-
13th Aralık 2010

Melek_İslam Ansiklopedisi

posted in CİN-MELEK |

MELEK

 Allah’ın emirlerine tanı itaat eden iyi nitelikteki ruhanî varlıklara verilen ad.

Melek kelimesi (çoğulu melâike) Ugaritçe, Habeşçe, İbrânîce ve Arapça gibi Sâmî dillerde bulunan göndermek” an­lamındaki “Pek” kökünden olup “haberci, elçi; güçlü kuvvetli, tasarrufta bulunan, yöneten” mânalarına gelmektedir. Kelime Grekçe’ye aggelos (angelos), Latince’ye angelus, nuncius (elçi) ve legatus (mesaj­cı). Batı dillerine ange (Fr.), angel (İng.) ve engel (Alm.) şeklinde geçmiştir. İbrânîce malanın (mal’akh) Sanskritçe’deki karşılığı angiras (ilâhî ruh), Pers dilindeki karşılığı angarostur.

Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm gibi vahye dayanan dinlerde Tanrı ile insan arasındaki mesafe vurgulanarak ilişki kurma fonksiyonu meleklere yüklenmiş­tir. İnsanla tanrılar arasındaki mesafeyi daha da azaltan politeist dinler, kitabî dinlerde meleklere yüklenen fonksiyonu beşerî varlıklar olarak tasvir ettikleri ilâh­lara vermiştir. Monistik dinlerde ise in­sanla tanrı arasında mesafe bulunmadığı için melek türü aracıların rolü iyice azal­tılmıştır. Bununla beraber insanların ilâh ve ruhlarla ilişkilerinde etkin olan, melek­lere benzer birtakım ruhanî varlıkların mevcudiyeti inancı bütün dinlerde vardır. Ruh, melek, cin, şeytan gibi isimler verilen bu varlıkların benzer yönleri olduğu gibi farklı özellikleri de bu­lunmaktadır. Melekler güçlerini daha üs­tün bir kaynaktan alan, dolayısıyla bağım­sız olmayan, görevlendirilip yollanan, ken­dilerini gönderen yüce kudretle gönde­rildikleri insanlar arasında aracı olan iyi nitelikteki ruhanî varlıklardır.

Kuvvet ve derece açısından büyük ilâh­lardan daha aşağı bir statüde bulunmak­la birlikte insanı iyi veya kötü yönde etki­leme gücüne sahip olan, dolayısıyla iyi veya kötü diye nitelenen bazı varlıkların mevcudiyeti inancı çok eski zamanlar­dan beri çeşitli dinlerde vardır. Bu ara­cı varlıkların bazısı mahallî ilâh olarak algılanıyor, bazıları büyük tabiat güçle­riyle aynîl eştir iliyor, bir kısmı da yukarı veya aşağı dünya ile alâkalı faaliyet gösteriyordu. Öte yandan politeist dinlerdeki büyük tanrıların daha aşağı seviyedeki bu varlık­ları elçi, görevli ve haberci olarak kullan­dığına da inanılıyordu. Semavî elçi kavra­mının menşei Yakındoğu’nun en eski put­perest dinlerine kadar gitmektedir. Me­selâ Mezopotamyalı ve Hititli her büyük ilâh, derece itibariyle kendisinden daha aşağıda bulunan bazı elçilere (sukkaliu) ve taht taşıyıcılarına (guzallu) sahipti. Bir kısım Hitit metinlerine göre ana tan­rıçanın emrinde elçilik yapan iyilik ve kötülük melekleri bulunmaktaydı. YahudilikteRabbin meleği elçilik görevini ifa etmekte, Hıristiyanlık’ta ve İslâm’da melekler Meryem’e îsâ’yı müjdelemekte ve İslâm’da ilâhî vahiy melek aracılığı ile peygambere iletilmektedir. Meleklerin bir diğer vas­fı koruyuculuk görevidir. Onların herkesi koruyup kollaması, çocukları gözetmesi. insanın mutlu olmasına yardımcı olması söz konusudur. Sümerler Lamma (Udug) adı verilen ve insanları koruyan bir varlı­ğa inanıyorlardı.

Bâbil dininde hem melekler hem cinler vardır. Bâbil’de ve Asur’da tanrılarla in­sanlar arasında sürekli bir ilişki kurulmak­tadır. Her ferdin kendisine ait, biri önden, diğeri arkadan yürüyen veya biri sağın­da, diğeri solunda olan iki koruyucu me­leği bulunur. Şedu ve Lamassu denilen, kanatlı boğa şeklinde tasvir edilen, saray­ların ve mâbedlerin girişlerinde bekçilik yapan cine benzer varlıklar mevcuttur.

Sümer çağında da bu tür varlıklar iyi ve kötü cinler olarak bir ayırı­ma tâbi tutulmuş, birincilerin insanları koruduğuna, ikincilerin insanlara kötü­lük yaptığına inanılmıştır. Kötü cinler di­ye bilinen bu ruhanî varlıklar daha sonra kötü melekler veya şeytanlar olarak ka­bul edilmiştir. Mâna itibariyle cin, melek ve şeytanın her üçünü de kapsayan bu varlıklar yedi gruba ayrılmıştır. Ayrıca Lilû, Lilîtu ve Ardat Lili isimleriyle belirtilen üçlü bir grup daha vardır ki bütün bun­lar Bâbil, Asur ve Sümer dinlerinde mev­cut olan, görevleriyle tanıtılmaya çalışı­lan, cin, melek veya şeytan diye yorum­lanan görünmez varlıklardır.

Semavî olayların mitolo­jiyle yorumlandığı en eski çağlarda bere­ketli yağmur getiren bulutların insan muhayyilesinde yağmur rahmet meleği şeklinde “iyi anzu / anka”, felâket getiren fırtına bulutlarının da “kötü anzu / anka” motiflerini doğurduğu, Sümer menşeli bu efsanenin en az beş bin yıllık bir zaman dilimi içinde bütün Ön Asya’ya ve İran üzerinden Orta Asya’ya, Güney Sibirya’ya ve Hindistan’a kadar çok geniş bir bölge­ye yayılıp günümüze kadar yaşadığı be­lirtilmektedir.

Zerdüştîlik’teki en eski Zend Avesta metinlerinde Ahura Mazda’nın yanında Ameşa Spenta (kutsal ölümsüzler) denilen altı başmeleğin bulunduğu belirtilmek­tedir. Bunlar Vohu Mânân (iyi düşünce), Aşa Vahişta (en İyi hakikat). Spenta Arma-iti (itaat), Khşatra Vairya (arzu edilen ege­menlik), Haurvatat (mükemmeliyet, bütünlük ya da sağlıklı olmak) ve Ameretat’tır (ölüm­süzlük). Meleklerin tabiat olaylarını kont­rol eden ruhlarla aynı sayılması Zerdüştîlikte “Fravaşi” (koruyucu ruh) ve “Yazata” kavramlarıyla tam olarak uyuşmaktadır. Meleklerin, insanlara şefaatçi olması ve onları kötülüklerden uzaklaştırması fikri Avesta’da mevcuttur. Ahura Mazda, me­leklerden oluşan ordusuyla Angra Main-yu’ya ve onun şeytanlardan (deva) oluşan ordusuna karşı savaş halindedir. Gökte Tanrı ve melekleri, yeryüzünde insan­lar, yerin altında şeytan ve taraftarları bulunmaktadır. Meleklerin temel gö­revi Tanrı ile insan arasındaki mesafeyi birleştirmek, İlâhî planı, irade ve kanunu bildirmektir. Avesta’da Angra Mainyu kötü, Spenta Mainyu ise iyi ruh rolündedir.

Hinduizm, Budizm, Konfüçyüsçüiük, Jainizm gibi dinlerde insana vahiy geti­ren meleklerden ziyade kötülük simgesi varlıklara inanç yaygındır. Hint dinlerin­de semada ikamet eden ve ölümlülere görünmeyen “devalar ve “asura” adı ve­rilen kötü güçler vardır. Hintliler’in var­lıklar hakkındaki sınıflama ve açıklama­larının karışıklığından ve düzensizliğin­den yakınan Bîrûnî deva denilen melek­ler, bunların bulunduğu yerler ve bunlar­la ilgili diğer varlıklar hakkında bilgi ver­dikten sonra meleklerin başkanının Mahadeva olduğunu, deva isminin ondan geldiğini, Hintüler’e göre 330 milyon me­lek bulunduğunu ifade etmektedir. Hint­liler’in melekler için yeme, içme ölüm ve diğer beşerî halleri caiz gördüklerini, on­ların bu dereceye ilimle değil ibadetle varmış olduklarına inandıklarını belirt­mektedir.

Halk dini de denilen ve çok çeşitlilik arzeden mahallî inanç ve uygulamalarıyla yine çok farklı şekilleri bulunan Taoizm’in oluşturduğu Çin dinlerinde genellikle de­ğişik nitelikte ruhlardan oluşan görün­mez bir dünya mevcuttur. Melek inancı özellikle mistik Taoizm’de bulunmaktadır. Shang-ch’ing denilen en yaygın mistik akıma göre Yang Hsi gökten gelen bir dü­zine varlık tarafından ziyaret edilmiş ve kendisine birçok kitap yazdırılmıştır. Ki­tapları yazdıran varlıklardan başka veri­lenleri muhafaza edenler de vardır.

Bütün yahudi mezhepleri meleklerin varlığını kabul etmektedir. Sadûki mezhebinin meleklerin varlığını reddettiği ile­ri sürülmekte  an­cak bu hatalı görüş onların apokaliptik öğ­retiyi reddetmelerinden kaynaklanmak­tadır. Yahudi kutsal kitabın­da bilgi ve kudrette insandan daha üstün, bir olan Tanrı’ya bağlı, bir kralının maiyeti gibi O’nun hizmetinde bulunan, mesajını insanlara iletme ve iradesini ye­rine getirmede elçilik görevi yapan var­lıklardan bahsedilmektedir. Eski Ahid’de bu varlıklar için “mal’ah” kelimesinin dı­şında “ilâhî varlıklar” anlamında Allah oğulları, Allah’ın veya göklerin ya­hut yüksekte olanların ordusu, mukad­desler, kudretliler, ilâhlar  ve kullar  tabirleri de kullanıl­maktadır. İbn Meymûn, Eski Ahid metin­lerinde geçen ilâhların Allah’ı, rablerin rabbi göklerin Allah’ı  ifadelerindeki ilâh, rab ve gök kelimelerinin de “me­lek” mânasında kullanıldığını belirtmek­tedir. Çok defa melek yerine “adam” keli­mesi de geçmektedir. Tekvîn’deki kıssa­da (32/24-25) Ya’küb ile güreşen kişi Hoşea’da (12/5) “malakh” diye anılmaktadır. Diğer taraftan Eski Ahid’de Gabriel ve Mihael gibi melekler ismen zikredilmek­te, Kerubim ve Serafim gibi kanatlı varlık­lardan, melek gruplarından söz edilmek­tedir.

Eski Ahid’in Neviîm kısmında pek zik­redilmemekle birlikte diğer kısımlarda, özellikle de Bâbil esareti ve sonrasına ait Hezekiel, Zekarya ve Daniel bölümlerinde meleklerin varlığı açıkça belirtilmekte, Daniel bölümünde meleklerden ve ilk de­fa olmak üzere büyük meleklerin isimle­rinden bahsedilmektedir. Ayrıca ölüm meleğinden de (mal’ak ha mot) söz edil­mektedir.

Meleklerin yahu­di kutsal kitabının esaret dönemi ve sonrasına ait bölümlerinde sık sık geçmesi Keldânî ve İran etkisini düşündürmek­tedir. Yahudiler, Bâbil esareti süresince Keldânîler’in ve İranlılar’ın etkisi altında kalmışlardır. Özellikle Zerdüştîlik’teki iyi ve kötü ruh fikri Yahudiliğe iyi melek ve kötü melek şeklinde intikal ettiği gibi ruh­ların hiyerarşik tasnifi de Yahudilikte gö­rülen meleklerin tasnifini ortaya çıkar­mıştır.

İkinci mâbed döneminde melek­lerle ilgili inanç daha da gelişmiş ve girift hale gelmiştir. Bunu apokrif eserierde ve Essenîler’in yazılarında görmek mümkün­dür. Bu yazılarda birbirinden farklı ve çe­şitli işler gören çok sayıda melek söz ko­nusudur, bu melekler muhtelif kategori­lere ayrılmış olup hiyerarşik bir yapı arzetmektedir. Ateş, rüzgâr, bulut gibi ta­biat olaylarından, mevsimlerden ve yılın her bir gününden sorumlu melekler var­dır. Büyük melekler olarak Uriel, Raguel, Rafael, Mihael, Gabriel, Sariel ve Jeremiel’in adı geçmektedir. Rabbinik literatürde de meleklerden bahsedilmektedir.

Mişna’da melekler hiç geçmemekle birlik­te Talmud ve Midraşlar’da meleklerin ya­ratılışına ve tasnifine dair tartışmalar yer almaktadır.

Yahudi inancına göre melekler yaratılı­şın ikinci veya beşinci gününde ateşten yaratılmış saf ruhlardır. Rabbinik litera­türde melekler insanlardan üstün görül­mekte, ancak faziletli insanın melekler­den daha üstün olduğu belirtilmektedir. Melekler sınırlı iradeye ve ilâhî bilgiye sa­hip olmakla birlikte geleceği ve kıyamet saatini bilmezler. “Allah oğulları (melekler) insan kızlarının güzel olduklarını gördüler ve bütün seçtiklerinden kendilerine karı­lar aldılar sözüne dayanıla­rak meleklere bir cinsiyet atfedilmekte­dir. Meleklerin kanatlarından ve uçma­larından bahsedilmesi onların kuvvet ve süratlerine işaret içindir. Yahudilik’te ay­rıca meleklerin “menn” (kudret helvası) isimli yiyeceklerinin olduğuna inanılmak­tadır. “Binlerce binler ve on binlerce on binler” ifadesiyle onların çokluğuna işa­ret edilmektedir. Her biri üçer sıradan oluşan üç grup melekten söz edilir. Bun­lar Tanrı’ya daha yakın olan Kerûbîler, Seraflar, tahtlar; egemenlikler, gerçekler, güçler; prenslikler, baş melekler ve diğer meleklerdir.

Melekler yeryüzünden önce  yaratılmıştır  onlar gökte ikamet etmektedir ruhanî tabiatlı görünmez varlıklardır, insan üstü güçleri ve bilge­likleri vardır. Vizyonda göründüklerinde veya yeryüzünde görev yapmaya geldik­lerinde insan şekline girer ve insan gibi konuşurlar yemek yerler. Yahudilik’te melek­lerin görevlerini Tanrı’nın yardımcıları ol­maları, O’na ibadet etmeleri, vahyi ve şe­riatı tebliğ etmeleri, insanları korumala­rı, onlara yardım etmeleri. Tanrı ile insan­lar arasında aracılık yapmaları şeklinde tesbit etmek mümkündür.

Yahudi kutsal kitabında iki tür melek söz konusudur. Birinci gruptakiler Tanrı’­nın mesajını özel bir şahsa iletmek, pey­gamberi bir haberi açıklamak, ilâhî bir kararı uygulamak gibi görevleri yerine ge­tirirler. Bu melekler yükümlü oldukları iş­lere göre çeşitli şekillere, çok defa da in­san suretine girerler. Bunlardan bazıları­nın isimleri sadece Daniel kitabında geçmektedir (8/16, 10/13). İkinci grup melek­ler ise Tanrı’nın maiyetini oluşturmakta ve O’na hamdetmektedir. Bunlar Seraflar, Kerûbîler, Hayyot, Ruh ve Ofaniler  gibi ayrı isim­ler taşıyan birçok alt gruba ayrılmıştır. Kitâb-ı Mukaddes sonrası dinî literatür­de günahkâr meleklerden de (şeytanlar) söz edilmektedir. Apokrif kitaplarda, özellikle de Enoch’un kitabında nakledi­len kıssaya göre bu melekler Tanrı’nın emrini çiğnedikleri için huzurdan kovulmuştur.

Yahudi filozofları meleklerin tabiatı ve görevleri konusunda farklı görüşlere sahiptir. İskenderiyeli Philon onları bedenleşmemiş, akıllı ve ölümsüz ruhlar olarak tavsif etmektedir. Melekler Baba’nın emirlerini çocuklarına, çocukların ihtiyaç­larını da Baba’ya iletmektedir. Abraham İbn Ezra’ya göre melekler maddî değil­dir, fakat yer üzerindeki bütün maddî objelerin arketipleridir. Yahudi mistisiz­minde önemli bir yeri olan melekler ceza melekleri, lütuf melekleri, kötülük veya hizmet melekleri gibi gruplara ayrılmış­tır. Yahudilerin günlük ibadetlerinde ve bayramlarda okunan keduşah duası İşaya’da yer alan ve meleklerin Allah’ı teşbi­hini ifade eden metindir. Cumartesi akşa­mı sinagoga girerken yapılan Şalom alehem duasında insanla beraber olan iki meleğe hitap edilmektedir.

Hıristiyanlık’taki melek inancı büyük oranda Yahudilik’tekine benzemekte, bu inancın kaynağını Kitâb-ı Mukaddes me­tinleri ve kilise geleneği oluşturmaktadır. Yeni Ahid’de iyi ve kötü melek ayırımı ya­pılmakta  iyi meleklerin semada ikamet edip Allah’ı teşbih ettikleri ve O’nun huzurunda bu­lundukları. O’nun ordusunu meydana ge­tirdikleri, oradan yeryüzüne indikleri be­lirtilmektedir. Sınırlı bilgiye sahip olan melekler Tanrı’nın emirlerini insana iletmekte, insana muhafızlık yapmakta, onun kurtuluşunu istemektedirler. Onlar aynı zamanda ce­zalandırma aracıdır. Rüyada veya uyanık­ken insan suretinde görünmektedirler. Kendi aralarında sınıflanma mevcuttur. Başmelek Mikael’in yanında  tahtlar, hâkimiyetler, riya­setler ve hükümetler olarak adlandırılan gruplar  ayrıca Abaddon denilen cehen­nem meleği ve tabiat olaylarını sevk ve idare eden melekler vardır. Hıristiyanlık’taki meleklerle ilgili doktrin, temel hedefi Mesih’in melekler­den, Mesih’in tesis ettiği yeni şeriatın da Mûsâ şeriatından daha üstün olduğunu ispatlamak olan Pavlus tarafından geliş­tirilmiştir. Kilise babalan meleklerden çok az bahsetmektedir.

Meleklerin duman ve ateşten yaratıl­dığı belirtilmekte, yaratılış zamanı ise Es­ki Ahid’deki “altı gün” anlayışı içerisinde değerlendirilmektedir. Bu anlayışa daya­narak kilise babaları arasında meleklerin yaratılışının dünyanın yaratılışından önce veya aynı anda ya da daha sonra olduğu yönünde görüş ayrılığı vardır. Augustin varlıklar İçerisinde ilk yaratılanların melekler olduğunu, Gennade yerin, göğün ve suların yaratılışında Tanrı’nın meleklerin yardımına başvur­duğunu söylemektedir.

İnciller’de meleklerin sık sık belirli şe­killer altında görünmeleri kendilerine bir beden atfedilmesine sebep olmuştur. An­cak meleklerin insanlara benzer bir be­denlerinin olmadığı kabul edilir. Eski Ahid’de mevcut, “Allah oğulları” diye ni­telenen meleklerin insan kızlarıyla evlen­dikleri  meleklerin ateş veya rüzgârdan yaratıldığı yö­nündeki ifadeler sebebiyle onların tama­mıyla ruhanî olup olmadıkları tartışılmış­tır. Bazı kilise babalarının aksine genel olarak meleklerin cinsiyetinin bulunma­dığına inanılır. Hangi yolla çoğaldıkları konusunda ise bir bilgi yoktur. İnciller’de meleklerin ölümsüz olduğuna, imtihana tâbi tutulduklarına, bilgileri­nin ve iradelerinin sınırlı olduğuna, kendilerine ibadet edilmemesi gerektiğine, İsa’dan aşağı, insandan üstün bulunduklarına, farklı şekillerde görülebildiklerine ve ka­natlı olarak zikredilmelerinin mecazi olup bununla Tanrı’nın emirlerini çok çabuk yerine getirmelerinin kastedildiğine  dair bilgiler vardır.

Meleklerin sayısı konusunda Eski Ahid’­de olduğu gibi Yeni Ahid’de de “binlerce binler” ve “on binlerce on binler” sözleri geçmektedir. Yahudilikteki hiyerarşik tasnif Hıristiyanlık taraf ından da benim­senmiştir. Bu grup isimlerinin meleklerin görevleriyle alâkalı olduğu kabul edilmek­tedir. Yeni Ahid’de Eski Ahid’de olduğu gibi sadece Michel ve Gabriel adları anıl­makta, ancak Rabbin meleği, ölüm meleği, koruyucu melekler, yedi kilisenin me­lekleri, kendilerinde yedi son belâ olan yedi melek, kendilerine yedi boru verilen yedi melek, iyi ve kötü melekler gibi me­leklerden de söz edilmektedir. Görevleri İse genel olarak Tanrı’nın mesajlarını in­sanlara ulaştırma şeklinde özetlenmek­tedir. Hıristiyanlıkta İslâm’daki gibi özel bir vahiy meleği anlayışı yoktur. Hıristiyan kilise geleneğinde meleklerle ilgili açıkla­malar hayli sınırlı olup çoğunlukla dolaylı bir şekildedir. Bu konuda IV. Latran (1215) ve 1. Vatikan (1870) konsilleri zikredilebi­lir.

Başlangıçta melek kültü yasaklanmış iken Yahudiliğin aksine Hıristiyanlıkta za­manla melekler bir kült objesi haline gel­miştir. Saint Augustin, tapınmak suretiy­le değil sevgi ve saygı yoluyla meleklere tazimde bulunulması gerektiğini belirt­miştir. XVI. yüzyılda melek kültü gelişmiş ve Papa IV. Pİe bir kiliseyi Hz. Meryem ve yedi büyük meleğe ithaf etmiştir. Günü­müzde Michel’in 29 Eylül ve 8 Mayıs. Gabrie!’in24 Mart, Rafael’in de24 Ekim’-de bayramları vardır. Hıristiyan sanatı ilk yayılışından itibaren kompozisyonlarda melekleri de konu edinmiş, statülerine göre farklı sayıda kanatlı varlıklar olarak tasvirleri yapılmıştır.

 

 

İslâm İnancında Melek.

Farklı suret­lere girebilen ve duyularla algılanamayan nûrânî varlıklar” şeklinde tarif edilen me­lek  Kur’ân-ı Kerîm’de  ve tevatür derecesine ulaşan hadislerde  inanç esasları arasında sayılmaktadır. Naslarda meleklerin hem özellik ve yete­nekleri hem de görevleri hakkında bilgi verilmiştir. İnsanlar ve cinlerden farklı olarak nurdan yaratıldıkları nakledilen meleklerin Âdem’in yaratılışından önce mevcut bulundukları ve Allah’ın hitabına mazhar olup bizzat O’nunla konuştukları anlaşılmaktadır. Ayrıca meleklerin yiyip İçmedikleri, görevleri icabı iri cüsseli ve güçlü olabildikleri  belirtilmiş, bu güçleri­ni temsil eden ellere  ve birden fazla kanada  sahip bu­lundukları büdirilmiştir. Âyette geçen “ce­nah” (çoğulu ecniha) kelimesi “uçan yara­tıklar için kanat” anlamına geldiği gibi “taraf, yan, el” ve mecazi olarak “kudret” mânalarına da alınabilir. Ancak melekle­re nisbet edildiğinde bu kelimenin mahi­yetini ve niteliğini kesin olarak bilmek mümkün değildir. Kur’an’da ayrıca müş­riklerin meleklere dişilik izafe edişleri ve Allah’ın kızları oldukları yolundaki iddia­ları reddedilmiş, akaid literatüründe de on­larda cinsiyet olgusu ve ayırımının bulun­madığı vurgulanmıştır.

Meleklerin yaptığı işler arasında diğer tabiat varlıklarıyla birlikte sürekli Allah’ı yüceltme, O’na secde etme, emir­lerine âmâde olup onları yerine getirme, Peygamber’e salât ve selâm getirme, müminler için dua ve istiğfar­da bulunma gibi davranışlar sayılmaktadır. Kur­’an’da sıkça rastlanan bu genel tasvirle­rin yanında bazı meleklerin isim veya gö­revlerine de yer verilir. Bunların başında kendi adıyla üç defa zikredilen  ve çeşitli âyetler­de “ruh” ve “resul” gibi sıfatlarla anılan, peygamberlere vahiy getirmekle görevli melek gelir. Bir âyette ge­çen  Mîkâîl (Mîkâl) hadis­lerde rızık ve rahmet meleği olarak tasvir edilmiştir. Eceli gelenlerin ruhunu kabzeden meleğe âyetlerde genelde çoğul sîgasıyla yer verilmiş, bir yerde de “mele-kü’l-mevt” şeklinde atıf­ta bulunulmuştur. Yaygın olarak bilinen Azrail ismine ise sadece bazı zayıf hadis­lerde rastlanmaktadır. Kur­’ân-ı Kerîm’de kıyametin kopması ve âhiret hayatının başlaması sırasında sûra üf­lenme hadisesinden  ve yeniden dirilişi haber ve­ren bir çağırıcıdan  söz edildiği halde bu işle görevli me­leğin adı anılmamış, ancak hadislerde söz konusu duyuruyu yapacak olan İsrafil’in adı büyük melekler arasında sayılmıştır. Bu dört büyük meleğin dışında Kur’an’da “el-melâiketü’l-mukarrebûn” diye geçen  ulûhiy-yet makamına yakın melekler vardır. Ar­şı taşıyan ve onun çevresinde bulunanlar da  mukarrebîn meleklerine da­hildir. Öte yandan insanların söz ve dav­ranışlarını kaydeden ve Kur’an’da “değer­li kâtipler” şeklinde nitelenen yazıcı me­lekler ayrıca”muakkibât” (takipçi­ler)  “rakîbün atîd” (her an hazır gözetleyicüer)  ve “hafa-za” (koruyucular) melekle­ri de mevcuttur. Kabirde sorgu yapan ve Münker-Nekir adlarıyla bilinen iki melek ise yalnızca hadislerde geçmektedir. Âhirette müminleri selâmlayarak karşılayacak cennet bekçilerine, cehen­nemlikleri tahkir edip korkutan ve on do­kuz grup oldukları açıklanan görevlilere  genel olarak “hâzin” (çoğulu hazene) adı verilmiştir. Cehennem bekçilerini temsil eden melek bir âyette Mâlik, cennet meleği ise hadislerde Rıdvan  is­miyle geçer. Cehennem görevlileri ayrıca “zebani” olarak da adlandırılmıştır.

Türlerini ve sayılarını Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği belirtilen melek­lerin yaratılışında Allah-tabiat ve Allah-insan münasebet­leri açısından çeşitli hikmetlerin olduğu anlaşılmaktadır. Ulviyetin ve Allah’a tesli­miyetin sembolü olan melekler fizik âlem­le zaman ve mekândan münezzeh ulûhiyyet makamı arasında köprü vazifesi görür. Kur’an’da yerde ve gökte Allah’ın or­dularının bulunduğu  ve meselâ gök gürültüsüyle beraber melek­lerin de Allah’ı teşbih ettiği  vurgulanırken melekler vasıtasıyla ta­biatın yönetiminin Cenâb-ı Hakk’ın kont­rolü altında olduğuna işaret edilmekte­dir. Bu sebeple melekler Allah’ın birliği­nin şahitleri sayıldığı gibi  O’nun mesajlarının peygamberlere ve dolayısıyla insanlara iletilmesinin de ilk elden gözlemcileridir. Dolayısıyla meleklere, özellikle de Cebrail ve Mîkâil’e düşmanlık etmek Allah’a ve resullerine düşmanlıkla eşit görülmüştür. Öte yandan melekler yeryüzünde yaşayan insanlar için dua ve istiğfar eder  ve mümin­lerle dostluğa dayalı bir bağ kurar. Kur­’an’da, Allah’a inanıp dürüst bir hayat sü­renlere son nefesleri sırasında melekle­rin gelip ölümden korkmamalarını, ken­dilerini mutlu bir hayatın beklediğini ve onların dünya hayatında olduğu gibi âhirette de dostları olduklarını ifade ede­cekleri belirtilir.

Allah tarafından kendilerine verilen gö­revleri eksiksiz yerine getirmekle yüküm­lü olan meleklerin günah işlemedikleri ve masum oldukları yönünde âyetlerde be­yanlar bulunmaktadır. Onlar, onurlandı­rılmış kullar olarak söz ve davranışta Al­lah’ı aşmaz ve sadece O’nun emirleriyle hareket ederler. Me­lekler bu özellikleriyle itaatsizlik göstere­bilen cinlerden ve insanlardan ayrılmak­tadır. Allah’ın Âdem’i ve dolayısıyla insan türünü yaratacağı yolundaki beyanına meleklerin itiraz etmesi onların Allah’a itaat yükümlülüklerine ay­kırı gibi görünüyorsa da müfessirler, bu­nun karşı çıkma amacına değil görüş bil­dirme veya gerçeği öğrenme gayesine matuf olduğunu kabul ederler. Nitekim bu âyetin devamında ve konuyla ilgili di­ğer âyetlerde meleklerin mutlak bir tes­limiyet içinde bulundukları açıkça görül­mektedir. Bâbil halkına imtihan ve bi­linçlendirme maksadıyla sihir öğretmek üzere gönderilen iki melek ise âyette vurgulandığı üzere muha­taplarını inançsızlığa karşı uyarma misyo­nuyla hareket ettikleri için günahkâr ola­rak nitelendirilemez. Meleklerin masumiyeti kelâmcılar arasında da tartışma konusu olmuş. Mutezile ve Ehl-i sünnet âlimlerinin ço­ğunluğu onların günah işlemedikleri yö­nünde görüş belirtmekle birlikte bu ko­nudaki delillerin zannî olduğunu vurgulamışlardır.

Bazı âyetlerde peygamberlerin gaybı bilmemesiyle melek olmaması arasında bağlantı kurulması ve Âdem neslinin kan dökeceğine dair meleklerin öngörüsüne işaret edil­mesi meleklerin gaybı bilme kapasitesini belirtiyorsa da işaret bunun mutlak ve sınırsız olmayıp Allah’ın iznine bağlı kaldığı anlaşılmaktadır. Zira müteakip âyetlerde Allah meleklere bile­meyecekleri hususların bulunduğunu söyleyerek bazı nesnelerin isimlerini sor­muş, onlar da Allah’ın öğrettiklerinin dı­şında bilgilerinin olmadığını itiraf etmiş­lerdir. Yine meleklerin insanlar hakkın­daki şefaatinin bazı durumlarda sonuç vermeyeceğinin bildirilmesi kapasitelerinin sınırlı ve Allah’ın dile­mesine bağlı olduğunu gösterir.

Meleklerin bu özellikleri bir taraftan varlıklar arası hiyerarşi, diğer taraftan in­sana verilen değer açısından meleklerin mi yoksa peygamber ve insanların mı üs­tün olduğu (tafdîl) meselesinin tartışılma­sına sebep olmuştur. Ancak bu tartışma­da ileri sürülen görüşler büyük ölçüde konuyla ilgili nasları anlama ve yorumla­madaki yaklaşım tarzına ve bazı aklî is­tidlallere dayanmakta olup itikadî bir bağlayıcılık taşımamaktadır. Mu’tezile’-nin çoğunluğu meleklerin peygamberler­den ve dolayısıyla diğer insanlardan üs­tünlüğünü savunmuştur. Önde gelen Mutezile âlimi Ca’fer b. Harb’in me­leklerin insan türüne üstünlüğünü konu alan hacimli bir eser yazdığı da nakledilir. Sözü edi­len kelâmcıların delilleri arasında inkar­cıların taleplerine karşı peygamberlerin, “Ben gaybı bilmem, size melek olduğu­mu da iddia etmiyorum” şeklindeki ifa­deleri ayrıca melek mertebesine yükselmemeleri için Âdem ile Havva’nın yasak ağaçtan me-nedildiklerine dair şeytanî telkin  bulunmaktadır. Bunlardan başka meleklerin Allah’a yakınlıkları ve nefsânî arzulardan uzak olmaları da ileri sürülen deliller arasında sayılmıştır. Ruhanî var­lıkların üstünlüğünü savunan İslâm filo­zofları ile Eş’ariler’den Ebû Abdullah el-Halîmî ve Ebû Bekir el-Bâkıllânî gibi âlim­ler de bu görüştedir. Buna karşılık Ehl-i sünnet ve Şîa kelâmcılarınm çoğunluğu peygamberlerin, bir kısmı ise ayrıca mü­minlerin meleklerden üstün olduğu görüşündedir. Bu âlimler, peygamberlerin ve insanların di­ğer yaratıklar içindeki yüksek konumuna dair çok sayıda âyetin yanı sıra meleklere öğretilmeyen bilgilerin Âdem’e verilerek ona secde etmelerinin istenmesi, onların da bu emri yerine getirmesiyle ilgili âyet­leri delil olarak öne sür­müşlerdir. Ayrıca bu kelâmcılar, insanla­rın tabiatlarındaki olumsuz eğilimlere rağmen bunlarla mücadele edip kendi iradeleriyle ibadet ve iyiliklere yönelme kapasiteleri üzerinde durmuşlardır. Abdülkâhir el-Bağdâdî, meleklerin mutlak üstünlüğü varsayıldığında cehennem gö­revlisi bir zebaninin peygamberden üs­tün bir konuma geleceğini belirterek kar­şı görüşü eleştirmiştir. Ehl-i sünnet ve Şîa âlimleri başta Hz. Peygamber olmak üzere resuller, bü­yük melekler, nebîler, takva sahibi mü­minler, müminlerin avamı ve en son me­leklerin avamı olmak üzere bir üstünlük sıralaması yapmışlardır. Tafdîl konusunda Kİyâ el-Herrâsî gibi iki görüş arasında tercihte bulunmayan âlimler de bulunmaktadır.

Bazı âyet ve hadislerde, meleklerin özel görevleri veya peygamberlerle diyalogları sırasında çeşitli maddî suretlere bürünüp (temessül) insanlarla konuştukları haber verilmektedir. Sapıklıklarına karşı Lût kavmini cezalandırmak üzere görevlendi­rilen meleklerin misafir olarak gittikleri Hz. İbrahim tarafından insanlardan ayırt edilemeyip kendilerine yiyecek hazırlan­ması ve Cebrail’in Mer­yem’e insan suretinde görünüp bir çocu­ğunun olacağını haber vermesi meleklerin farklı kimliklerle in­sanlara göründüğünü gösterir. Ayrıca Hz. Peygamber kendisine vahiy getiren Ceb­rail’i aslî hüviyetiyle de görmüştür. Vahyin muhatabı ve insanlara tebliğ edi­cisi konumunda bulunan peygamberle­rin meleklerle doğrudan iletişimde bulun­maları, onları görüp seslerini işitmeleri tabiidir. Diğer insanların melekleri fizikî olarak müşahede etmeleri ise istisnaî hallerle sınırlı olup müjdeleme, ceza ver­me gibi görevler çerçevesinde gerçekleş­miştir. Ancak meleklerin Allah’ın lütuf ve inâyetiyle müminlere ve zor durumda kalanlara görünmeden destek vermesi, mübarek gecelerde inip inanan­ların oluşturduğu manevî barış ortamını paylaşmaları  veya Kur’an dinlemeye gelmeleri mümkündür ve di­nin metafizik boyutuyla tutarlılık arzetmektedir.

Melek inancı, pozitivist ve determinist anlayışlara karşı varlığın sadece maddî ve görünen nesnelerden ibaret olmadığını ortaya koyup manevî ve ruhanî âlemle­rin mevcudiyetini ispat ettiği için bütün dinlerde olduğu gibi İslâm’da da önem taşımaktadır. Allah’ın rızâsına uygun, dü­rüst ve ahlâklı bir hayat sürmeye kendini adamış olan mümin, kâinatta bu ideal­leri temsil eden ve en üst mertebede ya­şayan görünmez varlıkların bulunmasın­dan manevî destek alır ve aynı seviyeye ulaşmak için çaba sarfeder. Buna karşılık insanları kötülüğe teşvik eden ve şerri yaymak isteyen şeytanlardan da uzak du­rup onların yolundan gitmemeye çalışır. İrade güçleriyle kendilerine iyi veya kötü davranışlar arasında tercihte bulunma özgürlüğü verilen insanlar, melek ve şey­tan türleri sayesinde her iki davranışın örnekleri üzerinde düşünüp karşılaştırma imkânı elde etmektedir. Vahiyle gelen te­orik mesaj ve prensipler yanında peygam­berlerin hayatı insanlara nasıl somut ör­nekler sağlıyorsa melek prototipi de ula­şılması beklenen hedef açısından benzer bir işlev görmektedir. Bu sebeple modern dönemdeki ilmî tefsir anlayışının etkisiy­le meleklerin rüzgâr, şimşek gibi maddî ve tabii güçlerle özdeşleştirilmesi evreni mekanik bir işleyişe indirgeyeceği gibi dinin özünde bulunan aşkınlığın ortadan kalkmasına, manevî rehberlik ve örnek­lik fonksiyonunun daralıp etkisizleşmesi­ne yol açar. Zira latif ve nûrânî bir yapıya sahip bulunmaları melekleri diğer varlık­lardan farklılaştırmakla birlikte onların müstakil ve gerçek bir varlık türü olma­sına engel teşkil etmez. Ayrıca naslarda meleklerin çeşitli görevleriyle ilgili olarak yer alan işaret ve izahlar, tabiatta Allah tarafından konan işleyişin şeklî uygula­masını anlatmaktan ziyade bu düzenin ilâhî kontrol altında bulunduğunu vurgu­lamaya yöneliktir. Dolayısıyla melekleri bu görevlere tekabül eden fizik olaylarla eş­leştirmeye ihtiyaç yoktur. Esasen bu tür açıklamalar birer yaklaşım ve tahmin­den öteye geçmemektedir. Kâinatın sa­dece beş duyunun kapsamına giren nes­nelerden oluşmadığı, maddî alanın mükemmel bir işleyiş için tek başına yeterli sayılamayacağı, ruh vb. görünmeyen var­lıklar sayesinde maddenin hayatiyet ka­zandığı inancını benimseyenler, naslarda Allah’ın mahlûkatı sevk ve idare etmesine aracılık ettiği bildirilen melek türünün du­yular üstü gerçekliklerini de kabul eder­ler. (Diyanet İslam Ansiklopedisi, Melek Maddesi)

This entry was posted on Pazartesi, Aralık 13th, 2010 at 12:38 and is filed under CİN-MELEK. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

There is currently one response to “Melek_İslam Ansiklopedisi”

Why not let us know what you think by adding your own comment! Your opinion is as valid as anyone elses, so come on... let us know what you think.

  1. 1 On Ağustos 14th, 2012, özgür özkan said:

    Meleklerle ilgili yazıları okurken nedense insanın yüzüne gayrı ihtiyari bir tebessüm yerleşiyor.
    Duygusal yönü bir yana, Fantastik-kurgu seviyesindeki mitolojik uydurmalardan uzak, son derece makul ve Kuran çerçeveli bir yazı.
    Emeklerinize sağlık.

Yorum Yaz