-
4th Ekim 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

DÜRÜSTLÜK BİR YAŞAM BİÇİMİ

İnsan neden konuşur, neden yazar? Niçindir bu kadar uğraş? Git onunla uğraş, gel bununla. Git ona bir şey ver, gel buna. Biri kompleksli, diğeri kaprisli. Etrafta onlarca ‘mış gibi davranan’ insan var! Kayıtsızlar, kayıtlıymış ve kayıtsızmış gibi davrananlar… Anlık, günübirlik başarılarıyla, varlıklı oldukları sanısıyla kendilerini özel görenler, markalılar, maskeliler, bunlara özenenler… Dünya ölçeğinde düşünemeyenler… Sahip olduğunuz özelliklerle dünya listelerinde acaba kaça girerdiniz? Girseydiniz bile, hangi kaprisi hak ederdiniz ki! Kime ne verdiniz ki kimden ne istiyorsunuz!

Evet, bu da bir yaşam biçimi! Kendim için, kendi mutluluğum için, başkaları için. Eşimin, çocuğumun, annemin, babamın, kardeşlerimin, akrabalarımın, komşularımın, akrabalarımın akrabalarının mutluluğu için, ülkem insanının mutluluğu için, evet, içinde yaşadığım ülkenin, içinde yaşadığım dünyanın mutluluğu için ciddi bir uğraş… Konuşma, okuma ve yazın etkinliği.

İyi yetişmiş, bilinçli, dürüst, sorumluluk sahibi bir çevrede yaşamanın ne kadar harika olduğunu düşünebiliyor musunuz! Bilincini donattığınız insan, benim, senin ya da çevremizdeki insanların komşusu, yakını. Orada, her an karşımıza çıkan bakkal, manav, kasap, terzi, öğrenci, öğretmen, tamirci, çırak, garson, asker, doktor, mühendis, sanatçı veya başka bir meslek sahibi.

Ben, bilinci donatılmış bir çevrede yaşamak istiyorum. Çevresine çiçek diken çiçek, çöplüğe çeviren de çöplük buluyor. Her zaman kavga, gürültü ve savaşların olduğu bir dünya mı, yoksa barış ve dostluğun egemen olduğu bir dünyayı mı tercih ederdiniz?

İnsan bir şeyleri söylemekten değil, ancak doğru ifade edememek ve anlaşılamamaktan endişe etmeli!

Tüm çalışmalar komplekssiz ve kaprissiz bir yaşam için… Bugünümüzün mutlu ve huzurlu geçmesi umuduyla… Bugünlerimizi karanlığa gömerek, geleceğimizi aydınlatamayız. Bugünü dolu dolu yaşayan, dünü unutmayan, yarınını düşünüp planlayan bir toplum için.

Buradaki yazılar, okuyanı bilinçlendirdiği, varolan bilincini geliştirdiği, bilinç düzeyini yükselttiği, bilincini erdemsel değerlerle donattığı ölçüde anlamlı ve değerlidir. (02.02.03)

 

 

DÜRÜSTLÜK

Dürüstlük ahlaktır; dinin özüdür. Eğer dürüstlük yok ise din; estetik şekiller, kalıplar ve seslerden öteye geçmez.

Dürüstlük; her yerde, her zaman ve her konuda, kendi aleyhimize de sevdiklerimizin aleyhine de olsa, sadece doğruların ve dürüstlerin yanında, yanlışların ve yanlış yapanların karşısında yer almaktır. 4Nisa/135

 

En yakının bile olsa adam kayırma, şahitliğini dürüstçe yap:

“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” Nisa suresi, 135

 

En düşmanın bile olsa, asla haksızlık yapma:

“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” Maide suresi, 8

 

Allah, en dürüst, en ahlaklı ve en adil olandır:

“Allah’tır O, ilah yoktur O’ndan başka. Hakkında hiçbir kuşku bulunmayan kıyamet gününde, hepinizi muhakkak bir araya toplayacaktır. Hadis/söz bakımından, Allah’tan daha dürüst(sadık) kim olabilir?” 4Nisa suresi, 87

“Ama imana erip yararlı ve doğru işler yapanları içlerinden ırmaklar akan hasbahçelere koyacağız, orada sonsuza kadar kalacaklar. Bu, Allahın gerçek vaadidir. Söz söyleme bakımından Allah’tan daha dürüst(sadık) kim olabilir?” 4Nisa suresi, 122

“De ki: “Allah, daima dürüst olmuştur(doğru söylemiştir). Öyle ise hakka yönelen İbrahim’in dinine uyun. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.” 3Al-i İmran suresi, 95 (3Al-i İmran suresi, 152)

“Sonra onlara verdiğimiz söze sadık kaldık. Kendilerini ve uygun gördüğümüz kimseleri kurtardık. Haddi aşanları ise helâk ettik.” 21Enbiya suresi, 9

“Mü’minler, birlikleri görünce, “İşte bu, Allah’ın ve Resûlünün bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Resûlü daima dürüst olmuşlardır(doğruyu söylemişlerdir)” dediler. Bu, onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırmıştır.” 33Ahzab suresi, 22

“Onlar şöyle derler: “Hamd, bize olan vaadine sadık kalan ve bizi cennetten dilediğimiz yere konmak üzere bu yurda varis kılan Allah’a mahsustur. Salih amel işleyenlerin mükâfatı ne güzelmiş!” 39Zümer suresi, 74

 

Dürüstlük ilkeseldir, inançla ilgilidir:

“De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık O’na yönelerek dürüst olun ve O’ndan bağışlanma dileyin. Allah’a ortak koşanların vay hâline!” 41Fussilet suresi, 6

 

İnsanların kurtuluşu dürüstlüğe bağlıdır:

“Allah dedi ki: “Bu, dürüst insanlara, dürüst olmalarının yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı oldu, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur.” 5Maide suresi, 119

“Kendi içlerinden birine, “Bütün insanlığı uyar; imana erişenlere, her bakımdan içtenlikli ve dürüst olmakla Rablerinin katında öteki herkesten ileri geçtiklerini müjdele” diye vahyetmemiz insanların tuhafına mı gitti? (Yalnızca) hakkı inkar edenler, “Bakın, bu (adam) düpedüz bir büyücü!” derler.” 10Yunus suresi, 2

“Bunun böyle olması Allah’ın, dürüstleri, dürüstlükleri sebebiyle ödüllendirmesi, uygun görürse münafıklara azap etmesi yahut onların tövbesini kabul etmesi içindir. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” 33Ahzab suresi, 24

 

Dürüstlük, sorgulanır ve ancak denemelerle ortaya çıkar:

“Allah, seni affetsin! Gerçekten dürüst olanlar(sadıklar) sana iyice belli olup, yalancıları bilinceye kadar beklemeden niçin onlara izin verdin?” 9Tevbe suresi, 43

“Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah, gerçekten dürüst olanları(sadıklar) da mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir.” 29Ankebut suresi, 3

“O, dürüstlerin dürüstlüklerini sorgulasın diye. Ve O, hakikati inkar edenlerin tümü için acı bir azap hazırlamıştır!” 33Ahzab suresi, 8

 

Kur’an’ın özü dürüstlük ve adalettir:

“Rabbinin kelimesi (Kur’an) doğruluk(dürüstlük-sadakat) ve adalet bakımından tamdır. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” 6En’am suresi, 115

“O, âlemler için, içinizden dürüst olmak(istikamet) isteyenler için, ancak bir öğüttür.” 81Tekvir suresi, 28

“Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol(istikamet). Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.” 11Hud suresi, 112

 

En güzel dua: Bir yere kabul edilme ve reddedilme gerekçesinin dürüstlük olmasıdır:

“De ki: “Rabbim! (Gireceğim yere) dürüstlük ve esenlik içinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni dürüstlük ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.” 17İsra suresi, 80

“Allah da, “Her ikinizin de duası kabul edildi. Öyleyse dürüst olmakta devam edin(istikamet) ve sakın bilmeyenlerin yolunda gitmeyin” dedi.” 10Yunus suresi, 89

 

Gerçek takva(içdisiplin-özdenetim-otokontrol veya dindarlık), dürüstlükten geçer:

“Dürüstlüğü(doğruyu) getiren ve onu onaylayanlar var ya, gerçek takva sahipleri onlardır.” 39 Zümer suresi, 33

 

Dürüstlük, yalnızca lafla değil onu destekleyen eylemlerle gerçekleşir:

“Gerçekte erdemlilik, yüzünü doğuya veya batıya çevirmeniz ile ilgili değildir; ama gerçek erdem sahibi, Allah’a, Ahiret Günü’ne, melekler, vahye ve Peygamberlere inanan, servetini -kendisi için ne kadar kıymetli olsa da- akrabasına, yetimlere, ihtiyaç sahiplerine, yolculara, (yardım) isteyenlere ve insanları kölelikten kurtarmaya harcayan; namazında devamlı ve dikkatli olan ve arındırıcı (mali) yükümlülüğünü ifa eden kişidir; ve (gerçek erdem sahipleri) söz verdiklerinde sözünü tutan, felaket, zorluk ve sıkıntı anlarında sabredenlerdir. İşte onlardır dürüst olanlar(sadakatlerini gösterenler) ve işte onlardır Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar.” 2Bakara suresi, 177

“İman edenler ancak, Allah’a ve Peygamberine inanan, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar dürüst(sâdıklar) kimselerin ta kendileridir.” 49Hucurat suresi, 15

“(Böylece, bu ganimetlerin bir kısmı) zulüm ve kötülük diyarını terk etmiş olanlar arasındaki yoksullar(a verilecektir.) Yurtlarından ve mülklerinden sürülmüş, Allah’ın lütfunu ve rızasını arayan ve Allah’a ve Elçisi(nin davası)na yardım edenler, dürüstler(sâdıklar) işte onlardır!” 59Haşr suresi, 8

 

Dürüstlük, zor zamanlarda belli olur:

“İtaat ve güzel bir söz onlar için daha hayırlıdır. İş ciddileşince Allah’a verdikleri söze sadık kalsalardı(dürüst kalsalardı), elbette kendileri için daha iyi olurdu.” 47Muhammed suresi, 21

“Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar(dürüst yaşadılar). İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir. Bir kısmı da beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” 33Ahzab suresi, 23

 

Dürüstlük bir yol ayrımıdır:

“Bundan dolayı sen çağrıya devam et ve emrolunduğun gibi dürüst/dosdoğru ol(istikamet). Onların hevâ ve heveslerine uyma ve şöyle de: “Ben, Allah’ın indirdiği her kitaba inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz sizedir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah, hepimizi bir araya toplayacaktır. Dönüş de ancak O’nadır.” 42Şura suresi, 15

Gerçekten de dürüstlük, Kur’an merkezlilikten de Allah odaklılıktan da önce zaten olması gereken insanî ve ahlakî bir duruştur.

 

***

DÜRÜSTLÜK VE DOĞRULUK ADINA YAŞANANLAR

1.Dürüstlük güvenilirliktir.

2.Dürüstlük, daima hakkın ve haklının yanında, haksızlık ve haksızın karşısında yer almaktır. (hak: doğru, yararlı, güzel, iyi, geliştirici, ilerletici, mutluluk ve huzur verici)

3.Dürüstlük; yalanın, sahteliğin ve ikiyüzlülüğün her türünden uzak durmaktır.

4.Dürüstlük; erdemdir, erdemli yaşamdır.

5.Dürüstlük; doğruluktur, haktır, adalettir.

6.Dürüstlük, gerçekçi ve inandırıcı olmaktır.

7.Dürüstlük özü sözü bir olmaktır.

8.Dürüstlük, bulunduğun ortamlarda insanlık adına asıl söylenmesi gerekeni söylemen ve asıl yapılması gerekeni yapmandır.

9.Dürüstlük, doğru kimden gelirse gelsin onunla huzur bulmak, mutlu olmak ve ona sahip çıkmaktır.

10.Dürüstlük, sorumlu davranmaktır.

11.Dürüstlük, temizliktir, arınmışlıktır.

12.Dürüstlük, kazandıklarımızla uyumlu ve doyumlu olabilmektir.

13.Dürüstlük vefalı olmaktır; emeğe saygıdır, dostlarına, değerlerine bağlılıktır.

14.Dürüstlük açık sözlülüktür, açık yürekliliktir, ilkeliliktir, tutarlılıktır.

15.Dürüstlük yarını düşünmektir.

16.Dürüstlük tek kişilik değildir. Kişisel çıkara dayanmaz. Tüm insanlığı bir aile olarak görebilmektir.

17.Dürüstlük dostlarının acısını paylaşabilmek, dindirebilmektir.

18.Dürüstlük her türlü kompleksli ve kaprisli davranışlardan uzak durmaktır.

19.Dürüstlük, emanetlere(sahip olduğun her şeye) sahip çıkmaktır.

20.Dürüstlük insan olmaktır.

21.Dürüstlük doğallıktır. Vücudun ahengidir, tüm organlarıdır uyumudur. Sen gülerken tüm organlarının; gözlerinin de gülmesidir. Sen ağlarken tüm organlarının; gözlerinin de buna katılmasıdır.

22.Dürüstlük sağlam karakter ve güçlü kişilik ister.

23.Dürüstlük, hakka ve hakikate ve de söze bağlılıktır.

24.Dürüstlük doğallık ve içtenliktir.

25.Dürüstlük, her türlü abartıdan uzak durmaktır.

26.Dürüstlük saygıyı ve özsaygıyı getirir.

27.Dürüstlük özdenetim ve özeleştiri getirir.

28.Dürüstlük özveridir. Yalnızca kendini düşünmek değildir.

29.Dürüstlük, sabır ister, özdirenç ister.

30.Dürüstlük, ileri görüşlülüğü gerektirir.

31.Dürüstlük, değerlerimizden ödün vermezliktir.

32.Dürüstlük, uyanık bilince sahip olmaktır.

33.Dürüstlük, şahitlik gerektiren durumlarda gereğini yapmaktır.

34.Dürüstlük, olması gerekendir, aradığındır.

35.Dürüstlük, hak yememektir.

36.Dürüstlük, tükettiğimiz kadarını, hatta daha fazlasını üretmek gerektiğinin bilincine sahip olmaktır.

37.Dürüstlük, miş gibi yaşamamaktır.

38.Dürüstlük kandırmamaktır, aldatmamaktır, aldanmamaktır.

39.Dürüstlük, adam gibi yaşamaktır, yaşatmaktır.

40.Dürüstlük rol yapmak, maske takmak, sahte, yapay ve yapmacık davranmak değildir.

41.Dürüstlük haksızlık yapmamak ve haksızlığa izin vermemektir.

42.Dürüstlük, her türlü sömürüye karşı durmaktır.

43.Dürüstlük, doğruluk adına öğrendiklerimizi çiğnememek, terk etmemektir.

44.Dürüstlük, acılara sessiz kalmak değildir.

45.Dürüstlük, gerçekleri göz ardı etmemektir.

46.Dürüstlük, sorunlardan kaçmak veya onları görmezlikten gelmek değildir.

47.Dürüstlük, sahip olduğumuz birtakım özelliklerden dolayı kibirlenmek veya kendimizden utanç duymak değildir.

48.Dürüstlük, ırk, renk, sınıf ve cinsiyet ayrımı yapmamaktır.

49.Dürüstlük, kısa vadede sana kaybettirecek, uzun vadede ise kazandıracak devrimci ve reformist gayretlerdir.

50.Dürüstlük; tüm bunların toplamıdır ya da kişisel çıkar gütmeden aradığın her türlü davranışın ve duygunun adıdır.

 

DÜRÜST OLMAK:

§ Doğrunun değil en doğrunun tarafı olmaktır.

§ Özü-sözü bir olmaktır.

§ Adaletli olmaktır.

§ Açık sözlü olmaktır.

§ Açık yürekli olmaktır.

§ Tutarlı olmaktır.

§ İlkeli olmaktır.

§ Gerçekçi olmaktır.

§ Empati kurmaktır.

§ Direkt olmaktır.

§ Samimi olmaktır.

§ Sorumlu olmaktır.

§ Değerbilir olmaktır.

§ Hak-bilir olmaktır.

§ Kararlı olmaktır.

§ Saygılı olmaktır.

§ Ölçülü olmaktır.

§ Özeleştiri yapabilmektir.

§ Abartılardan uzak durmaktır.

§ Otokontrol sahibi olmaktır.

 

YOKSA DÜRÜST OLMAK:

§ İğnelemek değildir.

§ Dokundurmak değildir.

§ Kem küm etmek değildir.

§ Lafı evelemek gevelemek değildir.

§ Dolaylı olmak değildir.

§ Kaçak güreşmek değildir.

§ Bahanelerin arkasına sığınmak değildir.

§ Kompleksli ve kaprisli hava estirmek değildir.

§ Mış gibi davranmak değildir.

§ Entrikalar çevirmek değildir.

§ Kişisel çıkarları öne çıkarmak değildir.

§ İlkel yöntemlerle iletişim kurmak değildir.

§ Kendi bütünlüğü içinde çelişkilerle iç içe olmak değildir.

§ Başkasından istediklerimizi kendimizden uzaklaştırmak değildir.

§ Bir taraftan baltalarken, tırpanlarken diğer taraftan orakla temizlik yapıyormuş görüntüsü vermek hiç değildir.

Ey iman edenler! Allah’a karşı sorumluluk bilincinden uzaklaşmayın ve özü-sözü bir (sâdıklar) kişilerle beraber olun.” Tevbe suresi/119

 

 

 

DÜRÜST İNSANLARIN ÖZELLİKLERİ

Düşüncede ve inançta, sözlerde, davranışlarda ve duygularda aşağıdaki ölçütlere(paradigma) sahiptirler:

1. Doğru(her yerde, her zaman, herkese karşı yararlı, güzel, iyi, geliştirici, ilerletici, mutluluk ve huzur verici düşünce sahibi, bu özellikteki kişilerin ve düşüncelerin yanında)

2. İlkeli(inandığı ilkelerden ödün vermez),

3. Özgüvenli(kendine güvenen, alkışlarla değil, yaptığı işle güç kazanan),

4. Güvenilir(özü sözü bir, her türlü sahtelikten uzak, yanında ve uzağında kendimizi güvende hissettiğimiz),

5. Kişilikli(kopya ve öykünme(taklit)lerle değil, kendi değerleriyle ayakta duran),

6. Samimi(içten ve candan)

7. Gerçekçi ve inandırıcı(ayakları yere basan, söylemleri uygulama olanağı bulan),

8. Komplekssiz(aşağılık karmaşası yaşamayan, kendisini küçük görmeyen)

9. Kaprissiz(üstünlük saplantısı olmayan, kendisini beğenmişlikten kurtulmuş),

10. Sahtelikten(maskeli, yapay, yapmacık, oynayıcı, rol yapıcı her türlü söz, davranış ve tutumdan) uzak,

11. Tutarlı(kişisel bütünlük sahibi/söyledikleriyle yaptıkları uyumlu),

12. Sağlam ve güçlü karakterli(düşünce ve inançları, söyledikleri ve yaptıkları bilinçlice, sağlam bir temele dayanan, söyledikleriyle yaptıklarının arkasında duran),

13. Açık sözlü(dobra: başkalarıyla ilgili konularda açık),

14. Açık yürekli(art niyetsiz/şeffaf ve içten: kendisiyle ilgili konularda açık)

15. Özdenetimli(yanlışlara ve kötülüklere karşı kendini frenleyebilen/otokontrol sahibi),

16. Doğal(abartısız),

17. Sözüne bağlı(sözüne ve kendini adadığı ilkelere bağlı),

18. Özeleştiri yapabilen(Kendi eksiklerini ve yanlışlarını görüp eleştirel yaklaşabilen)

19. Yalancılık karşıtı(açık ve örtülü her türlü yalana karşı),

20. Sorumluluk sahibi(sorumluluk alan ve sorumluluklarını yerine getiren),

21. Nitelikli(kaliteli: kendisini geliştirip ilerleten),

22. Saygılı ve özsaygılı(onurlu, ne ezen ne ezilen, ne sömüren ne de sömürülmeye izin veren, başkalarına saygılı ve kendisine saygısızlığa izin vermeyen/içbarış ve içhuzuru olan/Ne kendini ne de başkasını küçük gören/Herkesi insan olarak eşit gören),

23. İleri görüşlü(Öngörülü, her türlü olumlu ve olumsuzlukları sezip önlemini alan),

24. Özdirençli(baskılara ve zorluklara göğüs geren, sabırlı, kararlı ve azimli),

25. Adaletli(herkese hakkını veren; ama sadece dürüst insanlara hak veren/Haktanır),

26. Doğruları benimseyici ve sahiplenici(doğruları lafta değil, yürekten benimseyen),

27. Uyumlu(çatışma ve kavga yerine alternatif çözümler sunan, yozlaşmadan uzlaşabilen) ve doyumlu(elindeki olanaklarla idare etmesini bilen/Sürekli sızlanmacı ve şikâyetçi olma yerine, isteklerine kavuşmak için kendisini ve çevresini geliştirmeye kilitlenen),

28. Ödün vermez(temel ilkelerde taviz vermediği halde, ayrıntılarda esneklik gösterebilen),

29. Denetleyici(uyanık, farkına varıcı ve uyarıcı bir bilinç sahibi/Dalmayan, farkındalık sahibi) olmaktır.

Dürüst olmayan bir insan, bizimle aynı düşüncede ve aynı inançta olduğunu söylüyorsa, ya biz dürüst değiliz, ya da onunla aynı düşünce ve inançta değiliz.

KUR’AN ‘DA İNSAN TİPLEMESİ: İDEAL İNSAN VE KALİTELİ YAŞAM

Her türlü dinsel istismarcıdan soyutlanmış tanrısal temel kaynak kitaplar(Kur’an, Tevrat ve İncîl); kaliteyi, en ideali ve erdemli yaşamı ilke edinir:

 

a)En ideali söyle:

17İsra/53-Tambağlanımlılarıma de:” En ideal olanı söylesinler.”

 

b)En ideal şeye uy:

39Zümer/18-Onlar, söylenilenleri tamdinlerler, sonuçta en idealine uyarlar. İşte onlar, Allah ‘ın doğru yola eriştirdiği kişilerdir. İşte onlar, gerçeğin özünü sahiplenenlerdir.

 

c)En kaliteliden yararlan:

18Kehf/19-… Bu arada şu paranızla, birinizi şehre gönderin de gözlemlesin. Hangisi en kaliteli yiyecekse, ondan size azık getirsin…”

 

d)En ideal üslubu kullan:

29Ankebut/46-Onlardan erdemsel değerlere ihanet etmiş kişiler hariç, temel kaynak kitap işbilirleriyle en ideal üsluptan başka türlü tartışmaya girmemelisiniz…”

 

e)Tanrı sözü, en ideal sözdür:

39Zümer/23-Allah, en ideal sözü temel kaynak bir kitap olarak indirip sundu…

39Zümer/18-Onlar, söylenilenleri tamdinlerler, sonuçta en idealine uyarlar…

(Turgut Çiftçi)

http://www.hakveadalet.com/durustluk-bir-yasam-bicimi

http://www.hakveadalet.com/durustluk-nedir-ne-degildir

http://www.hakveadalet.com/kuranda-durustluk


 

DÜRÜSTLÜKLE İLGİLİ DAHA FAZLA BİLGİ İÇİN LÜTFEN AŞAĞIDAKİ BAŞLIKLARI İNCELEYİNİZ…

 

1) İletişim Çatışmaları ve İletişimi Geliştirmenin Yolları
2) Niyet ve Bahane Kandırmacaları
3) Sorumsuzluk, İhmal, Bencillik ve Soyutlanma_Ka’b bin Malik
4) Bahaneler ve Mazeretler
5) Eleştirmek ve Eleştirilmek
6) Eleştirinin Önemi
7) Münafık, İkiyüzlü, Kararsız, İlkesiz ve Duyarsız Kimdir?
8) Münafıkların Özellikleri
9) Ahlak Odaklı Din, Allahlı Dindir
10) Dürüstlük Dinin Özüdür
11) Adanmış ve Aday İnsan
12) Kur’an’da İlahi Adalet İlkeleri
13) Soru Sormanın Yöntemi ve Adabı
14) Yeni Sınıfın İdeolojisi: Kariyerizm ve Konformizm
15) Ahlak, Adalet, Emek ve Sermaye
16) Doğruluk Kaygısı_Montaigne
17) Kendimizi Kime Beğendirelim?

posted in AHLAK | Dinin Özü, Dürüstlüktür için yorumlar kapalı

4th Ekim 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK


–>

KENDİMİZİ KİME BEĞENDİRELİM

İnsanoğlunun en önemli özelliklerinden biri, kendini bir başkasına beğendirme hissidir. Birçoğumuz hayatımız boyunca kendimizi; ailemize, çevremize, öğretmenimize, patronumuza, üstümüze, arkadaşımıza, eşimize beğendirme yarışı içindeyiz. Bunların içinden hangisinin sizi daha çok beğenmesini istersiniz? Ya da hepsi sizi beğense hatta tanımadıklarınız dahi sizi beğense, yaptıklarınıza saygı duysa, biraz daha ütopik olacak ama bütün dünya sizi beğense, takdir etse, saygı duysa, Dünyanın en sevilen insanı olsanız ne olur. Belki bu dünyada kısacık hayatınızda mutlu bir şekilde yaşarsınız. Peki, herkes sizi beğenirken, Allah sizi beğenmezse ne olur haliniz, hiç düşündünüz mü? İnsan için en önemli olan, birincil olan, kendini yaratanına beğendirmek değil midir? Dünyada bizi hiç kimse beğenmese de, bir tek Allah beğense yetmez mi? Dünyanın, din gününün ve ahiretin sahibine kendini beğendiremedikten sonra diğerlerinin ne önemi var ki? Bunun için insan hayatı boyunca, ilk olarak kendini Allah`a beğendirmeye çalışmalı. Bunu kendine amaç edinen insanlar gerçek müslüman olurlar, hayatlarının ve yaratılışlarının nedenini kavrarlar. http://www.diniyazilar.com/dy/oku/431/kendimizi-kime-begendirelim.htm

 

KONUYLA İLGİLİ DAHA FAZLA BİLGİ İÇİN LÜTFEN AŞAĞIDAKİ BAŞLIKLARI İNCELEYİNİZ…

1) İlahi Kültürde Eleştiri Kültürü
2) İletişim Çatışmaları ve İletişimi Geliştirmenin Yolları
3) Niyet ve Bahane Kandırmacaları
4) Sorumsuzluk, İhmal, Bencillik ve Soyutlanma_Ka’b bin Malik
5) Bahaneler ve Mazeretler
6) Eleştirmek ve Eleştirilmek
7) Eleştirinin Önemi
8) Münafık, İkiyüzlü, Kararsız, İlkesiz ve Duyarsız Kimdir?
9) Münafıkların Özellikleri
10) Ahlak Odaklı Din, Allahlı Dindir
11) Dürüstlük Dinin Özüdür
12) Adanmış ve Aday İnsan
13) Kur’an’da İlahi Adalet İlkeleri
14) Soru Sormanın Yöntemi ve Adabı
15) Yeni Sınıfın İdeolojisi: Kariyerizm ve Konformizm
16) Ahlak, Adalet, Emek ve Sermaye

posted in AHLAK | 0 Comments

23rd Eylül 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

Ebuzer: Issız çölde yalnız mezar

Hz. Peygamber’in, getirdiği din için “Garip geldi garip gidecek”, Ebuzer için de “Yalnız yaşayacak, yalnız ölecek, yalnız dirilecek” öngörüsünde bulunduğu malumdur.

Acaba bu öngörüyle dünya tarihinde ezilenlerin bir türlü kırılamayan makus talihine mi işaret ediliyor? Ya da insanlığı ayakta tutan esas muharrik gücün bu arayış ve mücadele ve olduğu mu anlatılmaya çalışılıyor?

Her ne şekilde olursa olsun, çölün ortasında yapayalnız ancak görkemli mezarında bir başına yatan Ebuzer, bu haliyle, kanımca İslam’ın gelmiş geçmiş bütün imparatorluklarından çok daha büyük mesajlar veriyor.

Öyle ki Ebuzer’in yalnızlığı bu dinin garip gelmiş garip gidecek olmasıyla da paralel bir tarihe sahiptir. Ebuzer tek başına kalmış, Ammar vurulmuş, Ali yenilmiştir. Bu yalnızlık, vurulmuşluk ve yenilmişlik sanki ezilenlerin (müstazafların) de dili olmuştur. Kermatiler de yenilmiş, Spartaküs de kaybetmişti…

Bu nedenle İslam’ı yenilenlerin, vurulanların ve mağlupların tarihi ile değil; yenenlerin, vuranların ve galiplerin tarihi ile okuyanlar bu dinin özünden ve mesajından hiçbir şey anlamayamazlar.

Çünkü görünüşte yenenler aslında yenilenler, galipler aslında mağluplardır.

***

Biliyorum, Ebuzer’den bahis açmak, İslam içinde, gayet rahatsız edici, iğneleyici ve çuvaldız gibi içe batan bir bahistir. Sadece bu bile ne kadar doğru yerde durduğumuzu göstermeye yeter.

Ebuzer’in tabiri caizse “kapak” yaptığı ayet şuydu:

“Ey iman edenler! Hahamların ve rahiplerin birçoğu, insanların mallarını hem haksızlıkla yer, hem de Allah yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanları acı bir azabın beklediğini haber ver. O gün biriktirip yığdıkları ateşte kızartılacak ve alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak. ‘İşte bu bencilce biriktirip yığdıklarınız; haydi tadın bakalım’ denecek.” (Tövbe; 9/34).

Bu ayeti Ebuzer, diğerlerinden farklı olarak sadece “ahlaki öğüt” olarak değil; yaptırım gerektiren bir ayet olarak anlıyordu. Öyle ya içki ile ilgili de Kur’an’da üç ayet olmasına rağmen cezai yaptırım gelmemişti.

Burada soru şu: İçki niye sadece ahlaki öğüt olarak alınmadı da 80 sopa gibi ceza tayin edildi de, altın ve gümüş (mal, servet) biriktirmemek sadece ahlaki öğüt olarak alındı ve biriktirmenin/yığmanın alabildiğine önü açıldı? Üstelik ne zekat, ne sadaka, ne infak da buna mani olamadı? Karun gibi Müslüman zenginler türedi?

Ebuzer’in, Muhammed ümmetine, yalnız fakat görkemli mezarından hala çuvaldız gibi batan sorusu budur.

Ayeti çoğu ulema nedense hep ahlaki öğüt olarak anlamış ve Ebuzer’in tefsir ettiği gibi haram (yasak) kapsamında değerlendirmemiştir. Buradan günümüz için çıkan sonuç ise şudur: İslam, kapitalizme sadece ahlaki öğüt verebilir. Muhammed’in getirdiği dinden kapitalizmine alternatif çıkmaz, çıksa çıksa kapitalizmin biraz daha ahlaklısı çıkar. Bu da kapitalizmin insanlıkta açtığı yaraları sarmaya yetmez. Bu yara öyle derin bir yara ki zekatla, sadakayla sarılacak gibi değil…

Çağımız Müslüman aydınının kafa patlatması gereken en önemli sorununun bu olduğu kanaatindeyim. Ebuzer dilinin bu hususta ufuk açıcı olabileceğini düşünmekteyim.

Ancak bu yazıda amacım, İslam kapitalizm analizi yapmaktan ziyade, Ebuzer’den bahsetmek. Bu konuya başka yazılarda tekrar döneceğiz…

***

Eh artık “Ebuzer ayeti” diye de anabileceğimiz yukarıdaki “kapak” ayetin tefsiri kısaca şu olmak icap eder:

Yani: Hahamlar ve rahipler din (en büyük kamu) üzerinden mal yığarlar. Üstelik hem yığarlar hem de Allah yolunda (kamu yararına, insanlık yararına) harcamazlar. Kendilerine yontarlar. Din namına toplanan paraları (altın, gümüş, mal, servet) ulaştırılması gereken yere ulaştırmazlar. Arada tefeci bezirgan sınıf oluşur ve kendi aralarında üleşirler. Bunların o günkü adı haham ve rahipti (din adamı, din simsarı, din baronu). Bugün ise benzer şekilde daha cafcaflı isimlerle anılırlar.

Bunlar insanları din ile aldatanlardır. Dini yalanlayanlar, dinin direğini yıkanlardır. Çünkü dinin direği doğruluk ve dürüstlüktür. Bunlar kimsesizi (yetim) görmeyerek, yoksulları ve ezilenleri (mesâkin) umursamayarak, gelen yardımları (maun) yerine ulaştırmayarak dine en büyük ihaneti yapmaktadırlar.

Bunların piri de Ebucehil’dir. Çünkü Ebucehil, Kabe’nin örtüsünü yıkamakla, hacılara su vermekle, Kabe’ye gelip üstelik putlar aracılığı ile “salat” etmekle dindar olduğunu sanıyordu. Halbuki yetimi görmüyor, yoksulu ve ezileni umursamıyordu. Birkaç şekli ritüeli (nüsuk) yerine getirmekle dinin bütün gereğini yaptığını sanıyordu.

İşte bu din anlayışı Maun suresinde Ebucehil’in suratına çarpıldı. Bu nedenle Maun suresi Ebucehil’in şahsında dini böyle algılayanları mahkum etmek için nazil oldu. Şöyle denmek istendi: Eğer bir din yetimi korumuyor, kimsesize sahip çıkmıyor, ezilenlerin sesi ve soluğu olmuyorsa yalandır, afyondur!

Bunlar olmadan kılınan namaz, tutulan oruç, gidilen hac, kesilen kurban, ihya edilen kandil geceleri, ziyaret edilen türbeler vs. Ebucehil’in hacılara su verip de yetimi ve yoksulu görmemesi gibi yalandır, afyondur!

Yine bunlar olmadan “Camiler ardına kadar açık, ezanlar okunuyor, hacca gidiliyor, oruca karışan mı var, minarelerde mahyalar, buhur kokulu geceler, fatihalar, yasinler…” edebiyatı yapılıyorsa Ebucehil’in Kabe’nin örtüsünü yıkayıp, kapısını temizleyip de yetimi ve yoksulu görmemesi gibi yalandır, afyondur!

Çünkü burada gerçek din ve samimi dindarlık yoktur. Riyaizm (gösteriş dindarlığı) vardır.

Vay onların salâtına! Yani: Hacılara su vermesine, Kabe’yi yıkaması yumasına, namaz kılmasına, oruç tutmasına, dana kesmesine, deri toplamasına, kandil gecesine, buhur kokusuna, Fatihasına, Yasinine, camiler ardına kadar açık demesine vs. vay!

Hem onların yığdıkları servetler ahirette cehennem azabı olarak karşılarına çıkacak. Fakat bu dünyada da ilahi adalet yakalarına yapışacak! O kamudan (din ve devletten) yığıp da kendilerine yonttukları paralar burunlarından fitil fitil getirilecek! Alınlarına hiç çıkmayan kara bir leke çalınacak, adaletin pençesi altında mahkum olacaklar (alınları dağlanacak). İçlerine oturacak, hiç dinmeyen bir huzursuzluk yaşayacaklar (böğürleri dağlanacak). Onları arkalarından hayırla anan çıkmayacak (sırtları dağlanacak)…

Bu, onların kendi elleriyle yaptıklarının dünyadaki karşılığıdır. Ahirette ise cehennem azabından kurtulamayacaklar.

“Ebuzer ayetini” Maun suresi ile birlikte tefsir ettiğimizde ortaya çıkan bundan başka bir şey olabilir mi?

***

Belki ilk defe duyup da “Kim bu yalnız yaşayacak, yalnız ölecek ve yalnız dirilecek olan adam?” veya “Kim bu Ebuzer” diyenler olabilir…

Kısaca ondan da bahsedelim:

Hz. Peygamberin saf nübüvvet vicdanı her tür kabile, ganimet ve iktidar dürtülerini değersiz hale getirmişti. O’nun getirdiği “değerler” ilk dönemlerde bir takım gençler ve zayıflar arasında yankı bulmuştu. Bunların en önemlileri Ali, Ebuzer, Ammar, Mikdad gibi gençlerdi. Kökleşmiş Arap/Kureyş kültürü Hz. Peygamber’in başlattığı yenilikçi/devrimci çağrıya karşı direnmiş, ta Mekke’nin fethedilip affedilen “tulekası” oluncaya kadar bu tutumundan vazgeçmemişti. Hz. Peygamber’in sağlında eski konumlarını geri almak için hiç fırsat bulamamışlar, değerler devrimine teslim olmak zorunda kalmışlardı. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer döneminde mülkün (ülke ve devlet) eski sahipleri olmanın getirdiği avantajları kullanarak konumlarını “kısmen” geri aldılar. Bu hususta özellikle Hz. Ömer’i kendilerine “can sıkıcı” bir engel olarak gördüler. Hz. Osman döneminde “mülk” ün tekrar başına geçtiler. Muaviye döneminden itibarense artık “mülk” tekrar onlarındı…

Esmer, iri cüsseli, uzun boylu ve gür saçlı bir kimse olan Ebuzer Müslüman olduktan sonra adeta İslam’ın yürek temizliğinin sembolü haline geldi. O daima “değerlerin adamı” oldu. Devlet mantığını bir türlü kabullenemedi, sürekli devrim mantığıyla hareket etti.

Künyesiyle meşhur olduğundan adı adete unutuldu. Bu sebeple adının Berir, Bureyr, Yezid, Yureyr, babasının adının da Abdullah veya Seken olduğu söylenir. Ebuzer, haram aylarda bile baskın yapmaktan, yağmacılıktan ve yol kesmekten çekinmeyen Gifar kabilesine mensuptu. Müslüman olmazdan önce de Ebuzer’in, kabilesinin “en gözde” yol kesicisi ve yağmacısı olduğu nakledilir. Ancak Gifar halkı gibi putlara tapmayan, onlardan nefret eden birisiydi. Kendi naklettiğine göre Ebuzer İslam’a girmeden üç yıl önce Allah’a ibadet etmeye başladı. Haniflerle yakın ilişkiler kurdu. Mekke’de Hz. Peygamber’in çağrısını duyunca yanına gitti. Kureyş’in estirdiği baskı ve korku havası içinde, o dönemde henüz çocuk yaşta olan Hz. Ali’nin yol göstermesiyle Hz. Peygamber’i buldu ve gecikmeden Müslüman oldu. Rivayetlere göre Hz. Peygamber Gifar kabilesinden Ebuzer gibi birisinin çıkmasına hayret etmiş ve Allah’ın dilediğine hidayet vereceğini söylemiştir.

Ebuzer Müslüman olur olmaz Kabe’nin yanına giderek putlara meydan okudu, Müslüman olduğunu haykırarak ilan etti. Üzerine çullanan müşrikler Ebuzer’i ölesiye dövdüler. Araya Abbas bin Abdulmuttalib’in girmesiyle ölümden döndü. Ertesi gün aynı şeyi tekrar etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, kabilesinin yanına gitmesini ve çağrılmadıkça gelmemesini söyledi. O da bunu aynen uyguladı. Yaptığı çalışmalarla Gifar’ın yarıya yakınının Müslüman olmasına vesile oldu. Bu dönemde bir milis güç oluşturarak Kureyş kervanlarına baskınlar düzenledi. Ele geçirdiği ganimetleri kelime-i şehadet getirenlere geri verdi, gerisini kabilesinin Müslüman olanları arasında dağıttı.

Ebuzer Uhud veya Hendek savaşından sonra Medine’ye hicret etti. Ashab-ı Suffe diye bilinen zayıf Müslümanlarla birlikte Mescid-i Nebi’de yatıp kalktı. Suffe ashabının akşam yemeklerinde sahabilerin evlerine dağıtılmaları esnasında O hep Hz. Peygamber’in evine misafir oldu.

Hz. Peygamber’in ölümünden sonra Ebuzer, hep Hz. Ali etrafında oluşan muhalefet bloğunda yer aldı. Hz. Ebubekir’e Hz. Ali’nin daha layık olduğu düşüncesinde olmakla beraber biat etti. Hz. Ömer’e de Ali yanlısı görüşleri değişmemekle birlikte biat etti. Hz. Ömer’in kurduğu ata sisteminde Bedir’e katılmamakla beraber, Bedri kabul edilerek maaş tahsis edildi. Muaviye ile birlikte Suriye, Hz. Ömer ile birlikte Kudüs (18/639), Amr b. As ile birlikte Mısır fetihlerine (20/641) katıldı.

Hz. Osman’a ilk biat edenler arasında yer almakla beraber onun yaşlılığı ve yumuşaklığı sebebiyle başarılı olamayacağı konusunda endişe duydu. Bu dönemde de fetih hareketlerinin içinde aktif olarak yer alan Ebuzer Muaviye’nin Suriye’deki yükselişiyle birlikte sesini yükseltmeye başladı. Genel olarak mülkün asıl sahibi olma iddiasıyla Hz. Osman devrinin ikinci yarısından itibaren başlayan Arap/Kureyş asabiyetine dayalı muhafazakar/devletçi politikayı eleştirmeye başladı. Devlet olmanın ve fetih hareketlerinin getirdiği zenginleşme karşısında Ebuzer “değerler” savunması yapmaya başladı.

Önce Suriye valisi Muaviye ile tersleştı. Muvayie’nin yanına giderek “Eğer bu yaptırdığın Beyaz Saray Allah’ın malındansa hainliktir, kendi malınsa savurganlıktır” dedi. Muaviye’ye Tevbe 34. ayetten kalkarak sarsıcı eleştiriler yöneltti; “Ey iman edenler! Haham ve papazların pek çoğu, insanların mallarını haksız yere yerler, Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayanlara acıklı bir azabı müjdele” ayetini okuyarak Muaviye’ye “Müslümanların haham ve papazı gibisin” demeye getirdi. Muaviye bu ayetin Ehl-i Kitap hakkında indiğini, kendisini bağlamayacağını söyleyince Ebuzer, ayetin her iki kesimi de muhatap aldığını söyledi.

Ebuzer’in eleştirileri halk arasında geniş yankı buldu. Bu dönemde merkeze karşı çevrede yaygın bir muhalefet hareketi oluşmaya başlamıştı. Muhalefetin temel argümanı “Arap/Kureyş/Emevi asabiyetinin giderek devleti ele geçirmesine” duyulan tepkiye dayanıyordu. Çevredeki yeni Müslüman olmuş mevaliler kendilerine ayrıcılıklı muamelede bulunulduğunu iddia ederek, mevali hakları, adalet, eşitlik sloganlarını bayraklaştırmaya başladılar. Kureyş’in tarihi rakipleri de bu gidişten iyiden iyiye rahatsız oldular.

Muaviye, Ebuzer’in eleştirilerinden iyiden iyiye rahatsız olmuştu ve Hz. Osman’a haber göndererek sesinin kesilmesini istedi. Hz. Osman, Ebuzer’i Medine’ye çağırdı. Halife’nin huzuruna çıkan Ebuzer, onu da kıyasıya eleştirmekten hiç çekinmedi: “Yakınlarını tayin ediyorsun, adam kayırıyorsun, Tuleka’ya yakınlık gösteriyorsun…”

Ebuzer’in eleştirileri görmezden gelindi ve Hz. Osman tarafından Rebeze denilen yere sürgün edildi. O’da buna uydu. İki yıl kadar süren bu “yalnız, sürgün ve marjinal” döneminde Ebuzer, sık sık Medine’ye gelerek Hz. Osmanla görüştü. Kendisine gelerek yönetime karşı ayaklanma başlatacaklarını, bu hareketin liderliğini üstlenmesini teklif eden muhaliflere pek yüz vermedi ve eleştirel/pasifist tutumunu sürdürdü.

Ebuzer 32/653 yılında Rebeze’de iken vefat ettı. Yanında hanımı, kızı ve bir hizmetçisi vardı. Öldüğünde üzerine sarılacak bir kefen dahi bulunamadı. Hanımı yola çıkarak oradan geçmekte olan bir kafileye şöyle seslendi: “Ey Allah’ın kulları, şurada bir adam öldü. Cenazesini kaldıracak kimse ve üzerine sarılacak kefeni yoktur. O, Allah’ın Resulü’nün sahabesi Ebuzer’dir. Allah aşkına yardım edin!”.

Kafile ile oradan geçmekte olan Abdullah bin Mes’ud idi. Kafiledeki bir gencin bezleriyle kefenlendi. Abdullah bin Mes’ud gözyaşları içinde Ebuzer’in cenaze namazını kıldırdı.

“Yalnız yaşayıp yalnız ölecek ve tek başına diriltilecek” diye hakkında ruvayet bulunan Ebuzer, çölün ortasındaki bu ıssız araziye tek başına gömüldü.

Issız çöldeki yalnız mezarında görkemli yatışı aslında ne kadar çok şey anlatıyor… (İhsan Eliaçık) http://www.haber10.com/makale/12829

posted in AHLAK | Ebuzer: Dürüst, Din istismarcıları karşıtı, Emekçi, Devrimci için yorumlar kapalı

30th Ağustos 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

Dostlarımızla zaman zaman ciddi, çözümü zor ve ilkesel sorunlar yaşamaktayız. Çocuklarda görünen basit sorunlar da, gelecekte hem bizi hem de onları olumsuz yönde etkilemektedir. Umarım bu çalışma Nisa 34’ün doğru anlaşılmasına ve bazı sorunların çözümüne katkı sağlar.

http://img159.imageshack.us/img159/4530/sorundikey750qs4.jpg

http://www.hanifdostlar.net/forum_posts.asp?TID=3342&KW=SORUNLU+%DDL%DD%DEK%DDLER+VE+%C7OCUK+E%D0%DDT%DDM%DD+

 

 

posted in AHLAK | 0 Comments

30th Ağustos 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

NİYET VE BAHANE(TUTARSIZ GEREKÇELER-MAZERETLER) ALDATMACASI VE ISLAH

9Tevbe suresi, 115-“Allah, bir halkı hidayete erdirdikten sonra, nelerden sakınacaklarını(takvalı davranacakları) kendilerine iyice açıklamadıkça sapkınlığa düşürmez. Gerçek şu ki, Allah her şeyi bilir.”

57Hadid/14-“O gün (münafıklar) onlara: Biz sizinle beraber değil miydik? diye seslenirler. (Müminler) derler ki: Evet, ama siz kendinizi fitnelediniz (başınızı belaya soktunuz: ilahi buyrukları çiğnediniz; kural ihlali yaptınız); gözleyip beklediniz (her konuda beklemede kaldınız, ileri adım atmadınız); şüpheye düştünüz (sözlerin ve yapılanların doğruluğundan veya yanlışlığından emin olamadınız) ve kuruntular (bahaneleriniz, sizin anlaşılamadığınız, size haksızlık yapıldığı gibi duygular) sizi aldattı (oyaladı/ zaman kaybettirdi/ doğru olduğunuz vehmine kaptırdı). O aldatıcı, Allah (bazı konularda doğru işler yaptınız veya bazı konularda yanlış işler yapmadınız diye) ile sizi aldattı (oyaladı). Nihayet Allah’ın emri gelip çattı!”

4Nisa/119-“Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları boş kuruntulara (hayallerin, niyetlerin, bahanelerin, kurtuluş yeterli olmayan gerekçelerin arkasına sığınmaya) sürükleyeceğim…”

Niyetler üzerinden hesaplaşmak ne kadar gerçekçi?

Kronik yanlış yapan ve doğru yapan kişinin niyetini açığa vurması olumlu karşılanabilir bir durum değildir. Yanlış yapan kişi niyetini dile getirmekle yaptığı işin üstünü örtmeyi, böylelikle muhatabını aklı sıra kandırmayı düşünmektedir. Doğru yapan kişi de niyetini dile getirmekle işi şova dönüştürmekte, kendini ön plana çıkarmaya çalışmaktadır. Allah ve kişi dışında kimsenin kesin olarak bilemeyeceği niyetin ne olduğunun, ne düşünüldüğünün, nelere inanıldığının anlatılmasına gerek var mı? Bazen de kendi düşüncelerinin yanı sıra bizim ne düşünmüş olabileceğimiz söylenmektedir. Kendi içinden neler geçtiğinin yanı sıra, bizim içimizden de şunların ve bunların geçtiğine inandığının kehanetinde bulunmaktadır. Kısaca o, insanın bildiği gözlem alanıyla değil görünmeyen gayp alanıyla ilgilenmektedir. Niyetler üzerinden hesaplaşmadır bu. Her kötülük yapanın kendisine sığınabileceği masum bir bahanesi, niyeti vardır. Bir Türk filminde İlyas Salman, nişanlısıyla hem de kendisine nöbet tutturarak aldatan Şener Şen’in üzerine hiddetle gidince, Şener Şen: “Evet, yaptım! Ama bir sor bakalım neden yaptım. Neden yaptığını sorunca, o ve nişanlısı, İlyas Salman’ı neredeyse ikna edecek güya masum bir gerekçe öne sürmüşlerdi.

Niyetler delil olarak kullanılır mı?

Niyeti dile getirmek kişiye güvenilmediğinin de bir göstergesidir. Bununla kendisine güvenilmesini istemektedir. Bu durumda niyet bir çeşit yemindir. 5/89 Çünkü buna karar verilmiş, kalp bunu kazanmıştır. Aksi takdirde içten geçirilen herhangi bir istektir, bunun gibi onlarca istek daha olabilir. Hangisinin daha güçlü istek olduğunun ölçümünü yapamadığımız gibi bununla kişi hakkında bir sonuca da varamayız.

Biz insanların niyetlerini kesin olarak hiçbir zaman bilemeyiz. Niyetlerini kendileri ve Allah bilir. Bizim hiçbir zaman bilemeyeceğimiz bir alanla karar vermemiz doğru olmaz. Diğer taraftan insanların niyetlerini yanlışlarına gerekçe olarak getirmeleri onlara güvenmemizi gerektirmez. Çünkü bu geçen süreç içinde konuyla ilgili kişi onlarca niyet ve karar sahibi olabilir. Diğer taraftan niyet, daha önceden açığa vurulmadı veya kayda geçirilmedi ise, zor durumda onu açığa vurulan niyetin gerçek niyet ve karar olduğundan emin olamayız. Niyetler bir çeşit kararlılık girişimleridir.

Yaptığı yanlışı göremeyen o yanlıştan nasıl kurtulur?

Yanlış yapma durumunda olması gereken mazeret getirmek değil yapılan yanlışı görmektir. Bu yanlışın, kendisine neleri kaybettirdiği veya kaybettirebileceği görülmelidir. Yanlış yaptığına inanan bundan rahatsızlık duyar. Bu konumdaki insan eğer doğru işler yapmış olsaydı neleri kazanabileceğini de düşünebilir. Hatta bu konuda kendisini değiştirmenin yanı sıra çevresindeki insanları bu tip sorunlar karşısında bilinçlendirmeye çalışmalı ve onlara karşı duyarlı ve sorumlu davranmalıdır.

Gerçekdışı gerekçeleri ve bahaneleri savunmak yerine onları yargılamak

Kişiyi içinde bulunduğu duruma sokan nedenlerin neler olduğunu tespit etmesi aynı yanlışı tekrarlamaması için önemlidir. Ancak bu tespit, getirdiği gerekçeleri savunmak için değil onları veya kendisini yargılamak için olmalıdır. Bu nedenleri bahane olarak kendisi tercih ettiğine göre bu anlamsız, tutarsız, saçma sapan gerekçelerin de savunulacak bir yönü olamaz. Mazeret getiren biri ise bunların hiçbirini yapmaz. Ondan daha sonra benzer veya daha büyük yanlışlar yapması beklenir. Sonuçta bu insan kuruntularla kendi oluşturduğu basit akvaryumunda yaşam sürer. Tüm dünyayı oradan ibaret sanır. Dış dünyayı gözlemediği gibi ona kulak da vermez. Bu yüzden kişi ortaya çıkacak yanlışlarla “dostunu kaybetme korkusu yaşamak yerine, onu nasıl kazanabilirim” ilkesini esas almalıdır. İstekler ve beklentiler açık olduğuna göre yaşanmış bir olayla ilgili savunma mekanizmaları geliştirmek yerine eksiklerini tamamlamanın, istek ve beklentileri karşılamanın yollarını aramalıdır.

Niyetin geçerli olabileceği alanlar sınırlıdır

Kazara yapılan bir hatada insanın niyetinin bir anlamı olabilir; ama bu durumda bile onu bütünüyle temize çıkaracak bir bağlayıcılığı olmaz. Yine mutlak yanlış veya doğru olarak nitelenemeyen eylemlerde de niyet bir anlam ifade edebilir. Bu durumda iyi insanlar hakkında olumlu bir zan beslenir. Hata yapan iyi insan hakkında da iyi duygular beslenir. Ancak onun hatası üzerinde durmak yerine niyet ve mazeret öne sürmesi, kendisi hakkında iyi duygular beslenilmesine gölge düşürür.

Niyetleri kimler delil olarak kullanır?

Kur’an’da; niyetleriyle yaptıkları yanlışlarının üstünü örtenlerin, temize çıkmaya çalışanların, yanlışlarını sürdürmek isteyen ikiyüzlülerin davranışıyla benzeştikleri dile getirilir. 2Bakara/204 4Nisa/62 9Tevbe/107 63Münafıkun/2

Peygamberler ve örnek insanlar, hatalı durumlarda nasıl bir tavır sergilemişlerdir?

Âdem ve eşi yanlış yapınca, Allah neden yaptıklarını sordu. Onlar ne niyet ne de bahaneler öne sürmediler. 7A’raf/19-23 2Bakara/37-38

Adem ile eşi: 7A’raf/23-“Dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”

Sebe kraliçesi: 27Neml/44-“De di ki: Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmişim. Süleymanla beraber âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.”

Musa: 28Kasas/16-“Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim (başıma iş açtım). Beni bağışla dedi, Allah da onu bağışladı. Çünkü, çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olan ancak O’dur.”

Yunus: 21Yunus/87-“Zünnûn’u da (Yunus’u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: “Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!” diye niyaz etti.”

Bahçe sahibi: 37Saffat/56-57-“Yemin ederim ki, sen az daha beni de helâk edecektin. Rabbimin nimeti olmasaydı, şimdi ben de (cehenneme) getirilenlerden olurdum» dedi.”

Musa: 7A’raf/143-“Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr’a) gelip de Rabbi onunla konuşunca “Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!” dedi. (Rabbi): “Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!” buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.”

Niyet ve bahane ifadeleri

Şu niyetle, bu amaçla, bu gayeyle, şunu isteyerek, bu arzuyla, şunu düşünerek, buna inanarak, şunu tasarlayarak, şunun mantığıyla, bu sebeple, şu nedenle, şunun için, ötürü, bahanesiyle, mazeretiyle, gerekçesiyle, dürtüsüyle

Kronik olarak benzer yanlışları yapan kişiye: Ne ve niçin yaptın? İnan ki/gerçekten ben şu veya bu niyetle/amaçla/gayeyle/sebeple yapmadım. İnan ki ben şunu ve bunu yapmadım.

Aslında benim niyetim/gayem/amacım/isteğim şuydu. Bunu şu niyetle yaptım. Ben bunu, şunu ve şunu düşünerek /tasarlayarak/şuna ve şuna inanarak/şu sebeple/ gerekçeyle yaptım. Ben bunu şunun için yaptım.

Telefondaki kişi, “Aslında ben de seni aramayı düşünüyordum, ben de seni arayacaktım.” Oysa bu sözü çoğu insan inandırıcı bulmaz.

Ben aslında şunu yapacaktım, bunu edecektim, şunu yiyecektim/içecektim. Aslında ben onu yapmayacaktım, bunu etmeyecektim, şunu tasarlamıştım.

Konuyla ilgili bazı ayetler:

* Bahane getirenler ikiyüzlülerle aynı kategoride değerlendirilmiştir. 7/164 9/66,90,94,94 30/57 40/52 66/7 75/15 77/36

* Bahane(mazeret) getirmek insanı kurtarmamaktadır-66/7 9/94

* O gün mazeret yarar sağlamaz-30/57 40/52 66/7 75/5-15

* Dalıp alay edenlerin özür dilemesi işe yaramayabilir-9/65-66

* İzin isteyen bedevilerden mazeret getirenler yalan söyleyerek oturup kaldılar-9/90

* Peygambere eziyet edenler var. Oysa o inananlara inanır. Bizi memnun etmek için yemin ederler. Oysa Allah ve Elçisi memnun edilmeye daha layıktır-9/61-62

* Döndüğünüzde size mazeret getirirler. De ki: “Mazeret getirmeyin, size inanmayacağız. Alah sizin haberlerinizi bize verdi. Allah ve Elçisi davranışınızı görecektir. Onlardan vazgeçesiniz diye döndüğünüzde yemin ederler. Onlar iğrençtir. Sen memnun(razı) olsan bile Allah onlardan memnun(razı) olmaz-9/94-97

* Bahanelere sığınarak tartışmak/ kanıtı varmış gibi tartışmak(muhacce) asla doğru değildir -2/76,139,258 3/20,61,65-66,66,73 6/80,80 42/16

* Biz insanları ancak, Allah’ın bize gösterdiği onların eylem ve söylemleri, tutum ve davranışları, yüz ifadeleriyle tanırız. 4/105

* Kur’an’da niyet beyanları: 2/204 4/62 9/107 63/2

KONUYLA İLGİLİ DAHA FAZLA BİLGİ İÇİN LÜTFEN AŞAĞIDAKİ BAŞLIKLARI İNCELEYİNİZ…

1) İletişim Çatışmaları ve İletişimi Geliştirmenin Yolları
2) Niyet ve Bahane Kandırmacaları
3) Sorumsuzluk, İhmal, Bencillik ve Soyutlanma_Ka’b bin Malik
4) Bahaneler ve Mazeretler
5) Eleştirmek ve Eleştirilmek
6) Eleştirinin Önemi
7) Münafık, İkiyüzlü, Kararsız, İlkesiz ve Duyarsız Kimdir?
8) Münafıkların Özellikleri
9) Ahlak Odaklı Din, Allahlı Dindir
10) Dürüstlük Dinin Özüdür
11) Adanmış ve Aday İnsan
12) Kur’an’da İlahi Adalet İlkeleri
13) Soru Sormanın Yöntemi ve Adabı
14) Yeni Sınıfın İdeolojisi: Kariyerizm ve Konformizm
15) Ahlak, Adalet, Emek ve Sermaye
16) Doğruluk Kaygısı_Montaigne
17) Kendimizi Kime Beğendirelim?

posted in AHLAK | 0 Comments

30th Ağustos 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

Adanmış (misyon sahibi) İnsan

*  Adanmış insan, değerlerle iç içe olan insandır.

*  Dalıp gitse bile kendine gelir gelmez değerlerine uygun davranan insandır.

*  Onun değerlerinin önünde yapay, anlık veya geçici zevkler yoktur. Soy bağı, mevki ve makam, karşıt cins, mal mülk, şeref ve itibar asla değerlerin işlerliğini yavaşlatacak bir önceliğe sahip değildir.

*  O, duyduğu her sözü, gördüğü her nesneyi, tanık olduğu her olayı değerleriyle ilişkilendirebilen ve buna uygun sonuçlar çıkarabilendir.

*  Bilgi ve değerler onun için ekmek, su ve oksijen gibidir.

* Onun için her şeyi değerdir; İnsan değerdir, hayvan değerdir, bitki değerdir, yaşadığı her olay bir değerdir. Böylesine değerlerle iç içe olduğunun bilincinde olan insan kendi başına bir değerdir.

* Adanmış insan bir değerdir. O bulunduğu her ortama değer katar. Bu katma değer hep onunladır. Onun bulunduğu her yer değerlidir. Onun yaşadığı her zaman değerlidir. Değer arayanlar onun yanında, o da değerlerin yanındadır. O değersiz yaşayamaz. O kendi başına bir değerdir; onurdur, kıvançtır. O çeşmedir, herkes ondan su almak ister. O ışıktır, herkes onunla aydınlanmak ister, herkes onunla ısınmak ister. O havadır, herkes onu solumak ister. O topraktır, herkes onda ürün olmak ister. O berekettir, herkes onunla verim kazanır. O kurtuluştur, yıkıntılar onunla ayağa kalkar. O sevgidir, umuttur, gelecektir.

 

 

Adanmışlığa Aday İnsan

* Eğer muhatabı konuşuyorsa onu dikkatlice dinlemeli, onu anlamaya gayret göstermelidir.

* Lafı uzatmadan muhatabını anladığını ortaya koyan geri dönüt vermelidir.

* Muhatap ve muhataplarının eksikleri, ihtiyaçları, istekleri ve beklentileri neyse bu sıralamayı göz önünde bulundurmalı, onlara soru sormak yerine hayatından ve güncelden örnekler vermeli, bunu karikatürize edebilmeli, espri yeteneğini kullanmalıdır.

* Sohbete konu ettiği sorunun neden öncelikli olduğunu zaman zaman fırsat buldukça sözleri arasına sıkıştırmalıdır.

* Muhatabının da konuşmasının beklentisi içine girmemelidir.

* Konuşmasının ekseni, muhatap odaklı olmasa da var olan eksiklik, ihtiyaç üzerine olmalıdır. Ne demek istediği açık olmalıdır.

* Dostlarına nasihat etmeli, doğrulardan söz etmeli, ancak henüz sıkı ilişki içine girmediği insanlara karşı nasihat havasına girmemelidir. Onlara gerçeklerden, deneyimlerden, yaşanmışlıklardan kesitler sunmalı, zamanla gerçeklerden doğrulara yönelmelidir. Muhatabına öğüt verme moduna girmektense beraber, ortaklaşa neler yapılabileceğinin üzerinde durulmalı. İkinci görüşmede yeni projeler üretmeli, ancak bunları dile getirmeden önce onun proje tekliflerine kulak vermelidir.

* Kendine bir not defteri edinmeli, nerede hangi konular üzerinde duracağına dair elinde genişçe konu, örnekler ve anekdotlar bulundurmalıdır.

* Kendine güvenmeli, endişeli ve kaygılı bir izlenim vermemelidir.

* Muhatabına güven vermelidir; söz, davranış ve ses tonunda kaygı, endişe değil özgüven hâkim olmalıdır. Kısa süreli ve beklentili konuşmaların muhatapta kaygı yaratacağını unutmamalıdır. Bu yüzden konu üzerinde gerekirse uzunca konuşma yapabilmeli, konuşmasına daima örnek ve anekdotlarla desteklemelidir.

* Olabildiğince politik değerlendirmelerden, grup bağnazlığından ve takım tarafgirliğinden uzak durmalıdır.

* Muhatabının iyi niyetini istismar etmemeli, onu herhangi bir konuda kullanma gibi bir yola asla gitmemelidir.

* Muhatabı konuşuyor, mümkün olduğu kadar sözünü kesmemeli sabırla dinlemelidir; unutulmamalıdır ki etkili son söz size kulak vermeyecek onlarca sözden daha önemlidir.

* Her konuşmasının akabinde kendini yenilemeli, bilgilerini güncellemelidir; eksiklikleri neler ise onu telafi etmeli, daha güçlü bir donanımla muhataplarının karşısına çıkmalıdır.

 

KONUYLA İLGİLİ DAHA FAZLA BİLGİ İÇİN LÜTFEN AŞAĞIDAKİ BAŞLIKLARI İNCELEYİNİZ…

1) İlahi Kültürde Eleştiri Kültürü
2) İletişim Çatışmaları ve İletişimi Geliştirmenin Yolları
3) Niyet ve Bahane Kandırmacaları
4) Sorumsuzluk, İhmal, Bencillik ve Soyutlanma_Ka’b bin Malik
5) Bahaneler ve Mazeretler
6) Eleştirmek ve Eleştirilmek
7) Eleştirinin Önemi
8) Münafık, İkiyüzlü, Kararsız, İlkesiz ve Duyarsız Kimdir?
9) Münafıkların Özellikleri
10) Ahlak Odaklı Din, Allahlı Dindir
11) Dürüstlük Dinin Özüdür
12) Kur’an’da İlahi Adalet İlkeleri
13) Soru Sormanın Yöntemi ve Adabı
14) Yeni Sınıfın İdeolojisi: Kariyerizm ve Konformizm
15) Ahlak, Adalet, Emek ve Sermaye
16) Kendimizi Kime Beğendirelim?

posted in AHLAK | 0 Comments

30th Ağustos 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

Aşağıdaki yazıda, kusursuz insan arayışının değil, insanca ilişkilerin sürdürülebilir olması için, olmazsa olmaz koşulların ve ilkelerin üzerinde durulmuştur. Unutmayınız ki dürüst insanlar, doğru iletişim dili kullanırlar.

  

İLETİŞİMDE ÇATIŞMA NEDENLERİ

1. İğnelemeyeceksin: Başarısızlığının, mutsuzluğunun ve içine düştüğün çıkmazların sorumlusu olarak başkasını görmeyeceksin; bu konuda başkalarını suçlamayacaksın.

2. İnanmadığını konuşmayacaksın; kandırmayacaksın: Başkasına kendini olumlu göstermek veya bazı çıkarlar edinmek için yaşamında yer almayan, emin olmadığın ve sence mutlak gerekli olmayan şeyleri kesin doğruymuş gibi lanse etmeyeceksin. Abartılı bir tutum ve davranış içinde olmayacaksın.

3. Yapmadığın veya yapılamayacak şeyi söylemeyeceksin (slogancılıkla gerçekçilikten uzaklaşmayacaksın):

4. Ortada sorun olduğu halde hak etmediğin bir beklenti içine girmeyeceksin.

5. Kuşku yaymayacaksın: Eğer insanların sahip olduğu inançları hakkında bir kuşkun veya bir iddian varsa, bunu sağlam kanıtlarla ortaya koyacaksın. Bu yöntemle toplumun temellerinin altını oymayacaksın.

6. Ciddi olarak yapılan işleri hafife almayacaksın: Başka insanların ciddi problemleri savsaklamaları veya görmezden gelmeleri gibi bir davranış içinde olmayacak ve sorunu ciddiye alanlara bunu empoze etmeye çalışmayacaksın.

7. Yanlış bir şeyin doğruluğunda veya doğru bir şeyin yanlışlığında ısrar etmeyeceksin.

8. Görevini yapmadığın zaman bahane getirmeyeceksin.

9. Ortada sorun varken sorunları geçerek yeni konu üzerinde dostluk kurmaya çalışmayacak ve ortada hiçbir şey yokmuş gibi davranmayacaksın.

10. Kendini olumlamak veya temize çıkarmak amacıyla karşındakini gereksiz ayrıntılara boğarak, ona çıkar sağlayarak, sıcak mesajlar vererek veya rüşvet vererek ya da vaktini çarçur ederek saygısız bir yol izleyerek sahte yöntemlere başvurmayacaksın.

 

 

İLETİŞİMİ GELİŞTİRME YOLLARI

1- Açık olacaksın; söylemek istediğini, rahatsızlığını doğrudan net bir şekilde söyleyeceksin.

2- İçinden geldiği gibi, içinden geldiği kadar konuşacaksın.

3- Girişken olacaksın; söylemek istediğin doğru bir şeyi küçük düşerim korkusuyla söylemekten çekinmeyeceksin.

4- Karşındaki insanı fiziksel görünümüyle, mevki ve makamıyla, çevrenin ona bakışıyla değil dürüstlüğüyle, söylediklerinin içeriğiyle değerlendireceksin.

5- Karşındakini yargılamayacaksın. ‘Bunu (bana) nasıl yaparsın’ gibi kendine veya muhatabına insanüstü bir güç sahibiymiş gibi davranmayacaksın. Yanlışını görmesini sağlayacak, çözümler bulmasında yardım edeceksin.

6- İletişimde kendinle karşı tarafı eşit düzlemde göreceksin.

7- Vaktini ve fırsatları doğru ve verimli değerlendireceksin.

8- İletişimde idare edici değil, geliştirici ve ilerletici olacaksın.  Dostluk, gelişip geliştirmekten geçer.

9- İletişimde hem iyi bir alıcı hem de iyi bir verici olacaksın.

10 Empati kurmadığın birinden sempati, saygı göstermediğin birinden sevgi beklemeyeceksin.

11- Pedagojik olarak; farkına vardırma eğitimde en öncelikli iletişim biçimidir. Sergilenen davranışın kişiyi nereye taşıyacağı; geliştireceği mi, yoksa gerileteceği mi konusu işlenmelidir. Sonra iltifat ve eleştiri gelir. Gerçekten farkına vardırılan, uyandırılan kişinin, daha sonra olumlu davranışları iltifat, olumsuz davranışları yapıcı eleştiriyle karşılanır. İltifat bekliyorsan, eleştirileri dikkate alacaksın. Eleştiriye tahammül edemeyenler, hiçbir zaman iltifatı hak edemezler. Eleştiriler sonucu kendilerini geliştirenler, iltifatı hak eder ve yaşarlar. Sizi geliştirmeyi amaçlayan, size sahip çıkan her türlü eleştiri, yapıcı eleştirilerdir. Sizi geriletici, sizi dışlayıcı her türlü iltifat, birer uyuşturucudur. Hak edilmeyen her iltifat, birer uyuşturucu görevi görür. İltifat ve eleştiriyi, ödüllendirme ve bedel ödeme izler. Gerçekten de kendisini bu düzeyde geliştirmiş insan, ne elde ettiği ödülle, ne de ödediği bedelle sarhoş olur.

 

 

 

İLETİŞİM ÇATIŞMASINA YOL AÇMAYAN ÖRNEKLER

1. Bir insan, üç günde cevap verilebilecek bir mesaja bir haftada, on beş günde veya bir ayda yanıt verebilir. Bir insan, bir ay, bir yıl, hatta birkaç yıl sonra görüşme olanağı bulabilir. Taraflar gecikme nedenini tartışabilir, durumu anlayabilir, durumu beğenmeyebilirler; ama bu durum, karşı tarafı iğnelemedikçe, suçlamadıkça çatışma nedeni olamaz.

2. Bir insan, bireysel görevlerini aksatabilir veya ihmal edebilir ya da tamamen terk edebilir. Dostlar bu durumu tartışabilir, durumu anlayabilir, durumu beğenmeyebilirler; ama bu durum, hiçbir şey yokmuş gibi davranılmadıkça, konu başka şeylerle telafi edilerek konunun kapandığı izlenimi verilmedikçe, sorumluluklar ve yükümlülükler yerine getirilmediği halde kendisine sorumlu ve yükümlü gibi davranma beklentisi içine girilmedikçe iletişimde çatışmaya neden olamaz.

3. Bir insan, yanlış yaptığı halde yanlışının bilincinde ise onun bu durumu iletişimde çatışmaya neden olamaz.

4. Bir insan, yanlış yaptığı halde bunun doğruluğunu savunmuyorsa, yanlışını bahanelerle olumlamıyorsa ve yaptığı bu yanlış başkalarına zarar vermiyorsa, bu durum iletişimde çatışmaya neden olamaz. Örneğin, içki veya sigara içmek.

5. Bir insan, karşısındakini uyarabilir, ondan rahatsız olduğu davranışlarını değiştirmesini isteyebilir. Kişi bu durumu, kendisini savunma, kendi hatalarının üstünü örtme aracı olarak kullanmadıkça ve karşısındakini uyarırken onun kişiliğine saldırmadıkça, sözlerini çarpıtmadıkça, ona yalan söylemedikçe, iletişimde çatışmaya neden olamaz.

6. Her dostun, kendi dostunu yanlışını gördüğü zaman her zaman uyarma hakkı vardır. Ancak bu uyarma hakkını, kendisinin uyarılmasının akabinde yapması, intikam duygusu uyandırır.

7. Sık sık uyarılanlardan olmak veya uyarılardan rahatsızlık duymak, durumumuzu ciddiyetle gözden geçirmemizi gerektirir. Böylesi durumlar, kişinin uçurumun eşiğinde olduğu anlamına gelir.

8. Dostunuz, kardeşiniz bir yanlış yapıyorsa, onu uyarırsınız. Eğer gerçek bir dost iseniz, uyarma amacınız, onun ileride karşılaşacağı olumsuz sonuçlardan dolayıdır. Çünkü siz dostunuzun ne bugün ne de ileride üzülmesini asla istemezsiniz. Bu durum sürerse, ya siz onu veya o sizi kaybedecektir. Özellikle siz, onu kaybetmek istemediğiniz için, daha bugünden olası sonuçları, -bir mod olarak değil- gerçekten içinizde yaşarsınız. Onu uyardığınız halde, hâlâ hatasında ısrar ediyorsa, bu durum, sizi daha da yıpratır. Onunla ilgili umutlarınız zayıflamaya başlar. Oysa o, bu sürece bir anda gelmediği için, içindeki durumu kabullenmiştir. Ona göre, ortada ciddi bir sorun yoktur. Kirliliğin kokusuna, rengine, bulanıklığına, gürültüsüne, karanlığına, çirkefliğine zaten alışmıştır. Duyarsız olan bu dostunuzun durumundan dolayı rahatsızlık duymakta elbette hakkınız vardır. Siz bu rahatsızlık içindeyken, arkadaşınız sizden iltifat beklemektedir. Demek ki ikiniz de birbirinizden kopmuş, ayrı ayrı dünyaların insanları olmuşsunuz. Birbirinize baktığınızda eski günleri yâd ederek, neden eskisi gibi değiliz diye bir özlem içindesiniz. Oysa aranıza yüksek rakımlı dağlar girmiştir. İki taraf da rahatsızdır. İki tarafın rahatsızlığın nedeni de, bir dostun kaybı üzerinedir. Birisine göre, kaybın nedeni, yapılan yanlışlara rağmen bunun gerçek anlamda bilincinde olmayan ve durumunu değiştirmeyen bir kişilik sorunudur. Diğerine göre ise, kaybın nedeni, karşı tarafın anlayışsızlığı, kusursuz insan arayışı, olayları büyütmesi, yakınlık, sıcaklık ve iltifat eksikliği, beklentileri karşılayamaması, vb.dir. Birinci tarafın rahatsız olması son derece ahlakî ve erdemli bir davranıştır. Ya ikinci tarafın durumu? Gelişmemiş, çocuksu, ilkel, karşı tarafa bir şey vermekten yoksun ve çıkarcıdır; oyalayıcı-geriletici bir tutum içinde olanlara yakınlık duyarken, geliştirici-ilerletici bir duruş içinde olanlardan rahatsızlık duymaktadır. Kimin kimi izlemesi gerektiği konusunda yapılan hatayı somutlaştırırsak, konunun yanıtı kendiliğinden ortaya çıkar. Örneğin, uyuşturucuya alışmış, yalancılığı bir davranış biçimine dönüştürmüş, haksızlığı doğal bir davranış olarak algılayan bir kişilikle ilgili yaşanan sorunlar. Gelişme ve geliştirmeye odaklanmış insanla, böyle bir insanı çizgi dışı görenlere özenti içinde olan bir insanın sıkı bir dostluk içinde yaşaması olanaklı mı? İşverenine sık sık problem olan bir hizmetliyle, erdemli yaşamanın mücadelesini veren bir insanın sıkı bir dostluk içinde yaşaması olanaklı mı? Arkadaş olur, arkadaşlıklarını, belki dostluklarını sürdürebilirler. Asla sıkı dost olamazlar. Oysa bu sorunların en ağırını yaşayan kişi bile, eğer isterse, ilkelerine bağlılıkta kararlı olursa, sıkı dost olmalarında ne engel olabilir ki!

KONUYLA İLGİLİ DAHA FAZLA BİLGİ İÇİN LÜTFEN AŞAĞIDAKİ BAŞLIKLARI İNCELEYİNİZ…

 

1) İletişim Çatışmaları ve İletişimi Geliştirmenin Yolları
2) Niyet ve Bahane Kandırmacaları
3) Sorumsuzluk, İhmal, Bencillik ve Soyutlanma_Ka’b bin Malik
4) Bahaneler ve Mazeretler
5) Eleştirmek ve Eleştirilmek
6) Eleştirinin Önemi
7) Münafık, İkiyüzlü, Kararsız, İlkesiz ve Duyarsız Kimdir?
8) Münafıkların Özellikleri
9) Ahlak Odaklı Din, Allahlı Dindir
10) Dürüstlük Dinin Özüdür
11) Adanmış ve Aday İnsan
12) Kur’an’da İlahi Adalet İlkeleri
13) Soru Sormanın Yöntemi ve Adabı
14) Yeni Sınıfın İdeolojisi: Kariyerizm ve Konformizm
15) Ahlak, Adalet, Emek ve Sermaye
16) Doğruluk Kaygısı_Montaigne
17) Kendimizi Kime Beğendirelim?

posted in AHLAK | 2 Comments