-
4th Mart 2010

Yahudi Tarihi

posted in KİTABI MUKADDES |

YAHUDİ TARİHİ
Yahudiler 4000 yıllık tarihleriyle, dünyanın en eski toplumlarından biridir. Babil, Asur, Fenike ve Araplar gibi Sami ırkından gelen İsrailoğulları, önceleri göçebe bir beylik iken İbraniler olarak anılıyordu. Bugün onlar, İsrail ve Yahudi ismini kullanmaktadır. Tevrat’ta, Tanrı ile antlaşma hakkında geniş açıklamalar yaptığından, dinleri Antlaşma Dini olarak da kabul edilir. Yahudiler; Tanrı’nın seçtiği bir topluluk olduklarını, Tevrat’ın da yalnızca kendilerine verildiğini, bu gerçeğinde Tevrat’a dayandığını söylerler. İsrailoğulları, bütün ulusların ders alabilecekleri dinsel tarihe sahiptir. Yüce Tanrı ile yaptıkları antlaşmalara uygun bir hayat yaşadıklarında ödüllendirilmiş, aksini yaptıklarında da ceza görmüşlerdi. Yahudi Tarihi; aşağıdaki başlıklar altında toplanmıştır :

 

İLK PEYGAMBERLER DÖNEMİ
Yahudi dininin tarihi, M.Ö. 1800 yıllarında Hz. İbrahim (Avram) ile başlar. Tanrı’nın lütfu ile 75 yaşındayken ona peygamberlik görevi verildi. (Bkz. Bu kitap, Hz.İbrahim) İki oğlundan Hz. İsmail Arapların, Hz. İshak’da Yahudilerin atası sayılır.

Hz. İbrahim’in vefatından sonra yaklaşık M.Ö. 1700 yıllarında, Hz. İshak dönemi başlamıştı. O, babası gibi,Tanrı’ya gönülden bağlı salih bir peygamberdi. Hz.İshak’ın da Yakub (Yakov) ve Esav adlarında iki oğlu oldu. Tanrı; iki kardeşten Yakub’u peygamber olarak görevlendirmiş, kendisine bugünkü Yahudi Devleti’ nin ismi olan İsrail adını vermişti. Yasalar 32 / 26-28: « …Tanrı Yakub’a göründü, onu kutsal kıldı ve dedi:Senin adın Yakub çağırılmayacak, İsrail olacaktır. » Yakub’un, Yusuf ve Yuda’nın da aralarında bulunduğu 12 oğlu ve bir kızı olmuştu. Bu soylar zamanla 12 beyliğe dönüşmüş ve İsrailoğulları olarak isimlendirilmişti. Yuda; Tanrı ile antlaşmaları devam ettiren bir önder olarak tarihe geçmiş, Kral Davut ve Kral Süleyman onun soyundan gelmişti. Yahudiler, Yuda’dan sonra günümüze kadar Yahudi olarak anılmaktadır.

Hz. Yusuf’un öyküsü; M.Ö. 1544 yıllarında kıskançlık sebebiyle, kardeşleri tarafından kuyuya atılmasıyla başlar. Hz. Yakub’un 12 oğlundan en küçüğü ve en sevgili olanı Hz. Yusuf, oradan geçen bir ticaret kervanı tarafından kurtarılır ve Firavun’un soylularından biri olan Potifar’a köle olarak satılır. Çok yakışıklı, akıllı ve çalışkan bir kişiliğe sahip olan Hz.Yusuf, orada kendini geliştirir. Olgunluk çağına geldiği zaman Tanrı’nın, hükmetme yeteneği ve ilim ile onu güçlendirmiş olduğu hem Tevrat’ta ve hem de Kur’an’da anlatılmaktadır. Hz. Yusuf; Firavunun gördüğü rüyayı yorumlamış, söylediği olaylar da gerçekleşince, Mısır’ın hazine bakanı olmuştu. Birçok yararlı hizmetlerde bulunmuş, daha sonraları Firavun Hz.Yusuf’un bütün ailesini Mısır’a davet etmekte sakınca görmemişti. M.Ö. 1522 yılında Baba Hz.Yakup, 11 oğlu, eşleri ve çocukları ile beraber 70 kişilik aile Mısır’a gelmiş, en güzel araziler kendilerine verilmişti. Onlar; Yahudi Ulusu’nun çekirdeğini teşkil etmiş, nüfusları hızla çoğalmıştı.

 

Hz.MUSA, YEŞU ve HAKİMLER DÖNEMİ
Hz. Yusuf döneminden sonra Firavun vefat edince, yerine geçen Mısır kıralı İsrailoğullarına kötü davranmaya başlamış, onları adeta köle durumuna getirmişti.

Hz.Musa, İsrail Ulusu’nu kölelikten kurtarmış, olağan üstü olaylar neticesinde Mısır’dan çıkarmıştı. Yüce Tanrı’nın ilk ilâhî kitabı olan Tevrat kendisine inmiş büyük bir peygamberdi. İsrailoğullarını; RAB’bin söz verdiği verimli topraklar olan Kenan Ülkesi (Filistin) hudutlarına getirmiş, fakat, halkı savaşmaktan korkarak, Tanrı’ya isyan etmişti. RAB’bi gücendiren İsrailoğulları, Hz. Musa ile beraber 40 yıl çöllerde dolaştırılarak cezalandırıldı. (Bkz. Bu kitap, Hz.Musa)

Hz.Musa’nın vefatıyla İsrailoğulları’nın başına en yakın yardımcısı Nun oğlu Yeşu geçti. Yüce Tanrı ona, bazı yeni hükümlerle peygamberlik görevi vermişti. Kenan Ülkesi’nin fetih lütfu, cezalı olan eski nesile değil Yeşu’nun önderliğinde onların çocuklarına verilmişti. Böylece İsrailoğulları, Tanrı’nın söz vermiş olduğu topraklara yerleşmiş oldular.

Çağlar boyu putperestlerle savaşan Yahudi halkı, Yeşu’dan sonra M.Ö. 1106 yıllarında şoftim denilen Hakimler ile idare edildiler. Hakimler toplumun hem ruhsal ve hem de askerî önderliğini üstlenmişlerdi. İsrailoğullarında İlk hakim olarak Deborah adında bir kadın görev yapmıştı. En sonuncusu da peygamber Samuel‘di. Yüce Tanrı; bu dönem boyunca da Yahudi halkına vahiy göndermeye, onları yönetmeye ve korumaya devam etmişti.

 

KRALLAR DÖNEMİ
Yahudi toplumu; yaklaşık 400 yıldan beri merkezi bir yönetimden yoksun olarak putperestlerle savaşmıştı. Bunun için halk merkezi bir idareye, bir krallığa ihtiyaç duydu ve bu düşüncelerini peygamberleri Samuel‘e bildirdi. Samuel M.Ö. 879 yılında Saul isminde kuvvetli bir genci buldu ve onu kral olarak meshedip kutsadı. Saul, birçok defa putperest Filistinliler ile savaşmış, bu savaşlarda genç Hz.Davud büyük kahramanlıklar göstermişti.

Hz.Davud
Saul’un bir savaşta ölümünden sonra, İsrailoğulları’na Hz. Davud (David) kral olarak seçildi. O, kahraman bir savaşçı olmanın ilerisinde, ilâhî kitap Zebur ile lütuflanacak kadar Yüce Tanrı’ya içtenlikle bağlıydı.
(Bkz. Bu kitap, Hz. Davud ve Zebur)

Hz. Süleyman
Hz.Davud ölmeden önce M.Ö. 826 yılında, 12 yaşındaki oğlu Hz.Süleyman (şlomo)‘ı kral atamıştı. O’na Tanrı’nın yolunda olmasını, Tevrat’tan hiç sapmamasını vasiyet etti. Babası fethedilecek bütün toprakları almış, İsrail’i, Yahudi tarihi’nin en üst noktasına getirmişti. Komşuları tarafından rahatsız edilmiyor ve bolluk içinde yaşıyorlardı. Tanrı’nın kutsal kıldığı Hz. Süleyman; ülkesinde 40 yıl krallık etmiş, M.Ö. 796 yılında 52 yaşında vefat etmişti. RAB’bin ismine bir tapınak yapmak, babası Hz.Davud’un büyük arzusu olmasına rağmen, Hz. Süleyman’a kısmet olmuştu. Yahudi Tarihi’nde Bet-Hamiktaş (Kutsal Ev) olarak adlandırılan I.Tapınak, M.Ö.825 yılında Yeruşalim (Kudüs) de inşa edildi. İçinde, İsrailoğulları’nın en değerli varlığı ve sembolü olan Andlaşma Sandığı bulunuyordu. Tapınak’ın yeri Tanrı tarafından seçilmiş, inşaatını ise Hz. Süleyman’ın yapması buyrulmuştu. Dönemin en görkemli mabedi, 13 yılda binlerce işçi tarafından tamamlandı.

Kur’an’ı Kerim’de Hz. Süleyman’dan övgü ile bahsetmiş, birçok ayetlerle onu yüceltmişti. Neml 27/15,16: «…Biz, Davud’a da Süleyman’a da bir ilim verdik. Onlar şöyle dediler: “Bizi, mümin kullarının bir çoğundan üstün kılan Allah’a hamd olsun.” Süleyman, Davud’a mirasçı oldu ve şöyle dedi: “Ey insanlar, bize kuşların dili öğretildi ve bize herşeyden biraz verildi. Kuşkusuz bu, apaçık lütfun ta kendisidir.»

Hz.Süleyman hayatının son yıllarında hatalı davranışlar sergilemiş, Yüce Tanrı’nın yasalarından uzaklaşmış olduğunu Tevrat şöyle açıklamıştır. 1.Krallar 11/1-13: « Kral Süleyman firavunun kızının yanısıra Moavlı, Ammonlu, Edonlu, Soydalı ve Hititli birçok yabancı kadın sevdi. Süleyman kral kızlarından 700 karısı ve 300 cariyesi vardı… Süleyman yaşlandıkça, karıları onu başka ilâhların ardınca yürümek üzere saptırdılar… İsrail’in Tanrısı RAB, kendisine iki kez görünüp, “ Başka ilâhlara tapma! ”demesine karşın, Süleyman RAB’bin yolundan saptı ve O’nun buyruğuna uymadı. Bu yüzden RAB Süleyman’a öfkelenerek: Seninle yaptığım antlaşmaya ve kurallarıma bilerek uymadığın için krallığı elinden alacağım… Ancak baban Davud’un hatırı için, bunu senin yaşadığın sürede değil, oğlun kral olduktan sonra yapacağım.»

 

İSRAİL HALKININ İKİYE BÖLÜNMESİ
Hz. Süleyman’ın ölümünden sonra oğlu Rehoboam kral oldu. Ancak halk; Yeruşalim (Kudüs)’te ki tapınak, saraylar ve zorunlu çalışmalar sebebiyle ağır vergi ödediklerinden sıkıntı çekiyorlardı. Bu durumun düzeltmesini yeni kraldan istemiş, fakat istekleri kabul edilmemişti. Buna tepki olarak M.Ö. 796 yılında 10 kabile ülkenin kuzey tarafını alarak İsrail Krallığı‘nı, 2 kabile de güneyde kral Rehoboam ile birlikte Yahuda Krallığı‘nı kurdular. Tapınağın bulunduğu Yeruşalim iki krallık arasında kalmış, fakat güneydeki krallığa bağlanmıştı. Böylece İsrailoğulları güçlerini kaybetmişler, komşu Mısır ve Asur İmparatorluklarına kolay av olma durumuna düşmüşlerdi.

İsrail Krallığı
Kuzeyde ki devletin ilk kralı olan Navat’ın oğlu Yehoboam, Yuruşalim’de ki Tapınağa alternatifi olarak iki Tapınak yaptırdı ve içlerine altından yapılmış buzağı heykeli yerleştirdi. Bu olay açıkça putperestliğe kaçmış, Tanrı’nın put ile ilgili yasalarından sapmıştı. Yahudi Tarihi’nde kötü günler başlamış, ruhsal çöküntü olunca, neticede fiziksel güç de kayboluyordu. Kralların en kötüsü Ahab‘dı. Putperest Kenanlılar’ın tanrısı Baal‘ın yanına bir tapınak inşa etti. Böylece Yahudi halkı putperestliğe alışıyor, onlar hem Tanrı’ya hem de puta tapıyordu. Bu dönemde birçok kral değişikliği olmuş, halk çok kötü yönetilmişti. Sonunda Tanrı ile olan antlaşmalarına uymayan İsrail Krallığı’na ceza geldi. M.Ö.555 yılında Asur Devleti tarafından işgal edildiler ve halkı teşkil eden 10 kabile dağıtılarak Asur topraklarına sürüldü.

Yahuda Krallığı
Güneydeki krallar, kuzey krallığının tersine Yüce Tanrı’nın istediği gibi dürüst bir yönetim sergilemişlerdi. Kuzeyde ki krallıktan 135 yıl daha fazla ömrü olmuştu. RAB’bin yolunda gidiyor, yasalarını uyguluyorlardı. Bu krallar arasında Hezekiah, en meşhur olanıydı. 2 Krallar 18/2-9: « Hezekiah, RAB’bin gözünde doğru olanı yaptı. Yüksek yerleri kaldırdı, dikili taşları kırdı…RAB’bin yoluna girdi, O’ndan ayrılmadı.» Asurlular kuzeyde ki İsrail Krallığı’nı sona erdirdikten sonra, büyük bir ordu ile Yeruşalim’i kuşattı. Ancak ilâhî müdahele gerçekleşmiş, dayanma gücü zayıf olan Yahuda Krallığı’nın şehrini fetih edemeyerek geri dönmek mecburiyetinde kalmışlardı. Bu Tanrı’nın Yahuda halkına büyük bir ödülüydü.

Hezekiah’tan sonra oğlu Menase kral oldu. Babasının tam aksine halkına büyük kötülük yaptı. Önce dedesi Peygamber İşaya’yı öldürttü. Tanrı’ya ibadeti bırakıp putperestliğe yöneldi ve halkına bunu aşıladı. Sonraki kral Amon da ayni durumdaydı, bunlar kötü işaretlerdi. Krallıkta ruhsal çöküş başlamıştı. Yüce Tanrı’nın o dönemlerde gönderdiği Peygamber Amos aracılığı ile İsrailoğulları’nı uyarmış ve tövbe etmek için gerekli zamanı vermişti. Amos 2/4,5: « RAB şöyle diyor: Yahudalılar’ın cezasını kaldırmayacağım, çünkü günah üstüne günah işlediler, yasamı reddettiler, kurallarıma uymadılar. Onları yabancı putlar saptırdı , atalarının da izlediği putlar. Bu yüzden Yahuda’ya ateş yağdıracağım, yakıp yok edecek Yeruşalim saraylarını.» Ancak bu uyarılara rağmen Yahudiler, çok tanrıcıların putlarına tapmağa devam etmişlerdi.

Günümüzde de ayni hatalar yapılmakta, insanların bir kısmı yeni çağın putu haline gelen para, şöhret ve dünya nimetlerini ilâhlaştırmaktadır. Tüm varlıkların yaratıcısı ve sahibi Yüce Tanrı’nın yasalarını bırakıp kendi nefislerinin yoluna sapmaları, ne büyük bir gaflet ve yanılgıdır.

Süleyman Tapınağı’nın Yıkılması
Nihayet o felâket günü gelmiş, M.Ö. 422 yılında Asurluları yok eden Babil Devleti Yeruşalim’i fethederek Yahuda Krallığı’na son verdi. Halkın bir bölümü katledilmiş, kalanı da Babil’e sürülmüştü. 410 yılından beri ayakta duran, toplumun en kıymetli varlığı Tapınak’ı yıkmışlar Antlaşma Sandığı’nı ve içinde bulunan Tanrı’nın eliyle yazmış olduğu taş levhalar ile birlikte Tevrat’ı da yok etmişlerdi. Bu antlaşmaları yerine getirmeyen Yahudilere, Tanrı’nın verdiği büyük bir cezaydı. RAB ile aralarındaki bağ kopmuş, İsrailoğulları dağılmıştı.

 

II. TAPINAK DÖNEMİ
Babil Sürgünü
Babil sürgünü Yahudi halkını çok etkilemişse de kısa zamanda bu hayata uyum sağladılar ve ayakta kalmayı başardılar. Yerli halkın lisanı Aramice’yi öğrendiler, yıkılan tapınak yerine sinagog inşa ederek Tanrı’ya bağlılıklarını devam ettirdiler. RAB, peygamber Yeremya aracılığı ile İsrailoğulları’na şöyle buyurdu. Yeremya 29/10: « Babil’de 70 yıl geçtikten sonra, size verdiğim sözü tutacağım ve sizi kendi toprağınıza götüreceğim. »

Yurda Dönüş ve II. Tapınağın Yapılması
Pers orduları M.Ö. 375 yılında Babil İmparatorluğu’nu istilâ ederek yönetimi ele geçirdi. Pers Kralı Sirus, Yahudi halkının tekrar Filistine dönmesine müsaade etti. I.Tapınak’ın yıkılışından 70 yıllık bir aradan sonra, M.Ö. 370 yılında İsrailoğulları Filistine geri döndüler. Tapınağın tekrar yapılması gecikmeli olarak başladı ve büyük çalışmalardan sonra M.Ö. 350 yılında tamamlandı. Önce kinin mütevazi bir kopyasıydı. Antlaşma Sandığı ve içinde ki ON EMİR yazılı taş levhalar ile Tevrat I.Tapınak’ın yıkımı esnasında yok edildiğinden yerine konamadı. Yeruşalim şehri ve surların tamiri, Kâhin Ezra’nın yardımcısı Nehemya‘nın gayretli çalışmalarıyla tamamlandı.

Tevrat’ın Yeniden Yazılması
Tapınağı yapan Yahudi halkının bir lideri yoktu. Bu boşluğu, Pers İmparatorluğu’nda yaşayan Yahudilerden Tevrat bilgini ve kahin Ezra (Uzeyir) doldurdu. 1500 kişilik bir gurubuyla Yeruşalim’e geldi. İsrailoğulları’nı çevresinde toplayarak, onlara yeni bir manevi güç kazandırdı. Nehemya 8/6,8 : « Ezra yüce Tanrı’ya övgüler sundu. Bütün halk ellerini kaldırarak, Amin! Amin! diye karşılık verdi. Hep birlikte eğilip yere kapanarak RAB’be tapındılar… Tanrı’nın yasa kitabını okuyup açıkladılar, herkesin anlamasını sağlayarak yorumladılar.» Bu ayinler devam etti. İsrail halkı, günahlarını ve yaptıkları kötülükleri itiraf ederek, affedilmeleri için Tanrı’ya yakardılar ve O’na sığındılar.

İsrailoğulları’nın liderliğini M.Ö.410 ve 310 yıllarında, toplumun önde gelenlerinin oluşturduğu Büyük Meclis (San Hedrin)yapmaktaydı. Meclis Başkanlığını üstlenen Ezra, halkı ile Kutsal Yasalar’ı tekrar gözden geçirdi. Tevrat, Ezra ile bilge Yahudilerin sözlü ve yazılı aktarımıyla yeniden kaleme alındı. Babil’e ait sözlerin çokluğu da Tevrat’ın, Babil esaretinden sonra yazılmış olduğunu kanıtlamaktadır. Böylece fiziksel olarak bozulmuş olan İsrailoğulları, ilâhî ilham ve çalışmalar ile tekrar manevî bir güce kavuştu.

Kur’an’ı Kerim; bazı Yahudilerin kahin Ezra (Uzeyir) için «Allah’ın Oğlu’dur.» demelerini tenkit etmiş, bu ancak Hıristiyanlar’da olduğu gibi, onların kendi uydurulmuş sözü olduğunu açıklamıştır. Tevbe 9/30: « Yahudiler Uzeyir, «Allah’ın oğludur.» dediler; Hristiyanlar da: Mesih, «Allah’ın oğludur.» dediler. Kendi ağızlarının sözüdür bu… Oysa kendilerine, tek olan Allah’tan başkasına ibadet etmemeleri emredilmişti…»

Büyük İskender İsrail’i İstila Ediyor
Yunanlılar, B.İskender’in komutasında Pers İmparatorluğunu ortadan kaldırdıktan sonra, M.Ö. 312 yılında İsrail’i de istilâ etti. Putperest olan Yunanlılar II.Tapınak’ı yıkmak istiyordu. Ancak askeri bir dahi olan B.İskender Tapınak’ı yıkmadığı gibi, İsrail’i barışçıl bir şekilde Yunan İmparatorluğu’na kabul etti. Yunan Yönetimi, İsrail’in haklarını korudu ve ibadetlerine karışmadı. Halk, Rumca (Grekçe)’yi öğrendi ve Tevrat İskenderiye Yahudileri tarafından Grekçe’ye çevrildi. Günümüzde ki Tevrat kitaplarının çoğu, Grekçe nüshasının Romalılar’ın dili Lâtince’ye sonra da İngilizce’ye çevrilmesinden kaynaklanmıştı. Yahudiler, bugün Tevrat’ın dua ve öğrenim dili olan İbranice aslını kullanmaktadır.

Yunan Zulmü
Büyük İskender’in ölümünden sonra, Yunan İmparatorluğu üçe ayrıldı. İsrail, merkezi Mısır’da bulunan Yunan Yönetimi’nin kontrolüne girdi. Yunanlılar Yahudileri zorunlu Helenleştirme yoluna girince dostluk dönemi sona erdi. Önce Yahudiler’in manevî merkezi olan Tapınak’taki ruhsal konumu en yüksek durumda olması gerekli Koen Godol kutsal görevlisi yerine, kukla atamalar yaparak temel kurumları bozmaya başladılar. Tevrat’ın öğrenilmesi, sünnet olunması yasaklandı. Vergiler aşırı ölçüde ağırlaştırıldı.

Kasabalarda kurulan Zeus gibi pagan tanrıları için yapılan kurban törenlerine, Yahudiler’in katılması için zorlamalar yapılıyordu. İsrail bilginleri yakalanıyor veya öldürülüyordu. Bazı Yahudiler zorla, bir kısmı da kendi isteği ile Helenleşiyordu.

Makabi Ayaklanması
İsyan, M.Ö.167 yılında Yunan zulmünün devam ettiği bir kasabada başladı. Putperest Yunanlılar tanrıları için, Yahudilerden bir domuzu kurban etmelerini istemesi, suyun taşması için son damla oldu. Şehrin ileri gelen kâhini Matatya, bu sırada kurbanı kesen Helenleşmiş bir Yahudi ile Yunanlı’yı öldürdü. İsyan eden şehir halkı ile beraber beş oğlunu da yanına alarak, dağlarda bir gerilla ordusu kurdu. İsyan bütün şehirlere sıçramış, yahudiler birleşmişlerdi. Başlarında lâkabı makabi (çekiç) olan Matatya’nın en büyük oğlu Yeuda bulunmaktaydı.

Yunanlılar büyük bir kuvvetle gelerek isyanı bastırmaya çalıştılar. Ancak İlâhî Kanunlar yine işlemiş, Tanrı’nın yasalarını uygulayan az bir Yahudi kuvveti, zulmeden putperest Yunanlı büyük çoğunluğu mağlup etmişti. Yahudiler; hem kendi içlerindeki Helenleşmiş Yahudilerle ve hem de düşman ile savaştılar. Savaş 25 yıl sürmüş, sonunda Yunanlılar usanarak M.Ö. 142 yılında İsrail ile anlaşma yapmışlardı.

İsrail’in Romalılar Tarafından İstilası
Bir şehir devleti olarak başlayan Roma İmparatorluğu yükselişe geçti. Hakimiyet alanını genişletmek için büyük bir mücadeleye başlamıştı. Yunan sömürgelerini ve sonradan Yunanistan’ı da fethederek İmparatorluğu’nu genişlettiler. Romalılar kendi medeniyetlerine ilâve olarak, Yunan hayat görüşünü de esas almışlardı. Bu bakımdan kültürlerine Greko-Romen denilir. M.Ö. 63 yılında Roma orduları İsrail’i istila etti. Kukla bir kralı başa getirdi, vergileri arttırdı ve Yunan tecrübesinden kazandıkları bilgilerle dinlerine karışmadılar.

Büyük Herod ve Ruhsal Bozulma
Daha sonraki yıllarda Yahudi halkından bir kral olarak Büyük Herod, Roma Devleti’nin ataması ve tam desteği ile başa geldi. 33 yıl ülkesini idare etmişti. Ekonomik rahatlık içinde olmakla beraber, ruhsal bir bozulmaya sebep oldu. Herod, ticaretten elde ettiği kâr ile, büyük inşaat projeleri meydana getirdi. Bunların en önemlisi de II. Tapınak’ı yeniden inşa etmesiydi. Bina; beyaz mermer sütun ve duvarları, birçok altın kaplı mahalleriyle görkemli bir görünümdeydi. Ana girişe, Yahudilerin karşı çıktıkları büyük bir putperest simgesi olan Roma Kartalı Heykeli konmuştu. Sonradan heykel, bir gurup Tevrat öğrencisi tarafından parçalandı. Kral Herod onları yakalatarak öldürttü. Herod Greko-Romen kültürünü beğeniyor, Yahudi halkını da Helenleştirmek istiyordu. Bu düşüncesine karşı koyabilecek Büyük Meclis (San Hedrin)’in 46 üyesini öldürttü. Tapınak’ın yönetimine (Koen Godol) ruhsal düzeyi en yüksek kişiyi getireceği yerde, kukla adamını atamakla o kurumu da bozdu. Toplumda manevi çöküş başlamıştı. Özel hayatında Herod kendi ailesine de zulmetmiş, zaptedemediği kıskançlığı nedeniyle kardeşini, çocuklarını ve karısını da öldürtmüştü. O, bir zalim olarak tarihe geçmiştir.

Yahudilere uygulanan Helenleştirme zorlanmaları sonucunda, halk bölünerek farklı din guruplarına ayrıldı. Zengin bir din gurubu olan ve güçlerini koruyabilmek için Romalılar ile işbirliği yapan Sadusiler, Yahudilerin ana görüşünü savunan ve halkın çoğunluğunu oluşturan Farasiler, azınlıkta olan aşırı dinci Zilotlar.

Roma’ya İsyan
Roma’nın çok güçlü olduğu bir dönemde M.S.66 yılında Yahudiler, intihar eder gibi isyan etmişti. İsrailoğulları’nın çok ağır ödediği bu olayın altında birçok sebep vardı. Roma, atadığı valiler vasıtasıyla Yahudi halkından aşırı vergi alıyor, onlara zulmediyordu. Tek Tanrı’cı Yahudi dünyası ile çok tanrıcı Greko-Romen dünyası arasındaki aykırılık, uçurum gibi aralarına girmişti. Yahudi halkı bölünmüş, bir kısmı Greko-Romen kültüründen etkilenerek Helenleşmişti. Roma Devleti’ni kabul ediyor, ondan faydalanıyordu. Zengin Yahudiler olan Sadusiler, Tapınak’ı yönettiklerinden Romalılar ile işbirliği yapıyordu. Ana görüşü savunan büyük çoğunluk Farisiler ise dinsel bağımsızlık olmak şartıyla Roma Yönetimi’nin devam etmesini istiyordu. Aşırı dinci Zilotlar, Roma’nın varlığını istemiyor, diğer Yahudilere kızıyordu. Daha birçok çelişkili görüşler Yahudi halkını etkilemiş, hastalıklı bir yapı haline getirmişti. En önemlisi de birbirini sevmeyen bir toplumun oluşmasıydı.

Roma’ya karşı isyanın ilk kıvılcımı, Kesarya Yahudileri’nin alınan aşırı vergiye baş kaldırmasıyla başladı. Ancak bu olay şiddetle bastırıldı, birçok Yahudi öldürüldü. İsyan diğer şehirlere de yayılmıştı, Helenleşmiş Yahudiler baş kaldıranlara cephe aldı. Romalı askerler; Yahudi bölgelerinde tutuklama ve öldürmelere devam ediyor, çatışma daha da kızışıyordu.

II.Tapınak’ın Yıkılması
M.S.67 yılında isyan, dönüşü olmayan bir döneme girdi ve Yahudiler silahlanmaya başladı. İsrailliler bazı bölgelerde çatışmayı kazanıyordu. Ancak Roma, büyük bir kuvvetle gelerek Yeruşalim’i kuşattı. M.S. 70 yılında Yahudiler savaşı kaybettiler ve Kudüs düştü. şehir yakıldı, Tapınak yerle bir edildi. Savaş sonrası geriye kalan Yahudiler birçok bölgelere sürgün edildiler. Bu olaylarda İlâhî Yasalar yine hükmünü devam ettirmiş, birbirine kin ve öfke besleyen, birbirini sevmeyen bir toplum haline gelen Yahudi halkı, Tanrı’sını da unuttuğundan savaşta yenilmiş, böylece ilâhî ceza da gelmişti. (Kaynak: http//www.sevivon.com)

Romalılar Sonrası ve Günümüze Kadar İsrail
Roma M.S. yedinci yüzyıla kadar Filistin’de yönetimini devam ettirdi. Bugünkü İsrail Devleti 1948 yılında kuruldu. Ülke İngiliz yönetiminde iken, Birleşmiş Milletlerin teklifi ile yüzde 56, 47’si Yahudilere, yüzde 43,53’ü de Araplara verildi. Araplar ile Yahudiler’in anlaşmazlığı zaman zaman savaşa dönüşerek, günümüze kadar devam etti.

Süleyman Tapınağı, son yıkılışından İslamiyet’e kadar harabe halindeydi. Hz.Muhammed’e 620 yıllarında inen İsra Suresi’nden dolayı burası Müslüman’larca da kutsal sayılmış, ayni yere uzak mescit anlamına gelen Mescid’i Aksa inşa edilmişti. Kudüs şehri, M.S.1507 ve 1917 yılları arasında Osmanlı Yönetimi’ne girdi. Osmanlılar; şehre birçok tarihi eser kazandırmış, mevcutları korumuş, bu arada Süleyman Tapınağı’ndan kalan Batı Duvarı kalıntılarını da tamir etmişlerdi. Bugün Ağlama Duvarı olarak anılan bu yerde, Yahudiler dua ederek ağıtlar yakmaktadır.

http://www.kurandasevgi.gen.tr/kkitaplar/bolum18/baslik5.htm

 

This entry was posted on Perşembe, Mart 4th, 2010 at 15:11 and is filed under KİTABI MUKADDES. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

There are currently 7 responses to “Yahudi Tarihi”

Why not let us know what you think by adding your own comment! Your opinion is as valid as anyone elses, so come on... let us know what you think.

  1. 1 On Mart 30th, 2010, yetkin said:

    anlamadığım şu mesela yunanıstandakı yahudıler dualırını hangı dilde yapıyo ? peki ingilterdekı ingilizce bılen bı yahudı dualarını hangı dılle yapıyo ? cok merak edıyorum cunku bız dualarımızı arapca yapıyoruz ve bılmedıgmız bır dılı bılmedıgımız anlamllı kelımelerle bı sekılde Allaha yakarıyoruz anlamını bılsekde dua etsek tıpkı ismet ınonunun donemındekı gıbı turkce ezan okunsa anlamanı bıldıgmız sekılde ıbadet etsek ne olur bu yahudılıkdede hristiyanlıkdada boylemı her ulkede ıınsanlar kendı dıllerıncemı dua edıyolar ıbadet edıolar yoksa bellli bir dilleri varmı ???

  2. 2 On Mart 31st, 2010, admin said:

    İbranice İsrail’in anadilidir. Yahudiler ibadetlerini İbranice yaparlar. Reform Yahudiliği, yerel dilde (birçok durumda İbranice ile birlikte) ibadet ederler.

    İsa ve havarileri ile Filistin’deki en eski hristiyan cemaatleri Aramice olarak dua ediyorlardı. Kitabı Mukaddes’in metinleri ise İbranice ve Yunanca olarak kaleme alınmıştır.
    Roma İmparatorluğunun hem Doğu hem de Batı’daki merkezlerinde hakim olan ve ilk hristiyan cemaatlerinin de resmi ibadet dili sosyolojik nedenlerle (hristiyanlar çoğunlukla toplumda dışlananlardı “ağır baskılar altındalardı”) Latince değil, Koine Yunancası idi. 2. yüzyılın sonlarına doğru bu dil Batı’da yerini Geç Dönem Latincesi’ne bırakmak zorunda kaldı. 3. yüzyılın ortalarından itibaren örneğin Roma’daki hristiyan mezarlarında kullanılan dil Latince olmuştur. 4. yüzyılda Batı Roma İmparatorluğu’ndaki kiliselerde ayin dili Latince olmuştur. Aynı yüzyılın sonunda Hieronimus Kitabı Mukaddes’in standart Latince çevirisini (versio vulgata) yapmıştır. Tertulyan’ın (ölümü İ.S. 230) Latince yazdığı iman savunusundan itibaren hristiyanlık eserleri içinde Latince dili yayılmaya başlamıştır ki, hristiyanlığın siyasi zaferinin ardından Latin Kilise babaları eserlerinde gitgide artan şekilde bu dili kullanmaya başlamışlardır. Latince, Roma imparatorluğunun yıkılışından sonra da yaşamaya devam etmiştir: Özellikle Karolenjler döneminden itibaren kimsenin anadili olmamasına rağmen Latince, bir çeşit değişken ve bu nedenle de canlı bir uluslararası “Baba dili” durumunda kalarak ibadet ve idare, bilim ve eğitim literatürü dili olmuştur. Avrupa çapında Latince eğitimli az sayıda kişiden oluşan bir tabaka içerisinde (din adamları) sınırlı durumdadır. Ortaçağın sonlarından itibaren temel metin ve duaların Almanca’ya çevirisi yer alır. Reformasyon yerel dillerin kullanımıyla katolik kilisesinin uygulamasını tehlikeye düşürse de, bazı yerlerde Latince protestanlar arasında da ibadet dili olarak kalır. Aynı dönemde Luther’in Almancası ile Th. Cranmer’in İngilizcesi de ibadette kullanılmaya başlar. Roma-Katolik Kilisesi ise bu reformasyona Latinceyi ayin dili olarak kullanmaya devam etmekle yanıt verir. 18. yüzyılda Latince ayini kılan kişinin ibadet dili olarak zorunlu kılınır, ancak ayindeki diğer metinlerde, en başta da ilahilerde yerel diller kullanılır hale gelir. 20. yüzyılda yerel dillerin kullanımı daha da önem kazanır. İkinci Vatikan Konsili ve onunla başlayan litürji (ibadet) reformundan beri Kutsal Efkaristiya ayini de yerel dillerde kılınmaktadır. Ayinde kullanılan ibadet metinleri Latince model kitaplardan yerel dillere çevrilir ve çeviriler de Roma’daki kilise idaresi tarafından kontrol edilip onaylanır.

  3. 3 On Mart 31st, 2010, admin said:

    DÖRT İNCİLİN DİLİ
    Halen elde mevcut olan İncillerin en eski nüshaları Yunancadır. Hristiyan kaynaklar, Hz.İsa’nın Îbranice-Aramice konuştuğunu ve vaazlarını bu dille yaptığını haber vermekte-dir. İncillerin dili konusu ele alındığı zaman, en azından Hz.İsa’nın sözlerinin onun ana dilinde yazılması ve muhafaza edilmesinin gerekli olduğu sonucuna ulaşılır. Eski Ahid, Hz. İsa’dan en az iki asır önce Yunancaya tercüme edildiği halde, Hz. İsa bu kitabı İbranice nüshalarından okuyup anlıyordu. İncil yazarlarının en azından Hz.İsa’nın sözlerini, onun ağzından çıkan kelimelerle zaptetmeleri ve bunları İbranî-Aramı diyalekti ile yazmaları gerekirdi. Çünkü tercümeler, ne kadar mükemmel olursa olsun asıl ma’nayı yansıtmakta eksik kalabilirler. Ayrıca, Orjinal metinlerin değeri, daima tercümelerden daha üstündür. Bu konuda bir misal vermek gerekirse, “İncil” kelimesinin ma’nası hakkında Hristiyan dünyasındaki değişik kullanımların ne derece doğru olduğunu anlamak için, bu kelimenin İbranice orjinalini bulmak, incelemeye ondan başlamak daha uygundur. İncil kelimesi, aslı Yunanca olan bir kelimedir ve “Avengelion”dan gelmektedir. Hz.İsa, vaazlarında kendi ifadesi ile, İncili vaaz ettiğini söylemektedir.
    İncil kelimesi İbranice olmadığına göre, Hz.İsa, lafız olarak bu kelimeyi kullanmıyordu, belki bu kelimenin İbranice orjinalini kullanıyordu. Acaba Hz. İsa’nın İncil ma’nasmda kullandığı orjinal kelime ne idi? O, konuşurken İncil kelimesi yerine İbranice hangi kelimeyi kullanıyordu? Mademki İncil kelimesinin bir kaç ma’nası olduğu iddia ediliyor, öyleyse önce kelimenin İbranice orjinalini bulup, araştırmaya oradan başlamak daha uygun olmaz mı?.Kelimenin İbranice aslı, Yunanca Avengelion kelimesinin ma’nasma uygun olarak “müjdeli haber” anlamında mıydı, yoksa başka bir ma’nası mı vardı? İncil kelimesinin, Hz. İsa’ya nazil olan kitap ma’nasma gelmediğini, aksine müjdeli haber anlamında olduğunu iddia edenlerin bu konuyu araştırmaları gerekir.
    Yunanca konuşmayan Hz. İsa’nın, İbranice-Aramice olarak yaptığı vaaz ve nasihatlerin, anlattığı mesellerin ve söylediği hikmetli sözlerin tam olarak değerlendirilip anlaşılabilmesi için, onun konuştuğu ana dilde yazılması ve muhafaza edilmesi mutlaka gerekli idi ama, her nedense bu yapılmamış, şu anda Hristiyan dünyasının elinde böyle orjinal bir nüsha mevcut değildir.
    Halen elde mevcut en eski İncil nüshaları Yunanca olmakla beraber, bu İncillerin bir kısmının, ilk olarak İbranice kaleme alındığı bilinmektedir. Papias, Matta’nın İncilini önce İbranice yazdığım haber vermektedir. Bu orjinali İbranice olan İncil, bilâhere Yunancaya tercüme edilmiştir. Bazıları, Matta İncilini İbraniceden Yunancaya kimin çevirdiğinin bilinmediği ni söylerken, İbn Batrik, bu tercümeyi Yuhanna’nın yaptığını iddia etmekte, bazıları bizzat Matta’nın kendisinin bu tercümeyi de gerçekleştirdiğini söylemektedir. Lowther Clarke’ye göre Matta, Logiayı İbranice olarak yazmış, ama daha sonra esas İncilini kendisi Yunanca olarak yazmıştır, Bazı rivayetlere göre bu kitap, ilk olarak Süryanice veya Keldanice olarak yazılmıştır. Matta İncilinin yazıldığı yer de meçhuldür. Bazıları bu İncilin Filistin’de yazıldığını söylerken, diğer bir kısmı, Yunanistan’da yazıldığını iddia etmekte, başka bir grup araştırmacı, bu kitabın Suriye’de yazıldığını ileri sürmektedir. Bu kitabın nerede yazıldığı konusunda bu zikrettiğimiz yerlerin dışında başka yerleri zikredenler de vardır. Mesela bazıları bunun Antakya’da, bazıları Fenike’de, diğer bazıları da İskenderiye’de yazıldığını söylemektedirler.
    Markos İncili, ilk olarak Yunanca yazılmıştır. Ancak Markos’un yazmış olduğu Ön Markos İncili hangi dilde yazılmıştır? Bu konuda tam bir mutabakat yoktur. Markos’un, aslında Petrus’un mütercimi olduğunu biliyoruz. Petrus, Roma’da İbranice olarak vaaz verirken, onun söylediklerini Markos Yunancaya çeviriyordu. Hatta Petrus’un Roma vaazları sırasında dinleyicilerden bir kısmı, mütercim Markos’tan, Petrus’un sözlerini yazmasını istemeleri üzerine Markos bu İncili yazmıştır. Ancak bu ilk yazdığı şeylerle, bilâhere elindeki diğer malzemeleri birleştirerek esas Markos İncilini ortaya çı-karmıştır. İbn Batrik, bu konuda daha değişik bir haber vermektedir. Ona göre bu İncilin esas yazarı Markos değil, aksine Petrus’tur. Petrus ilk olarak bu İncili Roma’da Latince olarak yazmış, ancak daha sonra bunu öğrencisi Markos’a nisbet ederek kitabın üzerine onun adını yazmıştır.
    Luka İncilinin, ilk olarak Yunanca yazıldığı söylenmek-tedir. Ancak bu İncilin dili konusunda da değişik görüşler vardır. Bazıları bu İncilin ilk olarak Yunanca değil, İbranice olarak yazıldığını iddia etmektedirler. İbn Haldun’a göre bu İncil ilk olarak Latince yazılmış, bilahere Yunancaya tercüme edilmiştir.
    Yuhanna İncilinin Yunanca yazıldığı konusunda birçok araştırmacı ittifak etmekle beraber, bu İncilin ilk olarak Yunanca kaleme alındığı konusunda kesinlik yoktur. Yuhanna İncili, İskenderiye okulunun Helenistik felsefesini yansıtır bir tarzda yazıldığı için, bu İncilin orjinal dilinin Yunanca olması akla daha uygun gelmektedir. Burada daha sonra ele alacağımız bir konu ister istemez gündeme geliyor. Dördüncü İncilin yazarı Yuhanna, hangi Yuhanna’dır? Aslında Zebede oğlu Havari Yuhanna bu İncili Yunanca yazmamıştır. Bu İncil, bazı araştırmacılara göre Havari Yuhanna’dan en az iki asır sonra yaşamış, İskenderiye felsefe okuluna mensup meçhul bir Yuhanna tarafından Yunanca kaleme alınmış ve başına “Yuhanna İncili” diye yazılmıştır. Kitabın üstüne yazılan bu “Yuhanna İncili” ifadesinden yanlışlıkla, Zebede oğlu Yuhanna’nın bu İncili yazdığı anlaşılmıştır. İşin esası şudur: Havari Yuhanna, Yunanca bir İncil yazmamıştır. Onun İbranice-Aramice olarak yazdığı küçük bir parça vardır. Fakat meçhul Yuhanna’nın İncili, Havari Yuhanna’ya nisbet edilince, esas Havari Yuhanna tarafından İbranice olarak yazılan kısım da Yunanca yazılmış olan meçhul Yuhanna’nın İnciline eklenmiş ve bugünkü bilinen Yuhanna İncili ortaya çıkmıştır.
    Halen elde mevcut olan incillerin ilk nüshaları, Matta hariç, Yunanca yazılmışlardı. Ama Hz.İsa’nın konuştuğu dil İbranice olduğu gibi, ilk İncil müsveddeleri de İbranice idi. Dört İncilden önce ortaya çıkan Q metni, Logia, Markos’un ilk İncili ve küçük notlar halinde bulunan ilk İncil müsveddeleri, hepsi Hz.İsa’nın ana dili olan İbranice-Aramice olarak yazılmışlardı. Filistindeki ilk Hristiyan cemaatler hep bu Aramice yazılı incilleri kullanıyorlardı.
    Burada şöyle bir soru akla gelmektedir. Hz.İsa’nın ana dili İbranicenin bir diyalekti olan Aramice olduğu halde ve bütün konuşmalarını bu dille yaptığı halde neden Hristiyanlıkta bu dil kutsal bir dil haline gelmemiş ve kısa sürede yerini Yunancaya bırakmıştır? Hristiyan araştırmacılar bu soruya şöyle cevap vermektedirler: Hz. İsa’nın ortaya çıktığı sıralarda Mısır, Filistin bölgesi, Suriye, Anadolu vb. topraklar tamamı ile Roma imparatorluğunun hakimiyeti altında idi. Bu sırada Roma imparatorluğunun kültür dili de Yunanca idi. Muhtelif Filistin şehirlerinde (Galile, Samiriye, Dekapolis ve Kayseriye) yapılan kazılar, bu bölgede Helen kültürünün geniş oranda varlığını göstermektedir.Yeni Ahidin henüz ortaya çıktığı dönemlerde bu bölgede Yunan alfabesinin kullanılması, Helenistik bazı sembollerin sinagoglarda bulunması, özellikle süper nasyonalist Bar Kochba’nın, bu dönemde Grekçe yazdığı bir mektubun keşfedilmesi, bu bölgede Helen kültürünün ve Yunan dilinin ne kadar etkili olduğunu açıkça göstermektedir. İşte bu yaygın Grek kültürü ortamında yayılmaya çalışan Hristiyanlık, kültür dili durumunda olan Yunancanın etkisi altına girmiş, İnciller dahil herşey, kısa sürede Yunancaya çevrilmiştir.
    Mısırlı Hristiyan müellif Habib Said, incillerin Yunanca yazılması ve Yunan kültürünün Hristiyanlığa etkisi konusunda şunları söylüyor: “Hz.İsa’dan altı asır önce başlayan Yunan kültür ve medeniyet hamlesi, Hz.İsa’dan üç asır sonraya kadar devam etmiştir. Bu dokuz asırlık dönem zarfında Yunanlılar, felsefî çalışmalar yapmışlar ve akla önem vererek bütün dünyayı etkileyen bir Yunan kültürünün meydana gelmesini sağlamışlardır. Yunanlılar, ilme ve akla büyük önem verdiklerinden, Hristiyanlık ortaya çıktığı zaman hemen bu dini kabul etmişlerdir. Hristiyanlığm gelişme çağlarında Yunan dilinin çok gelişmiş olması, Hristiyanlığm yayılmasında bu dilden istifade etmesine yol açtı. Çünkü, özellikle Akdeniz çevresinde yaşayan milletlerin ortak konuşma ve anlaşma dili Yunanca idi.
    Hristiyanlık ortaya çıkmadan önce Roma İmparatorluğunda her renk ve ırktan insanlar vardı. Hristiyanlık, ortaya çıkınca bu insanlar arasında herhangi bir ayırım yapmadı. Bundan dolayı Hristiyanlık, bu imparatorluğun topraklarında çok çabuk gelişti. Ayrıca ” Pax Romana”( Roma sulhu) parolası ile dünyada sulh ve sükûnu sağlayan imparatorluğun hakim olduğu yerlerde Hristiyanlık gelişme imkânı bulmuştur. Bilhassa Roma imparatorluğunun ulaşım imkânı sağlaması dolayısı ile Hristiyan misyonerler, imparatorluğun her yerine rahatça giderek buralarda dinlerini yayma fırsatı bulmuşlardır. Romalıların temin ettiği ticarî ve iktisadî sistem ve emniyet sayesinde Pavlos, bu imparatorluğun çeşitli yerlerini gezme fırsatı bulmuştur.
    Hristiyanlığın, Yunan felsefesinden pekçok şey aldığını, Sokrat’ın ortaya koyduğu ahlâkî prensiplerin Hristiyanlar tarafından benimsendiğini de ifade eden Habib Said, sanki Roma imparatorluğu, başlangıcından itibaren Hristiyanlığı himayesi altına almış gibi bir mesaj veriyor. Halbuki Romalıların Hz.İsa’ya yaptıkları baskılar ile başlayan tahakküm ve tahammülsüzlükleri, Petrus ve Pavlos’un ve daha başka pekçok Hristiyan azizinin öldürülmesi ile artarak devam etmiştir. Başta Petrus ve Pavlos olmak üzere birçok Hristiyan, Roma’da faaliyet göstererek oradaki Yahudi’ topluluklar arasında Hristiyan cemaatler oluşturmuşlardır. Ancak Roma yönetimi bu çalışmaları yüzünden onlara şiddetli cezalar vermiştir. Yazarın, Yunan hayranı olduğu çağrışımını uyandıran ifadeleri de dikkat çekicidir. Yunan felsefesinin bir süre dünyayı etkilediği inkâr edilemez. Ancak bu felsefî düşünceler orada mı doğmuş ve gelişmiştir, yoksa başka yerlerde doğup geliştikten sonra, Yunanistana taşınması neticesinde mi orada ortaya çıkmıştır? Bu hususu tam olarak araştırmadan yazarın bütün payeyi Yunanlılara vermesi dikkat çekicidir.
    Tarih boyunca gerek Yunanlılar ve gerekse Ermeniler, diğer Hristiyan milletler ve devletler tarafından daima el üstünde tutulmuş ve hak etmedikleri övgü ve himayeye mazhar kılınmışlardır. Aslında diğer Hristiyan milletlerin Yunanlılara karşı duydukları sempatininin temelinde dinî bir motif yatmaktadır. Hristiyanlar, Yunan kültürünün Hristiyanlığa büyük katkısı dolayısı ile, Yunan milletine hayranlık duymaktadırlar. İnciller başta olmak üzere bütün kutsal yazmalar Yunanca olunca, Yunanlı ne yaparsa yapsın, aslında ne kadar haksız olursa olsun, batılıların gözünde o, daima haklıdır. Çünkü İncilin hizmetkârı olan bir milletin çocuğudur. Habib Said de bu duyguları beslediği için yukardaki sözleri söylemiştir.
    Hristiyan dünyasının,Yunanlılara duyduğu bu sempatinin aynısını Ermenilere karşı duymasının da gerisinde dinî bir motif vardır. Hristiyan kaynaklarına göre, dünyada Hristiyanlık dinini devletin resmî dini olarak ilân eden ilk devlet, Ermeni devleti imiş. Bu olay Ermenilere, diğer Hristiyan milletler nezdinde büyük bir itibar ve prestij sağlamakta ve Ermeniler de bu hadiseye bağlı olarak, aslında haksız oldukları birçok hususta hep haklı imiş gibi muamele görmekte ve diğer Hristiyan devletlerin himayelerine mazhar olmaktadırlar. Dış politikada Türk hariciyesinin, bir türlü çözmeye muvaffak olamadığı bazı hadiselerin temel sebeplerini anlayabilmesi için, bu noktayı gözönünde bulundurması, bu açıdan olaylara bakması gerekmektedir.
    İncillerin dili konusunu kapatmadan önce akla şöyle bir soru daha gelmektedir: İlk İncil müsveddelerinin İbranice yazılmalarına rağmen, bunların sonra kaybolmaları, İbranice yazılmış olan İncillerin de hemen Yunancaya çevrilmesi ve İbranice nüshaların kaybedilmesi, bütün İncillerin, Risalelerin, Yeni Ahidin bütün kitaplarının, hatta Yeni Ahid ile beraber Eski Ahi-din tamamının Yunancaya çevrilerek Kitâb-ı Mukaddesin tamamının Yunanca yazılması, Yunan kültürünün gerçek Hristiyan kültürünü assimile ederek onu tahrif ettiği sonucunu doğurmaz mı? Hristiyanlık öncesi Yunan felsefesi kadar, putperest Yunan kültürü de bu dini etkileyerek onu bozmuş olamaz mı?
    http://www.ilahi-tr.org/diger-kutsal-kitaplar/29530-dort-incilin-dili.html

  4. 4 On Aralık 5th, 2011, metin said:

    sen bir mesajı tüm dünyaya yaymak istersen çok az bir kesmin bildiği bir dil mi kullanırsın yoksa günümüzdeki ingilizce gibi dünyanın heryerinde geçerli bir dil mi kullanırsın akıllı kardeşim?

  5. 5 On Kasım 14th, 2013, ozenlogopati said:

    bu bilgilerin kaynağı nereden

  6. 6 On Kasım 20th, 2013, admin said:

    Yazının sonunda kaynak link verilmiştir.

  7. 7 On Mayıs 30th, 2016, HsMartin said:

    Eğer müslüman iseniz ve eğer Kuran’ı Kerimi Türkçe mealen de okuduysanız tüm peygamberlerin aynı din üzerine gönderildiğini, hepsinin aynı dini yaydığını ve ibadetlerin tarifi dahil Adem atadan itibaren ayni kitabın “Levhi’i Mahfuz”dan inen ayetleri okuduğunuzu bilmeniz gerekir.Yani tüm kitaplar tek kitap olan Levhi Mahfuz’dan gelmedir..

    “Allah katında din ancak islamdır” ayeti gibi onlarca ayette iman edenlere tüm peygamberleri “Müslüman olmalarını” öğütlemiştir. 124 bin peygamber insanları kendi bölgesinin dili ile imana çağırmıştır çünkü o da orada kendi milletinin insanıdır..

    Dolayısı ile tüm din tarihindeki imanlıların hepsi dindaşımızdır. Peygamberleri amentümüz gereği peygamberimizdir. Ancak en doğru hali ve örnek insan elbette son peygamberimizin bize gösterdiği korunan halidir. Yoksa Adem atadan beri din zaten islamdır……

Yorum Yaz