-
9th Temmuz 2008

Kur’an Işığında Şefaat İnancı 6 -Prof. Abdulaziz Bayındır

posted in *ARACILIK ve ŞİRK |

Kur’an Işığında Şefaat İnancı 6 -Prof. Abdulaziz Bayındır

İ- ARACILARIN ŞEFAAT EDECEĞİ İNANCI

1- Katoliklerde Şefaat İnancı

Katoliklere göre şefaat, İsa’nın duasına uyumlu kılan dilek duasıdır[1]. Onlar şefaat yerine “kurtarıcılık” kelimesini kullanırlar.  Katoliklere göre “Mesih İsa, Baba’nın yanında Hıristiyanların avukatlığını yapıyor. Onlar lehine aracılık etmek için hep canlıdır. Allah’ın huzurunda daima hazır bulunur[2]. Kendisi aracılığı ile Allah’a yaklaşanları tamamen kurtarmaya gücü yeter[3].”

“Kutsal Ruh olmadan Tanrı’nın Oğlu’nu görmek mümkün değildir. Oğul olmadan da hiç kimse babaya yaklaşamaz. Çünkü Baba’yı tanımak Oğul’dur. Tanrı oğlunu tanımak da Kutsal Ruh aracılığıyla olur[4]”.

“Meryem Ana avukat ve yardımcıdır. “Meryem Ananın analığı bitmemiştir. Yinelenen arabu­luculuğu ile ebedi esenlikler sağlayan arma­ğanları garanti altına almaya devam etmektedir[5]”.

Katoliklere göre papaz “Al­lah’la ilgili konularda insanları temsil etmek için atanır[6]”. O, kişisel yetkisiyle insanlara; “Baba’nın adına seni bağışlıyorum diyebilir[7]”.

2- Tarikatlarda Şefaat İnancı

İncelediğimiz tarikatlarda da Katoiklerinkine benzer bir inanç vardır. Onlar, “kurtarıcılık” yerine daha çok “şefaatçilik” kelimesini kullanırlar. Bir Şeyh Efendi ve tarikatının ileri gelenleri ile yaptığımız görüşmenin konu ile ilgili bölümü şöyledir:

Mürit– Bizim  Şeyh Efendi’ye bakışımız, onun bize yardımcı olacağı yolunda­dır. Mesela bugün mahkemede avukat tutma zorunluluğu yoktur. Ama genellikle avukat tutanlar davayı ka­zanırlar. Şeyh Efendi de bizim avukatımız­dır.

Bayındır- Siz, gizli açık her şeyi bilen Al­lah’ı hakimle bir mi tutuyorsunuz? Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“O gün kişi kardeşinden, ana­sından, ba­basın­dan, eşinden ve oğulla­rından kaçacaktır. O gün her­kesin işi başından aşa­caktır.” (Abese 80/34-37)

Durum böyle iken Şeyh Efendi nereden fır­sat bulacak da sizi sa­vu­nacaktır?

Ensar’dan Ümmü’l-alâ diyor ki, muhacirlere kur’a çekilince bize Osman b. Maz’ûn düştü. Onu evlerimize yerleştirdik. Sonra ölümüne sebep olan hastalığa tutuldu. Vefat edince yı­kandı ve kendi elbiseleri içine kefenlendi. Muhammed sallal­lahu aleyhi ve sellem  içeri girdi. O sırada dedim ki, “Ebu’s-Sâib[8]! Allah sana rahmet eyle­sin. Allah’ın sana gerçekten ikramda bulundu­ğuna şahidim.” Bunun üzerine Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Al­lah’ın ona ikram ettiğini ne biliyorsun?” Dedim ki, “Babam sana kur­ban ey Allah’ın Elçisi! Allah ya kime ikram eder?” Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bu­yurdu ki, “Evet ona kaçınılmaz gerçek geldi. Vallahi onun için hep hayırlar bekli­yorum. Ama ben Allah’ın Elçisi olduğum halde nasıl karşıla­na­cağımı vallahi bilmiyorum.”

Ümmü’l-alâ dedi ki, “Vallahi bundan sonra hiç kimseyi aklamam[9].”

Ama siz şeyhinizin cennete gideceğinden şüphe etmediğiniz gibi Allah’ın huzurunda sizi savu­nacağını söyleme cesaretini bile gösteri­yor­sunuz.

Bize şah damarımızdan daha yakın olan Al­lah’ın gözünden kaçan bir şey mi var ki avu­kat­lığınızı yapacak olan şeyh, hâşâ, Allah’ın huzu­runda onu hatırlatacak? Ya da Allah, hâşâ, yargı­lamada hata mı yapacak ki, şeyhiniz ona engel olacak? Ne kadar yanlış bir yolda oldu­ğunuzu an­lıyorsunuz değil mi?

Mürit- Müftülükte bir müftü ile görüşmek is­t­e­sen[10] araya bir ka­pıcının girmesi, bir kişinin seni müf­tüye takdim etmesi gerekir. Araya kimse girmeden bir yet­kiliyle, bir bakanla pat diye görü­şebilir mi­sin? İşte Şeyh Efendi de bi­zimle Allah arasında bir vesile, bir vasıta ol­maktadır.

Bayındır– Bize şah da­ma­rımızdan daha ya­kın olan Allah Teâlâ için bu söz nasıl söyle­nebilir!?..

Bu inanç insanı şirke sokar. Şirk zaten Allah ile kul ara­sına vasıta koymaktır. Zümer suresinde buna dikkat çekilmek­te­dir:

“İyi bil ki, saf din Allah’ın dinidir. Onun yakı­nından veliler edinenler “Biz onlara başka  değil sa­dece bizi Allah’a tam yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz.” derler. İşte Allah, onla­rın aralarında tar­tışıp dur­dukları şeyde hükmünü verecektir. Allah, yalancı ve gerçekleri örtüp du­ran kimseleri doğru yola sokmaz.” (Zümer 39/3)

Bu tür inanışlardan lütfen vaz­geçin. Çünkü şeytan insanı hep bu metotla saptırmaktadır.

Lütfen bana söyler misin, yaratan, besle­yen, bü­yü­ten ve sana senden yakın olan Allah mı seni daha iyi tanır, yoksa Şeyh Efendi mi?

Mürit–  Tabii ki, Allah tanır.

Bayındır – Peki Şeyh Efendi senin ne­yini Allah’a tanıtacak?

Mürit– ?!

Görüşme, şeyhin yanında gerçekleşmiş ve o, bu durumu onaylamıştır. Mürit kelimesi ile, ko­nuşmaya katılan ve tarikatın ileri gelen alimlerin­den olan kişiler kastedilmektedir[11].

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah’ın yakınından, öyle şeye kul olurlar ki, kendilerine ne bir fayda sağlayabilir ne de zarar verebilir. Derler ki, ‘Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir’. De ki: ‘Göklerde ve yerde, Al­lah’ın bilme­diği bir şeyi mi ona haber veriyorsu­nuz?’ Allah, onların ortak koştukları şeyden uzak ve yücedir.” (Yunus 10/18)

Allah kime şefaat yetkisi verirse yalnız on­lar, Allah’ın di­lediği kimse­lere şefaat edebilirler, kendi dilediklerine değil.

“De ki: Şefaat yetkisi, bütünüyle Allah’a aittir.” (Zümer 39/44)

“Allah onların yaptık­larını da yapa­cak­larını da bilir. Şefaate yetkili kıldıkları, onun razı ol­duğu kişilerden başka­sına şefaat edemezler. Kendileri de onun korkusundan titrerler.

Onlardan kim, “Ben Allah’a yakın bir ilahım” derse, onu cehennemle cezalandırırız. İşte o zalimleri böyle cezalandırırız.” (Enbiya 21/28)

Ebu Hureyre radiyellahu anh bildiriyor:

“Kabilenin en yakınlarını uyar.” (Şuarâ 26/214) ayeti inince Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kalktı ve şöyle bir konuşma yaptı:

“Ey Kureyş topluluğu! Kendinizi kurtarmaya bakın; Allah’ın yanında size hiç bir faydam olmaz. Ey Abdulmenaf oğulları! Allah’ın yanında size hiç bir faydam olmaz. Ey Abdulmuttalib oğlu Abbas[12]! Allah’ın yanında sana hiç bir faydam olmaz. Ey Safiyye, (Resulullah’ın halası)! Allah’ın yanında sana hiç bir faydam olmaz. Ey Muhammed’in kızı Fatma! Allah’ın yanında sana hiç bir faydam ol­maz.”[13]

J- ÖLÜDEN YARDIM  İSTEME

Hıristiyanlar, ölmüş din büyüklerinden yardım isterler. Aynı şeyi kimi tarikat ve cemaatler de yaparlar. Onlar da ölmüş din büyüklerinin yardımını almak, onları aracı ve şefaatçi yapmak için mezarlarını ziyaret etmeyi, onlara adaklar adamayı dindarlığın bir parçası sayarlar.

1- Katoliklerin Ölüden Yardım İstemesi

Papa II. Jean Paul, Meryem Anayı aracı yaparak şöyle dua ediyor:

“İnsan olmuş Kelâm’ın[14] Annesi ve Kilise’nin Annesi olan çok kutsal Bakire Meryem’e Ki­lise’nin yeni bir Hıristiyanlaştırma çabasına çağ­rıldığı bu zamanda bütün Kilise’nin bütün sevi­yelerinde din dersi çalışmalarına güçlü aracılı­ğıyla destek olması için dua ediyorum[15].”

Asırlarca önce ölmüş Mer­yem’i yar­dıma çağıran Papa, onun kendine, güçlü aracılığı ile destek olacağına inandığına göre, Meryem’in onu tanıdığına ve çağrıyı işittiğine de inanmış olmalıdır. Bu durumda ona, bazı ilahi sıfat­lar ve özellikler vermiş olur. Bunlar hayat, ilim, sem’, basar, irade, kudret ve benzeri sıfatlardır.

Hayat dirilik demektir. Katoliklere göre lekesiz Bakire, yeryüzündeki yaşamını tamamladıktan sonra, günahı ve ölümü yenen Rablerin Rabbi Oğluna daha uygun olabilmek için ruhu ve bedeniyle göğe çıkarıldı. Rab tarafından evrenin kraliçesi olarak yüceltildi. Meryem Ana’nın göğe çıkartılması Oğlunun dirilişine eşsiz bir katılımı ve öteki Hıristiyanların dirilişini öncelemektir[16].

Meryem Ana’ya verildiği iddia edilen evrenin kraliçeliği yetkisi onu dünyanın sonuna kadar diri saymayı gerektirir. Yeniden dirilişe katılımı iddiası da kıyamet sırasında diri kalacağını kabul etmek olur. Kıyametten sonra ölüm olmayacağına göre Katolikler onu ölümsüz kabul etmiş olurlar. Ölümsüzlük Allah’a hastır. Meryem’i de ölümsüz saymak onu, bu konuda Allah’a ortak saymak olur.

İlim, bilmek ve kav­ramak demektir. İnsanda ilim sıfatı vardır ama Vatikan’da olan biri, Meryem’i, aracı olmaya çağırdığına göre onun, hem kendisini tanıdığına, hem de istediği şeyi, en az Allah kadar bildiğine inanmış olmalıdır. Çünkü aracı olmak için bu bilgi şarttır. O zaman o, Meryem’i Allah’ın sınırsız bilgi­sinin bir bölümüne ortak saymış olur.

Sem’, işitme gücüdür. Allah insana işitme gücü vermiştir; ama bu, belli uzaklıktan, belli tit­reşimdeki seslerle sınırlıdır. Vati­kan’dan Meryem’e seslenen, onu Allah’ın işitme sıfa­tına da ortak etmiş olur. Bu şe­kilde bir işitme, Allah’tan başkası için söz konusu değil­dir. Üstelik Meryem ölmüştür. Ölüye bir şey işittirmeye bizim gü­cümüz yetmez. Allah Teâlâ, Elçisi Muhammed’e hitaben şöyle buyuruyor:

“Sen ölülere işittiremezsin.” (Neml 27/80)

“Şüphesiz Allah diledi­ğine işit­tirir. Ama sen kabirdekilere bir şey işitti­re­mezsin.” (Fatır 35/22)

Meryem ölmüş olduğu için kimse ona bir şey işittiremez.

Bedir savaşında öldürülen müşrikler bir ku­yuya gömüldükten sonra Allah’ın Elçisi sallalahu aleyhi ve sellemin onların yanına gelip şöyle de­diği bildirilmiştir:

“Ey falan oğlu falan! Ey falan oğlu falan! Al­lah’ın ve Elçisi’nin size verdiği sözün hak oldu­ğunu gördünüz mü? Çünkü ben Allah’ın bana verdiği sözün hak olduğunu gördüm.”

Ömer dedi ki, “Ey Allah’ın Elçisi! Ruhsuz cesetlerle nasıl konuşursun? O, şöyle cevap verdi: “Söylediğimi sizin işitmeniz onlarınkinden daha iyi değildir. Ama onlar bana hiçbir şekilde cevap veremezler[17].”

Allah, o an için Peygamberimizin sesini onlara işittirmiş olabilir. Bunca ayete rağmen böyle özel bir olaya dayanılarak farklı hüküm verilemez. Onlar işitseler bile cevap veremeyeceklerdir.

Kıyamete kadar, hiçbir şekilde cevap veremeyecek olan ölülerden yardım isteme işi şu ayetin kapsamına girer.

“Allah’ın yakınından kıyâmet gününe kadar kendi­sine cevap vere­meyecek kimseleri çağıran­dan daha sapık kimdir? Oy­saki bunlar onların çağrısın­ın farkında değillerdir.” (Ahkaf 46/5)

Basar, görme gücü demektir. Bir ölüyü yar­dıma çağıran, onun kendini görebildiğine inan­malıdır. Fiziki engellerle sınırlanamayan bir görme, yalnız Allah’a mahsus olduğun­dan bu şahıs Meryem’i, Allah’ın görme sı­fatına da or­tak say­mış olur.

İrade, dilemek ve tercih etmektir. Kudret de bir şeye güç yetirme anlamına ge­lir. İnsanın iradesi de kudreti de sınırlıdır. Ölünce her şey biter. Meryem’in, çağrıyı kabul ettiğini ve gerekli yardımı yapabildiğini hayal eden, ona bu iki sıfatı da vermiş olur. Bu, olağan dışı bir irade ve kudret yakıştırma­sıdır. Bu an­lamda irade ve kudret sahibi tek varlık Allah Teâlâ’dır. Böylece Papa, Meryem’i Allah’ın bu iki sıfatına da ortak saymış olur.

Papa ile birlikte binlerce Hıristiyan da, kendi dilleri ile Meryem’i aracı olmaya çağırdığı için onun, her istek sahi­bini tanıdığına, dilini bildiğine, istekleri anlayıp kavradığına, onları karıştırmadan değerlendire­bildiğine de inanmaları gerekir. Bu da yalnız Al­lah’ın sahip olabileceği büyük bir ilim ve kudreti gerektirir. Bunlar Meryem’i bu konuda da Allah’a ortak görmek zorundadır­lar.

İnsanların isteklerinden haberi olmayan, an­cak kıyamet günü dirilecek olan bir ölü, bize şah da­ma­rımızdan da ya­kın olan ve her şeyi bilen Allah’a karşı nasıl aracılık edebilir?

Meryem’in aracı olabilmesi için onun, yukarıdaki sıfatlara sahip olması gerekir. O sıfatlar, Allah’ın isimlerin­den türetilmiştir. Bunlar, hay, alîm, semi’, basîr, mürîd ve kadîr isimleridir. Allah Teâlâ şöyle demiştir:

“En güzel isimler Allah’ındır. Siz onu, on­larla çağırın. Onun isimleri konusunda yamukluk yapanları bırakın. Onlar bu ettiklerinin karşılığını göreceklerdir.” (Araf 7/180)

Allah, Meryem Ana’da var sayılan yetkileri elçilerine bile ver­memiştir. O, son Elçisine şöyle buyurur:

“Biz seni onların üzerinde bir koruyucu yap­madık. Sen onların üzerinde bir vekil de değilsin.” (En’am 6/107)

“Sen sadece bir uyarıcısın. Her şeye vekil olan Allah’tır.” (Hud 11/12)

2- Tarikat ve Cemaatlerde Ölüden Yardım İsteme

Kur’ân’ın birçok âye­ti, “Allah’tan başka­sına dua etme”yi müşriklerin en belirgin özelliklerinden sayar[18]. İnsanlar en çok dua ve ibadet ko­nusunda yanıldıkları için elçiler uyarılarını bu iki konuda yoğunlaştırmışlardır. Namaz, oruç, hac, zekat, helaller ve haram­larla ilgili âyet sayısı az olduğu halde Kur’ân’ın büyük bir bölümü, Allah’tan baş­kasına ibadeti, darda kalınca başkasından bir şey beklemeyi şirk sayıp yasak­lamaktadır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Darda kalmış kişi dua ettiği za­man onun yar­dımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzü­nün hakimleri yapıyor? Allah ile be­raber başka bir tanrı mı var? Ne ka­dar az düşünüyor­sunuz.” (Neml 27/62)

Bu konuda hadis uydurulmuş, ilgili ayet ve hadisler başka yönlere çekilmiş ve sınırlar aşılmıştır.

a- Uydurulan Hadis

Ölüden yardım isteme konusunda şu hadis uydurulmuştur: “İşlerinizde ne yapacağınızı şa­şırdığınızda kabir ehlinden yardım is­teyiniz[19].”

Bu, Aclûnî’nin Keşf’ül-Hafâ adlı kita­bında yer alır. Aclûnî, bu söz için “İbn-i Kemal Paşa’nın el-Erbaîn’inde böyle geçer.” ifadesini kullanır. İbn-i Kemal o sözü peygamberimize mal etmiş ama hiçbir kaynak gös­termemiştir[20]. Bununla kalmamış, sözün doğruluğunu ispat için fel­sefi izahlara girmiştir. Kimi tarikatçılar da bu sözden hareketle “bir veli ölünce ruhu, kı­nından çıkmış kılınç gibi olur[21]” derler.

Aclûnî, halk ara­sında hadis diye bilinen sözleri toplamış ve onların doğrusu ile asılsız ola­nını ayırmaya çalışmıştır. Bu sebeple o kitapta çok sayıda uydurma ha­dis vardır. Kitabın başında Peygamberimizin şu sözü vardır: “Kim benden söylemediğim bir şeyi naklederse cehennemde oturacağı yere hazırlansın[22].”

b- Tahrif edilen âyetler

Kur’ân’da hem ibadet, hem de dua kelimeleri geçer. İbadet, kulluk etmek; dua, çağrıda bulunmak, yardım istemek anlamınadır. Tefsir ve meallerin çoğunda, duaya “ibadet” anlamı verilerek asıl anlamın kaybolmasına yol açılmıştır. İbadet, yapılan duanın kabul edilmesi maksadına yönelik olacağı için bu iki kelime arasında sıkı bir bağ vardır. Bu sebeple Peygamberimiz; Dua ibadetin iliği­dir, özü­dür[23]” buyurmuştur. Ama dua, ibadet diye tercüme edilince, birini olağan dışı yollarla yardıma çağırmanın ibadet olduğu anlamı kaybolur. Bu da bir tahrif sayılabilir.

Tahrîf, harf kökündendir. Harf sözlükte uç, kıyı, sivri ve keskin taraf anlamlarına gelir[24]. Sözü tahrif, iki tarafa yüklenebilecek anlam taşıyan bir sözü yalnız bir tarafa çekmektir[25]. Şu ayette tahrif, örneklerle açıklanmıştır.

Kimi Yahudiler kelimeleri yerlerinden tahrif ederler (yerleşik anlamlarından kaydırırlar). “سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا” “وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ” bir de “رَاعـِنَا“ derler. Bunu dillerini bükerek ve dine saldırarak yaparlar. Eğer bunların yerine “سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا” “اسْمَعْ” bir de “انظُرْنَا“ deselerdi elbette daha iyi ve daha doğru olurdu. Ama tanımazlık etmelerinden dolayı Allah onları lanetledi. Artık  pek az inanırlar.” (Nisa 4/46)

Ayette geçen üç cümleden her birinin iki anlamı vardır.

1- “سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا cümlesinin bir anlamı “dinledik ve sıkı tuttuk” diğeri ise “dinledik ve isyan ettik” şeklindedir. Çünkü (asâ = عصى); hem isyan, hem de değneğe sarılır gibi sarılma anlamına gelir[26].

Eğer “سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا” “Dinledik ve boyun eğdik” deselerdi sözü başka anlama çekme, yani tahrif imkanı kalmayacağından daha iyi ve daha doğru olacaktı.

2- “وَاسْمَعْ غـَيْرَ مُسْمَعٍ” cümlesinin bir anlamı, “lütfen dinle, sana söz söylemek haddimize değil ama..” diğeri ise “dinle, söz dinlemez adam[27]” şeklindedir. Eğer sadece “dinle” anlamına gelen, “اسْمَعْ ifadesi kullanılsaydı başka anlama çekilemezdi.

3- “رَاعـِنَا“ cümlesinin anlamlarından biri “bizi güt” diğeri “bizi gözet” şeklindedir. “Bizi güt” sözünde bir iğneleme vardır. Yani “Sen bizi hayvan güder gibi gütmek istiyorsun, öyleyse güt.” demiş olurlar. Dillerini biraz eğer, ayn harfini uzatarak raînâ derlerse “bizim çoban” demiş olurlar. Eğer bunun yerine “انظُرْنَا“ deselerdi “bizi gözet” dışında bir anlama çekilemezdi.

Kur’ân ancak böyle tahrif edilebilir. Çünkü o, milyonlarca insanın hafızasındadır ve sayısız nüshası bulunmaktadır. Onu başka bir şekilde tahrif mümkün değildir.

Ayette yer alan,“… Bunu dillerini bükerek ve dine saldırarak yaparlar.” cümlesi tahrif için kötü niyeti şart koşmaktadır. Yoksa birden faza anlam içeren bir sözle ilgili her yanlış tercih tahrif kapsamına girmez. “Dua” kelimelerine bir delile dayanmadan “ibadet” anlamı verenler bunu dine saldırma amacıyla yapmamış olabilirler. Ama dine saldırmak isteyenlere alet oldukları da bir gerçektir. Ahkaf Suresinin 4, 5 ve 6. âyetlerini örnek vererek, duaya ibadet anlamı vermenin, âyetleri nerelere taşıdığını görmeye çalışalım:

Allah Teâlâ şöyle buyurur: “De ki, baksanıza, Allah’ın yakınından neyi çağırıyorsunuz? Gösterin bana, onların yer­yüzünde yaratmış oldukları ne vardır? Yoksa onların göklerde bir payı mı bulunuyor? Bu konuda bana, bundan önce gelmiş bir kitap veya bir bilgi kalıntısı getirin bakalım. Eğer doğru sözlü kimseler iseniz.

Allah’ın yakınından kıyâmet gününe kadar kendi­sine cevap vere­meyecek kimseleri çağı­randan daha sapık kimdir? Oy­saki bunlar on­ların çağrısın­ın farkında değillerdir.

İnsanlar, ahirette bir araya getirildiği gün, bunlar onlara düşman olacak ve onların kulluğunu kabul etmeyeceklerdir.” (Ahkaf 46/4,5,6)

Bir çok meâlde bu ayetlere, şu şekilde anlam verilmiş­tir: “De ki: Söylesenize, Allah’ı bırakıp taptığı­nız şeyler yeryüzünde ne yaratmışlar, göster­senize bana. Yoksa onların göklere ortaklık­ları mı vardır? Eğer doğru söyleyenlerden iseniz, bundan evvel (size indirilmiş) bir kitap yahut bir bilgi kalıntısı varsa onu bana getirin.

Allah’ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapan­dan daha sapık kim olabilir? (Oysa) onlar, bunların tapmalarından habersizdirler.

İnsanlar bir araya toplandıkları zaman (müş­rikler) onlara (tapındıklarına) düşman kesilirler ve onlara kulluk ettiklerini inkar ederler. (Ahkaf 46/4,5,6)[28]

Dua’ya iba­det anlamı verince, ona bağlı olarak yeni anlam kaymaları kaçınılmaz hale gelmiştir. Hata, hatayı doğurmuş, yukarıdaki üç ayetteki hata sayısı beşe çıkmıştır. Bu hatalar şunlardır:

1) Duaya İbadet Anlamı Veril­mesi

Dua, çağrı anlamına mastar­dır. Daha sonra küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya iletilen istek ve ihtiyaç anlamına örf olmuş, isim olarak da kullanılmıştır. “Dua dinledim, dua okudum” denmesi bundandır[29].”

İbadet ise taat anlamına gelir; taat boyun eğmek demektir, daha çok emre uymak ve izinden gitmek anla­mında kullanı­lır[30]. Türkçe’de buna kulluk denir. Terim olarak ibadet, Allah’ın emrini yerine getirmek için sa­mimi niyetle namaz kılma ve oruç tutma gibi ey­lemlere verilen addır.

Dua ile ibadet arasında sıkı bir bağ vardır. İbadetin asıl hedefi duadır. Yani insan, Allah’a ibadet ederek bazı isteklerini elde etmek ister. Allah Teâlâ da dualarımızın kabulü için hem namaz kılmamızı, hem de sabırlı olmamızı emrederek şöyle buyurur: Ey iman edenler! Sabır göstererek ve namaz kılarak yardım isteyin. Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 2/153) Bir ayet de şöyledir: “Kullarım sana beni sorarlarsa, ben yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına karşılık veririm. Onlar da bana karşılık versinler. Bana güvensinler. Belki olgunlaşırlar.” (Bakara 2/186)

Kişi, Allah’tan istekte bulunduğu zaman ona daha iyi kul olma gayreti içine girer. Bu se­beple ibadet kabuk, dua öz gibidir. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: “Dua ibadettir[31]. Dua ibadetin iliği­dir, özü­dür[32].” Çünkü asıl amaç, Allah’a isteklerini kabul ettirmektir. Dua ye­rine ibadet kelimesi kullanılınca bu ilişkiler tümüyle kaybolur. O zaman insanlar, aracılardan medet ummaya başlarlar.

İsteklerini bir veli, bir ruhani aracılığı ile Al­lah’a sunan, önce onu razı etmek ister. Ona, hediyeler, adaklar sunar, manevi huzurunda eğilir. Bunun ona kulluk yani ibadet olduğu Ahkaf 6. ayette şöyle ifade edilmiştir:

“O insanlar bir araya getirildiği gün, bunlar onlara düşman olacak, onların kulluğunu (ibadetlerini) kabul etmeyeceklerdir.” (Ahkaf 46/6)

Şu ayet de bu işin şirk olduğunu hükme bağlamaktadır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: De ki ben sadece Rabbime duâ ederim; ona kimseyi şirk koşmam.” (Cin 72/20)

Sonuç olarak, dua’ya ibadet anlamı vermek, bazı ayetleri Kur’ân’dan çıkarıp atmak gibidir. Mesela bu tavır, yukarıdaki üç ayeti puta tapanlara has hale getirmiştir. Allah Teâlâ, iba­det ve dua kelimelerini farklı yerlerde kullandığına göre Kur’ân’ın tefsirini ve çevirisini yapanların bu farkı önemsemeleri gerekir.

2) “Men” Kelimesine “mâ” Anlamı Verilmesi

Arapça’da “men” kimse veya kimseler anlamına gelir ve akıllı varlıklar için kullanılır[33]. “Mâ” ise şey veya şeyler demektir. Ahkaf 5. âyette üç kere “men” kelimesi geç­er. Dua’ya ibadet anlamı verenler, onlardan ikisine “men = kimse” üçüncüsüne de “mâ = şey” anlamı vermek zorunda kalınca ayetin anla­mı esastan değişmiş, şu hali almıştır: Allah’ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapan­dan daha sapık kim olabilir? Bu meale göre yardıma çağrılanlar putlar olur ve bir ruhanîyi yardıma çağıran kişi âyetin kapsamına girmez. Ama bir anlam kayması yapmadan “men” kelimesine “kimse veya kimseler” anlamını verince şu meal ortaya çıkar: “Allah’ın yakınından kıyâmet gününe kadar kendi­sine cevap vere­meyecek kimseleri çağı­randan daha sapık kimdir?” Bu doğru anlam, bir ruhanîden yardım istemenin önünü kapar.

Bu hata, zorunlu olarak aşağıdaki hataları doğurmuştur:

3) “Hum  هم” Zamirine “hiye هي ” Anlamı verilmesi

“Bunlar” diye tercüme edilen hum, Arapça’da akıllı erkek varlıkları gösterir. Ama “Men”e “şeyler” anlamı verildiği için hum zamirine de ya “men”in lafzını gösteren “huve” ya da manasını gösteren “hiye” anlamını verme zorunluluğu doğmuştur. Bu hafife alınamayacak bir hatadır.

4) Cem’i Müzekker Salime Yanlış Anlam Verilmesi

“Habersizdirler” diye tercüme edilen “gâfilûn” kelimesi cem’i müzekker salimdir; yani akıllı erkekler için kullanılır. “Men”e “şeyler” anlamı verilmesi bu anlamı da yok etmiştir. Bu da önemli bir hatadır.

5) Ahkaf Suresinin 6. Ayetine Dikkat Edilmemesi

“Men”in “şeyler” diye tercüme edilmesi, 5. âyetle 6. âyetin ilişkisini koparmıştır. Bu ilişkinin kopmamasının tek yolu o kelimenin “kimseler” diye tercüme edil­mesidir. Ayet şöyledir:

“İnsanlar ahirette bir araya getirildiği gün, bunlar onlara düşman olacak ve onların kulluğunu kabul etmeyeceklerdir.”

Putlar ahirette, canlanıp insanlarla bir araya gelmeyeceğinden âyette sözü edilenler, hesaba çekilen akıllı varlıklardır. Bunlar da ruhlarından medet umulan büyüklerdir.

Ayetlerin mealindeki bu hatalar, türbe ziyareti ile ilgili şu inanca yol açmıştır: “Allah bu sevgili kullarına bazı yetkiler, imkanlar, özellikler bahşetmiştir, bunlar şefaatçilerimizdir, bizler günahkar ol­duğumuz için doğrudan Allah’tan istemeye yüzümüz yok, belki bunlar sayesinde Allah dileklerimizi kabul eder.[34]

Bu gibi yanlışlar sebebiyle, ölmüş bir din büyüğünü Allah’ın yakın dostu saymak, ona hayali yetkiler verip Allah’a onun aracılığı ile ulaşmaya çalışmak İslam aleminin en te­mel hastalıklarından olmuştur. Ahkaf 4. âyete doğru anlam verince bu yol tamamen tıkanır. Ayetin doğru anlamı şöyledir:

“De ki, baksanıza, Allah’ın yakınından neyi çağırıyorsunuz? Gösterin bana, onların yeryü­zünde yaratmış oldukları ne vardır? Yoksa onla­rın göklerde bir payı mı bulunuyor? Bu konuda bana, bundan önce gelmiş bir kitap veya bir bilgi kalıntısı getirin bakalım. Doğru sözlü kimseler iseniz.”

Bu tenkitler, yukarıdaki üç ayet esas alınarak yapılmıştır. Aynı hatalar, içinde dua kökünden kelimeler bulunan bir çok ayetin Türkçe’ye çevril­mesinde de görülmektedir. Daha garibi, birkaçı dışında bütün Türkçe meallerde aynı hataların tekrarlanmış olmasıdır. Bu da, Allah’ın asla bağışlamayacağını bildirdiği şirk günahını, Müslümanların kolayca işlemesine yol açmıştır.

Kur’ân meali yapanların bu hatalara, bilerek ve isteyerek düştüğü söylenemez. Ama onların çoğu Allah’ın ne dediğine bakma yerine önceki alimlerin bu âyetleri nasıl anladığına bakarlar. Bu da, vaktiyle yapılmış bir hatayı kemikleştirir.



[1] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 2634.

[2] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,  par. 519.

[3] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,  par. 2634.

[4] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,  par. 683.

[5] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, paragraf 969.

[6] İbranilere Mektup, 5/1.

[7] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,  par. 878.

[8] Osman b. Maz’un radıyallahu anhın lakabıdır.

[9] Buhârî, Cenâiz, 3.

[10] Bu görüşmenin yapıldığı günlerde İstanbul Müftülüğünde çalışıyordum.

[11] Görüşmenin tamamı için bkz. Abdulaziz BAYINDIR, Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış, Dördüncü baskı, İstanbul 2005, s. 126-131.

[12] Peygamberimizin amcası.

[13] Buhârî, Vesâyâ, 11.

[14] İsa aleyhisselam.

[15] Papa Jean Paul II’nin Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri kitabının önsözünde yer alan duası, s. 22.

[16] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 966.

[17] Müslim, el-Cenneh ve sıfatu naîmiha, Bab 17, hadis no 76 (2873)

[18] Nisa 4/117; En’am 6/40,41,56,64,71,108; Araf 7/37,194,195,197; Yunus 10/38,66,106;  Hûd 11/101; Ra’d 13/14; Nahl 16/20,86; isra 17/56, 57,67; Kehf 18/14; Meryem 19/48; Hacc 22/12,13,62,73; Müminun 23/117; Furkân 25/68; Şuarâ 26/72,213; Kasas 28/64,88; Ankebût 29/42; Lukman 31/30; Sebe’ 34/22; Fatır 35/13,14,40; Saffât 37/125; Zümer 39/38; Mü­min 40/20,66,73,74; Fussilet 41/48; Zuh­ruf 43/86; Ahkâf 46/4,5; Cin 72/18.  26 surede toplam 50 ayet.

[19] Mahmut USTAOSMANOĞLU (Mahmut Efendi) başkanlığında bir heyet, Ruhu’lFurkan Tefsiri, İstanbul 1992, c. II, s.82.

[20] İbni Kemal Paşa, el-Erbeûn, v. 360. Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, 1694.

İbni Kemal, Yavuz Sultan Selim’in meşhur Şeyhülislamı’dır. 1469’da Tokat’ta doğmuş, 1534’te İstanbul’da ölmüştür. Peygamberimizle ara­sında 900 seneden fazla bir fark varken hiçbir kaynak göster­meden ve anlamı da Kur’an’a taban tabana zıt olan bir sözü hadis olarak önümüze sürmesi kabul edilemez. İbn Kemal kaynak gösterme yerine, bu sözün hadis olduğunu ispat için hiçbir dini dayanağı olmayan felsefi izahlara girmiştir.

[21] Ruhu’l-Furkan, c. II, s. 67.

[22] İsmail b. Muhammed elAclûnî, Keşf’ulhafâ, c. I, s. 8.

[23] Tirmizî, Dua,1, 3371 sayılı hadis.

[24] Mütercim Asım, Kamus, harf maddesi.

[25] Rağıb el-İsfehanî, Müfredât, harf maddesi.

[26] es- Sıhah, Tac’ul- arus, Lisan’ul-Arab. Ulaşabildiğimiz tefsir ve meallerde bu inceliğin tespit edilemediği görülmektedir.

[27] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili. Nisa 46. ayetin tefsiri.

[28] Hayrettin KARAMAN, Ali ÖZEK, İbrahim Kâfi DÖNMEZ, Mustafa ÇAĞIRICI, Sadrettin GÜMÜŞ, Ali  TURGUT, Kur’anı Kerim ve Açıklamalı Meâli, TDV yayınları, Ankara 1997. (Bu meâlin Suudiarabistan baskısında öze dokunmayan farklılıklar vardır.)

[29] Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’an Dili, c. I, s. 662, (Bakara 186. Ayetin tefsiri) İstanbul 1935.

[30] İbn Manzûr, Lisan’ul-Arab, Beyrut 1410/1990. İtaat, tav’ kökündendir. Tav’ boyun eğmek demek­tir. Zıddı kerih görmek, hoşlanmamaktır. Ayette şöyle buyurulur: “Sonra, duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: “İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin” dedi. İkisi de “İsteyerek geldik” dediler.” (Fussilet 41/11)

Taat da aynı köktendir, gene boyun eğmek anlamına gelir ve daha çok “Emre uymak ve izinden gitmek.” anlamında kullanılır. (Rağıb el-İsfahânî, el-Müfredât, tva.

[31] Tirmizî, Dua,1, 3372 sayılı hadis.

[32] Tirmizî, Dua,1, 3371 sayılı hadis.

[33] Cümle içinde akıllı varlıklarla birlikte başka varlıklar da geçerse men kelimesi, akıllı olmayanlar için de kullanılabilir. Buna şu ayet örnek verilir: “Allah bütün canlıları sudan yarattı. Onlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayak üzerinde yürür, kimi de dört ayak üzerinde yürür.” (Nur 24/45) Bu ayette “kimi” diye tercüme edilen “men” kelimesidir. İki ayak üstünde yürüyen insanlar, canlılar kapsamında olduğu için diğer canlılara da “men” denmesi uygun düş­müştür.

[34] Hayrettin KARAMAN, “Ramazanda Türbe Ziyaretleri” 12. 12. 2000 tarihli Yeni Şafak Gazetesi, Fıkıh Köşesi.

Kur’an Işığında Aracılık ve Şirk- Prof. Abdulaziz Bayındır

This entry was posted on Çarşamba, Temmuz 9th, 2008 at 09:10 and is filed under *ARACILIK ve ŞİRK. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

There are currently 2 responses to “Kur’an Işığında Şefaat İnancı 6 -Prof. Abdulaziz Bayındır”

Why not let us know what you think by adding your own comment! Your opinion is as valid as anyone elses, so come on... let us know what you think.

  1. 1 On Ocak 17th, 2011, zahit said:

    Allah razı olsun. Çok aydınlatıcı oldunuz.

  2. 2 On Şubat 18th, 2013, dilan said:

    KURANDA ŞEFAAT KAVRAMI

    Şefaat konusu yıllarca tartışıla gelmiş kuranı kerimde en önemli kavramlardan biridir. Şefaat hakkında yüzlerce makele yazılmış fikir üretilmiş ve kitaplar yazılmıştır. Şefaata inananlarda, şefaat yoktur diyenlerde kurandan delil getirmişlerdir. Bende bu araştırmamda kuranı kerimde derin bir araştırma yaparak bu konu hakkında çok önemli delillere bulgulara ALLAH ın izniyle ulaştım, inşallah bu konu hakkındaki bilgilerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Öncelikle yüce rabbimiz kuranda bir kavramdan söz etmişse mutlaka onu geniş ve anlayacağımız bir şekilde bizlere anlatmıştır.
    Şefâat Kelimesinin Anlamı

    “Şefâat”in aslı “şef'” kelimesidir. Bunun anlamı da bir şeyi benzeri olan şeye eklemek, yanyana getirmektir. Şef’ kelimesinden türeyen şefâat ise, bildiğimiz sözlükte, bir kimsenin bağışlanmasını istemek, başkası adına yardım istemek, dua etmek, rica etmek demektir. Şefâat, bir mü’minin günahlarının bağışlanması için Allah’a dua edip yalvarmaktır. Bir başka deyişle, bir kimsenin yardım etmek veya yardım dilemek gayesiyle, bir başka kişiye nisbet edilmesi, onunla birlikte hatırlatılmasıdır. Daha çok yüksek makamdan aşağı makama doğru bir kullanılışı ifade eder. Şefâat edene Şâfi’ veya Şefî’; şefaat edilene meşfû’ (şefaat bekleyen) denilir. “Şefâat”in çoğulu şüfeâ’ olarak gelir.

    Şefaatın aracılık olduğuna dair ayet
    nisa .85 – Kim güzel bir işte aracılık ederse, (şefaatun yeşfeu يَشْفَعْ شَفَاعَةً) ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa, (şefaatun yeşfeu يَشْفَعْ شَفَاعَةً) ona ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah her şeyi gözetip karşılığını verir.
    Şimdi kuranı kerimde şefaatı red eden kesimlerin getirdikleri delilleri yazacağım, Kuranı kerim ilk inmeye başladığı zamanlar Mekke deki müşriklerin şefaat inancı çok farklıydı onlar meleklere kızlar olarak cinsiyetler belirlemiş taptıkları meleklere ve putlarıda ALLAH tan kurtula bilmek için şefaatçi ilan etmişlerdir bu gerçek kuranı kerimde şöyle anlatılır.
    Zuhruf .19 – Onlar Rahman olan Allah’ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Onlar meleklerin yaratılışını gördüler mi? Onların şahitlikleri yazılacak ve onlar sorguya çekileceklerdir.
    Zuhruf .20 – Onlar: «Eğer Rahman olan, Allah dileseydi, biz o meleklere tapmazdık.» dediler. Onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.
    Enbiya .18 – Allah’ı bırakıyorlar da, kendilerine ne fayda, ne de zarar verebilecek olan şeylere tapıyorlar ve «Bunlar bizim Allah katında şefaatçilerimizdir.» diyorlar. De ki, «Siz Allah’a göklerde ve yerde O’nun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?» Allah onların ortak koştukları şeylerin hepsinden münezzehtir.
    Enam .94 – Bugün, sizi ilk defa yarattığımız zamanki gibi yapayalnız huzurumuza geldiniz, size verdiğimiz herşeyi arkanızda bıraktınız. Allah’ın size göre ortağı olduklarını iddia ederek yardımlarına, şefaatlarına güvendiğiniz ortakları yanınızda görmüyoruz. Aranızdaki bütün bağlar artık kesilmiş, güvendiklerinizin hepsi kaybolup gitmiştir.
    Rum 13 – Allah’a ortak koştuklarından, kendilerine şefaat edecekler de bulunmaz. Onlar, o zaman Allah’a koştukları ortakları inkâr ederler.
    Dikkat edilirse ALLAH a ortak koşduklarından kendilerine şefaat edilemez diyor. yukarıdaki ayetlerde kafirlerin meleklere taptıklarını itiraf edip Allah istemeseydi bizler meleklere tapmazdık demişlerdir. Ve yüce ALLAH bu tür bir şefaatın kesinlikle olamayacağını, onların ortak koştuklarınına böyle bir yetki verilmediğini ve onların mutlaka bu iftiralardan hesaba çekileceğini yazmaktadır. bu olumsuz ayetlerin muhatapı ortak koşan kafirlerdir.
    zalimler için şefaatın söz konusu olmayacağına dair ayetler ise şunlardır.
    Mumin .18 – Yaklaşmakta olan o felaket (kıyamet) gününü de onlara haber ver. O dem ki yürekler gırtlaklara dayanmıştır, yutkunup dururlar. Zalimler için ne ısınacak bir dost vardır, ne de sözü dinlenecek bir şefaatçi.
    Ayette zalimler için sözü dinlenecek bir şefaatçı yoktur denilmekledir bu zalimlerin asla şefaate layık olmadıklarını ve kesinlikle onlara dua edilemeyeceğini ve yalnız bırakılacaklarını ayet belirtniştir. Bu ayet hüküm niteliğindedir ancak ayette dikkat edilirse zalimler için sözü dinlenecek birilerinin olmadığını ayet açıkça beyan ediyor.
    Bakara .48 – Ve öyle bir günden korunun ki, kimse kimsenin yerine bir şey ödeyemez, kimseden şefaat da kabul edilmez, kimseden fidye de alınmaz ve onlara hiçbir yardım da yapılmaz.
    Dikkat edilirse kimse kimsenin yerine bir şey ödeyemez sevaplar ve günahlar kişiseldir burada kimse kimseye sevabını veremez günahını alamaz öyle kimseden şefaat kabul olunmaz diye belirtiliyor. Her isteyen şefaat edemeyeceği gibi her isteyene de şefaat edilmeyecektir şefaat ın kontrolu kesinlikle yüce ALLAH ın izni ve bilgisi dahilindedir. Ve bu tamamen onun lutfudur ödül sahibi o olduğu için ödülü belirleyecek ve kapsamı nı belirtecek olanda odur. zaten aşağıdaki ayetlerde şefaatın kapsamı şefaat sahiplerinin korkması titremesi şefaatın bir kısmının yapıla bileceği müsadesi ve sınırını yüce ALLAH ın belirleyeceği açıkça bellidir.
    Bakara .123 – Ve öyle bir günden sakının ki, o gün kimse, kimsenin yerine bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez ve ona şefaat de fayda vermez, hiçbir taraftan yardım da görmezler.
    Ayette fidye kabul edilmez ve bu durumdaki insanlara şefaat fayda vermez diye belirtiliyor peki kıyamet günü bu tür insanları kuran nasıl anlatıyor
    Ali imran .91 – Muhakkak ki inkâr edenler ve kâfir oldukları halde de ölenler, yeryüzü dolusu altın fidye verseler bile hiç birisinden asla kabul edilmeyecektir. İşte dayanılmaz azab onlar içindir. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur
    Zumer .43 – Yoksa Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: «Onlar hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi (böyle yapacaksınız)?»
    Müddesir suresi 48. ayette: “Artık şefaat edicilerin şefaati onlara fayda vermez.”
    Mümin suresi 18. ayette “O gün zalimler için müşfik bir dost ve sözü dinlenecek bir şefaatçi de yoktur.”
    buyrulmuştur. Şefaati inkâr edenler bu manadaki başka ayet-i kerimeleri de öne sürerek şefaati reddetmektedirler.
    Halbuki : Bu ayet-i kerimeler şefaati red değil, aksine ispat etmektedir. Zira “Şefaat edicilerin şefaati onlara fayda vermez.” demek, şefaat edicilerin varlığını ispat etmektedir. Demek ortada şefaat ediciler vardır ki, onlardan bahsedilmiştir. Eğer şefaat ediciler olmasaydı, onlardan bahis yersiz olurdu. Kur’an’da ise yersiz bir tek harf bile yoktur. Ayrıca “Kâfirler için dost ve şefaatçi yok.” demek, “Müminler için dost ve şefaatçi var.” demek manasına gelir.O hâlde bu ayetlerin manası şefaatin varlığını red değil, şudur: Yani ey kâfirler! Siz öyle kötü ve zor bir durumdasınız ki, herkese faydası olan şefaatin bile size yararı olmaz. Küfrünüz sebebiyle şefaat edicilerin şefaatlerinden mahrumsunuz…Bu şuna benzer: Kansere yakalanmış ve hayatından ümit kesilmiş birisine işaret ederek “Doktorlar buna fayda vermez.” desek, bu sözde doktorları reddetmek değil, hastalığın şiddetini beyan etmek ve artık bu hastaya doktorların fayda veremeyeceğini kabul etmek vardır. Yani artık hastadan ümit kesilmiştir ve hiçbir doktor onu iyileştiremez. Bu sözün manası budur.
    Secde .4 – Allah O’dur ki, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra Arş üzerine istivâ buyurmuştur (hakim olmuştur). Sizin için O’ndan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi! Artık düşünmeyecek misiniz?
    zümer .44 – De ki: «Bütün şefaat Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra hep döndürülüp O’na götürüleceksiniz.»
    Şimdi yukarıdaki ayetlerde ve en son yazdığım ayetlerde açıkça anlaşılıyorki ALLAH tan başka dost ve şefaatçı asla yoktur. Bakın şimdi size ayetlere gerçeği anlatmaya çalışacağım inşallah. Şimdi şefaatı inkar edenlerin en büyük delili aşağıdaki genel ifade eden iki ayettir.
    Secde . 4 – Allah O’dur ki, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra Arş üzerine istivâ buyurmuştur (hakim olmuştur). Sizin için O’ndan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi! Artık düşünmeyecek misiniz?
    TEVBE 116. Göklerin ve yerin mülkü yalnız Allah’ındır. Yalnız O diriltir ve öldürür. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.
    Şimdi bakın yukarıdaki ayette açıkça ALLAH tan başka bir dost yoktur deniliyor eğer yukarıdaki ayeti cımbızla çekip alırsak ALLAH tan başka herkezin düşman olduğunu idda ede bilirsiniz, ama kuranın ilgili ayetlerine bakarsak gerçek aşikar olacaktır. bu kuran ayetini başka bir ayetle açalım aşağıdaki ayete dikkatlıca baktığımızda
    Sizin dostunuz yalnız ALLAH’tır. ALLAH’ın peygamberidir ve namazı dosdoğru kılan, zekât veren ALLAH’a boyun eğen mü’minlerdir.” (Mâide sûresi, 5/55)
    Gördüldüğü gibi yüce ALLAH kendinden başka dost olmadığını söyleyip sonra müminlerin namaz kılanların ve zekat verenlerinde sizin dostunuz olduğunu söylüyor ve kapsamı genişletiyor. Dileyen ayetleri meallerden inceleye bilir. O ki bizim tek dostumuz ALLAH ise o zaman onun belirttikleride bizim dostlarımızdır. Benden başka dostunuz yok diyor sonra o ki gerçek dost benim o zaman şunlarda sizin dostunuzdur diyor. Şefaatte böyledir şefaat benimdir tamamıyla söylüyor, daha sonrada izin verdiklerinden ve söz verdiklerinden bahsediyor.
    Batılı kafirler Müslümanların hac etmelerini şirk olarak görürler güya müminler kabeye tapıp etrafında dolaşıp kabeyi yüceltiyorlar diye ifitirada bulunurlar. Bazı batılı düşünürler Müslümanların namaz kılarak toprağa taptıklarını idda ederler. Hristiyanlarda kuranda hz isanın insanları diriltiğinden bahsle onun ilah olduğunu savunurlar. bizim müslümanım deyipte vehhabi,selefiler şefaat yoktur diyenlerde müminlere iftira atarak sanki şefaatı kuranda yokmuş gibi müminlerin çıkardığını idda ediyolar. yukardaki bütün iddaalar kendi sapık görüşleridir. isteyen herkez her şeyi söyleye bilir ancak kuran müminleri, kuranda yazan bütün kavramlara iman eder ve kesinlikle kabul eder, hac eder, tavaf eder namaz kılar , şefaate iman ederler, Cuma namazını kılarlar, zekatını verirler,sadaka verirler. hz isayı ALLAH ın kulu, peygamber ve sadece diğer peygamberler gibi kul bilir ve buna kesin iman ederler.
    – Zümer suresi 44.: “De ki: Bütün şefaat Allah’ındır.”
    buyrulmuştur. Şefaati inkâr edenler bu ayeti öne sürerek şefaati reddetmektedirler. Onlara göre bu ayet şefaatin tamamını Allah’a vermekle diğer şefaat edicilerin vücudunu reddetmektedir.
    Bakın : Nisa suresi 139. ayette “Bütün izzet ve şeref Allah’a aittir.” buyrularak -bütün şefaatin Allah’a verilmesi gibi- bütün izzet de Allah’a verilmiştir.
    Yunus 65 – Habibim, onların lafları seni üzmesin. Çünkü izzet ve şeref bütünüyle Allah’ındır. O her şeyi işitiyor, hepsini görüyor.
    Münafikun suresi 8. ayette ise aynen şöyle yazıyor “İzzet ancak Allah’a, O’nun Resulü’ne ve müminlere mahsustur.”
    buyrularak, Peygamber Efendimiz’in ve diğer müminlerin de izzet sahibi olduklarından bahsedilmiştir. Yani Nisa 139′ ve yunus 65 de bütün izzetin Allah’a ait olduğundan, Münafikun 8′de ise Allah’ın, Resulü’nün ve müminlerin de izzet sahibi olmasından bahsedilmiştir. Demek izzetin Allah’a mahsus olması, Peygamberimiz’in ve müminlerin o izzetten mahrum olması neticesini vermemiştir. Dost ifadeside bu şekildedir ve yukarıda ayrıntılı anlatmıştık. Kuranın üslübu çok ilahi bir usluptur ancak buna iman edenler vakıf olup anlaya bilirler.
    İzzet tamamıyla Cenab-ı Hakk’a mahsustur. Peygamberimiz’in ve müminlerin izzeti ise, Allah’ın onları izzet sahibi kılması iledir. Cenab-ı Hakk’ın izzeti zatî iken; diğerlerinin izzeti Allah’ın izin kılması ile olmuş ve onların izzeti, bütün izzetin Allah’a ait olması hakikatini değiştirmemiştir.
    Şefaat durumunda da durum aynıdır. Bütün şefaatin Allah’a mahsus olması, başka kimsenin şefaate malik olmayacağı manasına gelmez. Bunun manası şudur: Bütün şefaat Allah’a mahsustur. Diğerlerinin şefaati ise ancak Allah’ın izni ve rızasına bağlıdır. Yani Allah’ın izni ve iradesi dışında kimse şefaat edemez
    Son örneğide vererek şefaat ayetlerine geçelim ayette
    TEVBE 116. Göklerin ve yerin mülkü yalnız Allah’ındır. Yalnız O diriltir ve öldürür. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.
    Kuranı kerimde yüzlerce ayette diriltmenin ve öldürmenin yalnızca ALLAH a ait olduğu defalarca anlatılır. Bu ayete bakarsak hiç kimsenin bir canlıyı diriltmesi ona hayat vermesi kesinlikle olamaz. Şimdi yazacağım şu ayete bakın
    Enbiya .21 – Yoksa birtakım ilâhlar edindiler de yerden ölüleri onlar mı diriltecekler?
    ALİ İmran .49 – ve isa «Şüphesiz ki ben size Rabbinizden bir âyet (mucize, belge) getirdim: Size, kuş biçiminde çamurdan birşey yaparım da içine üflerim, Allah’ın izniyle o, kuş olur; anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştiririm ve Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim. Evlerinizde ne yiyor ve neleri biriktiriyorsanız size haber veririm».

    Maide .110 – Allah şöyle diyecektir: «Ey Meryemoğlu İsa! Sana ve annene olan nimetimi hatırla! Hani seni Rûhu’l- Kudüs (Cebrâil) ile desteklemiştim. Beşikteyken ve kemâle ermişken insanlarla konuşuyordun. Sana yazıyı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretmiştim. İznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapmış ve ona üflemiştin, o da iznimle kuş olmuştu. Anadan doğma kör olanı ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi iznimle iyileştirmiştin. Ölüleri iznimle (hayata) diriltmiştin. İsrailoğulları’na âyetlerle geldiğin ve onlardan inkâr edenlerin: «Bu ancak apaçık bir sihirdir» dedikleri zaman seni, onlardan korumuştum.

    Görüldüğü gibi hz isa ALLAH ın izniyle insanları dirilte biliyormuş ancak ayetlerde bunun sadece ALLAH a mahsus olduğunu okumuştuk demek ALLAH İZİN VERİRSE hz isa Ayettede açıkça anlatıldığı gibi insanları ALLAH izniyle diriltir yine ALLAH dilerse şefaat eder bir insan bir insanı ALLAH ın izniyle diriltip hayat vere biliyor, bu kabul ediliyor ancak yine ALLAH IN izniyle bir peygamber şefaat edemiyor. Bakın şu ayetteki inceliğe
    Ey Muhammed! Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahının bağışlanmasını dile!” (Muhammed 19)
    Madem müminler kesin cennete gidiyor neden yüce ALLAH onların bağışlanmasını istemesini peygamberimizden istemiştir. peki peygamberimizin bu duasını kıyamet günü yüce ALLAH kabul ederse bu şefaat olmayacakmı dua et deyip duayı red edermi rabbimiz.
    Peki insanı ditiltmekmi çok büyük bir iş yoksa dua edip ALLAH da dilerse ona şefaat izni verilmesimi büyük bir iştir kuranda kesin olan bir ayette
    Ecelleri (süreleri) geldiği zaman da bir an dahi ne geri kalırlar, ne de ileri geçerler” (16/Nahl, 61).
    Burada eceller geri alınmaz diyor. ancak isitisna ALLAH ın izni olunca hz isa dirilterek geri almış. Yüce ALLAH hiçbir kanuna tüzüğe yada yasaya bağlı değildir bu gerçek kuranda şu ayette belirtilmiştir.
    Enbiya .23 – O, yaptığından sorumlu olmaz, onlar ise sorumlu tutulacaklardır.
    20.108 – Öyleki, Rahmân’ın heybetinden sesler kısılmıştır. Artık bir fısıltıdan başka hiçbir şey işitemezsin.
    Hud 105 – O gün gelince Allah’ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. Onların kimi bedbaht, kimi de mutludur.
    Dikkat ederseniz ahirette kimse konuşamaz diyor , sonra konuşma ALLAH ın iznine bağlanıyor. Şimdi buradaki ayette anlatılmak istenen ALLAH izin vermeden kimse konuşamaz bakın aşağıdaki kuran ayetindede izin verdiği konuşuyor.
    Taha .124 – Her kim de benim zikrimden yüz çevirirse, (bilsin ki) ona dar bir geçim vardır ve onu kıyamet günü kör olarak haşrederiz.
    Taha 125 – «Rabbim! beni niçin kör olarak haşrettin, oysa ben gören bir kimseydim» der.
    Taha .126 – Allah: «Böyledir, sana âyetlerimiz gelmişti de onları sen unutmuştun, bugün de öylece unutulursun» der.
    Allah’ın huzurunda şefaat fayda vermez. Ancak izin verdiği kimseninki müstesna! (Sebe 23)
    (O gün) Rahman (olan Allah)’ın katında bir ahd bir söz almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olamayacaklardır. (Meryem 87)
    Yukardaki iki ayette iki kavramada izin verilmiş biri ahrette konuşma biride şefaat. Birine konuşma izni, birinede şefaat verildiği söyleniyor. Ve ikiside aynı uslupla anlatılıyor ve aynı deliller sunuluyor ancak bile bile hakkın üstünü örtüyorlar. bu ALLAH ın kendi sözüdür kim ALLAH tan daha güzel ve doğr sözlü ola bilirki.
    Gördüğünüz gibi ayette kör olarak yaratılan biri neden kör olduğunu sora biliyor izin alıyor ,bu ayetle şefaat ayeti aynı manadadır. Kuranı kerimde yüce ALLAH her dilediğini yapandır subhandır izzet ve şeref onun olduğu için istediğine izzet ve şeref vere bilir şefaat kendisinin olduğu için istediğine şefaat eder istediğinede ettirir . burada hüküm kesinlikle onundur. Şimdi yüce ALLAH kuranda var dediğine karşı çıkan kafir değilde nedir. Kuranda işinize gelmeyen aklınıza yatmayan size aykırı gelen ayetler ola bilir ancak bunlara ancak müminler inanır hiçbir mümin kendi kafasına göre hüküm koymaz konuşmaz . son olarakta cehennemim dibinde yetişen bir ağaçtan söz etmek istiyorum daha sonra şefaat ile ilgili ayetlerinizi taktirinize sunacağım inşallah.
    Saffat .62 – Nasıl, bu mu daha hayırlı konukluk için, yoksa zakkum ağacı mı?
    37.63 – Gerçekten biz onu zalimler için bir fitne (imtihan) yaptık.
    37.64 – O bir ağaçtır ki cehennemin dibinde çıkar.
    37.65 – Tomurcukları şeytanların başları gibidir
    37.66 – Mutlaka onlar, ondan yiyecekler de karınlarını bundan dolduracaklardır.
    37.67 – Sonra üzerine onlar için kaynar bir içecek vardır.
    Ayette cehenemim dibinde yetişen iğrenç bir ağaçtan söz eder iman edenler buna kesin inanırlar, ama veya, acaba , demeden.
    Mantığa fiziğe kanunlara aykırı geldiğini düşüne bilirsiniz şefaatıda böyle düşüncelerde inkar eden kafirler var. Yüce ALLAH ın var dediği bir kavrama yok demek şirktir, yüce ALLAH cehennemin altındaki ağacı yetiştirmekle imtihan ettiğini, kullarını şefaatlede imtihan etmiştir ve yukarıdaki ayettede açıktır. iman edenler bu rabbimizdendir biz buna iman ettik derler.
    Ali İmran 7: İlimde uzman olanlar, «Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır.» derler. Üstün akıllılardan başkası da derin düşünmez.

    ALLAH dilediğini yapar ve ona engel kimse olamaz şimdi yukarıdaki örnekleri verdikten sonra şefaatın hak olduğuna dair ayetlere geçelim.

    Delil 1
    مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ
    Allah’ın izni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? (Bakara 255)
    Bu ayet-i kerimede, Allah’ın izni olmadan kimsenin şefaat edemeyeceği beyan buyrulmuştur. “Allah’ın izni olmadan kimse şefaat edemeyecektir.” ifadesi, “Allah’ın izni olduğunda şefaat edebilecektir.” manasına gelmekte ve bu da şefaatin hak ve hakikat olduğu neticesine ulaştırmaktadır. Zira eğer Allah’ın izni ve müsaadesi dairesinde şefaat olmasaydı, ayette geçen “Allah’ın izni olmadan” ifadesi gereksiz olurdu. Kur’an’da ise gereksiz bir ifadenin bulunması mümkün değildir. O hâlde, Allah’ın izni dairesinde şefaat haktır, gerçektir ve ayetin beyanıdır.

    Delil 2
    مَا مِنْ شَفِيعٍ إِلاَّ مِنْ بَعْدِ إِذْنِهِ
    O’nun izni olması müstesna, şefaat edecek yoktur. (Yunus 3)
    Bu ayet-i kerimede şefaat, Allah’ın iznine hamledilmiştir. Demek, Allah’ın izni dairesinde şefaat vardır ve haktır. Ayette geçen “O’nun izni olması müstesna” ifadesi, açık bir şekilde şefaatin hak olduğunu ve Allah’ın izni dairesinde şefaatin gerçekleşeceğini ispat etmektedir. Ayetin bu kadar açık beyanı karşısında şefaat nasıl inkâr edilir, buna şaşılır!
    Delil 3
    وَلاَ يَشْفَعُونَ إِلاَّ لِمَنِ ارْتَضَى
    Onlar, Allah’ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler. Hepside onun korkusundan titrerler (Enbiya 28)
    ayette hem şefaat edenlerin hemde edilenlerdin ALLAH tan korktutkları , kafirlerin idda ettikleri gibi herkezin emin olmadığı açıkça beyan edilmiş ve şefaat bizzat onun bilgisine isteğine bağlı olduğu bildilmiştir.
    Bu ayet-i kerimenin açık ifadesiyle, Allah’ın razı olduğu kullara şefaat edilecektir. Zira ayette geçen “Allah’ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler.” ifadesi, Allah’ın razı olduğu kullara şefaatin yapılabileceği hakikatini netice vermektedir. Demek şefaat, sadece Allah’ın razı olmadığı ve izin vermediği kullara yapılamayacak! Diğerlerine ise Allah’ın izni ve rızası dairesinde yapılabilecektir. Bu, ayetin çok açık bir beyanıdır. İzaha dahi ihtiyaç yoktur.
    Delil 4
    يَوْمَئِذٍ لاَ تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلاَّ مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً
    O gün, Rahman’ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasına şefaat fayda vermez. (Taha 109)
    Şimdi ayet-i kerimeye bakarak soralım:
    Şefaat kime fayda vermeyecektir?
    Cevap: Allah’ın izin vermediği ve sözünden hoşnut olmadığı kimselere…
    Peki, şefaat kime fayda verecektir?
    Allah’ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselere…
    Demek ayetin açık ifadesiyle: Rahman olan Allah’ın izin verdiklerine ve sözünden razı olduklarına şefaat fayda verecek, bunların dışındakilere ise şefaat fayda vermeyecektir. Ayetin bu kadar açık beyanına karşı gözünü kapayarak şefaati inkâr edenlere şaşırıyoruz!

    Delil 5
    لَا يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ إِلَّا مَنِ اتَّخَذَ عِندَ الرَّحْمَنِ عَهْدً
    (O gün) Rahman (olan Allah)’ın katında bir ahd bir söz almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olamayacaklardır. (Meryem 87)
    Şefaati inkâr edenlerin o kör gözlerine bu ayeti de sokuyoruz. Bu ayet-i kerimenin açık ifadesiyle, Allah’ın katında bir ahd alanlar, o gün şefaat etme hakkına sahip olacaklar ve Allah’ın izni ve rızası dairesinde bu yetkiyi kullanacaklardır. Ayet o kadar açıktır ki izaha ihtiyaç yoktur.
    Delil 6
    يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
    O gün ne mal fayda verir ne de oğullar! Ancak Allah’a selim bir kalple gelenler müstesna! (Şuara 88-89)
    Bu ayet-i celilenin açık ifadesiyle mal ve evlat, ahirete selim kalp ile gelmeyenlere fayda vermeyecek; selim bir kalp ile gelenlere ise fayda verecektir. Şimdi şefaati inkâr edenlere soruyoruz: Evladın kişiye fayda vermesi, şefaatten başka ne olabilir? Selim bir kalp ile o güne kavuşanlara evladının fayda vermesi, şefaat inkâr edildiğinde ne ile izah edilebilir? Elbette, hiçbir şey ile… Zira o gün beklenilen tek fayda, ateşten kurtulmak ve cennete girmektir. Evladın bu cihetteki faydası da şefaattir.

    Delil 7
    وَلاَ تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُ إِلاَّ لِمَنْ أَذِنَ لَهُ
    Allah’ın huzurunda şefaat fayda vermez. Ancak izin verdiği kimseninki müstesna! (Sebe 23)
    Ayetin ifadesiyle şefaat kime fayda vermez? Allah’ın izin vermediklerine…
    Peki, şefaat kime fayda verir? Allah’ın izin verdiklerine…
    Ayet bu kadar açıkken şefaat nasıl inkâr edilir? Ve şefaati inkâr edenler, acaba bu ayetleri de inkâr etmiş olmazlar mı?

    1.Asra andolsun;
    2.Gerçekten insan, ziyandadır.
    3. Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesna
    görüldüğü gibi iki ayetde aynı şeyi anlatıyor insan zarardadır deniliyor sonra müstesna olanlar ayrılıyor , şefaatta böyle değimli.

    Delil 8
    وَلاَ يَمْلِكُ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ إِلاَّ مَنْ شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
    Onların Allah’ı bırakıp da taptıkları putlar, şefaat hakkına sahip değillerdir. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler şefaat edebilir. (Zuhruf 86)
    Şimdi yine ayet-i kerimeye bakarak soralım: Kim şefaat etme hakkına sahip değildir?
    Cevap: Putlar.
    Peki, kim şefaat etme hakkına sahiptir?
    Cevap: Bilerek hakka şahitlik edenler.
    Demek ayet-i celile açık bir şekilde, putların şefaate malik olmadıklarını; şefaate sadece “Bilerek hakka şahitlik edenlerin” malik olduğunu bildirmektedir. Merak ediyoruz, acaba şefaati inkâr edenler bu ayetleri hiç mi görmüyorlar? Ayet açık bir şekilde, “Bilerek hakka şahitlik edenlerin” şefaate malik olduklarını bildirirken şefaati inkâr etmek, ayeti inkâr etmek değil de nedir?
    Delil 9
    وَكَمْ مِنْ مَلَكٍ فِى السَّمَاوَاتِ لاَ تُغْنِى شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا
    إِلاَّ مِنْ بَعْدِ أَن يَأْذَنَ اللَّهُ لِمَن يَشَاءُ وَيَرْضَى
    Göklerde nice melekler vardır ki, Allah dileyip izin vermeden ve razı olmadan önce onların şefaatleri hiçbir fayda vermez. (Necm 26)
    Şimdi yine ayeti göstererek soruyoruz: Gökteki meleklerin şefaati ne zaman fayda vermez?
    Cevap: Allah izin vermeden ve razı olmadan önce…
    Peki, meleklerin şefaati ne zaman fayda verir?
    Cevap: Allah izin verdikten ve razı olduktan sonra…
    Evet, ayetin açık beyanıyla melekler şefaat edeceklerdir. Bu şefaat, Allah’ın dilediğine ve razı olduğu kullara geçerli olacaktır. Allah’ın dilemediği ve razı olmadığı kullara ise şefaat yoktur ve fayda vermeyecektir. Zaten Kur’an’daki şefaatin olmadığını beyan eden bütün ayetler, Allah’ın razı olmadığı ve izin vermediği kulları ifade etmektedir. Ama “Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder.” sözü sırrınca, Kur’an’ın sadece bir bölümüne bakan bir kısım cahiller, zikrettiğimiz ayetlere ve göz kapamakta ve Kur’an’da güneş gibi gözüken şefaati inkâr etmektedirler. Buna gerçekten hayret ediyoruz!
    Delil 10
    وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ Ey Muhammed! Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahının bağışlanmasını dile!” (Muhammed 19)
    Bu ayet-i kerimeyi göstererek, şefaati inkâr edenlere soruyoruz: Ayet-i celilede Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e, mümin erkekler ve mümin kadınların günahlarının affı için istiğfar etmesi emredilmiştir. Eğer Peygamberimiz (s.a.v.)’in müminler için af dilemesinin bir faydası olmayacaksa bu ayetin manası nedir? Ve eğer Efendimiz’in af dilemesinin bir faydası yoksa, niçin Allah-u Teâlâ Peygamberimiz’e bu emri vermiştir. Eğer şefaat kabul edilmezse -hâşâ- bu emrin manasız ve faydasız bir emir olduğu kabul edilmek zorunda kalınmaz mı? Şefaati inkâr edenler, neyi kabul etmek zorunda kaldıklarına baksınlar ve bundan utansınlar!
    Delil 11: İbrahim .41 – Ey Rabbimiz! Herkesin hesaba çekileceği günde beni, ana babamı ve müminleri bağışla!»
    Bu yukarıdaki dua mahşerde bütün Müslümanların kurtulması için yapılmış bir duadır ve kuran ayetidir. Eğer bu dua kabul olunursa Müslüman olan herkez cennete gider. Kimsede buna engel olamaz.
    Delil 12 HAŞR 59/10. Onlardan sonra gelenler: “Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz Sen şefkatlisin, merhametlisin” derler
    Bu ayette hem geçmişte ölen müminler için dua ede bileceğimizi hemde onların bağışlanması için dua ede bileceiğimizi açıkça gösterir bazı sapık fırkalar ölüye, ölmüş birine kesinlikle kuran okunmaz dua edilmez diyorlar. Ölüye faydası olmaz diyorlar Oysa yukarıdaki ayet bu sapıkları ret ediyor ve yalanlıyor yukarıdaki ayet kuran dır kuran ayetidir yukarıdaki ayeti okuduğmuzda kuran okumuş olmazmıyız. Demekki her ölü için dua okunur kuran okunur. ALLAH dilerse kabul eder dilerse zelil eder bu onun bileceği bir iştir. Madem ölüye dua işlemez o zaman neden yüce ALLAH edin diye kuranda emrediyor.
    Delil 13: İsra .79 – Gecenin bir kısmında da sadece sana mahsus bir nafile olmak üzere uykudan kalk, Kur’ân ile teheccüd namazı kıl, Rabbinin seni bir makam-ı mahmud’a (şefaat makamına) göndermesi kesindir.
    Makam Arapçada yetki demektir türçede böyledir. mahmud ise yüksek demektir yüksek makam peygamberimize verilecektir. dilerim rabbimiz bizi şefaate layık görenlerden eyler. Bizler şefaatın ALLAH tan olduğuna iman edenleriz eğer bir insan şefaat yoktur diyorsa haşa yüce ALLAH ın iradesine kendi küçük beyniyle ipotek koymuş olur ve küfre girmiş olur. Ben şefaat var diyorum ve delimde kuran diyorum kuranı kerim bir şekil kitabı değildir. Kuran şefaat edenlerin isimlerini vermez çünkü o yüce bir kitaptır şefaat edebilecek olanlar yukarıda ayetler dede belirtildiği gibi 1. Sözünden hoşnut olduğu 2. razı oldukları 3. söz verdikleri 4. hakka şahitlik edenler. Kuranda hakka şahit edilenler peygamberler olarak gösterilir
    Nisa 41 “Her bir ümmetten şahit getirdiğimiz ve seni de bunlara şahit olarak getirdiğimiz zaman hâlleri nice olacak
    yukarıdaki araştırmalarımda açıkça anlaşılıyorki şefaatın hak olduğu ve kuranda çok geniş anlatıldığı , şefaatın ALLAH ın izni dahilinde istediği kişiye vereceği istediği kişiyide mazhar edeceği kesin bir gerçektir. kuranı kerim şefaat yoktur diyenleri ve şefaatı suistimal edenleri red etmiş ve onları helak edeceğini buyurmuştur ALLAH ın ayetlerine iman etmenleri ve onun yerlerini değiştirenleri kıyamet günü azab edeceğini kitabında açıkça anlatmıştır. Yüce ALLAH her şeyi akıl erdilerim diye bize açıkça örnekler göstererek açıklamıştır
    bakara .242 – İşte akıllarınız ersin diye, Allah size âyetlerini böylece açıklıyor .
    en doğrusunu ALLAH bilir.

Yorum Yaz