-
3rd Ekim 2008

Savaşçı- Prof. Doğan Cüceloğlu

posted in KİTAPLAR |

(Anlamlı ve Coşkulu Bir Yaşam İçin) SAVAŞÇI- Prof. Doğan Cüceloğlu
http://www.pandora.com.tr/images/kapak/78592.jpgSavaşçı olmanın ilk aşaması anlam arayışıdır. Anlam arayışında da ilk adım kritik ve can alıcı sorular sorabilmektir. Bunlar çocuk masumiyetinde sorulan sorulardır. “Ben kimim?” gibi. İkinci adım soruların yanıtını aramaktır. Bu basit görünen soruyu bütün sosyal ve kültürel bağlamların ötesinde düşünmek gerekir. Soruları bu şekilde algılayanların çoğu filozoflardır. Filozoflar birbirinden farklı cevaplar bulmuşlar ve farklı felsefeler geliştirmişlerdir. Sorunların temelinde bir felsefi boyut vardır.bunu ortaya koymadıkça, sorunları çözecek güce ve yeterliliğe hiçbir zaman ulaşamazsınız.
Bu nedenle Doğan CÜCELOĞLU kitabında felsefenin üç temel alanından bahseder. Birincisi ontoloji, var oluşun incelenmesi; ikincisi epistemoloji, bilginin doğası, kaynağı, sınırları; üçüncüsü etik, ahlaki ve sosyal davranışın incelenmesi. Bu konular birbirinden ayrı gibi görünse de birçok filozof u alanlar arasında organik bir bağ kurmuştur. “Ben kimim?” sorusuna yalnızca “Ben bedenimim” diye bir cevap veremeyiz. Düşünebilen bir varlığız. Bebekliğimiz çocukluğumuz, erginliğimiz ve yetişkinliğimizdeki bedenlerimiz aynı değil. Ancak bu dönemlerin hepsinde ben bendim diyebiliriz. Bunu sağlayan bedenimizi, duygularımızı, düşüncelerimizi izleyen gözlemleyen ben’in sürekliliğidir. Gözlemlenen ben ile sosyal rollerin içinde kendimizi tanımlamaya çalışırken kendi yarattığımız hapishanede hapsoloruz. “Hapishanede olduğunu anladığın an savaşçı olma yolunda ilk adımı atmış olursun.”
Bilinç kendine özgü bir niyet belirler. Bu niyet o bilincin neyi, nasıl anlamlandıracağını belirler. Kültüründe niyeti vardır. Ne kadar değişirsek bu kültürde o derecede bize karşı koyar. Anlamı yitirmenin temelinde kendini esas olmama, başkaları ne der düşüncesi vardır. “yaşam enerjinizin kaynağı sizin özünüz. Kendi özünüzden koptuğunuz zaman şevkiniz kalmaz.”
Savaşçı iki temel gereksinim olan ait olma – birey olma arasında denge kurar. Ait olma yanı ağır basan kişi kendi özünden kopar. Birey olma yanı ağır basan kişi dış dünyadan kopar. Savaşçı içinde bulunacağı sosyal rolleri kendisi belirler. Önemli olan bu rollerin kendi isteğiyle mi, yoksa çevresindekilerin etkisiyle mi seçtiğidir.
Savaşçı gözlemleyen bilince ulaşma niyetiyle işe başlar. Nesnel ben içinde kaldığımız sürece içinde olduğumuz büyük resmi ve bunun içinde yer alanlarla nasıl bir ilişki kurduğumuzu göremeyiz. Nesnel ben bencildir. Savaşçı yaşamını niyetinin saflığı üzerine kurmuştur. Eylemlerinde bir karşılık beklemez. Nesnel ben bilincinde olan insan kendinden daha zayıf, bilgisiz insanla karşılaştığı zaman ondan nasıl yararlanırım diye düşünür. Kendinden daha güçlü biriyle karşılaştığında ise ondan korkar. Bu insandan bana zarar gelir mi? der. Bu korkuyla hep sahip olmak ister. Cömert değildir. Gözlemleyen bilince sahip kişi bütünün bilincindedir. Verdiği zaman daha çok özgürleşir, bilgeleşir. Vermenin bir hizmet olduğunu ve anlamlı ilişkiler içinde olanların birbirine hizmet etmesi gerektiğini bilir. Kişi kendinin farkına vararak, kendini bilerek ortama bir bilinç getirir ve kendini ifade edebilir.
Gerçeğin ne olduğu bilinci, kişilerin bu gerçeğe saygılı olmasına yol açar. Gerçeğe saygılı olması için kişisel bütünlük içinde olması gerekir. Gerçeğe saygılı olmak gördüğü, algıladığı dünyayı önemsemektir. Önemsemezse rasyonel bir varlık olarak gelişemez.
Özdeşim yasası, bir şey ne ise odur, der. Nedensellik yasası da, bir nesnenin ne yapacağı onun ne olduğuyla belirlenmiştir, der. Özdeşim aksiyonunun doğal sonucu çelişki aksiyonudur. Bir şey aynı zamanda aynı boyutlarda hem A hem A değil olamaz. Ben, ben olarak düşündüğüm ve yaptığım zaman kendim olarak var olurum. Korku ya da menfaat gibi nedenlerle ben olmayı bırakır, başkası gibi davranırsam çelişki ilkesine karşı geliyorum demektir.
Kişisel bütünlüğün üç düzeyi vardır: Özü, sözü doğru olmak. Değerler ve ilkelerle ahenk içinde yaşamak (Hakkaniyetlik, sevgi). Bir duruş içinde olmak, gelecekte yaratılmak istenen olanağa kendini adamak. Kişisel bütünlük içinde olmayan insan sürekli kendini zehirliyor demektir. Kişisel bütünlüğün anlam kazanabilmesi için evrensel değerlerin toplumun kültüründe yaşaması gerekir.  Hangi konu ya da durumda olursa olsun, kişi kendisinin, yaşamın direksiyonunda hissettiği an güçlü görecektir. Bir kültür okyanusu içinde yaşıyoruz. “Bu okyanus içindeki mesajlar bize farkına varmadan verilir, öğretilir”.
“Akıllı baba çocuğunu uyurken öper” diye bir söz vardır. Bunun altında yatan aslında kişinin kendi korkusu. Otorite durumunda olan kişi yönettiği kişinin gözünde güçsüz görünmekten korkar. Savaşçının güç kaynağı korku değildir. Kendini değerler üzerine kurduğu geleceğe adamıştır. Gelecek onun için anlamlıdır. Gücü buradan gelir.
Kendini sevgi ve gelişim temeli üzerinde kurulmuş bir geleceğe adadığını düşünmek onun gücüdür. Olumsuz duyguların temeline bakarsanız korkuyu görürsünüz. Bu nesnel benden kaynaklanır. Üç tür güç vardır Angeles Arrien’e göre: Kişiliğin gücü, iletişimin gücü ve kendini adadığın gelecekten kaynaklanan güç. Savaşçı hiç bir şey istemeden kendini adamış olduğu geleceğe enerjisini, eylemini, düşüncesini yöneltir. Zihninde bir dünya yaratır. Hasta olmada ve iyileşmede zihin gücü çok önemli bir etkendir.
İnsan verdiği kararlardan sorumluluk olmalı. Kişisel bütünlülük bir tür sorumluluktur. Düşünce, duygu ve eylemlerinin uyum içinde olmasının hesap vermeye hazır olduğun zaman, kişisel bütünlük ortaya çıkar. Sorumlu tutmadan önce farkında olma, bilgi, beceri ve seçme özgürlüğü olup olmadığı göz önünde bulundurulmalı. Özgürlük arttıkça sorumluluk artar. Seçimlerimizi kendi arzumuzla yaptığımız sürece bunlardan sorumluyuz. Neyi, ne zaman, nasıl yapacağımıza dair gerçekçi bir tutum içinde olmalıyız. Ait olma, birey olma dengesini gerçekleştirmenin bilincinde olmalıyız.
Savaşçı evrenden kopuk değil onunla bir bağ içinde yaşamını sürdürür. Mutluluğu da bütüne bağlıdır. Ve olmazsa olmaz yaklaşımı yoktur. Yaşamın tüm anları tek ve kendine özgüdür. Don Juan’a göre “Ölümün avcılık yaptığı bir dünyada kuşku ve pişmanlık için zaman yoktur. Ancak kararlar için zaman vardır?
Savaşçı ölümden konuşmaz. Ama ölümü hiç unutmaz. Sıradan insan sonsuz yaşamı zemin kabul ederek, günlük yaşamını anlamlandırır.
İnsan farkında olduğu, yapmak istediği şeyi, özgür olmadığı için veya korktuğu için yapamayabilir. Farkında oluş, algılama, zaman içinde olur. Zaman içinde olan her şey değişir. Varolmak demek değişmek demektir. Yaptığımız seçimler ve bunun sonucu oluşan eylemlerle sürekli bir varoluş içindeyiz. Sıradan insan değişimi düşünmez. Böyle gelmiş böyle gider anlayışı içindedir. Ancak bir başkası değişmelisin derse değişmekle ilgilenir. Yani burada ait olma baskındır. Kişi seçeneklerin farkına varırken, sınırların ve olanaklarında farkına varır. Bu sınırlardan biri de ölümdür. Böylece değişim sadece seçenekleri bilmeyi değil, ölümlü bir dünya içinde şimdi ve burada yaşadığımızı bilmeyi de gerektirir. Özdeşim beni, ben yapan öğeler, yabancılaşma ötekileri, öteki yapan ögeler’dir. Ait olma üzerine kurulu bir özdeşimde, birey olmakla ilgili duygu, düşünce ve eylemler öteki olacak ve birey olmaya yabancılaşma hissedilir. Savaşçı ben’in sınırlarını çizerken ait olma – birey olma arasında da denge kurar. Böylece hem sosyal yaşamını dışlanmaz, hem de kendi özünden gelenlere yabancılaşmaz. Savaşçı özdeşimini yaparken bir dönüşümden geçer. Bu gözlemleyen bene ulaşmakla gerçekleşir.
Don Juan “Eğer öğrenmek istiyorsan kendini önemsemekten vazgeçmelisin” demiştir. Savaşçı tümüyle farkında olmak için, bilincin gelişiminin en son aşamasına ulaşmak için bu yolculuğa başlamıştır. Savaşçının hayatında en anlamlı eylem, onun bilincinin gelişmesini sağlayan eylemdir. Değişim insan olmanın potansiyelini gerçekleştirebilmek içindir. Sıradan insan kendi hayatını, yaşayabilme cesaretini gösteremediği için başkalarının kendisi için tanımladığı hayatı yaşar. Kendi potansiyelini gerçekleştiremez. İnsan ancak bir savaşçı ruhu içinde özgün bir yaşam oluşturabilir.
İnsan yaptığı herhangi bir işi en iyi şekilde yapmaya çalışırken savaşçı olma yoluna girer.
Çevremizdeki birçok kişi kim olduğumuzla değil kim olmamız gerektiği ile ilgileniyor. Böylece duygularımızı tanıyıp anlayacağımıza, onları bastırmayı, reddetmeyi öğreniyoruz. Kendimize yabancılaşmayı yaşıyoruz. Eziklik ve acizlik duygusunun altında da bu vardır. Bundan kurtulmak için insan kendi içinden gelen duygu ve sesleri doğal ve gerçek olarak kabul etmeli. Geçmişte yarım bıraktığımız, sonuçlandıramadığımız her iş bitmemiş bir iş olarak zamanla birikir. Bizim şimdi ve şu anı algılamamıza ve yaşamımıza sürekli engel olur. Bitmemiş işlerin temelinde gereksinmeler vardır. Bunlar biyolojik ve psikolojik olabilir. Bu gereksinmeler karşılanmayınca, bitmemiş durumlar ortaya çıkar. Var oluşun temel boyutları kişinin algılama ve anlam dünyası içinde yani fenomeni içinde oluşur. Bu algılama zihinsel ya da sezgisel de olabilir. İlk temel varoluş boyutu farkına varılmadır. Kişi psikolojik anlamda “ben varım”, “ben yokum” fenomenini yaşar. “yoksun” mesajı verilen her ortamda fenomeninde dengesizlik oluşur ve bunu gidermeye çalışırız. Giderilmediğinde bitmemiş bir iş olur. Örneğin sırada beklerken biri gelip önümüze geçse ona bir kızgınlık duyar ve uyarırsınız. Kişi bunu önemseyip özür dilerse kızgınlığınız geçer ve o iş bitmiş olur. Ama önemsemez ve hiçbir şey yapmazsa ve siz de daha fazla bir şey söyleyemezseniz kızgınlık dinmez. Bu bir bitmemiş iş olarak kalır. İnsan ancak ilişkileri içinde var veya yok olabilir.
Varoluş gereksinmelerinden biri de, kişinin sınırlarına saygı duyulmasıdır. Kişinin kendi fenomeni içinde “benim bedenim, benim eşyam, benim duygum” dediği her şey, onun sınırlarını oluşturur. Psikolojik sınırlar kişinin ilişkisinin türüne göre değişir. Sınırlar ihlal edilinceye kadar bunun farkında değilizdir.
Kişinin sınırlarını koruması ve diğerleri tarafından tanınması önemli bir gereksinmedir. Bu gereksinmenin ihlali dengesizliklere yol açar. Bu da giderilmezse bitmemiş işler olarak yaşamda yer alır. Savaşçı farkında oluşunu sürekli uyanık tutar. Oluşan dengesizlikleri hemen algılar ve elinden gelen en iyi şekilde onları dengeleyerek tamamlar. Egosu şişkin, egosu çabucak kırılabilen insanlar kolay affedemez. İnsan yürekten affetmeyi öğrenmeden “bitmemiş işlerini” bitiremez.

ANAFİKİR
Anlamını yitiren bir yaşamın temel sorunu kendi yaşamını yönetememek, kendi yarattığı bir hapishanenin içinde olduğunu fark etmemektir. Anlam araşışı kişiyi fark eden bilince götürür. Nesnel beni dinleyerek oluşturulan hapishane fark edilir. Fark edince uyanış başlar. Eğer bu farkında oluş gelişimini tamamlayabilirse “gözlemleyen ben” denilen bilinç oluşur. Ait olma – birey olma temel gereksinmelerimizdendir. Bir aileye, bir topluma, bir mesleğe sığınarak insanlar bunlardan güven alır. Yani ait olma yanı ağır basar. Kendi iç dünyalarından güven alamayan kişiler sosyal roller içinde hapsolurlar. Ancak kişinin gözlemleyen beni kendini farkına varır. Kendi düşünce ve isteklerine önem verir ve birey olmaya çalışır. Savaşçı birey olurken içinde bulunduğu sosyal rolleri de yadsımaz. İkisi arasında denge kurar. Kişi her şeye niyetle başlamalıdır. Her olaya bir öğrenme fırsatı olarak bakmalıdır. Kişinin niyeti bulunduğu ortamı nasıl algılayacağını belirler. Savaşçı gözlemleyen bene ulaşmayı niyet eder. Gerçeklik duygusu bilinçli yaşamanın, bilinçli yaşamda kişisel bütünlüğün gereğidir. Kişisel bütünlük özü ve sözü bir olmalı, inanç ve değerleriyle uyumlu yaşamak, bir hedef belirleyip buna ulaşma çabası vermektir. Savaşçı kişisel bütünlüğü içinde, niyetinin saflığı içinde bir gelecek yaratır.
Sıradan insanın gücü yönlendirmeye çalıştıklarından korkmasından gelir. Savaşçının gücü gözlemleyen beni ile niyetinin saflığı içinde verdiği kararlardan gelir.
Savaşçı içinde yaşadığı gerçeklerin farkında olarak düşüncelerini eyleme dönüştürür ve bundan sorumluluk almasını bilir. Savaşçı her an ölümün bilincinde ama kendini kaptırmadan şimdi ve şu anı en iyi şekilde değerlendirir.
Değişim insan olma potansiyelini gerçekleştirebilmek içindir. Sıradan insan başkalarının tanımladığı hayatı yaşar. Özgün bir yaşam ancak savaşçı olunarak gerçekleştirilebilir. Savaşçı tümüyle farkı da gözlemleyen bilincini en üst düzeye ulaştırma çabasındadır. Bunun için öğrenmesi, öğrenmek için de değişmesi gerekir.
Savaşçının yaşamında keşkelere, pişmanlıklara yer yoktur. İçten gelen bir duyguyla affetmeyi bilir. Böylece bitmemiş işlerden arınır. Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada kendin olarak kalabilmek dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir başladı mı, artık hiç bitmez!…
http://www.donusumkonagi.net/makale.asp?id=1033&baslik=savasci___dogan_cuceloglu&i=psiko_kitaplik

This entry was posted on Cuma, Ekim 3rd, 2008 at 13:42 and is filed under KİTAPLAR. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

Yorum Yaz