-
2nd Haziran 2009

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

NAMAZDA NE OKUMALI?-HADİSLER

Namazda dua: 2663-“Resûlullah buyurdular ki: “Namaz ikişer ikişer kılınır. Her iki rek’atte bir teşehhüd vardır. Namazda huşû(derin saygı) duyulur, yoğun ihtiyaç içinde olduğu dua edilerek (temeskün-tezellül) açığa vurulur. Ellerini kaldırırsın.” Şöyle de dedi: “Ellerini, içleri kendi yüzüne dönük olarak Rabbine kaldırır; isteklerini (ısrarla tekrarla söyleyerek) istersin: “Ya Rabbi! ya Rabbi! ya Rabbi!..” Kim bunu yapmazsa namazı eksiktir.” Tirmizî, Salât 283, (385).

760. …Ali (r.a.)’den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) namaza dur­duğu zaman tekbir alır sonra; “Yüzümü hak dine meylederek ve tes­lim olarak göklerle yeri yaratana çevirdim. Ben müşriklerden değilim. Namazım ve bütün ibâdetlerim, ölümüm ve hayatım âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir. Onun hiç bir şeriki yoktur. Ben bununla (gerçek tevhid inancıyla) emrolundum. Ve ben müslümanlann ilkiyim. Allah’ım sen yegâne hükümdarsın. Benim senden başka ilâhım yoktur. Sen rab­bimsin, ben de senin kulunum. Ben nefsime zulmettim; fakat günahı­mı itiraf ederim. Bütün günahlarımı affet. Çünkü günahları Senden başka affedecek yoktur. Beni ahlâkın en güzeline yönelt. Ahlâkın en güzeline yönelten ancak sensin. O kötü ahlâkı benden uzaklaştır. Onu senden başka benden uzaklaştıracak kimse yoktur. (Senin emirlerine) tekrar tekrar icabet eder, (buyruklarına) tekrar tekrar tabi olurum! Bü­tün hayırlar senin elindedir. Şer ise asla sana nisbet edilemez, varlı­ğım seninledir. (Önü de sonu da) Sana (dayanır) Mübareksin, yücesin. Senden mağfiret diler, Sana tevbe eylerim” derdi. Rüku’a vardığı za­man ise: “Allah’ım ancak Sana rüku ettim. Sana iman eyledim. Ve ancak sana teslim oldum, kulağım, gözüm, iliğim, kemiğim ve sinirle­rim hep sana itaat etmektedir” derdi. Başını rüku’dan kaldırdığında da; “Allah hamd edenin hamdini işitir, (kabul eder). Ey Rabbimizl Gökler dolusu yer dolusu, gökle yer arası dolusu onlardan maada (var­lığını) dilediğin her şey dolusu hamd de sana mahsustur” derdi. Sec­deye varınca da; “Allah’ım, ancak sana secde ettim ve ancak sana inandım, sana teslim oldum, varlığım kendisini yaratıp en güzel şekle koyan, gözünü ve kulağını yaradan Allah’ına secde etti. Yaratıcıların en güzeli olan Allah pek yücedir” derdi. Namazdan (çıkmak için) se­lâm vermek istediği zaman da; “Allah’ım! Evvel ve âhir, gizli ve aşi­kâr, işlediğim bütün günahları ve yaptığım bütün israflarımı ve senin benden daha iyi bildiğin bütün kusurlarımı bağışla! İlerleten ve geri­leten ancak Sensin, Senden başka hiç bir ilâh yoktur” derdi. (Buhârî, teheccüd 1, Deâvat 10, 60; Müslim, müsâfirîn 201, zikr 70; Ebû Dâvûd, vitr 25; Tirmİzî, kıyâme 46, deavât32, 82; Ibn Mâce, ikâme 180; Dârimî, salât 169; Ahmed b. Hanbel, 1-95, 102, 103, 385; II, 292, 514, 526; VI, 391. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/161-163.)

781. …Ebû Hüreyre’den; demiştir ki: Peygamber (a.s.) na­maz için tekbir aldı mı, tekbir ile kıraat arasında sükût ederdi. Ben: Ey Allah’ın Resulü! Şu tekbir ile kıraat arasındaki sükûtunun hikmeti nedir? O esnada ne okuyor­sun (lütfen) bana bildir, dedim. Buyurdu ki: “Ey Allah’ım benimle, günahlarımın arasını doğu ile batı arası­nı uzaklaştırdığın gibi uzak eyle! Ya Rabbi, beni günahlarımdan be­yaz elbisenin kirden temizlendiği gibi temizle!Ey Allah’ım!Beni kar, su ve dolu ile (günahlardan) temizle, (diye dua ediyorum).” (Buhârî, ezan 89; deavât 39, 44, 46; Müslim, mesâcid 147, zikr 48; Tirmizî, deâvât 76; Nesâî, tahâre 47, iftitâh 14, 15; Ibn Mâce, ikâme I, dua 3; Ahmed b. Hanbel, II, 49. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/204.) Bazı Hükümler: Farzda olsun nafilede olsun iftitah tekbiri ile Fatiha arasında iftitah duası okumak meşrudur, imam Mâlik’in görüşüne göre ise, iftitah tekbirinden sonra hemen Fatiha’ya geçi­lir. Fakat bu duanın namazın başında, ortasında veya sonunda okunmasın­da da bir sakınca yoktur. İmam Azam ile İmam Ahmed b. Hanbel’e göre ise, sübhâneke duası okunur. (Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/206.)

774. …Âmir b. Rabia babasından; demiştir ki: Ensardan bir genç Resûlullah (s.a.)’in arkasında namaz kılarken aksırdı ve; “bize bağış­ladığı (gerek) dünya ve (gerekse) âhiret (nimetlerin)den dolayı Allah’a pek çok, güzel ve her an ziyâdeleşen hamdler olsun” dedi. Peygam­ber (s.a.) namazı bitirince: “(Bu) duayı okuyan kimdi?” diye sordu. (Amir) dedi ki, genç sükût etti.Sonra “(bu) duayı okuyan kimdi? Gerçekten o kimse sa­kıncalı birşey söylemedi” buyurdu. Bunun üzerine (o genç): O duayı ben okumuştum, ey Allah’ın Resulü; ben bu duâ ile hayırdan başka bir şey kastetmedim diye cevap verdi. (Nebiyy-i Ek­rem sallallahü aleyhi vesellem de): “(Bu dua) zikri sonsuz derecede büyük olan Rahman’in Arşına erişti” buyurdu. (Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/189-190)

2616-“Resûlullah rükü’ya gitti, sonra başını kaldırdı ve “Gıfâr kabilesini Allah mağfiret etsin, Eslem kabilesine Allah selâmet versin, Useyye Allah’a ve Resulüne isyan etmiştir. Allahım, Benî Lihyan’a lanet et. Ri’l ve Zekvân’a da lânet et” deyip secdeye gitti.” Müslim, Mesâcid 308, (679).

2617-İbnu Ömer’in anlattığına göre, Resûlullah’ın sabah namazının son rekatinin rükûsundan başını kaldırınca semi’allâhu limen-hamideh Rabbena ve leke’l-hamd dedikten sonra şöyle söylediğini işitmiştir: “Allahım falancaya falancaya lânet et.” Allah Teâlâ bunun üzerine şu mealdeki ayeti indirdi: “(Kullarımın) işinden hiçbir şey sana ait değildir. (Allah) ya onların tevbesini kabul eder, yahud onları, kendileri zâlim (kimse)ler oldukları için, azablandırır.” (Al-i İmrân 128). Buharî, Tefsîr, Âl-i İmrân 9; Tirmizî, Tefsîr; Nesâî, İftitah 121.

769. …el-Ka’nebî; “Mâlik farz ya da farzın dışında bir namazın başlangıcında, ortasında veya sonunda duâ etmekte bir sakınca yok­tur, dedi.” demiştir. (Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/181.)

Namazda Allah’ı anmak(zikir): 771. …Abdullah b. Abbâs (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre; Pey­gamber (s.a.) geceleyin namaza kalktığında (şöyle) derdi: “Allah’ım, hamd sana mahsustur. Göklerin ve yer yüzünün nuru sensin. Hamd de Sana mahsustur. Gökleri ve yer yüzünü ayakta tutan sensin. Sana hamd olsun. Göklerin yer yüzünün ve oralardakilerin Rabbi- Sensin. Sen haksın, Senin sözün hakdır. Va’din de haktır. Sana kavuşmak hak­tır. Cennet haktır, Cehennem haktır ve kıyamet haktır. Allah’ım! Yal­nız Sana teslim oldum, ancak Sana iman ettim, ancak Sana dayandım, yalnız Sana yöneldim, Ben (senin düşmanlarına karşı) ancak Senin (ver­diğin güç)le mücâdele ettim ve ancak Senin hükmüne başvurdum. Be­nim gerek evvelce ve gerekse sonradan işlediğim günahlarımla gizli ve aşikâr yaptıklarımı bana bağışla Benim rabbim Sensin, Senden baş­ka hiç bir ilâh yoktur!” (Buhârî, teheccud, I, deavât 9; tevhîd 8, 64; Müslim, müsâfirîn 199, zikir 68; Tirmizî,deavât 29; Nesâî, kıyâmu’1-leyl 9; ibn Mace, ikâme 180. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/183-184.)

775. …Ebû Said el-Hudrî’den; demiştir ki: Peygamber (s.a.) ge­celeyin (teheccüd namazına) kalktığında tekbir alır, son­ra: “Ey Allah’ım, Seni hamdin ile teşbih ve tenzih ederim. İsmin müba­rektir, azametin yücedir ve Senden başka ilâh yoktur” der sonra da üç defa “Allah’dan başka bir ilah yoktur” der, üç de­fa “Allah en büyüktür” der, (daha) sonra da: “(Hakkın rahmetinden) koğulmuş olan şeytandan, vesvesesinden, kurmasından, büyüsünden semi'(her şeyi işiten) ve âlîm (her şeyi bilen) Allah’a sağınının” derdi. Sonra da (bir miktar Kur’ân) okurdu. (Müslim, salât 52; Tirmizî, salât 65, vitr 19; Nesâî, iftitâh 18; İbn Mâce, ikâme 1, Dârimî, salât 33; Ahmed b. HanbeflII, 50, 69.)

764. …Cübeyr b. Mut’ım’dan rivayet edildiğine göre, (Cübeyr) Resülüllah’ı namaz kılarken görmüş -(Ravi) Amr der ki: Gerçi hangi namazın olduğunu bilemiyorum- Peygamber (s.a.) (o namazda) “Al­lah gerçekten büyüktür, Allah gerçekten büyüktür, Allah gerçekten büyüktür Allah’a çok çok hamd olsun, Allah’a çok çok hamd olsun, Allah’a çok çok hamd olsun” (şeklinde) üç defa; “Allah’ı sabah ve akşam her türlü noksanlıklardan tenzih ederim” (diye) üç defa (zik­retti, bir defa da)! “Şeytandan, onun nefhinden, nefsinden ve hemzinden Allah’a sığınırım” dedi. (Amr) dedi ki: (Şeytanın) nefsi şiirdir, nefh’i kibirdir, hemz’i de ilişmesidir.” (Tirmizî, mevâkît 65; İbn Mâce, ikâme 2; Dârimî, salât 33; Ahmed b. Hanbel, I, 403, 404; III, 50; IV, 80, 81, 83, 85; VI, 156. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/174.)

MEZHEPLER: Malikiler Namazda Subhaneke ve Ettehiyyat gibi duları okumazlar.

HADİSLER: 2532-“…Bana Resûlullah: “Haydi git ve Medîne’de ilan et ki: “Sadece Fatiha süresi de olsa, Kur’ân’dan bir parça okumadıka kıldığınız namaz namaz değildir” dedi ve başka bir şey ilave etmedi.” Ebu Davud

2534-“(Namazda) Fatiha süresi ile kolaya gelen bir miktar (Kur’ânayetin)i okumakla emrolunduk.” Ebü Dâvud, Salât 136, (818).

posted in DUA | 0 Comments

13th Ekim 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

Kur’an ve tevessül

A. Vedat Alkan soruyor: Büyük zatların ziyareti ve onların vesilesiyle ulaşılması umulan sağlık, kısmet ve bereket vs. gibi konulara genel bir bakış açısı getirirseniz sevinirim.”

Ben okurumuzun “genel bir bakış açısı getirme” talebini, “Vahyin bu konudaki bakışı nedir?” şeklinde anlıyorum. Çünkü mümine düşen, bir konuda öncelikle Allah’ın ne dediğini merak etmektir. Öyle ya, biz Müslümanlar her konuda en alakasız kimselerin bile ne dediğini merak ederiz de, Aziz Allah’ın ne dediğini merak etmeyiz? Her kitaba başvururuz da İlahi Kitab’a başvurmayız. Hele bu türden vahiy olmaksızın aslına bir türlü eremeyeceğimiz soruların cevabını ararken, bu başvuru farzın da farzı (efraz) haline gelir.

Büyük zatların ziyareti? Büyük zatlardan kasıt bizim büyük olduklarına ameline, ilmine, irfanına, hikmetine, eserlerine, bıraktıklarına, çevresine, talebesine bakarak hükmettiğimiz zatlardır. Bununla onların ahiretteki durumları hakkında hüküm vermiş olmayız, ancak hüsnü zanda bulunmuş oluruz.

Büyük zatları ziyaret iki türlüdür: ya sağlığında, ya ölümünden sonra.
Bir mümini sağlığında ziyaret övülmüş bir davranıştır (ahlâk-ı hamîde). Kaldı ki, etrafını aydınlatmış, ilmiyle, irfanıyla, ameliyle, aşkıyla ve mücadelesiyle büyük olmayı hak etmiş bir mümini ziyaret su kaynağını ziyaret gibidir. Bu gibiler çağıldayan bir kaynaktır. Suyu ziyaret eden o çeşmeden kabı kadar alır. Su başına gelmek yetmez, yanınızda kap (akleden kalp) getireceksiniz. Kap getirmek yetmez, ağzını kapalı unutmayacaksınız. Ne diyordu Yunus: “Çeşmelerde bardağın/Doldurmadan kor isen/Kırk yıl orda dursa da/Kendi dolası değil”. Ağzını açmak yetmez, çeşmenin tam altına koyacaksınız. Bazıları ağızlarını ayırdıkları için kabı çeşmenin altına ağzı kapalı koyarlar. Ağzını açmak yetmez, suyun tam altına koyacaksınız. Yani frekansı ıskalamayacaksınız. Bu da yetmez, kabınızın dibini iyi kontrol edeceksiniz, dibi delik mi diye. Dibi delik kap (kalp) kırk yıl su altında dursa yine dolmaz.

Günümüzde, büyükleri sağlığında ziyaret edenleri ikiye ayırabiliriz: Birinciler, dirileri türbe gibi ziyaret edenler. İkinciler, onları diri ve büyük kılan değerleri paylaşmak için ziyaret edenler. Dirileri türbe gibi ziyaret edenler, su başına gelip de kapsız ve çapsız gelenlerdir. Veya kap getirip de, suyun altına değil, yan tarafa koyanlardır. Veya altına koyup da ağzını (kulağını) açmayanlardır vs? Böyleleri, dirilere ölü muamelesi ederler. Geldikleri büyüğü, “büyük türbe” olarak görürler. Onu büyük yapan meziyetlerden yararlanma endişesi taşımazlar. Büyüklere model almak için değil, zamanını çalmak için gelirler. Bu tür bir ziyaret makbul değildir.

Dirileri, onları diri ve diriltici kılan değerleri paylaşmak için ziyaret edenlerin ziyareti, makbul ve mebruk (bereketli) ziyarettir. Nereye geldiklerini bilirler. Ne alacaklarını ve ne vereceklerini bilirler. Zaman çalmaz, aksine geldikleri büyüğün zamanına, mekanına, ilmine, irfanına bereket katarlar. Bırakın ona bir “türbe” ve “ölü” muamelesi yapmayı, onu diri bilmekten öte diriltici bilirler ve ölü yerlerini diriltmek, harap yerlerini onarmak için gelirler.

Büyükleri, ölümünden sonra ziyaret etmeye gelince? Bunlar hayatlarını ve canlarını imanlarına şahit kılmış büyüklerse, onlar vahye göre zaten ölü değil, diridirler. Buna göre Ebu Eyyub el-Ensari’ye türbe diye gelenlerinki “ölü ziyareti”, diri diye gelenlerinki “diri ziyareti” olur. [“ÖLÜ ZİYARETİ DİRİ ZİYARETİ OLUR,” İFADESİ İSTİSMARA AÇIK BİR İFADEDİR. YAZI SAHİBİNİN İFADESİNE GÖRE DİRİ ZİYARETİNDE: “Dirileri, onları diri ve diriltici kılan değerleri paylaşmak için ziyaret edenlerin ziyareti, makbul ve mebruk (bereketli) ziyarettir. Nereye geldiklerini bilirler. Ne alacaklarını ve ne vereceklerini bilirler.ÖLÜLERLE DEĞERLE PAYLAŞILAMAZ; ONLARA BİR ŞEYLER DE VERİLEMEZ. BELKİ ALMAK İSTEYENLER İÇİN ÖLÜMDEN DERS ALINIR.] Bir kısım Müslümanlar, genellikle bu tür ziyaretlere karşı tavırlarını bir hadisle delillendirirler. Bu hadise göre, üç yer dışında, başka bir yere ziyaret maksadıyla yolculuk men edilmiştir: Mekke, Medine, Kudüs?
Aslında bu hadis, münhasıran kabir ziyaretiyle alakalı değildir. Öte yandan sünnette, genel bir “ziyaret yasağı” söz konusu değildir. Kur’an birçok yerde “sîrû fi’l-ard” (dolaşın yer yüzünü) der, bu bir. Kabir ziyareti, asıl şu hadisin konusudur: “Daha önce sizi kabir ziyaretinden men ediyordum, artık ziyaret edebilirsiniz” (Müslim, 1977), bu da iki. Kabir ziyaretinden men sebebi, dirilerin yanlışlarına ölüleri referans göstermek ve yanlış ataların külünü doğru torunların közüne tercih etmektir, bu da üç… [MÜSLÜMANLAR YANLIŞLARINA ÖLÜLERİ REFERANS GÖSTERMEZLER. ANCAK ÖLÜLERDEN MEDET BEKLEYEN BİR TOPLUMDA BU İLGİ, BEKLENTİ TAM SİLİNEMEDİYSE BU AMAÇLA ÖNLEM ALINMIŞ OLABİLİR.)

“Tevessül” kelimesi, “vesile edinmek”, “vesile kılmak” anlamına gelir. Kök anlamı “kurbet” (yakınlık) ve “rağbet” (ilgi, alâka) anlamına gelir (Ahfeş, Rağıb, Râzî). Bunu “Tevessül” formuna taşırsak, “yakınlaşmak için ilgi ve çabayı yoğunlaştırmak” gibi doğru bir anlama ulaşırız.

Kelimenin bu doğru anlamı, acı bir gerçeği gösteriyor: Birçok Kur’anî kavram gibi, bu kavramın da yol kazasına uğradığı gerçeğini. Bizde bu kavram anlam kaymasına uğrayarak, “Allah’a yakın olmak için vesile-vasıta-aracı edinmek” anlamını kazanmış. Bu yanlış anlam, bilgili bilgisiz kişilerin yazılarında ve dillerinde yer etmiş. Şu soruyu sormanın tam sırası: Tevessül’e “Allah’a yakın olmak için iyileri vesile kılmak” anlamı vermek, Kur’an’la çelişmez mi?

Cevabı Kur’an versin: “Kullarım sana Benden sual edecek olurlarsa, hiç şüphe etmesinler ki Ben çok yakınım” (2:186), “Biz kulumuza şah damarından da yakınız” (50:16). Buna şöyle itiraz edilebilir: Allah kullarına yakın, fakat kul Allah’a uzak. Zaten “vesile” de bunun için gerekli. Yani Allah’ı kula yaklaştırmak için değil, kulu Allah’a yaklaştırmak için…
İtirazımız ‘bayağı’ (‘hayli’ değil) tumturaklı. Fakat bakalım Kur’an bu itiraza ne diyor? Bunun için, Kur’an’da “vesîle”nin geçtiği iki ayeti iyi anlamamız lazım. Bu iki ayet de Mekke’de inmiş. Bunun anlamı şu: Dikkat edin! “Vesile” problemi “dinin detayı” (füru) ile değil, “dinin temeli” (usul) ile ilgilidir. Medine’nize ermek istiyorsanız, Mekke’nizde bu problemi halledin.

İşte o ayetlerin ilki: “De ki: “O’nun dışında kendilerinde (tanrısal güç) vehmettiğiniz kimseleri çağırsanıza; (düş kırıklığıyla) göreceksiniz ki, sizden hiçbir zararı kaldırmaya, ya da onu (yararlı bir şeyle) değiştirmeye güçleri yetmeyecektir. Kaldı ki, onların kendilerine yalvarıp yakardıkları kimseler var ya; -(Allah’a) en yakın sandıkları hangileriyse- işte onlar bile Rablerine yakın olmak için var güçleriyle(vesile) çaba gösterirler ve O’nun rahmetini dilenip cezasından da korkarlar(dı): Çünkü senin Rabbinin azabı, her daim kaçınılması gereken bir ceza olmuştur.” (17İsra suresi:56-57) Kur’an’ın iniş sürecinde “vesile” ile ilgili ilk ayet, Allah dışında Allah’a yakın olmak için “vesile” kılınan iyi kimselerin “vesile” olamayacağını açıkça söylüyor. Bu kimselerin Allah’a yakın olmak için çaba gösterdikleri ifade ediliyor. Yani, kişiyi Allah’a kendi çaba ve gayretinin yaklaştıracağı zımnen vurgulanıyor. Sizin kendileriyle Allah’a yaklaşmak istediğiniz “rasul, nebi, aziz, veli, sıddîk, şehid” gibi iyiler kendi çabalarını vesile ettiler deniliyor. Bu ayeti, Alemlere Rahmet olan Peygamber’e hitaben, ikiyüzlü davrananlar hakkındaki ilahi hükmü ele veren şu ayetlerle birlikte düşünelim: “İster onlar için Allah’tan af dile, ister dileme, hiçbir şey değişmez: Allah onları asla affetmeyecek” (63Münafıkun suresi:5) “İster onlar için af dile (fark etmez); onlar için 70 kez af dilemiş olsan dahi Allah onları asla affetmeyecektir.” (9Tevbe suresi:80). Buradaki 70 kinayedir ve “ne kadar dilersen dile, af edilmeyeceklerdir” anlamı taşır. “Ben 70’ten fazla af dileyeceğim” (Buhari, Müslim) hadisini reddeden Gazzali, “Bu haberin sahih olmadığı açıktır, zira Allah Rasulü kelamın manalarını en iyi bilendi” der (el-Mustasfa, I, 162).

İkinci ayet ise şudur: “Siz ey iman edenler! Allah’a karşı saygılı olun ve O’na yaklaşma çabası(vesilesi) içinde olun; O’nun yolunda tüm gayretinizi harcayın ki, kurtuluşa erebilesiniz.” (5Maide suresi:35) Bu ayet birinciyi teyit eder. Ayet açık ve seçik olarak, Allah’a yaklaşmak isteyen kendi iman, amel ve gayretini “vesile” kılsın demektedir. Bu vesileyle bir hatıram canlandı: Ünlü bir efendinin sohbetindeydim. Efendi “Allah’a yaklaşmak için iyileri vesile etmemiz” gerektiğini anlatıyor ve buna da bu ayeti ve Râzî’nin ayete ilişkin tefsirini delil gösteriyordu. Fakat işin aslı tam tersiydi. Râzî önce “Ta’limiyye fırkası”nın görüşünü naklediyordu: “Bu ayet, Allah’a ulaşmanın yolunun, yalnızca bir mürşidden geçtiği anlamına gelir. İşte bu yüzden Allah, mutlak anlamda, vesile aramayı emretmektedir”. Anlaşılan o ki, Razi’nin reddetmek için alıntıladığı bu cümleler, kendi görüşüymüş gibi sunuluyordu. Eğer bu bir okuma hatası değilse, bir tahrif ve iftira idi. Razi bu görüşü, “Buna cevabımız şudur ki…” diyerek reddeder ve ayetteki vesileyi “Allah’ın rızasını ibadet ve taatla kazanmak” olarak açıklar. Ayetin hemen devamındaki “ve cahidu: Tüm çabanızı harcayın” emrinden de anlıyoruz ki, en iyi “vesile” kişinin kendi amelleridir, başkaları değil. Zaten bu tür “vesile”lerin Allah katında hiçbir kabul görmeyeceği de bir sonraki ayette (5:36) yer alır. Sözün özü: Kur’an’a göre meşru ‘vesile’ 1) Allah’ın esması(isimleri), 2) İman, 3) Salih amel’dir. Mağarada mahsur kalana üç kişi hadisi (eshab-ı rakîm), salih amelin vesile kılınmasını anlatır. (Arif Çevikel)

http://www.mustafaislamoglu.com/makaleler.php?Makale_id=297&Kat_id=7

http://www.mustafaislamoglu.com/makaleler.php?Kat_id=7&Makale_id=298

posted in DUA | 0 Comments