-
23rd Nisan 2011

Kutsi Hadis ve Gayr-i Metluv Vahiy

posted in Hadis |

MUSTAFA İSLAMOĞLU İLE “VAHİY” ÜZERİNE – SÖYLEŞİ

“Gayr-i metluv vahiy” ve “kutsi hadis” sözcüklerini ilk ortaya atan ve hatta tüm hadislerin vahiy olduğunu söyleyen Şafii’dir

Fethi Güngör, Fatih Okumuş ve Murat Aydın… Üçümüz Ramazan-ı Şerif’in hemen arifesinde İslamoğlu Hoca’yı Adapazarı’ndaki bahçesinde ziyaret ettik. Bahçe hem meyve bahçesi, hem botanik bahçesi gibi… Kapıdan girerken bize kapı açan Ömer Faruk’a ilk sorumuz: “Bahçıvanınız var mı?” oldu. Cevap: “Hayır, başta babam ailecek bahçenin bahçıvanı biziz.” Bahçe düzeni tam bir sanat eseri. Sohbetin, söyleşinin sonunda Mustafa Hoca bahçeyi gezdirdi bize. Hangi türler endemik, hangisinin ne özelliği var; her ağacı tanıyor tek tek. Defne yaprağı toplayıp veriyor. “Elma koparın!” diyor.  Şimdi tam da karaerik mevsimi. Poşet poşet toplayıp yanımızda götürdük sonra. Mustafa Hoca’nın her misafire sorduğu bir test sorusu var. Bahçede olmayan bir bitki söyleyin diyor kendine büyük bir güvenle. “Zeytin olur mu buralarda?” deyince gülümsüyor ve “Elbette!” “-Peki ya cevafe?” deyince; “-Ben de mango diyeceksiniz sandım. Mango bile var; ama cevafe yok. Biliyor musunuz, yedi yıldır ilk kez bir misafir, bu bahçede olmayan bir bitki adı söyleyebildi” diyor.

Mustafa İslamoğlu: … Kavl ile kelam arasında fark vardır. Hem lafız hem de mana açısından fark vardır. Kavl lügatte hıffet ve sür’ate tekabül eder. Yani hatibi etki etsin diye veya etkili biçimde söylemediği için muhatabında etki bırakmayan hafif söz. Onun için kavl’in kalb yöntemiyle altı kombinezonuna ulaşırız: kavele, kaleve, vekale, veleka, lekave, levaka gibi… Arapça’nın söz varlığını ilk derleyen dilci Halil b. Ahmed’in Kitabu’l-Ayn’ına göre bunların hepsi de “hafiflik” (hıffet) ve “geçicilik” (sür’at) manasında müşterektir. Fakat kelam’a gelince öyle değildir. Biri mühmel beşi müstamel olan altı kombinezon var: Mesela kelime’nin mücerredi keleme, kemal’in mücerredi kemele, “tokat, yumruk” anlamına gelen lekme’nin mücerredi lekeme, melek’in mücerredi meleke, lemeke ve mekele… Kullanılmayan biri hariç beş kombinezon da şiddet ve te’sir kök manalarına gelir. Yani etkili… Onun için el-kelm “yaralamak” demek. İz bıraktığı için “iz bırakan” kelimelere el-kelam denir, kavl değil. Aslında varlığı insanlık üzerinde etkili olan her şey kelime’dir… Kur’an ne buyuruyordu Hz. İbrahim’in sınanması ile ilgili, “Ve Rabbi İbrahim’i kelimelerle sınadı; o da onları kamilen tamamladı.” Kelimelerle sınamak ve sınanmak nasıl bir şey? Ateşe atıldığını biliyoruz, oğlu ile sınandığını biliyoruz, eşiyle sınandığını biliyoruz. Meğer bunlar kelimelermiş. Kelime dediğimiz buymuş meğer. Niye? Etkili imtihan, iz bırakan imtihan da ondan. Sorduğunuz İnnehu le kavlu rasulin kerim âyetinde geçenin kelam değil kavl olması önemli. Fakat Kur’an “hafif söz” olan kavl’e Müzzemmil 5’te bir sıfat ekliyor: kavlen sakilenHafif söz olan kavl, sakil (ağır) sıfatını alınca tam da “kelam”a tekabül ediyor.

Âyete dönelim: “Kerim olan Rasul’ün kavli o”. Peki, burada “Allah’ın kelamı” (kelamullah) diyoruz, ama “Allah’ın kavli” (kavlullah) demiyoruz. Allah’a nispet ederken kelam kullanılıyor, elçiye nispet ederken kavl kullanılıyor. O zaman İmam Ebu Hanife’nin yaptığı kelam-ı nefsi ve kelam-ı lafzi ayrımı isabetli olacaktır. Yaratılmış olan harfler ve sesler, yani dil, kelam-ı nefsi’nin değil kelam-ı lafzi’nin konusudur. Vahyin icazı manadadır ve mana Allah’ın kelam sıfatına nisbet edilir. Peki, âyetteki “kerim rasul” kimdir? Kerim; türünün en iyisi demektir. Cebrail türünün en iyisi midir? En iyisidir. Cebrail kerim’dir, Kur’an kerim’dir. Allah kerim’dir. Dolayısıyla kerim olan Allah kerim olan kelamı kerim olan elçi vasıtasıyla, kerim olan elçinin sözü üzerinden indirmiştir. O zaman burada her peygambere kendi kavminin lisanıyla vahyin indirilmiş olması da açıklığa kavuşmuş oluyor. Yani Kur’anen arabiyyen’deki arabiyyen Kur’an’ın sıfatıdır. Arapça, Allah’ın sıfatı değildir. Dolayısıyla Arapça Kur’an’ın dilidir, Allah’ın dili değildir. Onun için kelam Allah’a, kavl elçiye nispet ediliyor.

Burada bir nokta daha var: Kerim Elçi, “sözün elçisidir”. Cebrail, sözü taşıdığı için “elçi” olmuştur. O zaman şu cümleyi kurabiliriz: “O Kerim elçinin sözüdür” açılımı, “İlahi kelamı taşıyan elçi meleğin sözüdür” olur. Bilinen bir hakikattir: Bir kelam bir elçi ile taşınıyorsa, elçi sözün kaynağı değil sözün elçisidir. Onun içindir ki, vahyin Allah’a nispet edilen bir başı, bir de elçiye nispet edilen ayağı var. Kelam ile kavl arasındaki fark tenzil ile inzal arasındaki farka benziyor. Vahiy kaynağına nisbetle kullanıldığında tenzil, hedefine nisbetle kullanıldığında inzal kullanılıyor. Mesela Arapça oluşunun söylendiği hiçbir yerde inzal kullanılmaz. Sözün özü: kavl kerim elçiye yani Cibril’e nispet edilir, kelam Allah’a nispet edilir. “Elçi’nin sözü” sözün elçisinin kelimeleriyle Hz. Peygamber’in kalbine ilka olunan ilahi kelamı ifade eder.

Yani Hz. Peygamber’in hiçbir dahli yoktur.

Hayır, yoktur. Unutmayın, Allah senukriuke: “Sana Biz okutacağız” buyuruyor.

Tamamen alıcı konumundadır.

….

SÜNNET – KUR’AN – VAHİY İLİŞKİSİ

Hocam çok teşekkür ediyoruz, tam da sözü Rasulullah’a getirmişken sünnet-vahiy ilişkisine geçmek istiyoruz dilerseniz. Kur’an-sünnet ilişkisi elbette geniş bir konu, biz bunu tefsirle sınırlandırarak, tefsir ilmi bağlamında, Kur’an’ın tefsiri bağlamında nasıl anlamamız lazım?

Merhum üstadımız Şatıbî’nin tarifi fakire göre, bu konuda en muteber tarif addedilmelidir. Sünnet için: Kur’an’ın beyanıdır, der. Sünnetin her hükmü Kur’an’daki bir asla dayanır. Bu manada sünnet Kur’an dışında bir kaynak değildir ki… Peygamberi bir makine olsa da atsanız kitaba dönüş deseniz, Kur’an olurdu; Kur’an’ı aynı makineye atsanız insan ol deseniz Rasulullah olurdu. Bir örnek verecek olursak; “ihtilam oluncaya kadar çocuktan kalem kalkar” hadisi… Allah Rasulü böyle bir sözü kendiliğinden söylemez. Çünkü gayba taalluk eden bir söz. Rabb’imizin sahasına girer. Bunu ya bir haber almış olmalı, ya da Kur’an’ı okumuş olmalı. Burada A’raf Sûresi’nin 172. âyetini görüyoruz. Ve iz ehaze rabbüke… Bu âyette Rabb’in âdemoğullarının bellerinden zürriyetlerini aldığı buyurulur. Rabb’in âdemoğullarının bellerinden zürriyetlerini almaları ne demek? Aslında ikisini birbiriyle kavuşturmadan âyet de anlaşılmıyor. Buna öyle şeyler söylemişler ki, İmam Maturidi ile İmam Eşari bile bu konuda zıt köşelere düşmüşler. İşte anne karnında alır, ilk defa ruh üflendiğinde alır, ruhlar âleminde alır… Ama doğrusu akil baliğ olduğunda alır. Hem hadis anlaşılmış oluyor, hem âyet anlaşılmış oluyor.

Hocam bu da sizin kendi tespitlerinizden biri midir?

Bana ait değildir. Abdülaziz Bayındır Hocanın tespitidir bu ve tebrik etmek lazım. Kullu mevlûdin yûledu ‘ala fıtrati’l-İslam… Fakir şu irtibatı kurmuştur; bu Rum Sûresi’nin 30. âyetinin tefsiridir. Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar, bu hadisin arka planında yer alır. Bunun gibi, sünnetteki tüm küllilerin arka planında vahiyden bir asıl vardır.

KUDSİ HADİS ve HZ. PEYGAMBER’E KUR’AN DIŞI VAHİY GELİP GELMEDİĞİ

Hocam bunun altına bir de Kur’an-sünnet ilişkisi bağlamında söylenebilecek bir mesele daha var kutsi hadis meselesi. Kur’an dışında Hz. Peygamber’e vahiy var mıdır? Bir de bunun altında kutsi hadisleri nereye koyacağız?

Kur’an dışında Hz. Peygamber’e vahiy geldiği iddiası hayli tartışmalı bir mesele. Kur’an dışında vahiy vardır diyenler bu konuda, tevatürle sabit olan Kur’an’ın tevatürünü dahi riske sokan bir tartışmaya imza atmış olduklarını gözden kaçırıyorlar. Eğer bir meselede âlimlerden bir kısmı hayır diyor, bir kısmı bu Kur’an’dandır diyorsa, onun Kur’an’dan olması ihtimali otomatik olarak ortadan kalkıyor. Ondan sonra böyle bir tartışmanın yapılıyor olması abesle iştigaldir. Şu kesin: Kur’an’a ait bir nassın sübutunu inkâr küfürdür. Bu durumda, bu Kur’an’dan değil diyenleri Müslüman sayacaksak -ki saymamak mümkün değil- bu durumda Kur’an’dan olanları da riske sokmak gibi bir problemle karşı karşıya kalmaz mıyız? Ya o zaman müsteşriklerin yapması durumunda bizi hoplatan şeyi biz kendimiz yapmış olmaz mıyız? Kur’an’ın kaynağıyla ilişkisi konusunda şüphe ve tereddüt uyandırmış olmaz mıyız? Dolayısıyla eğer bir şey tartışılıyorsa, ihtilaf ediliyorsa o zaten Kur’an’dan değildir. Önce külli kaidelere uyalım, usul üzerinden gidelim.

Kur’an’dan olmamakla birlikte vahiy midir?

Vahyi metluv ve gayr-i metluv diye ayırmayı ben doğru bulmuyorum. Bu çok riskli, İmam Şafii’nin ilk defa yaptığı bu ayrım çok riskli bir ayrımdır.

Ama Hz. Aişe’ye de dayandırıyorlar. Hz. Aişe diyor ya “bu Kur’an’dan okunan (metluv) bir şey değildi.”

Ama bu kavramsallaştırma Hz. Aişe’ye ait değil. Bu kavramsallaştırma Şafii’ye ait. Dolayısıyla bu noktada vahyi fiili vahiy-kavli vahiy diye ayırabiliriz… Vahiy aslında sözdür, kelamdır. Fiili vahiy aslında Hz. Cibril’in Hz. Peygamber’e öğretmenlik yapmasıdır. Mesela, namazın öğretilmesi gibi.

Kudsi hadis nedir hocam?

Kudsi hadis isimlendirmesini bugüne kadar anlamış değilim. Bu isimlendirmeyi ilk yapan zat er-Risale’de Şafii’dir. Efendimiz, sahabe ve tabiinden böyle bir isimlendirme yapan çıkmamıştır.

İlahi hadisler diyorlar. Rabbani hadisler diyorlar.

Zaten isimlendirmedeki ihtilaf da sonradan oluşunun delilidir. Neden böyle isimlendirme ve tasnife gerek duyulmuş. Kutsi Hadis’in tarifi yapılırken denilir ki “Manası Allah’tan lafzı peygamberden”… Ayrıca bu hadislerle tilavet edilmediği ve Mushaf’ın iki kapağı arasında yer almadığı vurgulanır. İyi de, bütün bu “değil”lere rağmen nasıl oluyor da diğer hadislerden ayrı bir kategori olarak konuyor? Buna neden gerek duyuluyor? Düpedüz “hadis” denilmesine mani hal nedir? Neden bununla iktifa edilmeyip, birçok sıkıntı çıkaracak ve kafa karıştıracak bir tarifle Allah Rasulü’nün ve sahabenin yapmadığı bir tasnife gidiliyor?

Üstelik hadis tekniği bakımından da çoğu zayıftır.

Oraya geleceğim. Şimdi önce niye böyle bir tasnif yapılma ihtiyacı hissedilmiş? Tek sebep var, o da bu hadislerin içinde abdî (kulum) gibi lafızların olması. Mesela “ene inde zann-i abdî bî: Ben kulumun zannına göreyim.” Buhari’nin naklettiği kudsi hadis tasnifi içine alınan bir hadis. Mesela meşhur “kulum bana asıl farzlarla yaklaşır. Ama ona ilaveten nafilelerle de yaklaşır. O kadar yaklaşır ki ben onun gören gözü, tutan eli… olurum.” Mesela; salih kullarım için cennette öyle şeyler hazırladım ki hiçbir göz öylesini görmedi. Hiçbir kulak böylesini işitmedi” hadisinde olduğu gibi. Fakat sırf bu lafızlardan dolayı böyle bir tasnif yapıp yeni bir kategori ortaya çıkarmanın doğurduğu problem, bu lafızların açıklamasından kat kat fazla olmuştur. Allah vahyi korudu. Bunları korumadı. Kudsi hadis diye bildiğimiz külliyata baktığımızda içinde sahihi var, sakimi var, zayıfı var, hatta mevzu olanı ve münker olanı var. Aslında hadisler ne hükme tabii ise bunlar da o hükme tabidir. Ayrı bir isimlendirme için “Manası Allah’tan” diye tarif etmek, hele bunu İmam Şafii’nin yapması gerçekten garip.

Öteki hadislerin manası Allah’tan değil miymiş?

Evet, aynen öyle: İmam Şafii’ye göre tüm hadisler vahiydir. Ve tabi ki bu bakış açısı diğerinin getirdiğinden fazla problemle bizi yüz yüze bırakmıştır.

Özetle Kudsi Hadis tasnifinin makul bir izahı yoktur. Bu isimlendirmeyi hak edecek bir durum da yoktur. Bu kategoriye girenlerin tümü de hadistir. Hadisler hangi cerh ve tadil usulüne tabi ise bunlar da o usule tabidir.

O zaman bu tasnifin doğmasına sebep olan abdi(kulum) gibi ibareler için bir başka açıklama lazım. Çok kolay. Allah Rasulü Rabb’ini okuyor. Bunu biz de yapmıyor muyuz? Başımıza bir kaza geliyor. Kazadan kurtuluyoruz. Kazadan kurtulduktan sonra kazayı yorumluyoruz. Allah bana dedi ki, kulum aklını başına al. Veya “Yürü ya kulum demiş ona” diyoruz. Bu sözün gökten inmiş olması şart değil. Ayât-ı hâdisat indi ya, o yetmez mi? Biz ne yaptık. Rabbimizin olay âyetini okuduk. Allah Rasulü de okuyor. Rabbini okuyor. Hem de ne güzel okuyor. Muaz hadisinde olduğu gibi.  “Ey Muaz, biliyor musun, Allah’ın kulları üzerindeki hakkı nedir? O’na ortak koşmaman… Kulların Allah üzerindeki hakkı nedir ey Muaz? deyince orda kaldım diyor. Nice sonra cevap geldi: Kulların Allah üzerindeki hakkı azab etmemesidir buyurdu.”

Allah’ı okuyor. Rahmet-i rahmanı okuyor Rasulullah. Özetle: Bunlar da diğer hadisler gibi hadistir efendim. “Diğer hadisler cerh ve tadilde neye tabi ise bunlar da aynı şeye tabidir. Böyle yaklaşmazsak, bu meselenin içinden çıkmak mümkün olmaz. Mustafa İSLAMOĞLU, SAYI-08 Kurani Hayat 2009-09

http://www.kuranihayat.com/content/mustafa-islamo%C4%9Flu-ile-%E2%80%9Cvahiy%E2%80%9D-%C3%BCzerine-s%C3%B6yle%C5%9Fenler-fatih-okumu%C5%9F-fethi-g%C3%BCng%C3%B6r-murat-ayd%C4%B1n

This entry was posted on Cumartesi, Nisan 23rd, 2011 at 10:56 and is filed under Hadis. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

There are currently 4 responses to “Kutsi Hadis ve Gayr-i Metluv Vahiy”

Why not let us know what you think by adding your own comment! Your opinion is as valid as anyone elses, so come on... let us know what you think.

  1. 1 On Nisan 20th, 2012, mevlüt günesen said:

    Bu tasnifi İmam-ı Şafii hz. leri yapmışsa hürmet etmek lazım olmazmı. Lütfen İslam büyüklerine karşı biraz daha titizlik gösterelim.

    selam ve dua ile.

  2. 2 On Nisan 22nd, 2012, admin said:

    Merhaba Mevlüt bey,
    Yazı, Mustafa İslamoğlu’na ait. İslamoğlu, hürmetli biridir. Nerede hürmetsizlik buldunuz?

  3. 3 On Aralık 21st, 2012, fuat alkan said:

    ALLAH RAZI OLSUN TÜM İNSANLIK BUNU MUSTAFA İSLAMOĞLUNUN ANLATTIĞI GİBİ BİLMELİDİR.

  4. 4 On Haziran 11th, 2014, mustafa said:

    kuran ile inşa olmuş böyle mümeyyiz bir akla sahip olan sözün gücünü güçlü bir muhakeme yeteneğiyle okuyan mustafa islamoğlu hocam sen Allahın bu ümmete bir lutfusun.anlamamızın önünü açtığın için sana yürekten teşekkürlerimi sunuyorum.sen cansın can…

Yorum Yaz