-
26th Mart 2010

İdeolojik Irkçılıklar Ve Duygusuzluklar- Atasoy Müftüoğlu

posted in AYRIMCILIK |

İdeolojik Irkçılıklar Ve Duygusuzluklar   – Atasoy Müftüoğlu

Küreselleşmenin etkisiyle kimi kavram ve kurumlar, küreselleşen ölçekte kullanıma girdiler. “İnsan Hakları” gibi, “liberal düşünceler” gibi klişeler moda haline gelirken, bunun yanında küreselleşme dönemi, eşsiz ve benzersiz ırkçılıkların, faşizmlerin boy gösterdiği bir dönem oldu. İnsan Hakları ve insan onuru dili/söylemi, Iraklıları, Afganistanlıları, Filistinlileri, Kürtleri, Hintli Müslümanları kapsamıyor. İnsan hakları ve onuru dili/söylemi, tek yanlı, çok sorunlu, ırkçı ve önyargılı bir dildir. Azınlık ve çoğunluk gibi kategorilerin, modern zamanların kurgusu olan, dışlayıcı sınıflandırmalar yapmak üzere kullanılan, ırkçı kategoriler olduğunu, insani olmayan kategoriler olduğunu, belirtmek gerekiyor. Hangi gerekçeye dayalı olarak gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin “azınlık” icat etmek, nesneleştirici ve ötekileştirici bir dil icat etmek, açık bir barbarlık, kültürsüzlük ve bedevilik işaretidir.

                Ulus-devlet fikri, ulus-devlet dönemi, ulusal mitolojilerin üretilmesiyle birlikte güç kazandı. Küreselleşme, insani, ahlaki, kültürel ve felsefi bir içeriye sahip olmadığı için; ulusal mitolojilerin neden olduğu bağnazlıklar/aşırılıklar aşılamadı. Çok kültürcülük bir ütopya olarak kaldı. Her ulus/devlet, resmi ideolojinin merkezine egemen olan ırkı koyunca, azınlıklaştırılan etnik unsurlar doğal olarak bu gelişmeye tepki gösterdiler, bu durum onları bir karşıtlık duygusuna sürükledi. Resmi denetimin, kültürün, manipülasyonun, propagandanın kolaylaştırılması için, azınlıklaştırılan kesimlere, resmi/egemen dilin dayatılması, dil’le ilgili merkezileştirme girişimleri, yeni bir sömürgeleştirme biçimi olarak tezahür etti. Bu yolla ideolojik iktidarlar etkili hale getirildi.

Günümüzde, büyük-küçük her ırkçılık, düşman kimlikler icat etmek suretiyle, bunlara bir şekilde meşruiyet kazandırmak üzere mücadele ederek,  ayakta kalmaya çalışıyor. Bu nedenle, egemenlerin ırkçılıkları mazur görülmeyeceği gibi, mağdur edilenlerin ırkçılıkları da mazur görülemez. Ancak, mağdur edilenleri, mağdurları ırkçılığa zorlayan nedenler konuşulabilir, anlaşılabilir. Masum bir ırkçılıktan hiçbir şekilde söz edilemez. Hangi nedenle olursa olsun, ulusal mitolojileri kışkırtmak üzere sahnelenen her girişimin, azınlık sayılan gruplar üzerinde kültürel şiddet etkisi uyandırır. Ulusal egemenliğin/güvenliğin zaafa uğrayabileceği mülahazasıyla, ırkçı milliyetçilikleri kışkırtmak, her durumda onarılması mümkün olmayan derin toplumsal/sosyal yıkımlara neden olur. Ulus –devlet ve resmi ideoloji karşıtı her duygu ve düşünceyi, her tepki ve etkinliği “terörizm” olarak damgalamak kolaycılığı seçmek demektir. Ulus-devlet, homojenleştirici, tek tipleştirici, asimilasyoncu, bir güç olarak ortaya çıktığında; resmi/ulusal ideoloji her tür azınlığı bir tehdit unsuru olarak gördüğünde; bir çatışma ve gerilim ortamı/iklimi hazırlamış olur. Hiçbir toplum hayata/tarihe bir azınlık olarak doğmadığını hatırlamak/hatırlatmak gerekir. Azınlık olarak sınıflandırılan topluluklar sonradan, ırkçı/politik nedenlerle azınlık haline getirilir.

Sanayileşme çağıyla birlikte Avrupa, kendisini metropoliten merkez olarak konumlandırdı. Bu tür bir konumlandırma, sanayileşemeyen dünyanın periferiye dönüştürülerek, sömürgeleştirilmesi sonucunu doğurdu. Sömürgeci ve ırkçı temeller üzerinde kurulduğu halde, Avrupa uygarlığı “evrensellik” iddiasına kalkışabildi. Sanayileşmeyi başaramayan İslam dünyası ülkeleri, sanayileşen dünyanın gücü karşısında etkisiz kaldılar. Bu tarihsel tıkanma durumu, İslam dünyası toplumlarında, zamanın/mekânın/tarihin dondurulması şeklinde somutlaştı. Sanayileşmeyle birlikte, bilim ve teknoloji büyük ilerlemeler kaydetti, ancak bu ilerleme tek boyutlu bir ilerleme olduğu için, bilim ve teknoloji kendi kaydettiği ilerlemenin mahkûmu haline geldi. Seküler ideolojik bilgi, bütün toplumlarda, ideolojik bir tahakküm için bir manipülasyon aracı olarak kullanıldı, bu günde kullanılıyor. Seküler ideolojik bilgi hayatın/tarihin ahlaki temellerini yıktığı için, bütün toplumlarda çıkar ve iktidar ilişkileri, çıkar ve iktidar ihtirasları, öteki ile olan ilişkilerde ihtiyaç duyulan ortak ahlaki zeminin kaybolmasına neden oldu. Ortak ahlaki zemin kaybolunca, insani ilişlilerin, konuşmaların, çözümlemelerin yerini resmi/katı/ideolojik/ırkçı/faşist/otoriter ilişkiler, çözümlemeler ve konuşmalar aldı. Ahlaki kavramlara yabancılaşan her toplumda, Türkiye’de de yaşandığı üzere siyaset siyasal toplumsal sorunlarda tek geçerli ilke pragmatizm oldu.

Günümüzde, insani duyguları, rasyonel olmadığı için reddeden, bir bilim zihniyetinin egemen olduğu yabancılaşmış bir dünyada yaşıyoruz. İnsan yapımı, ancak insani olmayan yapay dünyalarda yaşıyoruz. Böylesi bir dünyada barbarizm bir ilişki biçimine dönüşebiliyor. Karşı karşıya bulunduğumuz tarihsel olayları; ahlaki kavramlar/yaklaşımlar/ çözümlemeler itibarsızlaştırıldığı/değersizleştirildiği için, tek düze ideolojik bir sözcük dağarcığı ile ifade etmeye çalışıyoruz. Hegemonya projeleri ve uygulamaları yoluyla, şiddet koşullarını kendisi hazırlayan batı dünyası, sürekli olarak ideolojik fanatizm üretiyor. Soğuk Savaş sonrası ve 11 Eylül sonrası dönemde batı dünyası bilinçli olarak, din ekseninde gelişen, bir çatışma/karşıtlık/kutuplaşma dili/söylemi oluşturdu. İslam imparatorluklar döneminde çoğunlular/ azınlıklar tartışmaları, azınlık siyasetleri, azınlıklaştırma stratejileri yoktu. Hoşnutsuz, huzursuz, tedirgin azınlıklar yoktu.

Tarihte müdahale etme yeteneğine sahip olmayan halklar, toplumlar, bu yolda her hangi bir girişimde bulunmadıkları takdirde, tarihin oyuncağı olmaya mahkûm olurlar.

Romantik heyecanlarla, popülist heyecanlarla, milliyetçi heyecanlarla tarihe müdahale edilemez. Sayıların, kalabalıkların dönüştürücü gücü yoktur.

            Müslümanlar olarak, İslami anlamda, günümüzü biçimlendirecek, çok anlamlı şeyler üretmediğimizi itiraf etmek zorundayız. 21.yüzyılda nelere ihtiyacımız bulunduğunu, hangi alanda yada alanlarda varlık ve mahiyet belirtebileceğimizi konuşmalıyız. Bugünün gerçekliği nedir, bu gerçeklik karşısında alınması gereken tavırlar nelerdir, bunları konuşmalıyız. Günümüzün düşünsel, fikri, entelektüel, felsefi, siyasal, ekonomik ihtiyaçlarının neler olduğunu belirleyebilmeliyiz. Geçmişin öncelikleri ile, bu günün önceliklerinin birbirinden çok farklı olduğunu kabul etmeliyiz.

            Sorumluluk almayan, üretmeyen, sosyal, siyasal, kültürel hareketlilik içersinde olmayan insanlar/toplumlar tarihin biçimlendirmesine katkıda bulunamazlar. Allah(c.c)’ın, kendilerine ilahi bir bağış olarak bahşettiği akıl, idrak, irade ve eylem gibi yetenekleri gereği gibi kullanmayanların içerisine düştükleri zillet halinden şikâyete hakları yoktur. Kaygısızlık, kayıtsızlık, sorumsuzluk durumu bir hareketsizliği, eylemsizliği doğurur, bu durumdaki bireyler ya da toplumlar, statüko ile bütünleşir, değişim için hiçbir çaba harcamazlar. Kayıtsızlık ve sorumsuzluk durumu teslimiyetçilikle sonuçlanır. Teslimiyetçilik; tarihsel olaylar, gelişmeler tarafından istenilen doğrultuda sürüklenmek şeklinde tezahür eder. İslam dünyası toplumlarında mevcut durum; statükoculuk, gelenek halini almış olumsuz özellikler, bağımlılık durumları ve yapıları değişmedikçe, değiştirilmedikçe, maruz kaldığımız tahakküm politikalarına son verilmeyecektir.

            Var oluş, hayat ve tarih, yalnızca aklın, yalnızca kalbin, yalnızca emeğin gücüne indirgenemez. Aklın, kalbin ve emeğin gücünü birlikte harekete geçirmek gerekir. Aklın, kalbin ve emeğin gücü, bilinç ve dayanışma ile desteklendiği takdirde, İslam Ümmeti tarihi bir kez daha şekillendirebilir.

            Kültürel yetkinlik ve siyasal yetkinlik birbirlerini tamamlayan unsurlardır. Kültürsüz ya da kültürsüzleştirilmiş toplumlar, siyasal sorumluluk üstlenemezler. Güncel politik olayları, gelişmeleri değerlendirirken, duygusallıklara kapılarak karşı karşıya kaldığımız temel sorunları, derin bağımlılıkları unutmamalıyız. İslam’a karşı, İslam kültür ve uygarlık birikimine karşı, İslami değerlere karşı, ideolojik planda, seküler planda sistematik bir biçimde savaş veren, İslam’ın bireysel alana hapsedildiği bir toplumda/ülkede/dünyada yaşadığımızı unutmamalıyız.

            Kuşatıcı değerlendirmeler, eleştirel hesaplaşmalar yapmaya mecburuz. İradi bir kararlılığa sahip olmalıyız. Karşı karşıya bulunduğumuz sorunlarla yüzleşme ve bunları aşma yeteneğini geliştirmeliyiz.                

            Kitle duygularını harekete geçirmek kolaydır, bu nedenle kolaycılıkları bir yana bırakarak, kitlelerin gerçeklerle buluşmalarını sağlamak gerekir. Demode antikalıklardan ve hiçbir dayanağı bulunmayan hastalıklı romantizmlerden vazgeçmeliyiz.

             Demode antika yaklaşımlar, yeni sorunlar karşısında, küresel sorunlar karşısında, Siyonist faşizm karşısında etkili olamamıştır, yetersiz kalmıştır. Yeni sorunlar karşısında, yeni düşünce/fikir hareketlerinin, yeni yapılanma ve ilişki biçimlerinin, yeni eylem biçimlerinin, yeni anlatım-ifade yollarının ortaya konulması kadar doğal bir gelişme olamaz. Zihinsel algısal bir değişimin/yaklaşımın evrensel anlamda gerçek kılınması mücadelesi bugün en önemli sorunlarımız arasındadır. Dışlanmaktan, etiketlenmekten yalnızlaştırılmaktan korktukları için yeni bir başlangıç yapmaya cesaret edemeyenlerle hiçbir değişim gerçekleştirilemez, hiçbir mücadele yürütülemez. Büyük bir davanın, büyük bir kavganın sorumluluğunu taşıyanlar, her türlü risk’i göze almak zorundadır.

Günümüzde, ilahi/insani/ahlaki değerlerin bütünüyle bağımsız bir gerçeklik karşısındayız. Değerlerden bağımsızlaştırılmış bir dünyada oluşan büyük boşluklar, ideolojik/ırkçı sapkınlıklar tarafından doldurulmaya çalışılıyor. Seküler kültür hiçbir boşluğu dolduramıyor. Özgürlük kavramı etrafında her tür sansasyonel ve spekülatif değerlendirmenin yapıldığı bir dünyada, yalnızca piyasaların özgürleşmesi sağlandı, ancak İslami özgürlükler için hiçbir irade ortaya konulmadı. Kendilerini tehdit altında hissettiklerini belirten Türkiyeli Yahudilere her türlü güvence verilirken; kendi ülkelerinde parya muamelesi gören, İslami özgürlüklerinden yoksun bırakılan, İslami başörtüleri sebebiyle eğitim hakları ellerinden alınan kesimler hiç hatırlanmıyor. İslami kesimlerin her tür mahrumiyete/aşağılanmaya /dışlanmaya/ etiketlenmeye alıştıkları düşünülüyor olmalı. Günümüz dünyasında, yalnızca Müslümanlar İslami siyasal görüşlerini, politik dünyada temsil imkânına sahip değiller. Sorgulayıcı bir zihne sahip olmadığımız için, alışkanlıklarımıza kapanarak hayatlarımızı sürdürüyoruz. Kendimizi yenileyemiyor, yeni şeyler öğrenemiyor, yeni sorular soramıyor, yeni tavırlar alamıyor, yeni duruşlar gerçekleştiremiyoruz. Geleneklerin, göreneklerin, muhafazakârlıkların, kamuoyunun baskısı altında yaşamaya alıştığımız için, kendi dönemimize özgü bir dil oluşturamıyoruz. Her kuşağın kendi dönemine özgü bir dil, çözümleme ve söylem oluşturması gerekir. Gerçek böyleyken bizler, bizlerden çok önce gelen kuşakların söylemlerini/çözümlemelerin/yaklaşımlarını tüketmeye devam edebiliyoruz. Bizler önceki kuşakların birikimlerinden yararlanabiliriz, ancak onların kullandığı dil, gerçekleştirdikleri çözümleme biçimleri, kendi dönemlerinin ihtiyaçlarına cevap vermek üzere üretilmiş bir dil ve çözümlemedir. Günümüzde de genç kuşaklar, bu önem ihtiyaçlarına uygun bir dil gerçekleştirme sorumluluğu altında bulundukları için, bizim kuşakların düşüncelerine mahkûm olamazlar. Genç kuşaklar bütün üstatları, bütün ağabeyleri eleştirel okumalıdırlar, eleştirel olarak izlemelidirler. Genç kuşaklar 21.yüzyılı etkileyebilecek bir bakış/duyuş/bilinç tarzı üretmenin yollarını bulabilmelidir. Bir parçası olduğumuz bugünün ilgilerine ve sorularına bir bütünlük içersinde cevap vermek üzere kuşatıcı bir söylem oluşturabilmeliyiz.

            Genel çizgiye, geleneksel çizgiye, temayüle mecbur değiliz. Bütün alışkanlıklarımızı, statükocu yaklaşımlarımızı gözden geçirerek, topluma/insanlığa yeni bir içerik sunabilmeliyiz. Masallar/menkıbeler/rüyalar/kerametler/vb. anlatarak, popülizmler yaparak sayıları çoğaltmak mümkündür. Nitelikleri çoğaltmak için seferber olmalı, genel- geçer çerçeveleri aşabilmeliyiz. Kamuoyunu hoşnut edecek, kamuoyunun hoşgörü ile karşılayabileceği bir dil ve söylem kullanmak, kamuoyuna maruz kalmak demektir. Kamuoyuna maruz kalanlar yeni bir çıkış yolu bulamazlar. Kamuoyu provoke ederek dikkat çekmeye çalışmak marazi bir durumun tezahürüdür. Bu tür yaklaşımlar İslami ahlakla bağdaştırılamaz. Kamuoyuna, statükoya maruz kalan bir anlayış/zihniyet, kamuoyunu değiştiremediği gibi, kamuoyu tarafından dönüştürülür.

İlahi hakikati temsil yolunda, toplumsal onaya ihtiyaç duymamalıyız. Hiçbir cemaat/hizip/mezhep/topluluk, kendi hareketlerinin önceliklerini daha önemli sayamaz.

              Modern zamanlar boyunca yaşanan tarihsel gelişmeler ve olaylar karşısında bütün modern kavramların ne kadar sorunlu, ne kadar yetersiz, ne kadar zayıf, ne kadar yanlış, ne kadar iki yüzlü, ne kadar geçek dışı olduğunu bütün bir insanlık açıkça gördü. İslam dünyası, İslam kültür ve uygarlık sistemi, sözünü ettiğimiz bu yetersiz sorunlu, yanlış ve ikiyüzlü kavramlar aracılığıyla değersizleştirilmeye, etkisizleştirilmeye çalışıldı. Modernlikler, ideolojik temelde yapılandırıldığı için tek tip bir hayat tarzını dayattılar, farklı kalma hakkına saygı göstermediler. Modern zamanlar boyunca insanlık, ruhsuz bir uygarlığa, ruhsuz bir tarihe maruz kaldı. Batı uygarlığı, ruhsuz, basmakalıp kurallar uygarlığı olarak varlığını sürdürüyor. Modern rasyonalist bilim anlayışı, insan bedenini biyolojikleştirerek, tıbbileştirerek nesnelleştirerek nesnelleştirdi. Nesneleştirilen modern insan pek çok insani yetiden mahrum hale getirildi. Modern bilim de sömürgecilik yoluyla. Manevi değerler/duygular, estetik değerler/duygular, sanatlar modern bilim anlayışının sınırları dışına çıkarıldı.

Avrupa tarihe kapalı olarak yaşıyorken, İslami kültür ve uygarlığı ile kurduğu temastan sonra, özellikle de teknolojik alanda büyük ilerlemeler kaydetti. İslam orduları, İspanya’ya geldiklerinde, yeni bir uygarlık bilinciyle geldiler, hiç kimseden dinlerini ve dillerini değiştirmelerini talep etmediler. Museviler de Hıristiyanlar da, dini bir özgürlük içersindeydiler. İslam’ı seçen İspanyollar daha çok evlilik yoluyla ya da kişisel tercih yoluyla hareket ettiler. Müslümanlar, İspanya da, İspanyaya özgü, Endülüs’e özgü bir üslup ve tarz geliştirdiler. İspanyaya kabileler halinde gelen Müslümanlar, Endülüs’te kentli bir kültür ve kentli halk oluşturdular. Endülüslü müslümanlar kendi dönemlerinde en yüksek kültür, en yüksek sanat, en yüksek edebiyat biçimlerini oluşturdular. Dünyanın en iyi, en seçkin, Filozoflarını, tarihçilerini, hukuk ve tıp adamlarını, mimarlarını ve dil bilimcilerini, yetiştirdiler. Müslümanların Endülüs’ü terk etmek zorunda kalmalarıyla birlikte, Katolik Krallar, İspanyaya kültürel türdeşliği, dini türdeşliği, dinsel türdeşliği çok şiddetli bir biçimde dayattılar. Her türlü İslami etkiyi silip süpürmek üzere, korkunç ırkçılıklar ürettiler. Katolik Kralların başlattığı bu ırkçı zihniyet, kültürel ve dini türdeşlik 1492’den sonra bütün totaliter ideolojilere bu konuda ilham verdi, vermeye devam ediyor. Modern Katolik Kralların açtığı yolda ilerliyorlar. Modernlikler, dünyayı ve insanlığı türdeşleştirmeye çalışıyorlar. Tahakküm edenler, sömürenler, “uygar” olarak tanımlanıyor; zayıflar, mağdurlar, mağluplar, işgal ve istilalara, işkence ve sürgünlere, katliam ve soykırımlara maruz bırakılanlar ise “terörist” olarak tanımlanıyor. İnsanlık, güçlü/egemen olan faşistlerin ürettiği kavramlarla düşünmek zorunda bırakılıyor. Bütün bu özgün kültürleri yıkıma uğratan ve bayağılaştıran kapitalizm, ekonomik bir barbarlık biçiminde tahribatını sürdürüyor. Gazze örneğinde görülebileceği üzere, Siyonist demokrasinin gerçekleştirdiği her tür vahşet ve devlet terörü, müsamaha ile karşılanırken; Hamas İslami tercihler yaptığı için, yalnızlaştırılıyor. İsrail’in nükleer faaliyetleri hiçbir biçimde denetlenemiyor, tartışma konusu bile yapılamıyor. Siyonist veba Yahudi olmayanların etnik temizliğe tabi tutulmasını, Müslümanlara karşı nükleer silah kullanılmasını savunabiliyor. Benzeri görülmemiş bir vahşetle insani olan her şeyi yok eden, bütün yıkım biçimlerini, bütün vahşet biçimlerini, fütursuzca harekete geçiren Siyonist faşizm, kendisini İslam’a ve Müslümanlara konumlandırdığı için, modern uygarlığın himayesi altında yıkıma devam ediyor.

Gazze Soykırımı sırasında ve sonrasında ideolojik ırkçılığı ve ideolojik duygusuzluğu Küreselleştiğini gördük. Günümüz dünyasında, ideolojik ırkçılık /duygusuzluk, Siyonist faşist bir siyasal var oluş modern dünyada her hangi bir rahatsızlığa neden olmuyor. Günümüzde yaşadığımız çok ağır insanlık sorunları karşısında, Modern Batı dünyasında hiçbir şekilde bir kavramsal açıklık, netlik ve dürüstlük görülemiyor. İnsanlığın, ilahi hakikate, ahlaka, ilahi anlam ve amaçlara açık olan fıtratı, ırkçılıklar ve ideolojik sapkınlıklar tarafından kirletiliyor. 

İlahi var oluş bilincine, kaynaklarına ve hikmetlerine yabancılaştığımız için; aklın/kalbin ve emeğin birlikte üretimi olan bütünlüğü kaybettiğimiz için; tek bir bilinç halinde hareket etme yeteneğine sahip olmadığımız için; ırkçı ve ideolojik saldırı dalgaları karşısında Müslümanlar olarak savunmasız bir konumda bulunuyoruz. Küresel gündemi etkileyebilecek gücümüz, irademiz bilincimiz eylemlerimiz olmadığı için, bu saldırılara katlanıyoruz.

Özgürlüğün bir bütünlük durumu olduğunu hatırlamak ve hatırlatmak gerekir.                    Kimi konularda, kimi alanlarda, kimi durumlar ortaya çıkan; kimi konularda, kimi alanlarda, kimi durumlarda, kimi konularda varlığından hiçbir şekilde söz edilmeyen bir özgürlük yaklaşımı olamaz. Kısmi özgürlük, parçalara bölünmüş bir özgürlük, kimi zaman tanınan, kimi zaman gündemden kaldırılan bir özgürlükten söz edilemez.

Küresel yankılar uyandırabilecek, küresel etkiler oluşturabilecek, bir dil/ kültür oluşturamadığımız takdirde, küresel umutlara hak kazanamayacağımızı hatırlamalıyız. Sözün anlamı/ağırlığını/derinliğini insanlığa duyurabilmek için, tarihin dikkatini çekebilmek için, güçlü bir dil/kültür/edebiyat oluşturmamız şarttır.

Hiçbir tehlikeyi, hiçbir riski göze almayan nostaljik heyecanlarla, tarihte  tarihe tanıklık edemeyiz.

http://www.mutefekkir.com/?vuslat=yazi&id=2520&k=94

This entry was posted on Cuma, Mart 26th, 2010 at 16:17 and is filed under AYRIMCILIK. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

Yorum Yaz