-
6th Ekim 2008

Günümüz İslam Dünyası- İslâm Ülkeleri ve Nüfus

posted in ISLAM |

Günümüz İslam Dünyasıİslâm Ülkeleri ve Nüfus

İslâm tari­hinde modern dönem, Batı ile İslâm dün­yasının ilişkilerinde yeni gelişmelerin or­taya çıktığı XVIII. yüzyılın sonlarından iti­baren başlatılır. Bu süreç. Batılı devletle­rin Müslümanlara ait toprakları doğru­dan işgale girişmelerinin yanı sıra Müslüman toplumları siyasî, iktisadî ve kültü­rel bakımdan nüfuz altına almaya çalışmaları şeklinde ortaya çıkmıştır. Rusya’­nın Kırım’ı ilhakı (1783) ve Fransa’nın Mı­sır’ı işgali (1798) bu sürecin başlangıcını teşkil etmektedir. Özellikle Fransız İhtilâli’nin etkilerini de taşıyan Napolyon’un Mısır’ı işgali İslâm dünyasında önemli dinî-siyasî gelişmelere yol açtı. XVIII. yüz­yılın sonlarından itibaren İngiltere, büyük bölümü Osmanlı denetiminde olan Bas­ra körfezinde nüfuz temin etmiş. Uman 1798’de bir anlaşma ile İngiliz himayesine girmişti. İngiltere 1820’de Basra körfe­zindeki kabilelerle antlaşma imzalayarak burada da nüfuz sahibi oldu ve 1839’da Aden’e yerleşti.

XIX. yüzyılda İslâm dünyası her bakım­dan hıristiyan Batı’nın üstün teknik ve as­kerî gücüyle yüzyüze geldi. Osmanlı top­rakları ile kısmen İran ve Afganistan ha­riç bütün İslâm memleketleri sömürge haline düştü. Bu yüzyılda İslâm dünyası­nın kayda değer tek büyük devleti olan Osmanlı Devleti, içinde bulunduğu ge­rileme sürecinde Kırım’ı Rusya’ya bı­rakmak zorunda kalmakla yeni bir dö­neme girmişti. III. Selim’den itibaren başlatılan ıslahat ve yeniliklerle Osmanlı ge­rilemesine çözüm arandı. Diğer taraftan Batı yayılmacılığı, artan ayrılıkçı hareket­ler ve bağımsızlık arayışları sonucunda Osmanlı Devleti yine toprak kaybetti. 18O4’te Sırbistan ve 1821 ‘de Yunan ayak­lanması ile başlayan Osmanlı Devleti’ni zayıflatma süreci 1830’da Cezayir’in Fransızlar tarafından işgaliyle devam et­ti. 1877-1878 Osmanlı – Rus Savaşı”ndan sonra ise yeni bir döneme girildi. Trakya hariç hemen hemen Balkanlar’ın tama­mı devletten koptu. Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsız oldu. Bulgaristan ise özerk hale geldi (1878). Ardından Tu­nus Fransızlar (1881), Mısır (1882) ve Su­dan (1899) İngilizler tarafından işgal edil­di. Yüzyılın sonlarına gelindiğinde elde kalan son gayri müslim eyaletlerdeki bağımsızlık talepleri yoğunlaşmıştı. Osmanlı idaresindeki merkezî Arabistan’da orta­ya çıkan en önemli gelişme ise Vehhâbî-lik akımı idi. Bu anlayışın önemli bir siya-sî-dinî güç haline gelerek Hicaz’ı ele geçirmesi üzerine Osmanlı Devleti bölgeye Kavalalı İbrahim Paşa kumandasındaki Mısır askerlerini sevkederek Vehhâbîler’in siyasî yayılımını durdurdu (1818). Ancak XIX. yüzyılın sonlarına doğru bu hareket Abdülazîz b. Abdurrahman’ın (II. Abdülazîz) önderliğinde yeniden canlandı ve XX. yüzyılda Suudi Arabistan Krallığı’nın kurulmasına zemin hazırladı.

İslâm dünyasında Şiîliğin temsilcisi olan İran’da da yoğunluğu askerî alanda ol­mak üzere bir dizi yenilik meydana gel­di. 1828’de Kuzey Azerbaycan’ı Rusya’ya kaptıran İran, sembolik olarak bağımsız­lığını muhafaza etmesine rağmen İngil­tere ve Rusya ülkenin güneyi ve kuzeyini kendi nüfuz alanları ilân ettiler. Aynı şe­kilde XIX. yüzyılın bağımsızlığını konjonk-türel olarak koruyabilmiş İslâm ülkelerin­den olan Afganistan da İngiltere ve Rus­ya’nın nüfuz mücadelesine sahne oldu. Sömürgecilik döneminde giderek Avrupalılar’ın etkisine giren Hindistan’da Bâ-bürlüler’in çöküş devresinde teşekkül eden küçük devletlerin İngiliz hâkimiye­tine girmesi kolay oldu. İngilizler’in yayıl­ma siyasetine karşı 18S7’deki bağımsız­lık hareketinin başarısızlıkla sonuçlan­ması Müslümanlar için bir dönüm noktası teşkil etti. Bu olaydan sonra İngiliz aske­rî hâkimiyetini kabul etmekten başka bir yol kalmadı ve ülke tamamen sömürge-leştirildi. XIX. yüzyılın ikinci yarısına ge­lindiğinde Orta Asya’daki hanlıklar da Rusya’nın genişleme siyasetine karşı di-renemez duruma geldi; Fergana (1865), Semerkant (1868) Hîve (1875) ve Buhara (1920) Ruslar’ın hâkimiyetine girdi. XVII. yüzyılın başından İtibaren Güneydoğu As­ya’daki Müslümanlar üzerinde hâkimiyet kurmaya başlayan Hollanda, XIX. yüzyılın ikinci yarısında Endonezya’yı tamamen otoritesi altına aldı. Aynı şekilde Cava ve Açe de direnişlerinde başarılı olamayın­ca Hollanda egemenliğine boyun eğmek zorunda kaldılar.

Afrika’da bir yandan sömürgeci devlet­lere karşı direniş hareketleri gelişirken diğer yandan Müslümanları içinde bulun­dukları durumdan kurtarmak amacıyla ihya ve ıslah hareketleri ortaya çıkıyordu. XIX. yüzyılın başında Osman b. Fûdî’nin önderliğinde gelişen cihad hareketi Batı Afrika’daki kabileler arasında İslâm’ın ya­yılmasında etkili oldu ve güçlü bir devle­tin kurulmasında rol oynadı. Daha sonra Muhammed Emîn el-Kânimî, Samori Tü­re ve Râbih b. Zübeyr gibi liderlerin cihad hareketleri hem Müslüman olmayan ma­hallî unsurlara hem de sömürgeci Batılı güçlere yönelmişti. Doğuda Sudan’da Mu­hammed Ahmed el-Mehdî’nin 1881’de başlattığı cihad aynı zamanda bir bağım­sızlık hareketiydi. Bununla birlikte XIX. yüzyılın son çeyreğinde Habeşistan ve Li­berya dışında Afrika’nın hemen hemen tamamı Batılı ülkelerin istilâsına uğradı. Kuzey ve Batı Afrika’da Fransa, Güney ve Doğu Afrika’da İngiltere büyük sömürge imparatorlukları kurdular. Ayrıca İspan­ya, Portekiz ve Almanya’nın sömürgele­rinde de Müslümanlar bulunuyordu.

Napolyon’un işgalinin ardından Mısır’­da iktidara gelen Kavalalı Mehmed Ali Pa­şa döneminde siyasî ve iktisadî alanlarda önemli yenilikler yapıldı. Halefleri de ge­lişmeyi sürdürdü. Bu uygulamalar ülke maliyesinin Avrupa’nın kontrolüne geç­mesine yol açtı. Yabancı etkisine karşı ar­tan hoşnutsuzluklar Urâbî Paşa’nın önderliğinde ayaklanmaya dönüşünce İngil­tere Mısır’ı işgal etti (1882). Aynı şekilde Tunus da 1881 “de Fransızlar’ca işgal edil­di. Bu tarihten sonra meydana gelen di­reniş hareketleri sert tedbirlerle bastı­rılırken Avrupa’dan getirilen birçok kişi bölgeye yerleştirildi. Fas ise Fransa, İs­panya ve İngiltere rekabetinin arasında XIX. yüzyılda bağımsızlığını koruyan ülke­lerden biri oldu. Ancak bu durum uzun sürmedi ve giderek artan Fransız nüfu­zuna karşı XX. yüzyılın başında meydana gelen direnişin (1911) bastırılması sonu­cunda ülke 1912’de Fransız himayesine girdi.

XIX. yüzyılda İslâm dünyası hıristiyan Batı’nın yayılması karşısında gerileyen, pek çok bölgede fiilen Batı hâkimiyetine giren ve sömürge yönetimleri altında ka­lan, içeride Batıcı reformlara ve düşünce­lere açılan toplulukları İfade etmektedir. Afganistan, İran ve Fas gibi kısmen ba­ğımsızlıklarını koruyabilen ülkeler ise Ba-tılılar’ın nüfuz mücadelesine sahne oldu. Bu çağın tek bağımsız İslâm ülkesi olan Osmanlı Devleti, uzun süren bir gerileme­nin ve yenilenme çabalarının sıkıntıları ile uğraşmaktaydı. Balkanlar’daki azınlıkla­rın Batılı devletlerce kışkırtılıp desteklen­mesiyle başlayan ayaklanma ve savaşlar neticesinde Osmanlı Devleti de Arnavut­luk, Makedonya ve Trakya’yı kaybetti (1911-1912). Aynı şekilde Libya, İtalyan işgaline uğradı (1912). Bunu takip eden I. Dünya Savaşı İse Osmanlılar’ın sonunu getirdi. Böylece XX. yüzyılın başında fiilen bütün İslâm dünyası Batı hâkimiyetine boyun eğmek durumunda kaldı. Türki­ye’de önce saltanatın (1922), arkasından hilâfetin (1924) kaldırılıp Batılılaşma yolunda köklü değişikliklere gidilmesi önem­li bir değişimin ifadesi oldu.

Osmanlı topraklan olan Suriye ve Lüb­nan’da Fransız; Filistin. Irak ve Ürdün’de İngiliz manda idareleri kuruldu (1920). I. Dünya Savaşı yıllarında Osmanlılar’a kar­şı İngilizler’le iş birliği yaparak ayaklanan Mekke Emîri Şerif Hüseyin, Hicaz kralı ol­mayı beklerken Hicaz Suud hanedanına bırakıldı. Hüseyin’in oğullan Abdullah Ür­dün, Faysal Irak kralı olarak tanındı. Ne-cid ve Hicaz bölgelerine hâkim olan Suü-dîler daha sonra Suudi Arabistan Krallı-ğı’nı kurdular (1932).

Arap yarımadasının güneyindeki Ye­men. İngiltere nüfuzunda bağımsızlığını korurken Basra körfezindeki şeyhlikler İn­giltere’nin denetiminde kaldı ve 1960’lardan sonra oluşturulan yeni yapılanmada bağımsız devletler olarak milletler toplu­luğuna katıldı. İngiltere’nin manda yöne­timindeki Filistin’de biryahudi devleti ku­rulmasının habercisi olan Balfour Bildiri-si’nden (1917) sonra ortaya çıkan geliş­meler, iki dünya savaşı arasında dış ülkelerden gelen yahudi göçüyle daha da kar­maşık bir durum aldı. İsrail Devleti’nin ku­rulmasıyla (1948) şekil değiştiren Filistin sorunu XX. yüzyılda Müslümanları en çok meşgul eden siyasî meselelerden biri oldu.

XIX. yüzyılda Çarlık Rusyası’nın hâkimi­yetine giren Kafkasya ve Orta Asya’da, Ekim 1917 Bolşevik İhtilâli’nden sonra on yıl içinde dinsizlik resmî politika haline ge­tirildi ve Müslümanlar büyük bir baskı al­tına alındı. 1914’te mevcut 24.562 cami­den 1942’de sadece 1312’si kalmıştı. Sov­yetler Birliği’nin dağılmasıyla (1990) ba­ğımsızlığını kazanan Azerbaycan. Türk­menistan, Özbekistan, Tacikistan. Kırgı­zistan ve Kazakistan’da dinî hayatta hızlı bir canlanma başladı. Binlerce mescid ve cami ile yüzlerce okul açıldı. Aynı zaman­da İslâm ülkeleriyle ilişkiler kurularak iş birliği imkânları geliştirildi.

XX. yüzyılın başında anayasal bir reji­min kurulmasında ulemânın önemli rol oynadığı İran’da 1921’de darbe ile ikti­darı ele geçiren ve 1925’te Pehlevî hane­danını kuran Rızâ Şah’ın döneminde ülke­de tam anlamıyla Batı tarzında bir top­lumsal model benimsendi. II. Dünya Sa­vaşı yıllarında müttefikleri tarafından Sovyetler Birliği’ne yardım ulaştırmak için işgal edilen İran’da İngiliz nüfuzu savaş­tan sonra yerini Amerika Birleşik Devletleri’ne bıraktı ve bu durum 1979’daki İs­lâm devrimine kadar sürdü.

Yüzyılın ilk yarısında Güney Asya’daki Müslümanlar arasında milliyetçilik ve ba­ğımsızlık hareketleri dikkat çekti. Bu ara­da Hindistan Müslümanları Birliği kurul­du (1906). II. Dünya Savaşı’nın ardından dünyanın yeniden şekillenmesi sırasında Müslümanlar Hindular’la ortak hareket ettiler. Ancak giderek artan gerginlik so­nucunda Müslümanlar kendi devletleri­ni kurmak için mücadele başlattılar ve 1947’de Pakistan Devleti kuruldu. Müslüman nüfusun yoğun olduğu Keşmir Hin­distan işgalinde kaldı. 1971’de Pakistan’­da iç savaş çıktı ve Doğu Pakistan olarak adlandırılan Bengladeş birlikten ayrılarak bağımsız bir devlet oldu. Hollanda’nın sö­mürgesi olan Güneydoğu Asya’daki Müslümanlar arasında 1912’de kurulan Mu-hammediyye hareketi Endonezya’da et­kisini giderek arttırdı. Siyasî alanda Sarekat islam ile (1912) Partai İslam İndone-sia (1938) sömürgeciliğe karşı kitle hare­ketini yönlendiren kuruluşlardı.

Bu dönemde Afrika”daki Müslümanla-rın durumunda fazla bir değişiklik olma­dı. Mısır’daki İngiliz nüfuzu ve askerî var­lığı 1954’e kadar sürdü. 1898’de Sudan üzerinde kurulan Mısır-İngiliz ortak hi­mayesiyle Tunus ve Cezayir’deki Fransız sömürge idareleri devam ederken Libya’­da İtalyan işgali vardı. Böylece Afrika’ya büyük ölçüde hâkim olan Avrupalılar za­man zaman ortaya çıkan ayaklanmaları bastırarak hâkimiyetlerini sürdürdüler.

XX. yüzyılın ikinci yarısı İslâm dünyası için bir bağımsızlık dönemi oldu. Müslümanlar kurdukları yeni devletlerle millet­lerarası platforma çıktılar. Daha önce Mı­sır 1922’de, Suriye 1930’da, Irak 1932’de ve Lübnan 1941’de şeklen bağımsızlık­larını kazanmışlardı; ancak Avrupalı-lar’ın bu ülkelerden tamamen çekilmesi II. Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşti. Yemen’de 1962’de başlayan İç savaş ül­kede 1967’de iki ayrı devletin doğması­na yol açtı. Bu ülkeler 1990 yılında tekrar birleşerek Yemen Cumhuriyeti’ni kurdu­lar. Ortadoğu’da Kuveyt (1961) Birleşik Arap Emirlikleri (1971) Bahreyn (I971), Uman (1972), Katar (1972); Güneydoğu Asya’da Endonezya (1949), Malezya (1963), Bruney (1984); Afrika’da Libya (1951), Sudan (1956) Tunus (1956], Fas (1956), Gine (1958), Benin (1960), Burkina Faso (1960), Fildişi Sahili (1960), Gabon (1960), Kamerun (1960), Mali (1960), Mo­ritanya (1960) Nijer (1960), Nijerya (1960), Senegal (1960), Somali (1960), Çad (1960) Tanzanya (1961), Sierra Leone (1961), Cezayir (1962), Uganda(1962), Gambia (1965), Gine Bissau (1974), Cibuti (1977) ve Komor adaları (1978) bağımsız devlet­ler arasında yer aldılar. Sovyetler Birliği’n-deki Azerbaycan. Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Tacikistan Müslüman cumhuriyetlerinin bağımsızlı­ğa kavuşmaları ancak 1991 yılında müm­kün oldu. Rusya tarafından bağımsızlık hakkı tanınmayan Çeçenistan ise müca­delesini hâlâ sürdürmektedir.

XX. yüzyılda yaygınlaşan milliyetçi akımlar ve siyasî partiler Müslüman top­lumları bağımsızlığa götürmekle beraber dünyada döneme damgasını vuran tota­liter anlayışlar İslâm ülkelerinde de hâ­kim duruma geldi. 1970’ten sonra İslâm dünyasında Batı tahakkümü ve Batı ta­raftarı yöneticilere karşı İslâmî motifler taşıyan muhalefet sesini yükseltmeye başladı. Libya’da 1969’da monarşiyi yıka­rak iktidarı ele geçiren Muammer Kaddâfî, İslâm’la sosyalist düşünce ekseninde bir dinî söylem geliştirdi. Pakistan’da da benzer gelişmeler oldu ve sol eğilimli Zülfikar Ali Butto’yu bir darbeyle deviren Ge­neral Ziyâülhak İslâmlaşma’ya önem ver­di. İran’da ulemânın önderliğinde geniş halk kitlelerinin başlattığı muhalefet ha­reketi bir devrim gerçekleştirdi ve şahlık yönetimine son verilerek İran İslâm Cum­huriyeti kuruldu (1979).

1980’li yıllarda, soğuk savaş döneminin iki kutbu arasına sıkışmış durumda bu­lunan İslâm dünyasında kendine dönüşü ve İslâmlaşma’yı savunan eğilimlerde ar­tış gözlendi. Suriye’de İhvân-ı Müslimîn’in Hafız Esed iktidarına karşı muhalefeti Hama’da binlerce kişinin ölümüyle so­nuçlandı. Irak ve Lübnan’da İran yanlısı si­yasî akımlar giderek güçlendi. Diğer ta­raftan Mısır’da da İhvân-ı Müslimîn’in fa­aliyeti artmakla beraber iktidarın baskı ve kontrolü devam etti. İsrail’le anlaşma­ya giden Enver Sedat öldürüldü (1981). Cezayir’de siyasî bir harekete dönüşen İs­lâmî muhalefet İslâmî Selâmet Cephe-si’nde örgütlendi; ancak Aralık 1991’de yapılan genel seçimlerin ilk turunu kazan­masına rağmen ikinci tur yapılmadan ön­ce idareye el koyan ordu tarafından ikti­dara gelmesi önlendi. İrak’ın Kuveyt’i iş­galinden sonra patlak veren Körfez Sava­şı (Ocak 1991) Karabağ,Bosna Hersek, Kosova ve Çeçenistan olaylarında Batı dünyasının izlediği politika Müslümanlar arasında tepkiyle karşılandı. Özellikle Bosna-Hersek’in bağımsızlığını ilân et­mesinden sonra Avrupa’da yeni bir ba­ğımsız İslâm devletinin kurulmasına karşı hıristiyan dünyasının tavrı, Sırplar’ın bölgedeki katliamları ile Rusya’nın özgürlük mücadelesi veren Çeçenler’e yönelik sert müdahalesi ve İnsan haklan ihlâlleri Batı karşıtı akımların güçlenmesinde etkili ol­du. Doğu blokunun çökmesi ve demok­ratikleşme sürecinin başlaması ile birlikte Makedonya, Romanya, Arnavutluk, Bul­garistan ve eski Sovyetler Birliği’ndeki Türk cumhuriyetlerinde dinî hayatta can­lanmalar başladı.

İslâm dünyasında belli ölçüde birlik sembolü kabul edilen halifeliğin kaldırılmasından sonra Müslümanlar arasında dayanışmayı sağlamak amacıyla çeşitli çalışmalar yapıldıysa da bir netice alınamadı. II. Dünya Savaşı’nın ardından Müslümanlar arasındaki birlik çalışmaları yeniden gündeme geldi. 1945’te üye ülkelerin bağımsızlık ve egemenliklerini korumak, güçlerini birleştirmek maksadıyla Arap Birliği kuruldu. Milletlerarası islâm İktisat Konferansı (1949) Karaçi’de ve Tahran’da toplantılar yaptı. Farklı amaçlar için kurulan Bağdat Paktı (1955), Merkezî Antlaşma Teşkilâtı (CENTO, 1959), Afrika Birliği Teşkilâtı (OAU, 1963), Kalkınma İçin Bölgesel İşbirliği Teşkilâtı (RCD, 1964) ve Güneydoğu Asya Uluslar Birliği (ASEAN, 1967) gibi kuruluşlar İslâm ülkelerini de İçine aldı. Günümüzde İslâm ülkeleri arasında birliğin sağlanması için 1969 yılında toplanan İslâm Zirve Konferansı’nın ardından İslâm Konferansı Teşkilâtı kuruldu.

XX. yüzyılın başında 230 milyon tah­min edilen Müslümanlann sayısı 1950′-lerde 360-400 milyon arasında bulunu­yordu. 2000’li yılların başında bu sayının 1 milyar200 milyon civarında olduğu he­saplanmaktadır. Nüfusun yaklaşık% 90″ı Sünnî. % 8-10’u Şiî’dir. Ehl-i sünnet mez­heplerinden Hanefîlik başta Türkiye ol­mak üzere Balkanlar’ın büyük kısmı. Orta Asya’da Türkler’in yaşadığı yerlerle Hin­distan’da çoğunluğun benimsediği mez­heptir. Libya, Tunus. Cezayir ve Fas’ı kap­sayan Kuzey Afrika’nın büyük bir kesimin­de Mâlikîlik; Mısır, Suriye, Arabistan’ın güneyi, Bahreyn, Uzakdoğu’da Malay adaları (Endonezya, Malezya), Sudan gibi ülkelerle Dağıstan ve Orta Asya’nın bazı yerlerinde Şafiîlik; Suudi Arabistan, Katar ve Uman gibi ülkelerde de Hanbelîlik hâkimdir.

İran’da nüfusun yaklaşık % 9O’ı, Irakta % 6O’ı, Azerbaycan’da % 70’i, Bahreyn’­de % 55-60’ı ve Lübnan’da % 25’i Şiî’dir. Ayrıca Kuveyt, Tacikistan, Pakistan, Afga­nistan ve Türkiye’de belli oranlarda Şiî -Ca’ferî Müslüman bulunmaktadır. Şîa’-nın bir kolu olan Zeydîlik Yemen’de yay­gındır. İbâzıyye mezhebi mensupları ise Uman ve Kuzey Afrika’nın bazı bölgelerin­de yaşamaktadır.

Kendilerini İslâm dairesinde kabul eden mezheplerden Yezîdîliğin İrak’ın bazı böl­geleriyle Türkiye’de Güneydoğu bölgesi­nin bazı yerleşim merkezlerinde az sa­yıda mensubu vardır. Nusayrîler’in ya­şadığı yerlerin başında Suriye gelir. Tür­kiye’de Güneydoğu bölgesinde de bir grup Nusayri mevcuttur. İsmâiliyye men­supları Suriye, Hindistan, Pakistan, Orta Asya, İran ve Yemen’de; Dürziler Suriye. Lübnan. Filistin ve Ürdün’de yaşamak­tadır. Ana merkezleri İran olan Bahâîler dünyanın pek çok ülkesinde dağınık bir şekilde küçük gruplar halinde bulunmaktadır. Aynı şekilde merkezleri Hindistan ve Pakistan olan Kâdiyânîler de birçok ül­kede faaliyet göstermektedir.

Etnik bakımdan Ortadoğu ve Kuzey Af­rika’da yaşayan Arapiar’Ia Araplaşmış topluluklar en büyük Müslüman kitlesini oluşturmaktadır. Bunları Güneydoğu As-ya’daki Malaylar’dan sonra Anadolu, Bal­kanlar, Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk­ler, İranlılar, Hintliler, Afrikalı siyahiler, Boşnaklar, Arnavutlar ve Makedonlar ta­kip etmektedir. Dünyadaki Müslüman nü­fusunun yaklaşık üçte biri dinî ve siyasî azınlık statüsüyle gayri müslim ülkelerde yaşamaktadır. Ancak sayılan hakkında ve­rilen bilgilerin çoğu politik sebepler dola­yısıyla kesin değildir.

Müslüman azınlıkların teşekkülünde farklı süreçler söz konusu olmuştur. Bir kısım Müslümanlar İslâm’ı yaymak ve ti­caret yapmak amacıyla gittikleri yerler­de başlangıçtan itibaren çok defa azınlık statüsünde yaşamışlardır. Bunun en dik­kat çekici örnekleri Sri Lanka, Çin, Filipin­ler gibi Uzakdoğu ülkelerinde görülür. Müslümanların azınlık statüsüne düştü­ğü bir başka durum, İslâm’ın hâkim oldu­ğu toprakların zamanla Müslüman olma­yan devletler tarafından ele geçirilmesi ve çok sayıda Müslümanın ülke dışına gön­derilmesiyle ortaya çıkmıştır. Buna İspan­ya (Endülüs) örnek teşkil eder. Bir diğer durum ise Müslüman yönetiminin uzun süre hâkim olmasına rağmen Müslümanların çoğunluğa ulaşamaması ve hâkimi­yeti kaybetmeleri sonucunda ortaya çık­mıştır. Yüzyıllarca süren Osmanlı hâki­miyetinden sonra Balkanlar’da Bosna ve Arnavut bölgeleri dışındaki yerlerde Müslümanlar azınlık statüsüne düşmüştür. Benzeri bir durum uzun süre İslâm hâki­miyeti altında kalan Hindistan’da da söz konusudur.

Bu arada Batı’da XX. yüzyılın ikinci ya­nsında Müslüman azınlığın oluşmasının ayrı bir süreci vardır. Bunda genel olarak üç faktör rol oynamıştır. 1980 ve 1960′-larda Batı’mn yabancı işçi çalıştırma is­teği özellikle Akdeniz çevresindeki İslâm ülkelerinden bilhassa Almanya, Fransa ve Belçika’ya işçi akımına yol açmıştır. İkinci faktör, Avrupa devletlerinin eski kolonile­rinden Müslümanların zaman zaman bu ülkelere göç etmesidir. İngiltere ve Hollanda’daki Müslümanların bir kısmı bu yolla oralara yerleşmiştir. Günümüzde bunlara, sayılan sürekli olarak artan müh-tedilerle İslâm ülkelerinden gelen siyasî mülteciler de eklenmektedir.

Amerika kıtasındaki Müslüman azınlı­ğın çoğunu Hindistan ve Afrika’dan ge­len kişiler oluşturmaktadır. Sömürgecilik döneminde işçi ve köle olarak yeni dün­yaya götürülen bu insanları, XIX. yüzyıl­dan itibaren kendi istekleriyle göç eden Ortadoğu ve Kuzey Af rikalı Müslümanlar takip etmektedir. Bu göçlerin en yoğun olduğu dönem I ve II. Dünya savaşları sonrasıdır. Günümüzde Amerika Birleşik Devletleri’nin vatandaşlık politikası gere­ği her yıl kabul ettiği belli sayıdaki insan arasında Müslümanlar da bulunmakta­dır. Davut Dursun (Diyanet İslam Ansiklopedisi, İslam maddesi)

This entry was posted on Pazartesi, Ekim 6th, 2008 at 06:48 and is filed under ISLAM. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

Yorum Yaz