-
23rd Ağustos 2008

Bir kördüğüm hikâyesi

posted in EDEBİYAT |

Bir kördüğüm hikâyesi

Nerede hata yaptık? Nasıl davransaydık bu kördüğüm çözülürdü sizce, hı?..
Paket ipleri vardır hani, lazım olur diye biriktiririz. Bizde de vardı. Ve bir gün lazım oldu. Evin afacanı olarak, “Getiriyorum” deyip fırladım. Çekmecede üst üste yığılmış rengârenk ipleri aldım. Fakat her kimin marifetiyse, ipler birbirine karışmıştı! En serbest görüneni seçtim. Derinlerde başka iplere dolaşıkmış, ne bileyim. Çekince, diğerleri de hareketlendi. “Nasıl olsa kurtulur” deyip biraz daha çektim… İyice dolaştılar… –Mutlaka başınıza gelmiştir, bilirsiniz, insanın içini sıkıntı basar. Ve sıkılınca da -zekâsını yeterince uygarlaştırmış değilse- ‘hayvani nefs’ dediğimiz güdüleri üstün gelir, kaba kuvvete başvurur.– Ben de öyle yaptım ve daha güçlü çektim. Kahretsin; düğümlendiler!..

İçerdekiler “İp nerede kaldı!” diye seslenince, beceriksizlik duygusuna kapıldım. İplerin düğümü, yüreğime sıçradı. “Küçümseyecekler yine!” düşüncesiyle, kendi olumsuz duygumu onlara transfer ettim ve beceriksizliğin yanına bu kez ‘öfke’ de eklendi. İpleri toplayıp, –bu arada, bana hak versinler diye yumağı daha da dolaştırdım mı, yoksa o öfkeyle istemeden mi oldu, hatırlamıyorum– iyice karışmış yumak elimde, bağırarak girdim içeriye: “Kim oynadı bunlarla!” Öfkem inandırıcı olmuştu, herkes birbirine bakıp suçlu aramaya başladı ve sonunda, faili meçhul her suç gibi ‘yabancı parmağı’ aranıp, temizlikçi kadına yıkıldı… –Buraya kadarki hataları sayayım: İlk başta sakin olmalı ve iplerin karışma huyu olduğunu hatırlamalıydım… Derin bir nefes almalı, beynime oksijen gönderip zekâmı beslemeliydim. Benliğimi-egomu savunma güdüsüyle öfke üretmek yerine, sorunu içerdekilerle paylaşmalıydım… Ve en önemlisi: “Kim yaptı bunu!” diye geçmişten suçlu aramanın yararsızlığını bilmeliydim. Çünkü sorun kimin yaptığı değildi, sorun ipleri çözmekti.–
Bilgiçliğiyle pek övünen büyük amcam, “Ver şunu!” deyip yumağı aldı, inceledi; sonra ‘usta cerrah’ tavrıyla, bir ucundan çekmeye başladı. Sanırım zekâsı benimkinden uygar değildi, çünkü ipler başka bir noktada yine düğüm oldu. Çözülecek düğüm sayısı ikiye çıkmıştı. O ana kadar ilgilenmeyenler dâhil, herkes konuşmaya başladı. “Kırmızıyı değil, yeşili çek!” “Hayır, en kolayı beyaz!” “Ne beyazı lan aziz kardeşim, pembe apaçık duruyo, kör müsün!” “Lan deme abi, doğru konuş!” “Bak şerefsize! Büyüğüne karşı mı geliyosun, hırt!”

Haydaaa! Benliklerimizdeki geçmiş kayıtlar, fırsat yakalayıp ‘şimdi’ye fırlamıştı. Esas sorun, yani düğümlenmiş yumak unutuluverdi. Yine bir aile kavgası başlıyordu…

Birbirleriyle uğraşırken, asıl sorun olan düğümlü yumağı unutmuşlardı. Yeşilde ısrar eden amcam, “Ya kırmızı, ya hepsi çöpe!” diyen dayımı “ayrımcılıkla” suçladı. Dayım nefretle tısladı: “Konuyu siyasete çekeceksek, umreden getirdiğin kaçak incileri de konuşalım.” Eyvah! Amcam, utancından veya öfkesinden kıpkırmızı olmuş, koltuktan kalkarken, babam yaş avantajını kullandı: “Şimdi ikinize de başlıycam! Değer mi iki kuruşluk ip için? Hem, bakın, beyaz uç kurtulmak üzere!” Babamın müdahalesi beklenmedik bir sonuç verdi. Demin hırlaşanlar, bu kez babama karşı birleştiler. Amcam “Sen hep renksizlikten yanasındır abi!” dedi. Dayım sinsice destekledi: “Bu yüzden erken emekli ettiler zati. Ablam boşuna mı iş arıyo!” Haydaa! Babam çok incinmişti, anneme baktı: “Senden mi öğreniyo kardeşin bu lafları?” Annem, dedikodusunun açığa çıkmasından duyduğu telaşı gizleyip, “Yok ayol, huyunu bilmez misin, saçmalıyo işte!” derken, ezici bakışlarla dayımı sindirdi. Sonra havayı değiştirmek için fırlayıp yumağı aldı, “Sizin aklınız ermez, kadın işi bu!” dedi. Amcamın “Seninkinin feministliği depreşti!” diye homurdanmasını ise duymazlıktan geldi. Ne var ki birkaç dakika uğraştıktan sonra pes etmek zorunda kaldı. Yumak eskisinden beter olmuştu. Erkekler feminizmle dalga geçerken, annem “Gösteririm ben size!” deyip, elinde yumak, mutfağa kaçtı…

O sırada teyzem bambaşka bir çözüm önerdi. “Ayol, ip niye lazım? Paket bağlamak için, di mi? E, ne gerek var, seloteyple yapıştırsak ya!” Ah teyze, edilecek laf mı bu! Bu kez, “Hediye paketinde seloteyp olmaz!” diyenlerle “Siz de amma şekilcisiniz be!” diyenler kapıştı. Eski ittifaklar dağıldı, yenileri oluştu. Kavga bitsin diye –çünkü birbirlerine darılırlarsa pizza getirtmekten vazgeçerlerdi– komşudan ip istemeye gidiyordum ki, mutfaktan dönen annem “Buyrun, istediğinizi seçin!” diyerek bir sürü kısa ip attı ortaya. Yumağı bıçakla ortasından ikiye kesmişti!.. Amcam “Yine bölücülük yaptı!” dedi; dayım “En radikal çözüm!” diye alkışladı; babam “Bu resmen darbecilik!” diye kınadı….

Birden fark ettim: Evet, ipler farklı renklerde ve kısaydı; ama çoğu serbest ve düğümsüzdü. Bazı sözler geldi aklıma: “Farklılık yoksa birlik doğamaz.” “Hepimiz aynı özün farklı biçimleriyiz.” “Tırtıldan iğrenip kelebeği övmek, hayatın sırrını bilmemektir.” Evet; tek-renk saplantıları yüzünden, büyüklerim önlerindeki imkânı göremiyorlardı!.. Yere oturup ipleri birbirine bağladım. Ortaya çıkan rengârenk uzun ip, ambalaj kâğıdının renklerine öyle güzel uymuştu ki, herkes beğendi. Amcam bile keyiflenip, pizzacıya telefon etti… (Mehmet Akın) http://www.gaste.biz/yazar.php?makale_ID=54&yazar_ID=28

This entry was posted on Cumartesi, Ağustos 23rd, 2008 at 10:59 and is filed under EDEBİYAT. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

Yorum Yaz