-
4th Ağustos 2008

Eski uygarlıklarda bilimsel gelişmeler

posted in BİLİM |

ESKİ UYGARLIKLARDAKİ GELİŞMELER

Günümüzde on yaşında bir çocuk için bile sıradan olan bilgiler, eski çağların insanları için çözülemez bilmecelerdi. İnsanların bilme arzusunu çoğu zaman mitolojiler ve efsaneler karşılıyordu. Bugünkü bildiğimiz anlamda bilimsel çabaya, tarihin bilinen dönemlerinin çok uzun bir kısmında rastlayamıyoruz.

Sümerler’in M. Ö. 3000 yılında teknik bilgiler elde ettiklerine, bunları kendi refahları için kullandıklarına tanık oluyoruz. Sümerler’in yerini alan Babiller de matematikte ve astronomide ilerlemeler kaydettiler. Uzun ve dikkatli gözlemler sonucu başarılı bir takvim oluşturmayı başardılar ve bunu tarımda kullandılar. Güneş’in her gün gökyüzündeki kapıların ayrı birinden girdiğini, ayrı birinden çıktığını söylediler… Babiller’in gökyüzüyle ilgileri astronomi kadar astroloji merkezliydi, gökyüzünü gözleyerek gelecek ile ilgili işaretler elde etmeye çalışıyorlardı. . .

Mısır’da da matematik ile astronomi üzerine önemli gelişmelere rastlıyoruz. . . Eski Çin ve Hint uygarlıklarının da matematik ve astronomi alanlarında başarılı gelişmeler kaydettiklerine tanık olmaktayız. . . Bunlar, günümüzün bilimsel anlayışından farklı olarak, daha çok günlük ihtiyaçlara yönelik çalışmalar olarak gözükmektedir.

Bahsettiğimiz medeniyetler gökyüzü cisimlerinin hareketlerini gözlemlediler; bu cisimler arasında buldukları düzenli ilişkilere dayanarak ileride oluşacak durumları tahmin etmeye, tarımda bunlardan faydalanmaya, astrolojik kehanetlerde bu verileri kullanmaya çalıştılar. Bildiğimiz kadarıyla onlar, günümüz bilimi gibi gözlem verilerini açıklama ihtiyacı duymadılar, teorik temelde gözlemleri değerlendiremediler. Böyle olunca da astronomi biliminde bugünkü anlamda bir ilerleme kaydetmeleri mümkün değildi. Fakat şunu da belirtmeliyiz ki son bulgular, bu medeniyetlerin bilim tarihi kitaplarında aktarılandan daha çok ilerlediklerini, Eski Yunan’daki gelişmenin kökenini oluşturduklarını ortaya koymaktadır. Bu da bizi, bilim tarihini Eski Yunan’dan başlatan alışkanlığın gözden geçirilmesi gerektiği sonucuna götürmektedir.

 

ARİSTO VE BATLAMYUS’UN DÜNYA MERKEZLİ EVRENİ

Aristo, Dünya’nın sabit merkez olduğunu; bütün gezegenlerin, yıldızların, Güneş’in ve Ay’ın, Dünya’nın çevresinde döndüklerini savunuyordu. O’na göre yıldızların ham maddesi ve Dünya’nın ham maddesi birbirlerinden tamamen farklıydı. Yıldızlar ezeli bir yakıtla yakılmışlardı. Bunlar hem ezeli, hem de ebediydi. Oysa Dünya, kusurlu ve eksikti, yıldızlar gibi mükemmel değildi.

Daha sonra Batlamyus (Ptolemy, 85-165) Aristo’dan aldığı mirası kullanarak, Eudoks’un ve Hipparkus’un görüşlerinden de yararlanarak astronomik bir model ortaya koydu. Bu modele göre Dünya merkezdeydi. O dönemde bilinen beş gezegen Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn ve onlarla beraber Ay ve Güneş, Dünya’nın etrafında dönüyordu. Yıldızlar ise en dışarıdaki en geniş halkadaydılar. Bu Batlamyus’un kullandığı mirasın sahipleri olan Pisagor’un, Platon’un, Aristo’nun beğeneceği bir modeldi; evren dairelerle ve kürelerle tanımlanıyordu.

 

MÜSLÜMAN DÜNYADA BİLİMİN ALTIN ÇAĞI

Özellikle 8. yüzyılla 13. yüzyılın arasındaki dönem, Müslüman dünyanın bilimde zirvede olduğu dönemdir. Bilim tarihçilerinin birçoğu Batı dünyasında aynı dönemi “Karanlık Çağ” olarak nitelendirirlerken, aynı bilim tarihçileri Müslüman dünyasının bu dönemdeki bilimsel durumunu “Altın Çağ” olarak tarif etmektedirler.

Bu dönemde Müslüman toplumlar, başta Grek mirası olmak üzere, Hint ve İran mirasını kullandılar. Tüm bu medeniyetlerin eserlerini çevirdiler, kendileri de bilimsel araştırma ve gözlemleriyle önemli atılımlar gerçekleştirdiler. Bugünkü anlamda rasathane ilk olarak Meraga’da 1259 yılında kuruldu. Buradaki çalışmalarıyla Nasreddin Tusi, Batlamyusçu evren modelinin eksikliklerini eleştirdi. Harezmi, Bitruci ve Biruni gibi birçok bilgin de astronomiye önemli katkılarda bulundu.

Müslüman toplumların yaptığı çeviriler ve oluşturdukları bilimsel birikim, Arapça’dan diğer dillere yapılan çeviriler aracılığıyla Batı dünyasına geçti. Birçok bilim tarihçisine göre, Batı dünyasının Rönesans’tan bugünkü teknolojik gelişimine kadarki süreç, Müslüman toplumlardaki bu birikimin Batı’ya aktarılması sonucu gerçekleşmiştir. Batı dünyası kendi tarihsel kökeni olarak gördüğü Eski Yunan’la; Platon’la, Aristo’yla ve Batlamyus’la bu çeviriler sonucu tanıştı. Batlamyus’un kitabını Araplar “El-Mecisti” adıyla çevirmişlerdi, orijinal adı “Mathematica” olan bu kitabı Batı dünyası, Arapça’dan çevirdiği için “Almagest” olarak tanıdı.

 

Türk ve İslam Uygarlığının, Bilim ve Teknolojiye Olan Katkıları

Medeniyet, dünyadaki bütün milletlerin ortak malıdır. Her toplumun bugünkü medeniyet çizgisinde az olsun çok olsun bir payı vardır. Sadece bu pay Avrupalılara ait değildir. Bu medeniyet paydasında Çin, Mısır, Hint, Roma, vb. Medeniyetlerin de bir payı vardır. Medeniyet yarışı uzun koşulu bir bayrak yarışına bezer. Ortaçağda bu bayrağı İslam Medeniyeti almış olup sonra gerileme dönemine girince bu bayrağı Batılılar almıştır. Batı bugünkü seviyesine sadece kendi kendilerine gelmemiştir. Müslüman bilim adamlarından birçok sahada etkilenmişlerdir. Bilim alanındaki keşiflerin birçoğu, 9. yüzyıldan 14. yüzyıla kadar uzanan dünya tarihinde, dönemin en ileri uygarlığı olan “İslam Uygarlığı”nın ürünüdür. Akıla ve bilgiye dayanan bu uygarlık, dünyanın bugün sahip olduğu pek çok değere de kaynaklık etmiştir.

Kur’an’da, evrenin yaratılışı ve kâinatın düzeni ile ilgili ayetlerin bildirilmesi, İslam’da akla, bilgiye ve bilgi sahibi olmaya büyük önem verilmesi, doğada Allah’ın varlığının delillerinin görülmesi, evrendeki her nesne ve varlığın birbirine olan uyum ve bağlılığı; Ayrıca toplumsal yaşantının getirdiği ihtiyaçtan kaynaklanan (Oruç, namaz vakitleri için Astronomi vb. ) sebeplerle söz konusu dönemde bilimsel ilerleme Müslümanlarda görülmüştür.

Teknik ilimler, tıp, astronomi, cebir ve kimya gibi birçok alanda önemli neticeler elde eden Müslüman bilim adamları, medeniyet ve kültür sahasında kısa zamanda kendilerini tüm dünyaya kanıtlamışlardır. Buluşlarıyla uygarlığa vesile olan Müslümanlar, ilerlemenin yolunu açmışlardır. Batı’daki Rönesans ve Reform hareketlerine öncüllük etmişlerdir. (Prof. J. Risler “Müslüman astronomistler, matematik alimleri derecesinde Rönesans’ımıza tesir ettiler. ” -E. F. Gautier “ Yalnız Cebir değil, diğer matematik ilimlerini de, Avrupa kültür dairesi, Müslümanlardan almış olduğu gibi, bugünkü Batı matematiği gerçekten İslam matematiğinden başka bir şey değildir. ”)  Müslüman bilim adamları öncelikle, bilim evrensel olduğu için – İlim Çin’de dahi olsa gidip alınız. (Hadis) – Batı’da Roma ve Doğu’da başta Çin olmak üzere, diğer devletlerde geliştirilen bilim ve teknolojiyi rehber almışlar ve önemli kaynakları tercüme etmişlerdir. Bu bilgi birikiminin içinden imanî ve teknik anlamda yanlış ve tutarsız olan noktaları çıkartarak, kendilerine fayda sağlayacak duruma getirmişlerdir. İlk adım niteliğindeki çalışmalarının ardından, elde ettikleri bilgileri değerlendirip yorumlayarak bilim ve teknolojiye özgün olarak katkıda bulunmaya başlamışlardır. Beşinci yüzyılın ikinci yarısında doğup gelişen İslamiyet, deneye ve gözleme dayalı bilimin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.

İslam Tarihi’ne baktığımızda, Kuran’la birlikte Ortadoğu coğrafyasına bilimin de girdiğini görürüz. İslam öncesindeki Araplar, türlü batıl inanışa ve hurafeye inanan, evren ve doğa hakkında hiçbir gözlem yapmayan bir toplumdur. Ancak İslam’la birlikte bu toplum medenileşmiş, bilgiye önem verir hale gelmiş ve Kuran’ın emirlerine uyarak evreni ve doğayı gözlemlemeye başlamıştır. Sadece Araplar değil, Türkler, Kuzey Afrikalılar gibi pek çok toplum, İslamiyet’i kabullerinin ardından aydınlanmıştır. Kur’an’da insanlara öğretilen akılcılık ve gözlemcilik, özellikle 9. ve 10. yüzyıllarda büyük bir medeniyetin doğmasına yol açmıştır. Bu dönemde yetişen çok sayıda Müslüman bilim adamı, astronomi, matematik, geometri, tıp gibi bilim dallarında çok önemli keşifler gerçekleştirmiştir. Tıp ve eczacılıkta İbn-i Sina ve Razi gibi alimler, anatomi ve tedavi alanına pek çok yeni bilgi eklerken; tarih ve coğrafya bilimlerinde İbn-i Haldun, İdrisi ve Taberi gibi pek çok İslam âlimi, bilimsel teorilerde önemli ilerlemeler kaydetmişlerdir. Özellikle optik alanında, on birinci yüzyılda İbn-i Heysem, bu bilim dalını tek başına yeniden inşa etmiştir.

*Cabir Bin Hayyan, “’Kimyasal maddeleri, uçucu maddeler, uçucu olmayan maddeler, yanmayan maddeler ve madenler’” olarak dört grupta toplar. Cabir Bin Hayyan’ın bu çalışması, modern kimyanın kurucusu olarak bilinen Lavoisier’e öncülük eder.

*El-Kindi, Einstein‘dan 1100 yıl önce 800 yılında, izafiyet teorisi ile uğraşır. El-Kindi, “’Zaman cismin var olma süresidir, zamanla bilinebilen ve ölçülebilen hız ve yavaşlık da hareketin sonucudur. Zaman, mekân ve hareket birbirinden bağımsız değildir, göğe doğru çıkan bir insan ağacı küçük görür, inen insan ise büyük görür’ der.

*Sabit bin Kurra, astronomi alanındaki ilk büyük yeniliği gerçekleştirmiş Diferansiyel hesabı, Newton’dan önce belirlemiş, Geometriyi aritmetiğe ilk uygulayan kişi olmuştur. Bunlar, gerçekten zamanlarının çok ilerisinde çalışmalardır. Söz konusu çalışmaları ile bilim tarihine adlarını yazdıran Müslüman bilim adamları, çoğunlukla devlet tarafından maddi-manevi destek görmüş, teşvik edilmiş, halk arasında itibar kazanmışlardır.

*Ahmet Fergani, fen bilimlerinde, deneyle sabit olmayan bilgilere itibar edilmemesi gerektiğini söylemiş, enlemler arasındaki mesafeyi hesapladığı gibi, Dünya’nın eksenindeki ekliptik eğimi 23° 27′ ilk defa en doğru şekilde hesapladı.

*El-Battani, trigonometrik bağlantıları bugünkü kullanılan şekliyle formülleştirmiş, 877 yılından 929 yılına kadar sürekli astronomik gözlemler yapar; Tanjant ve Kotanjant’ın tanımını yaparak Sinüs, Tanjant ve Kotanjant’ın sıfırdan doksan dereceye kadar tablosunu hazırlar. J. Risler: “Trigonometrinin gerçek manada mucidi Battani’dir. ”

*Ebubekir er-Razi, cerrahide dikiş malzemesi olarak ilk kez hayvan bağırsağını kullanır; tıp biliminde deney ve gözlemin çok önemli olduğundan bahseder.

*Ebu’l-Vefa trigonometriye “Sekant –Kosekant- tanjant-cotanjant” kavramlarını kazandırır. Gözün görülebilir cisimler doğrultusunda ışınlar yaydığını söyleyen Öklid ve Batlamyus‘a karşı; “’Görülecek cismin şekli, ışık vasıtasıyla gözden girer ve orada mercekler vasıtası ile nakledilir’ diyerek, yaptığı sayısız denemelerle ‘göze gelen uyarıların görme sinirleri ile beyne iletildiğini’ belirtmiştir.

*İbnü-l-Heysem ise optik biliminin öncüsüdür. Roger Bacon ve Kepler onun eserlerinden faydalanmışlar, Galileo onun eserlerinden faydalanarak teleskopu bulmuştur.

*el-Beyruni; Çeşitli maddelerin birbirinden ayırt edilme yollarından birinin, maddelerin özgül ağırlıkları olduğunu söyleyerek, sıcak su ile soğuk su arasındaki özgül ağırlık farkını tespit etmiştir. Galilei‘den 600 yıl önce dünyanın döndüğünü kanıtlamış, Newton‘dan 700 sene önce dünyanın çapını hesaplamıştır. Bu konuda ortaya attığı kanun, Avrupa’da “Beyruni Kuralı” diye bilinir. El-Beyruni, 973 yılında ‘Bilimsel çalışmaların, deneylerle ispat edilmesi gerektiğini ve belgelere dayanmasının zorunlu olduğunu’ söylemiştir.

*İbnu’n-Nefis, 1200’lü yıllarda, Avrupalılardan 300 sene önceden küçük kan dolaşımını keşfeder.

Bütün İslam ülkelerinde matematik, tıp, uzay bilimleri ve daha birçok ilimin okutulduğu eğitim kurumları, rasathaneler; dönemin en gelişmiş teçhizatları ile donatılmış hastaneler, herkese açık kütüphaneler bulunmaktaydı. 794 yılında Bağdat’ta ilk kağıt fabrikası kuruldu. Bağdat, Harran, İstanbul ve Endülüs başta olmak üzere Mısır, Kuzey Afrika ve Doğu Fırat çevresindeki birçok İslam şehrinde, eğitim sistemi ve ilim, söz konusu döneme örnek teşkil edecek düzeyde geliştirilmişti. Müslümanlar, yaşadıkları şehirleri uygarlık merkezleri haline getirmişlerdi. Bunlardan biri olan Kurtuba, hastaneleri, kütüphaneleri ve Orta Avrupa’dan öğrencilerin eğitim görmek üzere geldiği okulları ile Avrupa’nın en modern şehri olarak bilinmekteydi.

*El Cezeri, XIII. yüzyılın başında, Diyarbakır Artuklu Sarayı’nda 32 yıl başmühendislik görevi yaptı. El Cezeri, su saatleri, otomatik kontrol düzenleri, fıskiyeler, kan toplama kapları, şifreli anahtarlar ve robotlar gibi, pratik birçok düzeni tasarlayan ve bunların nasıl gerçekleştirileceğini anlatan “Kitab-el Hiyal” adlı kitabın yazarıdır. Cezeri, tarihte sibernetiğin kurucusudur. Sibernetik; haberleşme, denge kurma ve ayarlama bilimidir. İnsanlarda ve makinelerde bilgi alışverişi, kontrolü ve denge durumunu inceler. Bu bilim zamanla gelişerek bilgisayarların ortaya çıkmasına imkan tanımıştır. Sibernetik ve otomatik sistemlerin başlangıcı konusunda Fransızlar Descartes ve Pascal‘ı; Almanlar Leibniz‘i, İngilizler de R. Bacon‘ı öne sürseler de, aslında Cezerî bunu ortaya koyan ve ilim dünyasına sunan ilk bilgindir.

*Hazinî, ölçü ve tartı teorilerine yaptığı katkı ile tanınır. Bilime yaptığı diğer bir önemli katkı da yerçekimi hakkındaki görüşleridir. Hazinî, Newton‘dan 500 yıl önce, “her cismi yer kürenin merkezine doğru çeken bir güç” olduğunu söylemiştir. Roger Bacon‘dan yüzyıl önce de, dünyanın merkezine doğru yaklaştıkça, suyun yoğunlaştığı fikrini ortaya atmıştır. Hazinî, kimyasal maddelerin yoğunluk ve özgül ağırlıklarını ölçmek amacıyla icat ettiği hassas terazilerle, kimya bilimine de önemli katkılarda bulundu. Öyle ki, icat ettiği ve “Mizanü’l-Hikme” (Hikmet Terazisi) adını verdiği bu hassas terazi ile yaptığı yoğunluk ve ağırlık ölçümleri, günümüz teknolojisi kullanılarak yapılan ölçümlerden pek farklı değildir.

*Benu Musa kardeşler, Abbasi Halifesi Memun (M. S. 813-833) ve onu izleyen halifeler zamanında, matematiksel bilimlerin gelişmesi yönünde etkin rol oynamış kişilerdi. Topkapı Sarayı III. Ahmed Kütüphanesi’nde bulunan eserlerinde (A3474), sihirli kaplar, fıskiyeler, kandiller, bir dansimetre, bir körük ve bir kaldırma düzeninden bahsedilmektedir.

*Hârizmi 9. Yüzyıl’da aritmetik ve cebirle ilgili iki yapıtı, matematik tarihinin gelişimini büyük ölçüde etkilemiştir. Harizmi, (780-850) Hint rakamlarına sıfır’ı bularak bu rakam sayesinde bugün kullandığımız rakamları oluşturuyor; ve bu sayede matematikte önemli bir çığır açılmış oluyordu. Logaritmayı ortaya koyan ilk kişidir. Hârizmî’nin cebirle ilgili yapıtı, (El-Cebir) 12. Yüzyıl’da Chesterlı Robert ve Cremonalı Gerard tarafından Latinceye (Al Gebra) tercüme edilmiştir. Yapıtların en ilginç yönlerinden biri, açıların, trigonometrik fonksiyonlarla ifade edildiğini gösteren bir takım tablolar ihtiva etmesidir. Bunların dışında, Hârizmî’nin yön bulmada kullanılan usturlabın biri yapımını ve diğeri de kullanımını anlatan iki eseri daha mevcuttur. Hârizmî, Batlamyus’un Coğrafya adlı yapıtını, ‘Kitâbu Sureti’l-Ard’ (Yer’in Biçimi Hakkında) adıyla Arapça’ya tercüme etmiş ve böylece, Yunanlıların matematiksel coğrafyaya ilişkin bilgilerinin İslâm dünyasına girişinde önemli bir rol oynamıştır.

*Ali Kuşçu, astronomi ve matematik konularında çağının sınırlarını aşacak kadar önemli eğitim ve öğretim çalışmalarında bulunan Ali Kuşçu; Ayasofya Medresesi’nin çalışma programlarını da yeniden düzenlemiştir. 15. yüzyılda yaşayan Ali Kuşçu Ay’ın ilk haritasını çıkarmıştır ve bugün NASA tarafından Ay’da bir bölgeye onun ismi verilmiştir.

*Şerafeddin Sabuncuoğlu Fatih Sultan Mehmet döneminin ünlü doktoru ve tıp bilginidir. ‘Mücerrebname’ adlı eserinde, kendi deney ve gözlemlerine yer vermiştir. Asıl çalışma alanı cerrahlık ve deneysel fizyolojidir. ‘Cerrahiyatü’l-Haniye’ eserinde, cerrahlıkla ilgili çalışmalarına yer vermiş ve yaptığı cerrahi müdahaleleri resimlerle tasvir etmiştir.

*Bursalı Ali Münşi Tıp bilimine yaptığı en önemli katkılardan biri ‘Kınakına’ hakkındaki çalışmasıdır. Burada bu ağacın kabuklarının humma, sıtma gibi hastalıklara iyi gelmesi ile ilgili gözlemlerine yer vermiştir.

Fatih Sultan Mehmet’in Hocası *Akşemseddin , Pasteur’den yaklaşık 400 sene önce yaşayan ve ilk olarak mikropların varlığını keşfeden kişidir.

*Gıyaseddin Cemşid, (1429)Ondalık kesir sistemini bulan, virgülü, aritmetik işlemlerde ilk defa kullanan kişidir.

*Ömer Hayyam, (12. yy. ) Newton’a dayandırılan binom formülünü cebire kazandıran kişidir.

*Ali Bin Abbas, 10. yüzyılda yaşamıştır ve ilk kanser ameliyatını gerçekleştirmiştir.

*Mağribi, bugün Paskal üçgeni olarak bilinen denklemi Paskal’dan 600 yıl önce bulmuştur.

*Sabit Bin Kurra, 9. yüzyılda yaşamış ve Newton’dan asırlar önce diferansiyel hesabını keşfetmiştir.

*İbn-i Sina (980-1037), Anatomik çalışmalar yapan Müslüman Türk bilim adamlarının başında gelir. Daha çok küçük yaşta edebiyat, matematik, geometri, müzik, fizik, doğa bilimleri, felsefe ve mantık öğrenen İbn-i Sina sadece Doğu’da değil Batı’da da ünlenmiştir. En ünlü eseri olan El-Kanun fi’t-Tıb, 12. yüzyılda Latince’ye çevrilerek Avrupa üniversitelerinde 19. yüzyıla kadar temel ders kitabı olarak kabul edilmiş, okutulmuş ve Avrupa’da bu kitap “Tıbbın İncil”i olarak ün yapmıştır. Bundan başka felsefe ve doğa bilimleri üzerine yüzden fazla eser vermiştir. El-Kanun’da söz edilen tıbbi bilgilerin büyük bir bölümü bugün dahi geçerliliğini korumaktadır.

*Ali bin İsa (?-1038)’nın üç ciltlik göz hastalıkları üzerine yazdığı “Tezkiretü’l-Kehhalin fi’l-Ayn ve Emraziha” isimli eserinin birinci cildi tamamen göz anatomisine ayrılmış olup çok değerli bilgiler mevcuttur. Bu eser daha sonraları Latince’ye ve Almanca’ya çevrilmiştir.

*el-Kazvini (1281-1350) ve *İbnü’n-Nefis‘in anatomi üzerine olan çalışmaları modern tıp biliminin temelini atmıştır. Bu bilim adamları daha 13. ve 14. yüzyılda kalp ve akciğerler arasındaki bağlantıları ve atar damarların temiz kan, toplar damarların kirli kan taşıdığını, kanın akciğerlerde temizlendiğini, kalbe dönen temiz kanın beyne ve vücudun diğer organlarına aort tarafından taşındığını göstermiştir.

*Piri Reis, O güne kadar çizilen haritalarda yanılma payları çok olmasına rağmen bugün uydudan çekilen dünyanın haritasını %99’u doğru %1 yanılma payı ile Coğrafya alanında bir baş yapıt olan dünya haritasını çizmiştir.

*İbn-i Haldun, Tarih ve sosyal alanda yaptığı çalışmalar ile ve özellikle “Mukaddime “ adlı esri ile Sosyoloji’nin kurucusu olmuştur. Modern Sosyoloji’nin kurucusu olan A. Comte’a öncüllük etmiştir.

El-Kindî(801-873): Rölativite teorisine öncülük edecek bilgiler ortaya koymuştur.

Farabî(870-950): Ses olayının hava titreşimlerinden ibaret olduğunu, titreşimlerin dalga uzunluğuna göre azalıp çoğaldığını tespit etmiştir. Böylece akustik konusunda bilgi vermiş, Aristo fiziğini tenkit etmiştir.

İbn Yunus SABİT BİN KURRA(821-910 Harran-Bağdat): Zaman tespitiyle ilgili sarkaç bilgilerini ortaya koyarak Newton’a öncülük etmiştir. Otomatın(sibernetik) ilk temelini atan kişidir.

 

KİLİSE VE KOPERNİK İLE BAŞLAYAN SÜREÇ

  Batlamyus’un sistemi, ilk ortaya konmasından sonra 1500 yılı aşkın bir süre başta Hristiyan toplumları olmak üzere geniş bir kitle tarafından, astronominin temeli olarak ele alındı. Evet, tamı tamına 1500 yıl! Kilise’nin bu astronomik sistemi doğru kabul etmesinin sonucunda, bu sistem, Hristiyanlığın resmi görüşü olarak kabul edildi. Katolik kilisesi, Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olarak kabul edildiği için, Kilise’nin bu konudaki kararına karşı gelmek, Tanrı’ya karşı gelmek olarak değerlendiriliyordu. Böylece Aristo ve Batlamyus’un evren modeli, kendilerinin bile hayalini kuramayacakları kadar geniş bir taraftar kitlesine kavuşmuş oldu. Kendileri aziz, fikirleri kutsal öğretiler oluverdi!

Bu sistemin geçersiz olması sürecini başlatan Kopernik(1473-1543) oldu. O, Dünya yerine, Güneş her şeyin merkezi yapıldığında, bu sistemin, gözlenen evrenle daha uyumlu olacağını ortaya koydu. Bin yılı aşkın süredir geçerli olan Batlamyus sistemine karşı bu itiraz, önceleri Kilise’yi telaşlandırmadı. Fakat sonra bu fikir, Katolik kilisesi tarafından olduğu gibi, Luther ve Calvin tarafından da reddedildi. Onlara göre, Dünya’nın evrenin merkezi olmaması düşünülemezdi!

Eğer bu sistem doğruysa, Kilise ve Kilise’nin aziz olarak ilan ettiği kişiler yanılmış olacaktı. Kilise’nin yanıldığına dair bu ilk ciddi itiraz, laiklikle neticelenen sürecin de ilk sebeplerinden biridir. Kilise’nin bilgisinin ve kararlarının mutlak olduğu fikri sarsılmasaydı, hiç şüphesiz ki laiklik ve sekülerleşme diye adlandırılan süreçler gerçekleşmeyecekti.

Bu sürece ihtiyaç duyulmasının altında, Kilise’nin kutsal ilan ettiği görüşleri (özellikle Aristo’nun görüşlerini) bilime dayatması, kendi kontrolünde olan eğitim sistemini istediği gibi yönlendirmesi vardır. Aristo fiziğinin yanlışlarına tüm Batı dünyasını yüzlerce yıl mahkûm eden, bu fiziği Tanrı’nın vahyi gibi kutsallaştıran sebep, Kilise’nin bilimi kontrol etmesi olmuştur. Bunun ortaya çıkardığı zararlar, laikliğin ve sekülarizmin dayanaklarını oluşturmuştur.

 

TYCHO BRAHE VE KEPLER

Teleskobun icadından önce bilinen en ciddi gözlemleri Tycho Brahe (1546-1601) gerçekleştirdi. Danimarka kralının desteğini alan Brahe, gökyüzünün haritasını detaylı bir şekilde çıkarmıştı. Bu arada İslam dünyasına dönersek, aynı yıllarda Takiyuddin tarafından (1575’de) İstanbul’da rasathane yapıldığına tanık olmaktayız. Fakat artık Müslüman dünyanın “Altın Çağı” sona ermiştir. Kıskançlıklar bilimsel çabanın önüne geçmiş ve uğursuzlukla suçlanan Takiyuddin’in rasathanesi 1582’de top mermileriyle yıkılmıştır. Müslüman dünyanın, bilimin gelişmesine katkıda bulunacağı süreç artık çok gerilerde kalmıştır.

Batı dünyasında ise Brahe’nin çok önemli gözlemleri Kepler’in (1571-1630) teorisyenliğiyle buluştu. Kepler çok iyi bir matematikçiydi, Brahe’nin gözlemlerini değerlendirerek Kopernik’in sistemindeki eksiklikleri düzeltti. Kopernik, gezegenlerin hareketinin dairesel olduğunu sanıyordu, oysa Kepler, yörüngelerin elips şeklinde olduğunu ortaya koydu. Kepler, bir yandan Kopernik’in sistemini düzeltirken, bir yandan da O’nun, Güneş merkezli sisteminin doğruluğunu onayladı. Tüm bu gelişmeler olurken hala Batlamyus’un sistemi genel kabul görüyordu, hala Kilise’de bir telaş göze çarpmıyordu.

Kepler’in doğa ile ilgili bulduğu matematiksel yasalar, bundan sonra matematiğin bilimlerde alacağı merkezi rolün de habercisiydi. Bu yasalar sadece kuru soyut bilgiler değildir. Uzaya gönderilen uydulardan ve araçlardan, Dünya’mızın Güneş etrafında dolanışından, uzak yıldızlara kadar hep bu matematiksel yasalara tanık olmaktayız.

 

GALILE İLE ZİRVEYE DOĞRU ADIMLAR

  Kepler yeryüzündeki fizik yasalarını gökyüzündeki cisimlere ilk uygulayan kişiydi. “Astronomi fiziğin bir parçasıdır” diyen Kepler’i, bu yüzden ilk astro-fizikçi kabul edenler vardır. Bilimin, Kepler’le zirveye doğru tırmanışı, Galile(1564-1642) ile devam etti. Galile hareket yasalarını keşfetti. Teleskobu onun bulup bulmadığı tartışmalı olmakla beraber, teleskobu kullanarak ilk ciddi yıldız gözlemlerini onun gerçekleştirdiği herkesçe kabul edilmektedir.

Galile, teleskopla yaptığı gözlemleri de değerlendirerek, Batlamyus’un evren modeline ölümcül darbeyi vurdu. Bu sefer Kilise, Galile’ye, Kopernik ve Kepler’e davrandığı kadar yumuşak davranmadı. Kilise, Galile’yi, Engizisyon mahkemesinde yargıladı ve Galile, hayatını kurtarmak için Dünya’nin hareket ettiği ve Güneş’in, evrenin merkezi olduğu fikirlerinden vazgeçtiğini söylemek zorunda kaldı.

Bu olay, din-bilim çatışmasının en ünlü örneği olarak, bu konunun işlendiği eserlerde en başta anlatılır. Oysa Batlamyusçu evren modelini kabul etmeyen bu kişilerin hepsi Tanrı’ya yürekten inanıyorlardı, hem de Kilise’ye bağlıydılar. Onların birçok sözünden Tanrı’ya bağlı olduklarını anlayabiliyoruz. Bu şahısların hiçbirinin Kilise ile çatışmak gibi bir niyetleri yoktu. Fakat bilimsel çabalarıyla vardıkları sonuçlar, Kilise’nin resmi görüşleriyle çatışıyordu. Onlar bu sonuçların, Tanrı’nın varlığıyla ve gücüyle çelişmediğini düşünüyorlardı. Örneğin Galile “Matematik, Tanrı’nın, evreni yazdığı dildir” diyordu. Tanrı’nın yarattığı evrenin de Tanrı’nın bir kitabı olduğunu düşünüyordu, Tanrı’nın kitapları arasında çelişki olamayacağını vurguluyordu. Galile’nin bu görüşleri, Kilise’nin, sarsılan otoritesini kurtarmak için onu hapsetmesini, maddi ve manevi işkenceler yapmasını engellemedi.

Kilise, ilerleyen yıllarda Galile’ye haksızlık ettiğini kabul edecektir. Bu da aslında Kilise’nin, geçmişte, kendi iradesini, Tanrı’nın iradesinin yerine geçirdiğini itiraf etmesi demektir. Galile, Aristo’dan beri gelen anlayışı iyice sarstı. O, Aristo’nun nitel yöntemli fiziği yerine, nicel (sayısal) yöntemleri merkeze koyan fiziği yöntem olarak benimsedi. Doğayı kelimelerle değil, matematiksel kesinlik ve objektiflik çerçevesinde anlamamız gerektiğini ortaya koydu.

 

ARİSTO VE ATIN DİŞLERİ

İşte Kopernik-Kepler-Galile sürecinin en önemli devrimi budur. Aristo’nun mantığı yerini matematiğe bırakmıştır ve Aristoculuğun, Kilise tarafından kutsallaştırılması sona erdirilmiştir. Artık Aristo fiziğinin ilkeleri tartışılabilir olmuştur ve tüm fizik, matematiksel ve deneysel temelde baştan oluşturulmaya başlanmıştır. Anlatılan bir hikayeye göre Ortaçağ’da biri “Atın kaç dişi var?” diye sormuştur, ona cevap veren kişi ise basit gözlemle cevaplanabilecek bu soruyu “Bakalım Aristo bu konuda ne demiş?” diye, Kilise’nin kutsallaştırdığı Aristo’nun metinlerinden cevaplamaya kalkmıştır.

Yeni yönteme göre olaylar tek tek gözlemlerle kaydediliyordu, deneyler ve incelemelerle matematiksel yasalara varılıyordu. Bu yasalarla olaylar açıklanabildiği gibi, gelecek hakkında tahminler de yapılabiliyordu. Kopernik-Kepler-Galile süreci, matematiğin başarılarının anlaşılmasını, kozmolojinin (evren-biliminin) masa başında sadece akıl yürütmekle değil, deney ve gözlemlerle destekli bir şekilde yapılması gerektiği fikrini yerleştirdi.

Daha sonra Rene Descartes (1596-1650), felsefede olduğu gibi, bilimde de matematiksel yöntemin yerleşmesine çalıştı. Uzayın ve maddenin matematiksel temelde ele alınmasında O’nun katkısı büyüktür. Galile’nin fiziği, klasik fiziğin temelini oluşturacaktır, ama Descartes’ın matematiksel yaklaşımının da modern bilime katkıları büyük olacaktır.

 

DEVLERİN DEVİ NEWTON

  Kopernik’in ve Kepler’in gösterdiği Güneş merkezli sistem, Galile’nin gözlemleri ve fiziğe yaklaşımı, evrenin daha iyi anlaşılmasını sağlıyordu. Fakat gezegenleri neyin yörüngede tuttuğu, Dünya’nın altındakilerin neden düşmediği gibi sorular cevaplarını bulamamıştı. İşte tüm bu soruların yerine oturması için bir dev gerekiyordu. O dev de Isaac Newton’du (1642-1726).

Bir çok kişiye göre bilim tarihinin gelmiş geçmiş en önemli kişisi Newton’dur. Onun bu konudaki tek rakibi Einstein’dır. Newton, ağaçtan elmayı düşüren kuvvetin, aynı zamanda Ay’ı Dünya’mıza doğru çektiğini ortaya koydu. Bu yasa sayesinde Dünya’nın altındakiler(!) düşmüyordu, bu yasa sayesinde tüm gezegenler yörüngelerinde hareket ediyordu. Bu “evrensel çekim yasası” idi. Newton bu yasayı matematiksel denklemleriyle ortaya koydu. Yer çekimi, cisimlerin kütlelerinin çarpımı ile doğru orantılı, cisimlerin arasındaki mesafenin karesiyle ise ters orantılıydı.

Newton’un hareket yasaları, hiçbir şeyin doğal halinin durağan olmadığını ortaya koyuyordu. Bu da Batlamyus’un, evrenin çevresindeki yıldızları sabit gören fikrini ortadan kaldırıyordu. Artık Batlamyus’un modeli tamamen terk edilmişti. Kilise, Dünya’nın, Güneş’in çevresinde dönen gezegenlerden biri olduğunu artık kabul ediyordu. Newton, evrensel çekim yasasını, Tanrı’nın evrende işleyen kanunu olarak tarif ediyordu. Bu yasalar yeryüzündeki fizik yasalarının, evrenin tümünde de geçerli olduğunu gösteriyordu. Aristo’nun, yıldızların karakterini ve yeryüzünü farklı gören görüşü, böylece geçerliliğini tamamen yitirdi.

Newton’la beraber insanlık ilk defa detaylı ve sistematik bir kozmoloji bilgisine sahip oldu. Fakat evrenin oluşumunu bilimsel bir şekilde ortaya koyan bir kozmogoni (evren-doğum bilimi) hala mevcut değildi. Newton’dan sonra Kant (1724-1804), daha sonraysa Laplace (1749-1827), Newton’un kanunları çerçevesinde, mekanik yasalarla, gaz bulutlarından gezegenlerin oluşumunu tarif ettiler. Kant’ın ve Laplace’ın çalışmaları, bilimsel olarak ilk ciddi kozmogoni oluşturma çabası olarak nitelendirilebilir.

Bu çalışmalarda yıldızların ve gezegenlerin yerçekimi etkisiyle gaz bulutlarından oluşması tarif ediliyordu, fakat daha öteye gidilemiyordu. Atom-altı parçacıklar, atom ve gaz bulutlarından yıldızların oluşumuna kadar tam detaylı bir şekilde bilimsel bir kozmoloji ve kozmogoni, ilk olarak Big Bang teorisi ile ortaya konacaktır. Einstein-Hubble-Lemaitre, Dünya’nın beklediği bu devlerdir. . .

 

 

Eski Mısırlılar

Eski Mısırlılar ve Mezopotamyalılardan intikal eden, M. Ö. 3300. yıllarına ait papirüs ve kil tabletlerine göre Sümer ve Babil döneminde; tarla sulama, su kanaları açma, köprü, tapınak, lahit(mezar), piramit ve mancınık yapımında; kaldıraç, makara, çıkrık, eğik düzlem, çark ve palanga kullanmışlardır. İyi bir matematik bilgisi olmadan piramit yapılamaz. Çünkü piramit inşası iç açıların ölçülmesi gerekir. Bununla Arşimet ve Newton fiziğinin temeli atılmıştır. Eski Mısırda simya denince akla değerli madenler gelir. Simya, kurşun ve benzer temel metalleri kullanarak, altın ve gümüş gibi pahalı metallere ve benzerlerine dönüştürme ama cı güden bir uğraştır. Eski Mısırlılar çeşitli alaşımlar yapıyorlardı. Simya eski Mısırlılara ait bir fendir.

M. Ö. 2900-2100 dönemlerinde seramik işlerine önem vermişlerdir. Toprak ve kil çamuruna istenilen şekil verilerek çanak, çömlek, testi gibi ev eşyaları yapılmıştır. Daha sonra ev eşyalarını kapalı fırınlarda pişirmişler, daha sonraki yıllarda kırmızı siyah renge boyayıp sırlama tekniğini öğrenmişlerdir. Kemik ve fildişinden zarif tarak ve kaşıklar yapmışlardır. Yıllar ilerledikçe renkli vazolar, küpeler ve tabaklar yapmışlardır.

M. Ö. 1500 yıllarında, demir cevherinden demir elde etmişlerdir. Bu tekniği Hititlerden(Etiler) öğrendikleri sanılmaktadır. Bakır madeninden ilk kez gerdanlık, bronzdan ayna yapmışlardır.

Cam boncuklar yapmışlardır. Sodyum karbonat ve kuvars parçalarını potada eriterek cam elde etmişlerdir. Kum, malahit ve kireci 900 C0 ısıtarak Mısır mavisi elde edip fayans üzerinde sır olarak kullanmışlardır. Cam eriğine üfleyerek şekil vermişlerdir.

Ödağacı, balmumu, hint yağı, keten tohumu, zeytinyağı, afyon ve kükürtten değişik oranlarda kullanarak ilaçlar yapmışlardır. Küflü ekmek, tuz ve paçavradan penisilin türünde ilaç yapmışlardır.

Sodyum karbonat ve hayvansal yağlardan temizlik amacıyla sabun üretmişlerdir. Cesetlerin bozulmaması için kimyadan yararlanarak mumya yapmışlardır. Üzüm, hurma, arpa ve palmiyeden şarap üretmişlerdir. Darıdan da boza yapmışlardır.

 

Mezopotamya

Mezopotamya’da M. Ö. 2500 yıllarında Sümerler tedavi amaçlı bazı kimyasal ilaçlar icat ettikleri bilinmektedir. Mezopotamyalılar petrol hakkında bilgi sahibi idiler. Ziftle tuğlaları yapıştırarak tapınak yapmışlardır. Biranın ilk üretildiği yer de Mezopotamya’dır.

 

Eski Çin

M. Ö. 3000 yıllarında Çinliler nikel cevherlerini eritip silah ve şamdan yapmışlardır.  Çinlilerin seramik yaptıkları, mürekkep ürettikleri, madenleri işlettikleri, barutu kullandıkları bilinmektedir. Eski Çinde pusulaya ait bilgiler vardı. Bu bilgiler Pascal’a öncülük etmiştir. Uçurtma, M. Ö. 1760 yılında Çinliler tarafından icat edildi. M. Ö. 1300 yıllarında tunç yapımında bakır, kalay ve çinko kullanmışlardır. M. Ö. 100 yıllarında geliştirdikleri körük sistemi sayesinde dökme demir üretmişler ve top yapımında kullanmışlardır. M. Ö. 700 yıllarında bakır ve çinko metallerinden pirinç alaşımı yapmışlardır. M. Ö. 600’de porselen yapımında ileri teknik uygulamışlardır. M. Ö. 500 yıllarında ateşi bir silah olarak ilk defa Çinliler kullanmışlardır. M. Ö. 350’de ilk simya kitabı yazılmıştır. M. Ö. 150’de civa biliniyordu. M. Ö. 100’de kağıt yapmışlardır.

 

HELENİSTİK ÇAĞ’DA BİLİM

İskenderiye’nin Kurulması: Helen birliğini sağlayan Makedonyalı Philip’in öldürülmesinden sonra yerine geçen oğlu Büyük İskender, MÖ. 334-323yılları arasında bilinen Dünya’nın büyük bir kısmını fethederek Avrupa’dan Hindistan’a kadar uzanan büyük bir imparatorluk kurmuştu.

 

Yunan düşüncesi İskender seferleri sırasında Mısır ve Mezopotamya kültürleriyle geniş ölçüde karşılaşma olanağı buldu.

·        İskender’in yanına aldığı birçok bilim adamı gittikleri bölgeleri çeşitli yönlerden inceleyerek bilgi topluyor, haritalar çıkarıyordu.

·        Bunlar arasında mühendisler, coğrafyacılar ve araştırmacılar vardı.

·        Elde edilen sonuçlar Yunanlıların bilimsel yaklaşımlarında köklü bir değişikliğe yol açtı: Metafizik nitelik taşıyan spekülatif bilimden, gözlemsel incelemeye dayanan ampirik bilime geçildi.

·        Yeni dönem (tarihte “Helenistik çağ” denen 300 yıllık dönem), modern bilim anlayışına çok daha yakın bir bilimsel yaklaşım içindedir. Kuşkusuz, gerek Hipokratla (Hippocrates) gelişen hekimlik, gerek Aristoteles’in biyoloji alanındaki çalışmaları sağlam ve düzenli gözlemlere dayanıyordu. Ne var ki, tüm bu çalışmalara egemen olan görüş bilimsel olmaktan çok metafiziksel nitelikteydi. Hatta Demokritos’un atomsal teorisini bile yeterince bilimsel saymak güçtür. Yunan düşüncesinin gerçek anlamda bilimsel nitelik kazanması ancak bu yeni dönemde olanak bulmuştur.

·        İskender, Mezopotamya’ya girdikten sonra Yunanlılar, Babil astronomi ve matematiğini tüm ayrıntılarıyla öğrenmede gecikmediler. Kendi sistemlerini bırakıp, altmış tabanlı sayı sistemini kabul ettiler; özellikle Babillilerin geliştirdiği cebirsel yöntemleri ilginç buldular. Gökyüzü cisimlerinin Arz’dan dışa doğru nasıl sıralandığınıda Babillilerden öğrendiler. Daha önce Yunanlılar Arz’a en yakın gördükleri Ay’dan sonra Güneş’in, daha sonra gezegenlerin geldiğini sanıyorlardı. Oysa şimdi Ay’dan sonra Merkür’ün, sonra Venüs’ün, sonra Güneş’in, ondan sonra Mars, Jüpiter ve Satürn gezegenlerinin birbirini izlediğini, en sonunda da sabit yıldızların geldiğini öğrendiler.

 

GREKLER

Grek bilginleri, Miletos, İonya ve Atina’da bilim merkezleri vardı(lise ve akademia). Thales, Pythagoras, Anaksagoras, Eflatun, Aristo ve Archimidies maddenin atomik yapısı, ışığın niteliği, yanma olayı, ışığın kırılması, mekanik, manyetizma ve cisimlerin sürtünme ile elektriklenmesi hakkında bilgiler ortaya koymuşlardı. İskenderiye’de Demokritos, Philon ve Batlamyos vida, çark, optik ve kozmoloji konusunda görüşler ortaya koymuşlardır. Demir, bakır, altın ocakları işletmişlerdir. Çok sayıda alaşım biliniyordu. Bronzdan el aynası yapmışlardır. Archimidies de dahil hemen hemen tüm Grek bilginleri ilk bilgilerini eski Mısır ve Babil’den almışlardır.

 

ROMALILAR

Bazı madenleri ilaç yapımında kullanmışlardır. Sabun ve şarap üretiminde ileri idiler. Demir, bakır, altın ocakları işletmişlerdir. Cam yapımında silisyumu kullandılar.

 

Eski Hintte(5-7. yy. ), önemli bilim adamları yetişmiştir. Ancak ortada ciddi müstakil bir eser yoktur.

Romalılar(?-476), maddi çıkarlarını düşündükleri için Grek döneminden kalma fizik bilgisine hemen hemen hiç katkıda bulunmamışlardır.

Bizanslılar(Doğu Roma İmparatorluğu), Roma İmparatorluğunun yıkılmasından sonra(476) Batı bilim dünyası 800-900 yıllık karanlık bir döneme girmiştir. Onlar da Greklerden kalma bilim ve sanatla yetinmişlerdir.

 

Eski Türklerde değil Müslüman Türklerde mekanik(hareket bilgisi), akustik(ses bilgisi), optik(ışık bilgisi) konusunda önemli gelişmeler olmuştur.

This entry was posted on Pazartesi, Ağustos 4th, 2008 at 02:33 and is filed under BİLİM. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

Yorum Yaz