-
20th Eylül 2008

Kur’an’da Cin Kavramı

posted in MELEKLER |

CİNN KAVRAMI ve KUR’AN’DA CİNN

“Cinn” kavramı, “şeytan”, “İblis”, “melek” kavramları gibi muhtemelen tarih öncesinden itibaren insanların yaşamları içine girmiş kavramlardan biri olup, yine bu kavramlar gibi tüm dinlerde önemli bir yere sahip olmuştur. Ne var ki bu kavramların halk kültüründe edindiği yer, ilkel toplumların yaşadıkları ilkel koşullar içinde zihinlerinde oluşturdukları vehim ve kuruntulara dayalı inançların etkisinden kurtulamamıştır. Bugün de hâlâ, ilkel toplumlardan gelme yanlış anlayış ve inanışlar devam etmekte ve işin kötüsü bunlar dine fatura edilmektedir. Bizi ilgilendiren husus da budur. Biz, dinimizin saf, halis, Allah’a ait bir din olarak yaşanmasından yana olduğumuz için bu kavramları, içlerine yuvalanmış batıl inanç ve hurafelerden temizlemeyi bir görev olarak addetmekteyiz.

Halk kültürüne göre cinn; “insan gibi yiyip içen, üreyen, inanan, bazen ehil insanlarca işçi gibi çalıştırılan, olağan üstü güç ve bilgilere sahip, insanları çarpan, istediklerine zarar veren, erdirici yüksek değerler ilham eden gizli destekçi güç, görünmeyen yaratık”tır.

Bu anlayış doğrultusunda halk arasında, psikolojik rahatsızlıklara uğramışlara, yüz felci olmuşlara… cinn çarpmış, cin uğramış (uğrak olmuş) denmektedir. Eski dönemlerde ise başarılı, çalışkan zanaatkârlara, şairlere, kâhinlere hatta peygamberlere de “mecnun (cinlenmiş)” denirdi. Bundan maksat, onların delirmiş olduklarını anlatmak değil, cinler (görünmez varlıklar) tarafından desteklendiklerini, yardım gördüklerini ifade etmekti.

Günümüzde cinn kavramını doğru olarak öğrenebilmek için yapılacak ilk hareket, bu konuda şimdiye kadar bilinen ve halk arasında yaygın, kulaktan duyma anlayışın bir tarafa bırakılması olmalıdır.

“Cinn” sözcüğü, “cenn” kökünden türemiş bir sözcük olup sözcüğünün asıl anlamı, “bir şeyi duyulardan saklamak”tır. “Cennehülleylü (gece onu örttü)”, “ecennehü (onu örttürdü)”, “cenne aleyhi (üzerine örttü)” şekillerinde kullanılır. Nitekim Kur’an’da İbrahim peygamberi konu alan bir pasajda “fellema cenne aleyhilleylü (ne zaman ki gece kendisini sakladı, iyice karanlık çöktü)” diye yer almıştır (En’âm; 76).

Aşağıdaki sözcükler de “cnn” kökünden türemiştir.

Cennet: “Toprağı ağaç yapraklarıyla saklanmış yer” demektir.

Cinnet: “aklı, fikri saklanmak, delirmek” demektir.

Cenin: “ana karnında saklandığı için bu adı almıştır.

Cünnet: Kalkan; kişiyi oktan mızraktan sakladığı için bu ad verilmiştir.

“Cinn” sözcüğü bütün eski ve yeni sözlüklerde “İnsanın beş duyusuyla kavrayamadığı, algılanamayan, ama somut veya soyut, varlığı kesin olan güçler” olarak yer alır.

Sözlüklerdeki bu tarife göre melek ve şeytan terimleri de cinn kavramı kapsamına girmektedirler. Yani her melek ve şeytan cinndir, ama her cinn şeytan veya melek değildir.

Kur’an’dan ve eski kaynaklardan yaptığımız tespitlere göre “cinn” sözcüğü çok kapsamlı olarak kullanılmaktadır. Nitekim Araplar yavaş hareket ettiği için hareketi gözle izlenemeyen küçük bir yılan türüne “cann” derler. Cann sözcüğü bu anlamıyla Kur’an’da iki yerde; Kasas suresinin 31. ve Neml suresinin 10. ayetlerinde, Musa peygamberin asası ile ilgili olarak kullanılmıştır. Ayrıca “cinn” sözcüğü Kur’an’da “cinnet” kalıbıyla da yer almıştır.

“Cinn” sözcüğü, anlam olarak “insan” sözcüğünün karşıtıdır. Bu sebeple “cinn” sözcüğünü daha iyi anlamak için karşıtı olan “ins, insan” sözcüklerinin de bilinmesinde yarar vardır.

 

İns, İnsan:

Sözcük anlamı; “beş duyuyla hissedilebilen, bilinen, görünen, tanıdık, ilişki kurulabilen, kaybolmayan, sürekli ortada duran” demek olan “insan” sözcüğü, “fi’liyan” kalıbında olup “ens” sözcüğünden türemiştir. “İnsan” sözcüğünün aslı “insiyan” sözcüğüdür.

Sözcük, anlam olarak evrendeki tüm görünen (cisimli) varlıkları kapsamasına rağmen sadece insanlara isim olarak verilmiştir. Bunun nedeni, insanın yaratılış itibariyle ünsiyete muhtaç, yani sosyal bir varlık olmasıdır.

İbn-i Abbas gibi bazı tefsirciler “insan” sözcüğünün “nisyan” sözcüğünden türemiş olduğunu ve insanın verdiği sözleri unuttuğu için bu isimle isimlenmiş olduğunu söylemiş olsalar da bu görüş hem dil bilimcileri tarafından itibar görmemiştir hem de Kur’an’daki kullanıma ters düşmektedir.

Sözcük anlamı itibariyle birbirinin karşıtı olan cinn ve insanın, varlık olarak da yaradılıştan gelen bir karşıtlık içinde olduklarının bize Kur’an göstermektedir:

 

İnsan ve cinnin yaratılışı:

Rahman; 14 – 15: O, insanı pişmiş çamur gibi kuru balçıktan (değişken

maddeden) yarattı.

Ve cannı ateşin dumansızından (enerjiden) yarattı.

Hicr; 26 – 27: Ve hiç kuşkusuz biz, insanı (görünen, bilinen varlıkları)

çınlayan kilden, işlenebilen çamurdan (halden hale giren maddeden)

yarattık.

Ve cannı daha önce, en ince delikten bile geçebilen yakıcı bir

esintinin ateşinden (engel tanımayan enerjiden) yaratmıştık.

Ayetler, insanın, “pişmiş çamur, kuru balçık, çınlayan kil, işenebilir çamurdan” yaratıldığını söylemektedir. Bu ifadeler, “madde”nin halden hale girmesini çağrıştırmakta olup, insanın genel anlamda maddeden yaratıldığını anlatmaktadır. Cannın, “ateşin dumansızından, en ince delikten bile geçebilen yakıcı bir esintinin ateşinden” yaratıldığını söyleyen bu ifadeler ise, daha ilk bakışta akla “enerji”yi getirmektedir.

Öyleyse “cann ateşten yaratılmıştır” demek; “elektrik, manyetik dalgalar, ışın gibi gözükmez güçler enerjiden yaratılmıştır” demektir. “İnsan topraktan yaratılmıştır” demek de; “beş duyuyla hissedilebilen, bilinen, görünen, tanıdık, ilişki kurulabilen, kaybolmayan, sürekli ortada duran cisimli varlıklar maddeden yaratılmıştır” demektir.

 

Kur’an’da cinn:

“Cinn” sözcüğü Kur’an’da; melekler için, İblis için ve kendileri görülse de kimlikleri açıkça belli olmayan kişiler için kullanılmıştır:

 

1 – Cinn sözcüğünün Kur’an’da melekler için kullanılışı:

Saffât; 158: Onlar, Allah ile cinler arasında bir soy bağı (nesep) kurdular.

Oysa ant olsun, cinler de onların gerçekten hazır bulundurulacaklarını

bilmişlerdir.

En’âm; 100: Ve Cinleri Allah’a ortak koştular. Oysa onları da O yaratmıştır.

Bir de bilgisizce O’na oğullar ve kızlar yakıştırdılar.

O ise nitelendirdikleri şeylerden yücedir /uzaktır.

Sebe; 41: Melekler derler ki: “Sen yücesin, bizim velimiz sensin, onlar değil.

Hayır, onlar cinlere tapmaktaydı ve çoğu onlara iman etmişlerdi.

Bu üç ayette “cinler” sözcüğü ile kastedilen “melekler”dir. Çünkü biz, Nahl; 57, Necm; 21, Saffat; 149, 153, Zühruf; 16, Tur; 39 ayetlerinden biliyoruz ki müşrikler, Allah ile melekler arasında soy bağı kurmuşlar, Allah’ın kızları olarak melekleri görmüşler ve Allah yerine meleklere tapmışlardır. Yani Kur’an, Allah’a ortak koşulan melekleri, Saffat; 158, En’âm; 100 ve Sebe; 41’de “cinn” olarak ifade etmiştir.

 

2 – Cinn sözcüğünün Kur’an’da İblis için kullanılışı:

Kehf; 50: Hani biz meleklere, “Âdem’e secde edin” demiştik de İblis dışında

hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi. Kendi Rabbinin emrine ters düş-

tü. Şimdi siz, benim astımdan onu ve onun soyunu dostlar mı ediniyor-

sunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Zalimler için ne kötü bir de-

ğiştirmedir bu!

“İblis” konusunda ayrı bir çalışmamız olduğu için burada detaya girilmemiştir.

 

3 – Cinn sözcüğünün Kur’an’da kendileri görülse de kimlikleri açıkça belli olmayan kişiler için kullanılışı:

Bu başlık altında topladığımız cinnler ya da kişiler için Kur’an’da üç örnek mevcuttur:

 

a) Süleyman peygamberin cinleri:

Sebe; 12 – 14 : Süleyman için de sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay olan

rüzgârı boyun eğdirdik; erimiş bakır madenini ona sel gibi akıttık. Onun

eli altında Rabbinin izniyle iş görmekte olan bir kısım cinler de vardı.

Onlardan kim bizim emrimizden çıkıp sapacak olsa, ona çılgın ateşin a-

zabından tattırırdık.

Ona dilediği şekilde kaleler/ mihraplar, heykeller/ manzara resimleri/

güzel motifler, havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen

kazanlar yaparlardı. “Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın.” Kullarımdan

şükretmekte olanlar azdır.

Böylece onun ölümünü gerçekleştirdiğimiz zaman, ölümünü, onlara asa-

sını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o,

yere yıkılıp düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı

(Süleyman’ın öldüğünü) bilmiş olsalardı böylesine aşağılayıcı bir azap

içinde kalıp yaşamazlardı.

Neml; 39: Cinlerden İfrit: “Sen makamından kalkmadan önce, ben onu sana

getiririm, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahi-

bim.” dedi.

Görüldüğü gibi bu âyetlerde Süleyman Peygamberin emrinde çalışan, ona zoraki hizmet eden Cinnlerden bahsedilmektedir. Ve bunların hünerli zanaatkâr kimseler olduğu açıklanmaktadır.

Süleyman peygamberin emrine verilen bu cinlerin kim olduklarını anlamak için, eldeki tarihî bilgilerin değerlendirilmesi gerekir. Süleyman peygamber, Yakup peygamberin soyundan gelen bir Beniisrail peygamberi olup, Davut peygamberin oğlu ve ülkesi İsrail’in hükümdarı idi (M.Ö. 10. yy ortaları). Süleyman peygamber hakkındaki bilgilerin hemen hemen tamamı, Ana Britannica ansiklopedisinin de belirttiği gibi (Cilt: 28, s: 434), Eski Ahit’ten kaynaklandığı için, bu bilgileri Tevrat’ın 1. Krallar ve 11. Tarihler bölümlerinden almayı daha uygun buluyor ve 11. Tarihler, bölümünün 11. Bab’ını aynen aktarmayı uygun buluyoruz:

VE Süleyman RABBiN ismine bir ev, ve kendi krallığı için bir ev yap­maya niyet etti. 2Ve Süleyman yük ta­şıyan yetmiş bin adam, ve dağlarda taş kesen seksen bin adam, ve onların üze­rinde iş başı olan üç bin altı yüz adam saydı. 3Ve Süleyman Sur kralı Hurama gönderip dedi: “Babam Davuda yaptığın gibi, ve içinde oturmak için kendisine ev yapsın diye ona erz ağaç1arı gönder­diğin gibi, bana da öyle yap. 4İste, ben Allah’a tahsis edeyim, ve onun önünde hoş kokulu buhur yakayım diye, Allah’ım RABBİN ismine bir ev yapacağım; ve o daimi huzur ekmeği için, ve sabah akşam, Sebtlerde, ve ay başlarında ve Allahı’mız RABBiN belli bay­ramlarında yakılan takdimeler için ola­caktır. Bunlar İsrail üzerine ebedi kanundur. 5Ve yapmak üzere olduğum ev büyüktür, çünkü Allahımız bütün ilah­lardan büyüktür. 6Ve kimin kudreti var ki, ona bir ev yapsın? Çünkü gök ve göklerin göğü onu alamaz. Ve ben ki­mim ki, ona bir ev yapayım? Ancak onun önünde buhur yakmak için yapıyo­rum. 7Ve şimdi, babam Davud’un hazır­lamış olduğu Yahuda’da ve Yeruşalim’­de yanımda bulunan hünerli adamlarla beraber olmak üzere bana bir adam gönder, altın, ve gümüş, ve tunç, ve demir. ve erguvani, ve kırmızı, ve lacivert işlerinde hünerli olsun, ve her türlü oyma işlerini oyabilsin. 8Ve bana Libnan’dan erz ağacı, ve servi, ve sandal ağacı gön­der: çünkü bilirim ki, senin kulların Libnan’dan kereste kesmeği bilirler. 9Ve iste. bana bol kereste hazırlasınlar diye kullarım senin kullarınla beraber ola­caklar: çünkü yapacağım ev büyük ve şaşılacak bir şey olacaktır. 10Ve iste, se­nin kullarına, kereste kesenlere, yirmi bin ölçek dövülmüş buğday, ve yirmi bin ölçek arpa, ve yirmi bin bata şarap, ve yirmi bin bat zeytin yağı veririm.

11Ve Sur kralı Huram, Süleyman’a gönderdiği yazı ile cevap verdi: RAB kavmini sevdiği için seni onların üzerine kral etti. 12Ve Huram dedi: RAB için bir ev, ve kendi kra1lığı için bir ev yapacak olan basiret ve anlayış sahibi akıllı bir oğlu kral Davud’a veren, Göğü ve yeri yaratan RAB, İsrail’in Allah’ı mübarek olsun. 13Ve iste, senin hünerli adamlarınla ve baban efendim Davud’un hünerli adamları ile beraber kendisine bir yer verilsin diye, hüner ve an1ayış sahibi bir adamı, benim Huram Babayı gönderdim. 14Dan kızlarından bir kadı­nın oğludur, ve babası Surlu bir adamdı; altın, ve gümüş, tunç, demir, taç, ve kereste, erguvani, lacivert, ve ince keten, ve kırmızı işlemede, ve her çeşit oyma işinde, ve her çeşit icatta hünerlidir. 15Ve efendimin söy1emiş olduğu buğdayı ve arpayı, zeytin yağını ve şarabi kullarına göndersin; 16ve sana lazım olduğu kadar Libnan’dan kereste keseriz; ve onu sallarla denizden Yafa’ya kadar sana getiririz ve sen onu Yerüşa1ime çıkarırsın.

17Ve Süleyman, babası Davud’un İsrail diyarında olan bütün garipleri saydığı sayıdan sonra onları saydı; ve yüz elli üç bin altı yüz kişi bulundular. 18Ve onlardan yük taşıyan yetmiş bin, ve dağlarda taş kesen seksen bin, ve kavmi işletmek için iş başi olarak üç bin altı yüz kişi koydu. ”

Yukarıdaki bilgilere göre, Süleyman peygamberin hizmetinde bulunanlar, halk kültüründeki cinler değil, Süleyman peygamberin babası Davut peygamberin hünerli zanaatkâr adamları ve onlara ustabaşılık yapan Sur kralının gönderdiği Hurram Baba ile emrindeki hünerli kişilerdir.

Yani, burada da görmekteyiz ki Cinn sözcüğü, başka ülkelerden getirilmiş hünerli zanaatkâr yabancı işçiler için kullanılmıştır.

 

b) Peygamberimizi dinleyen cinler:

Ahkâf; 29 – 32 : Hani cinlerden birkaçını, Kur’an dinlemek üzere sana yönelt-

miştik. Böylece onun huzuruna geldikleri zaman, dediler ki: “Kulak ve-

rin;” sonra bitirilince de kendi kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler.

Dediler ki: “Ey kavmimiz, gerçekten biz, Musa’dan sonra indirilen, ken-

dinden öncekileri doğrulayan bir kitap dinledik; hakka ve dosdoğru olan

yola yöneltip iletmektedir.

Ey kavmimiz, Allah’a davet edene icabet edin ve ona iman edin; günah-

larınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.”

Kim Allah’a davet edene icabet etmezse, artık o, yeryüzünde Allah’ı a-

ciz bırakacak değildir ve onun O’ndan başka velileri de yoktur. İşte onlar

apaçık bir sapıklık içindedirler.

Buradaki anlatım aşağıda göreceğiniz gibi Cinn suresinde de yer almıştır.

Cinn; 1 – 14: De ki, “Bana gerçekten şu vahyolundu: Cinnlerden bir grup din-

leyip de şöyle demişler: ‘Doğrusu biz hayranlık veren bir Kur’an dinle-

dik.

O, gerçeğe ve doğruya yöneltip iletiyor. Bu yüzden biz ona iman ettik.

Bundan böyle Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.

Elbette bizim Rabbimizin şanı yücedir. O, ne bir eş edinmiştir, ne de bir

çocuk.

Doğrusu şu: Bizim beyinsizlerimiz, Allah’a karşı bir sürü saçma şeyler

söylemişler.

Halbuki biz, ins ve cinin (hiçbir kimsenin) Allah’a karşı asla yalan söy-

lemeyeceklerini zannediyorduk.

Bir de şu gerçek var: İnsten bazı kimseler cinden bazı kimselere sığınır-

lardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını artırırlardı.

Ve onlar, sizin de sandığınız gibi Allah’ın hiç kimseyi kesin olarak di-

riltmeyeceğini sanmışlardı.

Doğrusu biz göğü yokladık (falcılığı denedik); fakat onu güçlü koruyu-

cular ve şihap/ ateş alevleri, göz kamaştıran parıltılar, yakıcı ışınlarla

kaplı bulduk.

Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama

şimdi kim dinleyecek olsa hemen kendisini izleyen bir şihap bulur.

Doğrusu bilmiyoruz; yeryüzünde olanlara bir kötülük mü istendi, yoksa

Rableri kendileri için bir hayır mı diledi.

Gerçek şu ki, bizden salih olanlar da vardır ve bunun dışında olanlar da.

Biz türlü türlü yolların fırkaları olmuşuz.

Biz şüphesiz, Allah’ı yeryüzünde asla aciz bırakamayacağımızı, kaçmak

suretiyle de onu hiçbir şekilde aciz bırakamayacağımızı anladık.

Elbette biz, o yol gösterici Kur’an’ı işitince, ona iman ettik. Artık kim

Rabbine iman ederse, o ne eksileceğinden korkar ve ne de haksızlığa uğ-

rayacağından.

Ve elbette bizden Müslüman olanlar da var, zulmedenler de. İşte Allah’a

teslim olanlar, artık onlar gerçeği ve doğruyu bulmuş olanlardır.’”

Bu iki ayet grubunda nefer bir sayıda (üç ile on arası) oldukları bildirilen cinnler, tüm tefsirlerde ve tarih kitaplarında ittifakla belirtildiği gibi, Nusaybin’den veya Yesrib’ten (Medine’den), kimliklerini açığa vurmadan peygamberimizin yanına gizlice gelip Kur’an dinleyen ve imana gelen, sonra da kavimlerini uyarmak için geri dönen Nusaybin’li veya Yesrib’li (Medine’li) Yahudilerdir. “Cinn Gecesi Hadisi” olarak şöhret bulmuş olan bir rivayete göre de bu cinnler, peygamberimizle birlikte ateş yakmışlar, yemek yemişler ve peygamberimiz de cinnlerin izlerini başkalarına göstermiştir.

 

c) Cinlerin bahsettiği cinler:

Yukarıda mealini verdiğimiz Cinn suresine ait ayetler, peygamberimizi dinleyen cinlerin memleketlerine dönüp kavimlerine anlattıklarının, Rabbimiz tarafından peygamberimize gayb haberi olarak bildirilmesidir. Dolayısıyla ayetlerdeki konuşmalar, cinlerin konuşmalarıdır. Dikkat edilirse bu konuşmalar esnasında 6. ayette, konuşan cinn, kendilerini insan olarak niteleyip başkalarına “cinn” demektedir.

“İns” sözcüğünün; “tanınıp, bilinen”, “cinn” sözcüğünün de; “tanınmayan, yabancı” olan anlamlarını yerine koyduğumuzda, ayet, gayet mantıklı, anlaşılır şekilde şöyle çevrilebilir:

Cinn; 6: … İnsten (bizim tanıyıp bildiklerimizden) bazı kimseler, cinnden (tanımadığımız yabancılardan) bazı kimselere sığınırlardı. …

Bu ayette Nusaybin’li veya Yesrib’li (Medine’li) Yahudilerin sözünü ettiği cinnler, bize göre, peygamberimiz aleyhinde propaganda yapmak için Nusaybin’e veya Yesrib’e (Medine’ye) gelmiş Mekke’li ajanlardır.

 

İns ve cinn kalıbı:

Cinn konusu kapsamı içerisinde, hassas ve Kur’an’ı doğru anlamak için çok önemli bulduğumuz bir nokta da; “ins” ve “cinn” sözcüklerinin bir arada “ins ve cinn (ins-cinn)” takım (kalıp) halinde kullanılışıdır. Bu kullanılış genellikle “İnsanlar ve Cinler” olarak çevrilmektedir. Halbuki bu tarz kalıp ifadelerde, sözcüklerin anlamı farklılaşmakta, başkalaşmakta ve zenginleşmektedir.

Bu durumu Kur’an’dan örnek vererek açıklamakta yarar vardır:

– Mağrib (batı) ve meşrik (doğu) sözcükleri, “batı-doğu” şeklinde söylendiklerinde anlam sadece iki yönü ifade etmeyip tüm yönleri içine alır. Örnek olarak Müzzemmil suresinin 9. ayetindeki “Rabbulmeşrigı velmağribi (doğunun, batının Rabbi)” ifadesi sadece doğu ile batıyı anlatmayıp tüm yönleri ve mekânları ifade etmektedir. Yani “Allah her yerin Rabbidir” demektir. Bu sözcükler ile ilgili diğer örnekler şunlardır: Nur; 35, Bakara; 115, 142, 177, Şuara; 28, Rahman; 17.

– Dünya ve ahiret sözcükleri beraber söylendikleri zaman “her yerde ve her zaman” anlamını ifade eder. Bu sözcükler ile ilgili Kur’an ayetleri şunlardır: Bakara; 217, 220, Âl-i Imran; 22, 45, 56, Nisa; 134, Tövbe; 69, 74, Yunus; 64, Yusuf; 101, Hacc; 14, Nur; 14, 19, 23 ve Ahzab; 57.

– Yaş, kuru sözcükleri beraberce kullanıldıkları zaman “ her ne varsa, her şey” anlamını içerir. Örneğin En’âm suresinin 59. ayetindeki “… Yaş ve kuru hiçbir şey yok ki, apaçık bir kitapta bulunmasın.” ifadesi sadece yaşı ve kuruyu ifade etmeyip “her ne varsa canlı-cansız hepsini” ifade etmektedir.

– Sabah, akşam sözcükleri de Kur’an’da farklı ifadelerle sıkça yer almakta ve “daima, her zaman” anlamına gelmektedir. Bu sözcükler ile ilgili Kur’an ayetleri de şunlardır: A’râf; 205, Ra’d; 15, Nur; 36, Mümin; 46, 55, En’âm; 52, Kehf; 28, Meryem; 11, 62, Fetih; 9, Furkan; 5, Ahzab; 42, İnsan; 25, Âl-i Imran; 41.

İki zıt anlamlı sözcüğün bir arada takım halinde söylenişi ile takımın yeni bir anlam kazanması sadece Arapça için söz konusu olmayıp, dünyanın tüm dillerinde mevcuttur:

– Türkçe’de:

Sağ, sol sözcükleriyle oluşturulan “sağda-solda” kalıbı; “her yerde” anlamına gelir.

İleri, geri sözcüklerinden oluşturulan “ileri-geri konuşma, söz söyleme” kalıbı; “yersiz, yakışıksız konuşma, söz söyleme” anlamına gelir.

Sabah, akşam sözcükleriyle “sabah-akşam” kalıbı aynı Arapça’daki gibi; “daima, her zaman” anlamına gelir.

– Japonca’da:

Doğu, batı sözcüklerinden oluşturulan “doğu-batı” kalıbı ile kuzey, güney sözcüklerinden oluşan “kuzey-güney” kalıbı; “bütün ülke, Japonya” anlamına gelir.

İyi, kötü sözcüklerinden oluşturulan “iyi-kötü” kalıbı; “doğadaki denge” anlamına gelir.

Gelmek, gitmek sözcüklerinden oluşturulan “geliş-gidiş” kalıbı; “dolaşmak” anlamına gelir.

– İngilizce’de:

– Fransızca’da:

– İtalyanca’da:

Konumuz olan “ins ve cinn” kalıbında da durum aynıdır. “Cinn” ve “ins” sözcüklerinin her birinin anlamını yukarıda açıklamıştık. Bu sözcüklerin birlikte oluşturdukları kalıp ise; “gördüğünüz, görmediğiniz; bildiğiniz, bilmediğiniz; tanıdığınız, tanımadığınız: herkes” anlamına gelir:

Zariyat; 56: Ben, cinn ve insi (herkesi) yalnızca, bana ibadet/ kulluk etsinler

diye yarattım.

İsra; 88: De ki: “İns ve cinn (herkes) bu Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak

için bir araya gelseler ve birbirlerine yardımcı olsalar, yine de, onun

benzerini, ortaya koyamazlar.”

Cinn; 5: “Oysa biz, insanların ve cinlerin (herkesin) Allah’a karşı asla yalan

söylemeyeceklerini sanmıştık.”

Rahman; 33: Ey cinn ve ins toplulukları, eğer göklerin ve yerin bucaklarından

aşıp geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak sultan/ üstün bir

güç olmadan aşamazsınız.

Rahman; 56: Orada daha önce ins ve cinn (hiç kimse) dokunmamış (elle ve

gözle değinilmemiş), bakışlarını eşine dikmiş eşler vardır.

Bu konuyla ilgili Kur’an’daki diğer örnekler şunlardır: En’âm; 112, 130, A’râf; 38, 179, Fussilet; 25, 29, Ahkâf; 18, Neml; 17, Rahman; 39, 74, Nas; 6, Hud; 119 ve Secde; 13. (Hakkı Yılmaz) http://www.istekuran.net/?p=97

This entry was posted on Cumartesi, Eylül 20th, 2008 at 16:35 and is filed under MELEKLER. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

Yorum Yaz