye selâ verilmeye başlanır. İnsanlar Allah’ın huzuruna durmaya “Allahümme salli alâ muhammed” ile kaldırılır. Namazdan çıkılır, “Alâ rasûlünâ salavât” diye tekrar peygambere salavat getirilir. Salâvat getirin emrini alan imam “Salât-ı tüncînâ”ya başlar. “Allahım! Muhammed’e ve onun ehli beytine salât et. Bu salât ile bizleri bütün korku ve belalardan kurtarırsın. Bizim ihtiyaçlarımızı o salâvat hurmetine yerine getirirsin, bizi bütün günahlardan temizlersin, bizi yanındaki derecelerin en yücesine yükseltirsin, o salâvat hürmetine hayatta ve öldükten sonra tüm hayırların en nihayetine ulaştırırsın…” Tüm hacetlerimizi Allah’tan istesek ne olur? Günaha mı gireriz?.Yoksa az önce Fatiha’da Allah’a söz vermiştik, “Allah’ım yalnızca Sen’den yardım isteriz, isteyeceğiz” diye!
    İhtiyaçlarını, sıkıntılarını Allah’a arz etmeyip, bunları başkasının gidereceğine inanana ne dendiğini bilirsiniz? Peygamberi övmek ile başlayan bu çığır sonunda, ona ibadete, onu uluhiyyete ortak etmeye kadar uzandı. Mezarında sağ ise, ümmetinin tüm amelleri sabah akşam ona arz ediliyorsa, selam verenin selamını alıp, aynı ile mukabele ediyorsa o takdirde peygamber ölmemiştir. İsa’nın gökte sağ olması (!) gibi bizim Peygamber de Ravza-ı Mutahhara’sında sağ ve diri demektir.(!) Bizim peygamber’in onlarınkinden aşağı kalması hiç olacak şey midir? Onlarınki de, Baba’nın yanına oturmuş, bizimki de Arş’ta Allah’ın sağ yanına (!) oturtulmuştur. Küçükleri Allah, affedecek! Büyük günahlarımızı ise onun şefaati affettirecek. Ebedî kurtuluşumuz ona bağlı. Gel de şimdi ona binlerce salâvat getirme! Devenin neresini düzelteceksin ki?
    “Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir ?” [En’am, 6/21]
    “Haktan / hakikatten sonra geriye ne kalır ki? Sapıklıktan başka ?” [Yunus, 10/32]
    Aslan sahradan çekilince ortalığın topal tilkilere kalması gibi, hak ve hakikat ortalıktan çeki-lince geriye yalnızca bu tür yanlışlıklar kalmaktadır.

  4. 4 On Eylül 5th, 2011, admin said:

    Saadettin bey katkılarınız için teşekkür ederiz.

  5. 5 On Eylül 27th, 2012, Umut K said:

    Selamlar,
    Saffat 181 – Gönderilen bütün peygamberlere selam olsun. 182-Alemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun.
    Ayeti bulunmaktadır. Müzemmil 20’de ise ….Kuran’dan kolayınıza geleni okuyun…. denmektedir. Bu bağlamda namazda Peygamberlere selam göndermek durumunu nasıl değerlendirmeliyiz?

  6. 6 On Haziran 30th, 2013, miskeen muslim said:

    Esselamun aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuh sayin MÜSLÜMAN kardesler. Sizin örnek olarak verdiginiz Selavat örneginiz benim cok hosuma gitti ve ben sizden bunun kaynagini Hadis olarak var mi ögrenmek istiyorum. Bana bu konuda yardimci olursaniz cok mutlu olurum. Bana cevabi E-Mail olarak yollarsaniz sevinirim Tesekkürler.Neredeyse unutuyordum Salavati örnek olarak ekledim. Allah Sizi hem bu Düyada ve ahirette en güzel sekilde mükafatlandirsin.
    Allahin rahmeti ve bereketi Sizinle olsun.

    Sizden örnek olan Salavat budur.

    “Allahümme salli ve sellim alâ evliyâike ve ensârik. ve alellezîne yücâhidüne fî sebîlik. Kemâ salleyte ve sellemte alâ muhammedin ve alâ âl-i muhammed.Ve kemâ salleyte ve sellemte alâ ibrâhîm ve alâ âl-i ibrâhîm. İnneke hamîdün mecîd”

  7. 7 On Temmuz 3rd, 2013, admin said:

    Söz konusu hadislerin, İmam Malik’in Muvatta’sında ve Ebu Davud’da geçtiği yazıda ifade edilmiştir.

  8. 8 On Nisan 16th, 2014, Haluk Yılmaz said:

    Ben bu yorumu çok zorlama ve çelişkili, hatta saçma buldum.
    Çelişki 1: Çünkü başta Allahtan başkasına dua edilmez, tahiyyat yanlıştır deniyor, sonrasında “Salli Barik Duaları” kısmında da Hazreti Peygamberin aramızda olmadığını, muvazzaf olmadığını bu nedenle bu duanın “Yakınlarına, yardımcılarına (dinin yayılması için gayret eden müttekilere) ve senin yolunda çırpınanlara, çaba harcayanlara yardım et, destek ol, onların güvenliğini sağla.” Şeklinde dua edilmesinin uygun olacağı söyleniyor. Tahiyyat’ta yapılmaması gerektiği söylenen ve Peygamberden esirgenen duanın “senin yolunda çırpınanlara, çaba harcayanlara” denilerek başkaları için yapılabileceği söyleniyor. Bu kendi içinde çelişkidir.
    Namazda “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin.” Ayetini okuyamayacak mıyız, yasak mıdır. Çünkü Peygambere özvgü ve salat var..
    Namazda Allahtan başkasına dua edilmez deniliyor. Peki hem Hazreti Peygamber hayatta olmadığına, muvazzaf olmadığına göre aşağıda bazı örneklerini verdiğim Kuran’da peygamberimiz hayatta iken yapılmış hitap ayetlerini hem de Peygambere övgü, uyarı, yol gösterme tarzındaki ayetleri namazda okumayacak mıyız? Çünkü bu ayetler hayatta olan bir peygambere hitap ayetleridir.
    Ayrıca Kuran’da diğer peygamberlere hitap ayetleri de çokça vardır. O Peygamberler de muvazzaf olmadığına göre namazda o ayetleri de okuyamayacak mıyız?
    Örnek Ayetler:
    • Şüphesiz Allah’ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için biz sana Kitabı hak olarak indirdik. (Sakın) Hainlerin savunucusu olma. (4/105)
    • De ki “Ey insanlar ben Allah’ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisi (peygamberi)yim….. (7/158)
    • De ki: “Şüphesiz ben ancak sizin benzeriniz olan bir beşerim; yalnızca bana sizin ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa artık salih bir amelde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak tutmasın.” (18/110)
    • Biz seni alemler için yalnızca bir rahmet olarak gönderdik. (21/107)
    • Andolsun hikmetli Kur’an’a, Gerçekten sen gönderilen (elçi)lerdensin. Dosdoğru bir yol üzerinde(sin). (Kur’an) Güçlü ve üstün olan esirgeyen (Allah’)ın indirmesidir. Babaları uyarılmamış böylece kendileri de gafil kalmış bir kavmi uyarman için (gönderildin). (36/2-6)

  9. 9 On Mayıs 22nd, 2014, OgZerden said:

    Kur’an-ı kerim Resulullaha inmedi mi? Resulullah namaz kılmadı mı? Ömür boyu kıldığı namaz tevatürle yani icma ile bildirilmedi mi? Onun kıldığı namaz gibi kılmak niye yanlış olsun? Namazın nasıl kılınacağı, kaç rekat olduğu, hangi vakitlerde kılınacağı, namazı nelerin bozacağı, nelerin bozmayacağı hadis-i şeriflerle bildirilmiştir.
    Hadis-i şeriflere inanmayan Müslüman, Kur’ana da asla inanmaz. Çünkü Kur’anı toplayıp Mushaf haline getiren Eshab-ı kiramdır. Onların bildirdiği âyetlere inananın, onların bildirdiği hadis-i şeriflere de inanması gerekmez mi?
    Hadis-i şeriflere nasıl uydurma denir? Peygamber efendimiz, 23 sene hiç mi konuşmadı, hiç mi bir söz söylemedi, namaz şöyle kılınır demedi mi? Rüku nasıl yapılır, secde nasıl yapılır hiç mi göstermedi, hep evinde gizli mi kıldı? Camiye hiç mi gelmedi? Son hastalığı hariç, bütün namazlarda Allah Resulü cemaate namaz kıldırmadı mı?
    Eshab-ı kiram, Resulullahtan görerek Sübhanekeyi okudu, Ettehiyyatüyü okudu, salli barikleri okudu. Rabbena’yı okudu. Bunları Emevilerin uydurduğu nasıl söylenebilir?
    Peki Emevi diye kimselerin bulunduğunu nereden öğrendiniz? Kitaplar mı yazıyor? O kitaplar hadis-i şerifleri de yazıyor. Emevilerin yaşadığına kitap yazdığı için inanıyorsunuz da, kitap yazdığı için hadislere niye inanmıyorsunuz? Bu tezat değil mi?
    Kur’anda baştan sona kadar (Resulüme itaat edin, Ona uyun) buyuruluyor. Resule uymak ona tapmak ise Allahü teâlâ niye (Resulüme uyan bana uymuş olur) dedi? Hâşâ, (Benimle beraber Resulüme de tapın) mı buyuruyor?
    Peygambersiz din olur mu hiç? Peygamberi lüzumsuz yere mi gönderdi hâşâ? Öyle olsa idi, Allah hiç Peygamber göndermez, sadece kitap gönderir, alın bununla amel edin derdi. Her asırda Peygamberler gönderdi. 124 binden fazla Peygamber gönderildiği bildirilmektedir. Hâşâ bunlar boş yere mi gönderildi? (Yalnız Kur’an) diyerek sünnetleri kabul etmeyenler din düşmanlarıdır. Alıntıdır.. Saçma sapan fikirlerinizle milletiinde imanını bozmayın!!!!

Yorum Yaz