-
29th Temmuz 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

ALLAH’A ORTAK(ŞİRK) KOŞMAYIN!

GENEL SONUÇLAR

1. Allah’tan başkasına kulluk etmemek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, birbirimizi rab olarak görmemektir-3Al-i İmran suresi, 64

2. Allah’a kulluk edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin-4Nisa suresi, 36

3. Allah, şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalanları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur-4Nisa suresi, 48,116

4. Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler kesinlikle kâfir olur. Kim Allah’a ortak koşarsa, artık, Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır-5Maide suresi, 72

5. Göklerin ve yerin yaratıcısı olan, beslediği hâlde beslenmeye ihtiyacı olmayan Allah’tan başkasını mı veli olarak göreyim?” Müslümanların ilki ol ve sakın şirk koşanlardan olma-6En’am suresi, 14

6. İlahî buyrukları ve yasaklarını (uyarı konularını) belirlemede Allah’tan ve Kur’an’a aykırı bir şahit(delil, kanıt) olduğunu iddia etmek, Allah’tan başka ilah olduğuna tanıklık etmektir. Bu ise, şirktir-6En’am suresi, 19

7. Allah hakkında yalan uydurmak veya O’nun ayetlerini yalanlamak en büyük zulüm olup şirktir. Bu duruma düşerek müşrik olanlar bu konumlarını kabullenmek istemezler-6En’am suresi, 21-22

8. Allah’tan başkasına dua etmek, Allah’tan başkasına umut bağlamak, kurtuluşu Allah’ı göz ardı ederek başkasına bağlamak şirktir-6En’am suresi, 40-41,63-64

9. Yıldıza, aya veya güneşe yarar sağlayıcı ve zarar savıcı olarak umut bağlamak, medet beklemek, dua etmek, rab olarak görmektir, putları ilahlar olarak görmektir, şirktir. Göklerin ve yerin egemenliğinin Allah’tan başkasına da ait olabileceğini iddiadır. Tam tersine Allah’a yönelmek, çoktanrıcılardan olmamak için gereklidir. Şirk koşanlar Allah’a şirk koşmaktan korkmadıkları halde, Allah’a yönelenler ne diye şirk koştuklarından endişe etsin ki (Dua ettikleri gök cisimleri veya başka timsaller). Müslümanlar imanlarına bu zulmü karıştırmamalıdırlar-6En’am suresi, 76-81 26Şuara suresi, 72-75 (6En’am suresi, 71,74 10Yunus suresi, 18,106 21Enbiya suresi, 66 22Hacc suresi, , 12)

10. İlahî yasak: Kitab’a ve uyarı konularına inanmamak, Allah hakkında yalan uydurmak olup en büyük zulümdür. Asılsız olarak kendisine vahyedildiği veya benzerini getirebileceği iddiası da aynı kapsama girmektedir. Bunlar, Allah hakkında hakikat (el-haqq) dışı konuşmaktır ve O’nun ayetlerinden kibirlenmektir. Bu inançta olanların, kendi haklarında ilahî ortak güçler olarak iddia ettikleri şefaatçilerle o gün aralarındaki bağlar kesilecektir-6En’am suresi, 92-94

11. Rabbinden sana vahyedilene uy. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Çoktanrıcılardan yüz çevir. Allah zorlayıcı sistem oluştursaydı ortak koşamazlardı-6En’am suresi, 106-107

12. Allah adının anıldığı şeylerin yenilemeyeceği, adının anılmadığı şeylerden ise yenileceği doğrultusunda Müslümanlarla tartışmaya girsinler şeytanlar kendi işbirlikçilerine vahyederler. Şeytanlara itaat edenler müşrik olurlar-6En’am suresi, 121

13. İlahî yasak: Bitkisel ve hayvansal ürünleri kamusal hak ile sözde ilahîortak güç diye tanımladıkları arasında bölüştürmek, bir de bu ortakları kayırmak, çok kötü hüküm vermektir-6En’am suresi, 136 Bu ortaklar, böylesi uydurmalarla mensuplarının çocuklarını ihmal ettirip ölüme sürüklerken, hem büyük kazançlar elde etmekte, hem de bu kişilerinin dinlerini bulandırmaktadırlar-6En’am suresi, 137

14. İlahî yasak: Bitkisel ve hayvansal ürünlerin yenilmesine birtakım iddialarla, dinsel sınırlama ve kısıtlamalar getirmek, bazı hayvanlarda Allah’ın adını, O’nun hakkında bir uydurma gereği olarak gündeme getirmemek yine bir onların uydurmalarıdır-6En’am suresi, 138

15. İlahî yasak: Hayvanlar ve yavrularının paylaşımında cinsiyet ayrımı yapmak ve bunu dinî gerekçelere(haram) bağlamak düzmece nitelemelerdir. Allah’ın rızık olarak verdiğini haram kılmak Allah hakkında yalan uydurmaktır-6En’am suresi, 139-140

16. İlahî yasak: Bitkisel ürünleri, bazı hayvanları ve onların yavrularını dinî gerekçelerle(haram) vahye dayanmadan haram görmek, Allah hakkında yalan uydurmaktır. Oysa yiyecekler konusunda haram kılınanlar, yalnızca 6En’am suresi, 145’te bildirilen dört haramdır. Yahudilere fazladan haram kılınanlar istisnai bir durumdur. Oysa Allah’a şirk koşanlar, kaderci bir anlayışla din adına haramlar türetmelerinin ve şirk işlemelerinin sorumluluğunu Allah’a yıkmaktadırlar. Oysa bu konuda getirebilecekleri hiçbir kanıtları yoktur-6En’am suresi, 141-148

17. İlahî yasaklar: Vahiy dışında haram iddiası Rabbe birilerini denk tutmaktır-6En’am suresi, 150; Rabbimizin neleri haram kıldığı bellidir: 1)Şirk, 2)Ana babaya iyi davranmak, 3)Yoksulluk nedeniyle çocuklarımızı öldürmemek, 4)Gizli ve açık edepsizliklere yaklaşmak, 5)Haksız yere cana kıymak, 6)Yetim malına en güzel biçimde yaklaşmak, 7)Ölçüyü adaletle tam yapmak, 8)Tartıyı adaletle tam yapmak, 9)Konuşunca yakın bile olsa adil olmak, 10)Allah’a verilen söze bağlı kalmak-6En’am suresi, 151-152

18. Dinlerini tefrika tefrika yaparak ayrışan kişiler, çoktanrıcılardan olmayan İbrahim’in dinine, Rabbimizin dosdoğru bir yola iletmedikleridir. İslam, ibadetlerin, dinî yöntemlerin, hayatın ve ölümün yalnızca Allah’ın rızasına uygun gerçekleşmesidir. Bu konularda Allah’a ait ilahî ortak düşünülemez. Aksi takdirde Allah’tan başka rab arayışı olur. Böyle durum ihtilafları getirir-6En’am suresi, 159-164

19. İlahî buyruk: Edep yerlerinizi kapayın, böyle bir hataya bahane olarak geleneği veya Allah’ı referans olarak kullanmayın-7A’raf suresi, 26-28 İlahî buyruk: Adaletli olun ve dini Allah’a özgüleyerek yalnızca O’na dua edin. Hidayet ve şeytanı evliya görerek sapma buna bağlıdır-7A’raf suresi, 29-30 İlahî buyruk: Dua ve ibadetlerinizi edep yerlerinizi açarak değil tam tersine en güzellerinizi giyinerek yapın. Çünkü Allah zineti de temiz rızıkları da sizin için var etti-7A’raf suresi, 31-32 İlahî yasaklar: Rabbimiz ancak, 1)Açık ve gizli cinsel açıdan edepsizlikleri(el-fevâhiş), 2)Günahı(el-ism), 3)Haksız saldırıyı(el-bağy), 4)Hakkında hiçbir delil(sultân) indirmediği(tenzîl) herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmayı, 5)Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır-7A’raf suresi, 33 Bunlara aykırı inanç, Allah hakkında yalan uydurmak veya ayetleri yalanlamaktır. Bu ise Allah’tan düşük düzeyde de olsa başkalarına dua etmek olup tanrıkarşıtlığıdır-7A’raf suresi, 37 Sonuçta yıkım getirir-7A’raf suresi, 38-41 İlahî değerlere uygun davrananlara ise mutlululuk vardır-7A’raf suresi, 42-44 Aralarındaki diyalogda buna örnektir-7A’raf suresi, 45-51

20. Şirkin öyküsü: İnsan Allah’tan bir şeyler ister, örneğin doğuma yakın sağlıklı çocuk için dua eder, Allah’a sözler verir. Allah insanın bu duasını gerçekleştirir, çok geçmeden sözler unutulur, çocuğun sağlıklı oluşu başka etkenlere (muskaya, türbe ziyaretine, okunmuş suya, kurşun dökmeye, gök cisimlerinin etkilemesine, asil soya, yapay kutsallara vd.) bağlanır. Allah’ın sağladığı bu güzelliklere O’na ait ilahi ortak güçler varmış gibi kabullenme başlanır ve Allah’a şirk koşulur. Yaratılan ve hiçbir yaratamayan Allah’a ortak koşulur mu? Oysa ilahi ortak güçler olarak görülenler, ne onlara yardıma güç yetirebilir, ne de kendilerine yardım edebilirler. Hidayet çağrısına cevap veremezler. Dua edilen kişilerin elleri ve ayakları(fiziksel gücü), gözleri ve kulakları (duyusal yetenekler) artık işlevsiz olduğu dile getirilerek geçmişte birer insan (ellezîne-ibâd) oldukları hatırlatılıyor. Gerçek velinin hatırlatılması isteniyor. Bu ilahi ortak güçler olarak görülenlerin(ellezîne) diğer varlıkların, ne onlara yardıma güç yetirebileceği, ne de kendilerine yardım edebileceği, hidayet çağrısına cevap veremedikleri gibi duyma ve görme özelliklerinin olmadığı yineleniyor-7A’raf suresi, 189-197

21. Şirk nedir: Allah’tan düşük seviyede de olsa dini ve toplumsal otoriteleri rab olarak görmek, tek ilahtan başkasına kulluk etmektir ve şirktir-9Tevbe suresi, 31 Resulün hidayet rehberi ve hak dinle görevlendirilme amacı, çoktanrıcılar beğenmeseler de tüm dinlere galebe çaldırmaktır-9Tevbe suresi, 33

22. Apaçık ayetlere rağmen Allah hakkında yalan uydurmak veya ayetleri yalanlamak, kendisine zarar veremeyecek ve fayda sağlayamayacak varlıklara Allah’tan düşük düzeyde de olsa kulluk(ibadet) etmektir; buna gerekçe şefaatçi beklentisidir, oysa bunlar şirktir-10Yunus suresi, 15-18

23. Göklerde ve yeryüzünde kim varsa Allah’a aittir; esasında onlar Allah’tan düşük seviyede dua ettikleri sözde ilahîortak güçlere değil zanna uymakta ve saçmalamaktadırlar-10Yunus suresi, 66 Allah’ın çocuk edindiğini iddia etmek, bu konuda hiçbir delil(sultan) olmaksızın Allah hakkında bilemeyeceğimiz şeyleri söylemektir.- 10Yunus suresi, 68 Bu ise, Allah hakkında yalan uydurmaktır.”- 10Yunus suresi, 69

24. Allah’ın dininden kuşku içinde olanlar bilmeliler ki Müslümanlar, onların Allah’tan düşük seviyede de olsa kulluk(ibadet) ettiklerine kulluk(ibadet) etmezler. Onlar yalnızca Allah’a kulluk(ibadet) ederler ve onlara müminlerden olmak bir tektanrıcı olarak yüzünü hak din adına ayakta tutmak ve çoktanrıcılardan olmamak emredilmiştir. Allah’tan düşük seviyede de olsa, bize fayda sağlayamayacak ve zarar veremeyecek şeylere dua edersek zalimlerden oluruz. Allah bize bir zarar dokundurursa onu O’ndan başka kaldırıcı olmaz. Bir hayır isterse O’nun lütfünü geri çevirici de olmaz. Onu da kullarından şartlarını oluşturana ulaştırır-10Yunus suresi, 104-107

25. Şirk nedir: Allah’a herhangi bir şeyi şirk koşmamız kabul edilemez. Bu Allah’ın bir lütfüdür. Ama insanların çoğu şükretmezler. Şirk, grup grup olmuş rabları kabul etmektir. Toplumun ve atalarının isimlendirdiği ve Allah’ın haklarında hiçbir yetki vermediği isimlere kulluktur(ibadet). Oysa hüküm yetkisi Allah’tan başkasına ait değildir ki yalnızca kulluk (ibadet) edilsin. İşte sağlam din budur. Ama insanların çoğunluğu bilmiyor-12Yusuf suresi, , 38-40

26. Hak olan davet sadece O’na olandır. O’ndan düşük seviyede de olsa dua ettikleri onlar için hiçbir şeye olumlu karşılık veremezler. Göklerde ve yeryüzünde kim varsa zaten O’na boyun eğer. Göklerin ve yeryüzünün rabbi de elbette Allah’tır. O’ndan düşük seviyede de olsa evliya olarak gördükleri, onlar için ne fayda ne de zarar ellerinden gelmez. Bu gayet açıktır. Yoksa Allah’a sözde ilahîortak güçler mi nispet mi ettiler? Onlar da O’nun yaratışı gibi mi yarattılar da onlara göre yaratılış benzeşti? Oysa Allah her şeyi yaratandır ve tek kahhar olandır-13Ra’d suresi, , 14-16

27. Kitap verilenler indirilenle memnun olurlar. Emredilen yalnızca Allah’a kulluk(ibadet) etmek ve O’na şirk koşmamak, O’na dua ve davet etmek ve O’na yönelmektir-13Ra’d suresi, , 36

28. Kur’an’ı bir bütün olarak görme yerine pay pay edip işlerine gelene uyanlar, emredileni görme yerine kendi çıkarları için kullanan çoktanrıcılara ilgisiz kalmak gerekir. Çünkü onları, Allah ile beraber başka ilah tutan alaycılardır-15Hicr suresi, , 90-96

29. Allah’tan düşük seviyede de olsa dua ettikleri kişiler hiçbir şey yaratamazlar, kendileri de yaratılırlar, canlı değil ölüdürler, ne zaman dirileceklerini de bilmezler. Sizin ilahınız tek bir ilahtır, ahirete inanmayanların kalpleri kibirli olmalarından dolayı bu ilkeye yabancıdır. Kıyamet günü onları rezil eder ve haklarında ayrılığa düşülen sözde ilahîortak güçler nerde diye sorularak rezillik ve olumsuzluğun kafirlere olacağı söylenir-16Nahl suresi, 20-27

30. Şirk koşanların iddiasına göre Allah zorlayıcı bir sistem oluştursaydı O’ndan düşük seviyede de olsa ne kendileri ne de ataları hiçbir şeye kulluk(ibadet) etmezlerdi ve O’ndan düşük seviyede de olsa hiçbir şeyi haram kılmazlardı. Oysa öncekiler de böyle yapmıştı. Elçi, zaten yalnızca Allah’a kulluk(ibadet) ve şeytani güçlerden(tağut) uzak durun diye görevlendirilmiştir-16Nahl suresi, 35-36

31. İki ilah edinmeyin, çünkü O tek bir ilahtır. Yalnızca O’ndan çekinerek kötülüklerden sakınmak gerekmektedir. Göklerde ve yerde olanlar O’na ait, din de O’na aittir. Öyleyse O’ndan başkasına karşı mı takvalı olunur? İnsanlardaki her nimet Allah kaynaklıdır. Kötülük dokununca mızlar, kötülük kalkınca onlardan bir kısmı Rablerine şirk koşarlar-16Nahl suresi, 51-54

32. Kur’an okurken lanetlik şeytandan Allah’a sığınmak gerekir. Esasında onun iman eden ve rablerine güvenenlerin üzerinde hiçbir etkisi ve yetkisi yoktur. Onun etkisi ve yetkisi, onu dost görenlerin ve bunun sonucu çoktanrıcıların üzerindedir. Allah’ın indirdiği ayetlere inanmayanları elbette O doğru yola iletmez. Allah hakkında ancak, ayetlerine inanmayanlar yalan uydurur-16Nahl suresi, 99-105

33. Mağara arkadaşlarının kaldıkları süreyi Allah daha iyi bilir. Çünkü göklerin ve yerin gaybı O’na aittir. Çünkü en güzel gören ve duyan O’dur. O’ndan düşük seviyede de olsa hiçbir veli yoktur. Hükmüne de kimseyi ortak kılmaz-18Kehf suresi, 26

34. Malıyla ve taraftarıyla övünen, kendi benliği için bir zalim olarak servetinin telef olacağını asla sanmamaktadır. Son saatin de şu sıralarda gerçekleşeceğini sanmamaktadır. Rabbine döndürülse de, bundan daha hayırlısını bulacağını düşünmektedir. Böyle bir anlayış Rabbini reddetmektir. Oysa O, rab olan Allah’tır. Rabbimize hiç kimseyi şirk koşmamalıyız. Allah şartları oluşturmuş. Allah sayesi dışında güç-kuvvet olamaz. Yoksa Allah öyle bir afet gönderir de bir anda her şey bitiverir de “Keşke Rabbimize hiç kimseyi şirk koşmasaydık,” demek durumunda kalırız-18Kehf suresi, 34-40

35. Rabb’inin buyruğundan çıkan İblis’i ve soyunu Allah’tan düşük seviyede de olsa evliya olarak görülmemeli. Çünkü onlar insanlara düşmandırlar. Onlar ne göklerin ve yerin yaratılışına tanık tutuldular ne de yardımcı olmadılar. O gün iddia edilen sözde ilahîortak güçlere seslenilir, onlara yalvarırlar, ama olumlu bir karşılık veremezler, aralarında uçurum olur-18Kehf suresi, 50-52

36. Allah’ın haramlarına saygı gösterirse, Rabbi katında kendi hayrınadır. Size anlatılanlar dışındaki hayvanlar helal kılınmıştır. Öyleyse evsanlardan kaynaklanan pisliklerden ve yalan sözden kaçınmak gerekir. Allah için tektanrıcılar olarak O’na çoktanrıcılar olmaksızın. Kim Allah’a şirk koşarsa gökten düşmüş da onu kuşların kapıştığı veya rüzgârın uzak bir yerlere savurduğu gibidir. Kim Allah’ın ilkelerine saygı gösterirse, işte bu kalplerin takvasındadır. Hayvanların üzerinde Allah adını anın. Çünkü sizin ilahınız tek bir ilahtır. Öyleyse O’nun için Müslüman olun-22Hacc suresi, , 30-34

37. Müslümanlar tek bir toplumdur. Rabbe karşı takvalı olmaları gerekir. Ama onlar işlerini aralarında başka kitapçıklar halinde parça parça ettiler. Her hizip yanındakiyle yetinmekte ve övünmektedir. Malca ve taraftarca güçlü olmalarını doğru olduklarının kanıtı sanmaktadırlar. Zannediyorlar ki Allah onların hayrına koşturmaktadır. Rablerinin çekincesiyle duyarlı davrananlar, Rablerinin ayetlerine inananlar ve Rablerine şirk koşmayanlara-23Müminun suresi, , 52-59

38. Allah asla çocuk edinmemiştir. O’nunla beraber hiçbir ilah da olmamıştır. Böyle bir durumda her ilah kendi yarattığını kendi tarafına çekerdi ve sonuçta birbirlerine karşı üstün gelirlerdi. Oysa Allah onların bu nitelemelerinden uzaktır. Gizli ve açığı bilen onların şirk koşmalarından yücedir-23Müminun suresi, , 91-92

39. Allah’a hamd, seçtiği kullara selam olsun! Allah mı hayırlıdır, yoksa şirk koştukları varlıklar mı? Gökleri ve yeri yarattı, gökten su indirdi, onunla türlü çeşit bitkiler bitirdi ki sizin bir ağacını bile bitiremezsiniz. Allah ile beraber bir ilah mı var? Yahut yeryüzünü istikrarlı kılan mı, içinde nehirler akıtan, onun için oturaklı dağlar yapan ve iki denizin arasına bir engel koyan mı? Allah ile beraber bir ilah mı var!? Hayır, onların çoğu bilmiyor! Yahut kendisine dua ettiği zaman zorda kalmışa cevap veren ve başa gelen kötülüğü kaldıran, sizi yeryüzünde sizi söz sahibi yapan. Allah ile beraber bir ilah mı var!? Ne kadar az düşünüyorsunuz! Yahut karanın ve denizin karanlıklarında size yol gösteren ve rahmetinin önünden rüzgârları bir müjdeci olarak gönderen. Allah ile beraber bir ilah mı var!? Allah, onların ortak koştuklarından yücedir. Yoksa, başlangıçta yaratmayı yapan, sonra onu tekrarlayan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran Allah ile beraber bir ilah mı var!? De ki, “Eğer doğru söyleyenler iseniz kesin delilinizi getirin.” Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir. Onlar öldükten sonra ne zaman diriltileceklerinin de farkında değildirler-27Neml suresi, 59-65

40. O gün Allah seslenir ki: İddia ettiğiniz sözde ilahîortak güçlerim nerede? Söz aleyhlerinde gerçekleşenler, “Kendimiz yoldan çıktığımız gibi bunları da yoldan çıkardık. Şimdi sana yöneldik. Esasında onlar bize kulluk(ibadet) etmiyorlardı.” Peki, o zaman sözde ilahîortak güçlerinizi çağırın, denilir. Onları çağırdılar, ama onlara olumlu karşılık veremediler; azabı gördüler. Keşke doğru yolda olsalardı. Peki, elçilere ne karşılık vermiştiniz, der. O gün onlara karşı bütün haberler kapanmıştır. Artık birbirlerine de soramazlar. Ama tövbe edip iman eden ve salih amel işleyen kimsenin kurtuluşa erenlerden olması umulur. ”Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların ise seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır ve yücedir. Rabbin, onların sinelerinin gizlediğini de açığa vurduklarını da bilir. O, Allah’tır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Dünyada da ahirette de hamd O’nadır. Hüküm yalnızca O’nundur. Kesinlikle O’na döndürüleceksiniz. De ki: “Ne dersiniz? Allah, üzerinize geceyi kıyamete kadar sürekli kılsaydı, Allah’tan başka hangi ilâh size bir aydınlık getirir? Hâlâ duymayacak mısınız?” De ki: “Ne dersiniz? Allah, üzerinize gündüzü kıyamete kadar sürekli kılsaydı, Allah’tan başka hangi ilah size içinde dinleneceğiniz bir gece getirebilir? Hâlâ görmeyecek misiniz?” Allah, rahmetinden ötürü geceyi içinde dinlenesiniz; gündüzü de, lütfundan isteyesiniz ve şükredesiniz diye sizin için yarattı. ”Allah’ın, onlara seslenerek, “Hani benim, var olduğunu iddia ettiğiniz sözde ilahîortak güçlerim”? diyeceği günü hatırla. Her ümmetten bir şahit çıkarırız ve (kâfirlere), “Kesin delilinizi getirin” deriz. Onlar da gerçeğin Allah’a ait olduğunu bilirler ve uydurdukları(iftira) şeyler kendilerini yüzüstü bırakıp kaybolup gitmişlerdir-28Kasas suresi, 62-75

41. Sen Rabbinden bir rahmet olma dışında kendine kitap verileceğini ummuyordun. Sakın tanrıkarşıtlarına destek olma! Sakın seni Allah’ın ayetlerinden engellemesinler. Rabb’ine dua ve davet et, çoktanrıcılardan olma! Allah ile beraber başka bir ilaha dua ve davet etme! O’ndan başka ilah yoktur. O’nun yüzü dışında her şey yok olacaktır. Hüküm O’na aittir. Dönüş O’nadır-28Kasas suresi, 86-88

42. Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın bir konuda Allah’a şirk koşmak için anne-baba bile mücadele verse sakın itaat etme-29Ankebut suresi, 8

43. Gemiye bindikleri zaman dini Allah’a özgüleyerek yalnızca O’na dua ettiler, karaya kurtarınca hemen şirk koşmaya başlarlar. Böylelikle onlara verdiğimize karşı nankörlük ederler, faydalanırlar… Onlar batıla mı inanıyor ve Allah’ın nimetini red mi ediyorlar? Allah hakkında yalan uyduran veya kendisine gelen hakkı yalanlayandan daha zalim kim vardır? Cehennemde kafirlere bir konaklama yeri mi yok?-29Ankebut suresi, 65-68

44. Allah örnek verdi: Hizmetçilerinizden sahip olduklarınız konusunda hiç ortak güçler var mı? Oysa onda sizler eşit konumdasınız. Böyle bir durumdan endişeye kapılırsınız. Zulmedenler kesin bilgiye dayanmadan keyfi eğilimlerine uydular. Yüzünü tektanrıcı olarak din için dik tut. İnsanlara yaratılıştan kazandırdığı Allah’ın doğal yapısına… Allah’ın yaratmasında değiş(tir)me olmaz. İşte sağlam din budur, ama insanların çoğu bilmez. Sadece O’na yönelerek. Namazı kılın ve çoktanrıcılardan olmayın. Dinlerini kamplara bölenlerden. Her hizip yanındakiyle yetinmekte ve övünmektedir. İnsanlara bir kötülük dokununca Rablerine dua ettiler. Onlara bir rahmet tattırınca onlardan bir grup Rablerine şirk koşarlar. Böylelikle onlara verdiklerimizi reddederler. Yoksa onlara bir yetki mi indirdik de O’na şirk koşmalarını söylüyor-30Rum suresi, 28-35

45. Çocuğumuza verilecek en büyük öğüt şirk koşmamak olmalıdır. Çünkü şirk, gerçekten büyük bir zulümdür. Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın bir konuda Allah’a şirk koşmak için anne-baba bile mücadele verse itaat etmemek, Allah’a yönelenin yoluna uymak gerekir-31Lokman suresi, 13,15

46. O gün cezalandırılırken, “Keşke Allah’a ve resule itaat etseydik. Keşke efendilerimize ve büyüklerimize itaat etmeseydik. Onlara iki kat ceza ver” derler. Musa eziyet edenler gibi olmayın. Allah onu temize çıkarmıştı. Çünkü onun Allah’ın yanında yüzü vardı. Ey inananlar! Takvalı olun ve sözü sağlam söyleyin ki davranışlarınızı düzeltsin, bağışlasın. İnsanı sorumluluğu yüklenmiştir. Allah, ikiyüzlü ve çoktanrıcı erkek ve kadınları cezalandıracaktır. Mümin erkek ve kadınların tövbelerini kabul edecektir-33Ahzab suresi, , 57-73

47. Geceyi gündüzü birbirinin içine geçiriyor, güneş ve ayı fiziksel yasalara bağlı kıldı. İşte Allah rabbinizdir. Mülk O’na aittir. O’ndan düşük seviyede de olsa dua ettiğiniz kişilerin ellerinden en küçük şey bile gelmez. Onlara dua etseniz duanızı duymazlar. Duymuş olsalar, olumlu bir karşılık veremezler. Kıyamet günü şirkinizi tanrıkarşıtlığı olarak görecekler. Sana her şeyden haberdar olan gibi kimse haber veremez-35Fatır suresi, 13-14

48. Allah’tan düşük seviyede de olsa dua ettiğiniz sözde ilahîortak güçlerinize bakın! Yerden ne yarattılar yahut göklerde onlara ait bir ortaklık(şirk) vardır, ya da onlara bir kitap mı verdik de ondan bir delile mi dayanmaktadırlar. Hayır o zalimler birbirlerine gururdan başka bir şey vaat etmiyorlar-35Fatır suresi, 40

49. De ki: “Ey cahiller! Siz bana Allah’tan başkasına kulluk(ibadet) etmemi mi emrediyorsunuz?” Öncekilere de elçiye de vahyolunan şey: Eğer şirk koşarsan yaptığın boşa gider ve kaybedenlerden olursun. Yalnızca Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol. Onlar Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Kıyamet günü yeryüzü bütünüyle O’nun elindedir. Gökler de O’nun gücüyle dürülmüştür. O, şirk koşmalarından uzak ve yücedir-39Zümer suresi, 64-67

50. Bir insan olduğunu, sizin ilahınızın tek bir ilah olduğunu söyle. Öyleyse dürüst olun ve O’ndan bağışlanma dileyin. Çoktanrıcıların vay haline! Onlar zekat vermez ve ahireti de reddedenlerdir-41Fussilet suresi, 6-7

51. Son saatin bilgisi O’na havale edilir. Hiçbir şey O’nun bilgisi dışında gerçekleşmez. Onlara, “Sözde ilahîortak güçlerim nerede?” diye seslenilir. Derler ki: “Bizden şahit olan yok diye bildiririz” Önceden dua ettikleri onları yüzüstü bıraktı. Kaçacak yer olmadığını anlarlar-41Fussilet suresi, 47-48

52. Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim, Musa ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi sizin için de dinden yasa yaptı ki “Dini ayakta tutun, onda parçalanıp bölünmeyin. Ama onları kendisine davet ettiğin şey çoktanrıcılara ağır geldi. Allah kendisine şartlarına uygun olanı seçer ve yöneliş içinde olanı kendisine iletir-42Şura suresi, 13

53. Allah’ın izin vermediğini dinden onlar için dinî kural yapan onlara ait sözde ilahîortak güçler mi var? Ayırma sözü olmasaydı aralarında derhal hükmedilirdi-42Şura suresi, 21

54. Allah’tan düşük seviyede de olsa dua ettiklerinize bir bakın! Yerden ne yarattılar yahut göklerde onlara ait bir ortaklık(şirk) vardır? Eğer doğru sözlüler ise bundan önceki kitabı veya bir bilgi kalıntısı getirin. Kıyamet gününe kadar kendisine olumlu tepki vermeyecek ve dualarından habersiz olan kimseye Allah’tan düşük seviyede de olsa dua eden kimseden daha sapmış kim vardır? İnsanlar toplandığı zaman onlara düşman olacaklar ve kulluklarını tanrıkarşıtlığı olarak görecekler-46Ahkaf suresi, 4-6

55. O; gaybı ve şahit olunanı bilen, Rahman ve Rahim olan O’ndan başka hiçbir ilâh olmayan Allah’tır. O; mülkün gerçek sahibi, kutsal, barış ve esenliğin kaynağı, güvenlik veren, gözetip koruyan, mutlak güç sahibi, düzeltip ıslah eden ve dilediğini yaptıran ve büyüklükte eşsiz olan O’ndan başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. O, onların şirk koştuklarından uzaktır. O; yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah’tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir-59Haşr suresi, 22-24

56. İslam’a davet edilirken Allah hakkında yalan uydurandan daha zalim biri var mı? Zalim halkı Allah’a yola iletmez. Allah’ın aydınlığını ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Tanrıkarşıtları hoşlanmasalar da aydınlığını tamamlayıcıdır. Çünkü O resulünü, çoktanrıcılar hoşlanmasalar da tüm dinlere egemen kılsın diye hidayet rehberi ve hak dinle göndermiştir-61Saff suresi, 7-9

57. Müslümanlarla suçluları Allah eşit tutar mı? Ne biçim hüküm veriyorsunuz? Yoksa içinde siz neyi seçip beğenirseniz sizin olacak diye ders yapmakta olduğunuz size özgü bir kitap mı var? Yoksa Kıyamet gününe dek bizim tarafımızdan size verilmiş sözler/garantiler mi var? İyi de buna hangisi kefil olur? Yoksa onlara ait sözde ilahîortak güçler mi var? Eğer doğru sözlüler iseler sözde ilahîortak güçlerini getirsinler-68Kalem suresi, 35-41

58. (Cinler: Kur’an) Sorumluluğa yönlendiriyor. Biz de ona inandık. Doğal olarak Rabbimize hiç kimseyi şirk koşmayız. Kuşkusuz Rabbimizin şanı yücedir. Ne eş ne de çocuk edinmemiştir. Ne var ki sorumsuzca davrananımız Allah hakkında saçma sapan şeyler söylemektedir. Biz de insanların ve cinlerin Allah hakkında yalan söylemeyeceğini sanmıştık. Oysa insanlardan kimi adamlar cinlerden kimi adamlara sığınıyorlardı da onları daha da çıkmaza sürüklüyordu. Sizin sandığınız gibi Allah kimseyi görevlendirmeyeceğini/diriltmeyeceğini sanmıştı-72Cinn, 2-7

59. Bizden Müslümanlar da var bölücüler de… Müslüman olanlar doğruyu araştıranlardır. Bölücüler cehennem için odundurlar. Eğer yolda dürüst olsalardı onları o konuda deneyelim diye bolca rızıklandırırdık. Rabbin zikrinden uzak duran zor bir yokuşa sürer. Mescitler Allah’a aittir. Sakın Allah’la beraber kimseye dua etmeyin! Allah’ın kulu dua ve davet etmeye harekete geçtiğinde ona karşı kampanya oluşturdular. De ki: “Ben yalnızca Rabbime davet ederim. O’na hiç kimseyi şirk koşmam.” De ki: “Ben sizin için zarar vermek ve mükemmel kılmak elimden gelmez. Allah’tan beni kimse koruyamaz. O’ndan düşük seviyede de sığınak bulamam.” 72Cinn, 14-22

posted in *ÇOKTANRICILIK(Şirk) | 0 Comments

29th Temmuz 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

KATI SIVI GAZ

Madde katı, sıvı ve gaz olmak üzere üç farklı halde bulunur. Katı maddelerin atomları çok yakın biçimde yan yana dizilmişlerdir. Yani atomlar arasında boşluk yoktur. Bu nedenle belli bir hacim ve şekilleri vardır. (moleküller bir araya gelerek atomları oluştururlar)

Sıvı maddelerde, sıvı molekülleri birbirine çok yakındır. Bu nedenle moleküller arası çekim kuvveti de fazladır. Bu çekim kuvveti nedeniyle sıvı maddelerin belirli bir hacimleri vardır. Hacminin olması demek belirli bir yer kaplaması demektir. Sıvıların hacimleri olmalarına karşın, belirli bir şekilleri yoktur. Kondukları kabın şeklini alırlar. Moleküller arasındaki mesafe kısa olduğundan, sıvı maddeler de katı maddeler gibi sıkıştırılamazlar.

Gazlarda ise moleküller arasındaki mesafe uzak olduğu için sıkıştırılabilme özelliği gösterirler.

Bu konuyu doğal yaşamda fikirler ve bilgiler yönünden ele alırsak; kişi doğru bir bilgi ediniyor ve bunu bize de aktarıyor. Artık o bilgi onun bilgisi değil hepimizin bilgisi olmuştur. Biz bu bilgiyi Ahmet’in ya da Mehmet’in bilgisi olarak görürsek o bilgiler bizlerin hayatına asla yön veremez. Aynı zamanda doğruyu bulan kişi onu(doğruyu) bizim hayatımıza yön verecek şekilde, anlayacağımız dilden bize aktarmalı, hayatımıza indirgemelidir. Doğruyu bize ‘katı bir madde ‘ biçiminde enjekte edemez.

şünün bir kere, ameliyat oldunuz ve doktor bir hafta yemek yemenizi yasakladı. Yemek ihtiyacınızı da serum sayesinde gideriyorsunuz. Oysa siz doktoru dinlemeyip katı maddeler halinde almakta diretseniz, bünyeniz kabul etmeyeceğinden ciddi rahatsızlıklar geçirirsiniz. Yani bir serumu kanınıza enjekte edebiliriz. Fakat katı bir maddeyi vücuda enjekte etmeye kalkarsak metabolik yapıyı yani canlı yapıyı bozar ve ölüme yol açarız. Burada serum bizim hücre yapımıza göre şekil alır. Fakat katı bir madde yapımıza uymaz. Çünkü katı maddelerin kana geçmeden önce sindirilmeleri gerekmektedir.

Bulduğumuz doğruya kabımıza göre şekil vermeliyiz. Fakat bu şekli verirken eklemeler ve çıkarmalar yapmamalıyız.

Örneğin bana şekerli su çözeltisi veriliyor. (Şeker katı bir maddedir ve su içinde çözünmüştür. Şeker çözünen ve su ise çözücüdür, şekerli su maddesine de çözelti adı verilir.) Ben bunu kendi kabıma göre şekillendiriyorum. İçine biraz da tuz atayım, bakalım ne olacak? diyorum. Fakat görüyorum ki o çözelti artık şekerli su olma özelliğini yitirmiştir. Yani bana bir doğru geliyor ve ben bu doğruya kendimden, bilmeden, araştırıp doğru olup olmadığını görmeden bir şeyler katıyorum. Ve sonuç fiyasko!

Bana düşen o çözeltinin, maddenin en küçük yapı taşı olan moleküllerini incelemek, ayrıntılarını bulmak, insanlara göstermek, örneklerle genişletmek ve insanların hayatına indirgemek olmalıdır.

Gazlar uçuculuk özelliği gösterirler. Bir gazı enjektöre doldurup vücuda enjekte etmeye kalksak, vücut bunu dışarı atmak isteyecektir. Doğal yollarla da vücutta biriken gazlar vardır. Örneğin yapısında azot(N) bulunduran besinler, gazlı besinlerdir. Bu besinler vücutta, mide ve bağırsakta gaz yaparlar. Vücudumuz çeşitli yollarla bu gazları dışarı atar. Çünkü gazlar hiç bir faaliyette yer almayan gereksiz maddelerdir.

İnsanları fikir bakımından katı, sıvı ve gaz olarak tanımaya çalışalım. (Katı olanlar; tutucu ve din adına her şeye ‘evet’ diyen, sıvılar doğrulara yatkın olanlar, gazlar ise; din adına her şeye ‘hayır’ diyen kişiler olarak düşünelim.)

Katı konumda olan kişiler, kendilerine kendilerince bir yol çizmişler ve kesinlikle bu yolun dışına çıkmazlar. Yani belli bir şekilleri vardır. Olaylara at gözlüğüyle ve dar kalıplar içinde bakarlar. Onlara getirdiğinizin doğru olup olmadığına bakmazlar. Dışardan gelen etkilere karşı kör, sağır ve dilsizler gibi cılız tepkiler gösterirler. Sonunda büyük bir etkiyle sahip oldukları şekil yok olursa, hiç bir işe yaramazlar.

Örneğin bir cam vazoyu aldınız. İçine çiçek koyacağınız sırada elinizden kaydı ve yere düşüp tuzla buz haline geldi. Alıp yapıştırmaya kalktınız. Fakat artık o kırık parçalar vazo özelliğini kaybetmiş olmalarından dolayı işlev görmezler.

Fikirleri sıvı, yani kaba göre şekil alan bir kişi düşünelim. Bu kişi doğruları gördüğünde doğrulara göre şekil alabilir. Fakat yanlışlara göre de şekil alabilir. Burada önemli olan aklı kullanmak ve alınan şeklin doğru olup olmadığını sorgulamaktır.

Normal insanların yapması gereken şey kaba göre şekil almaktır. Sorgulamak, beyni kullanmak ve dağarcığı genişletmek çok önemlidir.

Örneğin; doymuş çözelti hazırlarken, (bir çözücü çözebileceği en fazla maddeyi çözmüş ise buna doymuş çözelti denir. Eğer içine daha fazla madde koyarsak dibe çöker ve çözeltiye karışmaz.) 100cm3 suda 10kg şekeri çözmek istiyoruz. Fakat şekerin 7kg’lık kısmı çözünüyor. Geriye kalan 3kg ise, dibe çöküyor. Burada yapılması gereken suyun miktarını arttırmaktır. Ben suyun miktarını arttırınca dibe çöken 3kg’lık maddeyi de çözebilme imkânını bulmuş olacağım.

Bizler beynimizi ne kadar çok kullanırsak, o kadar çok hücre işlev göstermeye başlar. Yani kullanılan organlar gelişir, kullanılmayanlar körelir.

Bizim bu bilgileri kalıcı hale getirmemizin yani yukarıdaki örnekte doymuş çözeltiden arta kalan 3kg’lık şekeri çözeltiye katabilmek için nasıl su eklemek gerekiyorsa, burada da dağarcığımızı geliştirmek için hücre sayısını arttırmamız yani beynimizi çokça kullanmamız gerekir.

Sıvılarda durum böyleyken, gelelim gazlara. Hatırlayacağımız gibi gazların sıkıştırılma özellikleri vardır. Örneğin kolonya şişesindeki gazlar, koladaki karbondioksit(CO2)gazı, kabın içinde o kabın şeklini alıyor gibi gözüküyorlarsa da şişenin kapağını açtığımızda uçup gider.

Yani ne kendiliğinden bir şekilleri vardır ne de sonradan bir şekil alırlar. Onlar her zaman kısıtlanmadan kaçarlar. Özgürlüğü sınırsız yaşamak isterler. Ama hiç bir özgürlük sınırsız değildir. (15.06.98)

posted in ÖYKÜLER | 0 Comments

29th Temmuz 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

KÖKÜ KURTLANAN AĞ

Bir grup ağaç vardır. Kökleri bir fakat dallanmış. Dallarında ise farklılıklar var. Kimisinin dalları uzun, kimisinin dalları kısa, kimisi uzun zaman içerisinde meyveler verip olgunlaşşlar. Yenecek hale gelmiş(doğru insan). Diğer bir kısım ağaçlar filiz vermiş fakat yaprak açmamış, meyve vermemiş. Meyve vermek için de çaba yok, öylesine kalmış. Bunların dışında başka ağaçlar da var. Bunlar çiçek açmış meyve vermiyor. Neden mi? Kökünde kurtlanma var. İlaçlanması gerekiyor. İlaçlamak için bahçıvan bulup ilaç alacaksın, ağaçları ilaçlattıracaksın. Artı diplerini gübrelemek, çapalamak, sulamak gerekiyor. Fakat bunların hiç biri yapılmıyor. Bu ağaçların kökünde kurt olduğu için meyve veremiyor.

Bu konudaki gerçeği görmek için kişi öncelikle ağaçların %100 kurtlu olduğuna inanması gerekir. Kökündeki kurtların çapını ölçüp boyutlarını bilmesi. Bunu yapmak için çok çok çalışması ve ağacın kökünde ki kurtları görmesi. Bu konuda ki yaptığı hatalara dönmemesi gerekir. Eğer bunları yapmıyor. Gayrette etmiyorsa ağacın kökünde ki kurtlanma çoğalacaktır. Sonunda kökler çürüyüp ağacın devrilmesine neden olacaktır.

Çürüyüp devrilen ağaçlar bir gün yanıp kül olacaktır. Örneğin kökü sağlam olan ağacı sallarsan meyvesi düşer. Kökü sağlam olmayan ağacı sallarsan meyvesi düşene kadar kendisi düşer.

Bir kısım ağaç daha var. Bu ağaçlara su dokuyorsun, diplerini çapalıyorsun, gübreliyorsun her türlü bakımı yapmak istiyorsun. Fakat bu kadar emek vermene rağmen ağaçlar da hiç bir gelişme göremiyorsun. Ne yapacağını şaşırıp kaldığın için fen ve ziraatla uğraşan birisinin yanına gidip, bu ağaçların çok zayıf olduğunu söylüyorsun. Bana bu ağaçlara ne yapmamla ilgili gübre çeşitlerini ve ağaç geliştirme haplarını önermesini istiyorsun. Fen ve ziraatla uğraşanlar çeşitli önerilerde bulunuyorlar. Bu önerilere harfiyen uyarak ağaçlara uygulamaya çalışıyorsun. Gel gör ki ağaçlar zayıf, cılız, cansız… Şiddetli bir rüzgâr estiği zaman devrileceğinden korkuyorsun. Oysaki biz bu ağaçların çok sağlam olması için gayret ediyoruz ki gelen her türlü rüzgâra karşı dayanıklı olsun. Allah ‘ın izniyle öyle bir dayanma gücü ki. Şiddetli rüzgâr, lodos, saman yeli ağacın tepesini yere indirse bile güçlülüğünü göstersin ve dayanıklı olsun.

posted in ÖYKÜLER | 0 Comments

29th Temmuz 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

ENERJİ VE IŞIK

Kocaman bir şehir düşünün. Ortasında büyük bir trafo var. Şehrin bütün köylerine ve kasabalarına enerji ve ışık vermek için kurulmuştur. Kasabalılar enerji ve ışık almak istiyorlar fakat onların atalarından kalma el fenerinin, gaz lambasının (geleneksel inanç ve uygulamalarının) ortadan kalkmasını istemiyorlar. Kasabalılar diyorlar ki: “Sizin vereceğiniz enerji ve ışık gibi bizim lüksümüz(rivayetler) var. Enerjinin verdiği ışığı verir. Lüks olmadan enerjinin verdiği ışıktan bir şey anlamayız çünkü biz lüksün verdiği ışığa alıştık. Onun ışığıyla aydınlanıyoruz. Enerji ve ışıkla beraber lüksün olması gerekir. Enerjiden biz anlamayız ancak onu derinlemesine bilen insanlar anlar” Ataları bunlara iki şey emanet etmiş birincisi enerji ve ışık ikincisi lüksleri, eğer bu iki şeye sadakat gösterirlerse doğruyu bulurlar. Diyorlar ki: “Eğer biz enerji ve ışıkla uğraşırsak güçlü gelen ışık ve enerji bizi çarpar. Ya da yanlış anlarsak enerji ve ışığın verdiği sigortalar atar. Enerjinin yüzünden karanlıklarda kalırız. En iyisi ondan biz anlamayız onu ancak bilenler anlar. Biz ise ancak bizi çarpmayacak, bize ışık verecek lüksümüzle uğraşalım. Onunla uğraşarak ve kurcalayarak enerjinin ve ışığın nasıl ve neden sorularına cevabı ancak onda buluruz. Çünkü atalarımız lüks konusunda çok uğraşşlar” nasıl mı? Tıpkı At, ot meselesinde olduğu gibi. Atı yakalamak için yalancıktan ot ile yakalamayı ölçü alanlar gibi. Kasabalılardan biri lüks almak için gidiyor. Sağlam bir yerden alıyım diyerek yola çıkıyor. Birde ne görsün lüks alacağı adam bir tutam otla atını aldatıyor. Alacaklı adam diyor ki: “Bu adam sağlam birisi gözükmüyor bu adamdan lüks alınmaz. Çünkü atını aldatandan lüksü nasıl alalım diyor. Bununla övünüyor yani demek istiyor ki biz lüksü alırsak çok sağlam bir yerlerden alırız. Yüzde yüz enerji ve ışığı lüksün verdiği ışıkla anlarız. Enerji ve ışıkla her şey elde edemeyiz. Bunun yanında lüksün olması gerekiyor. Lüksün içinde gaz ve tüp var(din bilginleri) Gaz ve tüp olmazsa ışıklanamayız diyorlar” Daha doğrusu onlara : “Enerjinin ışığına uyun denildiği zaman. “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” derler. Ya onlar aklı bir şeye ermemiş ya da doğruyu bulamamışsa!” 2/170

Diğer bir kasabanın halkı ise enerji ve ışık alıyor(Allah ve Ku’ran). Bütün tesisatlar inanarak döşenip, enerji ve ışık onlara veriliyor. Deniyor ki: “Bu ışıkla özgürsünüz istediğiniz şekilde israf etmeden, yerli yerinde, gerektiği şekilde kullanmaları söyleniyor.” Fakat bunlar enerji ve ışıklarını düzenli, israf etmeden, yerli yerinde, gerektiği şekilde kullanmadıkları için iki de bir trafodaki ana kofra arızalanıyor. Arızalanan(hata) ışığın yapılmasını onlara öğretmek istiyorsun ama bunlar biz ışıktan anlarız fakat arızalanan yerleri nasıl tamir ederiz? Onlara soruluyor siz bu enerji ve ışıkla yaşamak istiyor musunuz bunlar evet diyorlar. Bunlara söyleniyor ki bu arızayı düzeltmek istiyorsunuz fakat öğrenip, çalışmadan nasıl halledeceksiniz. Bunlar bu arızayı yüzde yüz bilmedikleri bunun arıza olduğuna inanmadıkları için bozulan arızayı bir türlü yapamıyorlar. Neden mi? Enerjinin ve ışığın doğru olduğunu biliyorlar. Fakat ona sahiplenmeyip, onun kendilerinin işlerini kolaylaştıracağına yeteri kadar inanmıyorlar. Buna yüzde yüz inansalar arızalanan bölgeyi tamir etmek için gayret içinde olacaklar. Ya da bilen birisine gidip bu arızayı anlatması bunu ben halledemedim demesi veya ben bu arızayla uğraştım fakat bunu ben kendi işim gibi görmediğim için ben bu arızayı(hata) yapamıyorum bana yardımcı olur musunuz dedikten sonra. Karşında ki ustayı çok iyi dinlemelisin. Verdiği talimatlara harfiyen uyup arızalanan bölgeyi hemen tamir etmeye girişeceksin. Eğer bu kadar öğretilenlerden sonra bu işi başaramıyorsan bu işin sonu helaktir. Bu gidişle başkaları geliyor onlara enerji ve ışık bağlıyor. Biraz faydalanıyorlar yine dikkatsizlik ve düzenli şekilde kullanmama sonucu ışıklar gidiyor. Tekrar enerji ve ışıklar usta tarafından bağlanıyor. Enerji ve ışıklar geliyor. Bunlar bu ışıkta yine devam ettirmeye çalışıyorlar fakat çok fazla bilmedikleri için karanlıklarda kalıyorlar. En son bir şans daha veriliyor. Bunlara ışıktan olan bütün doğrular anlatılıyor. Onlara bunu şöyle yapın şunu böyle yapın deniyor. fakat bunlar aynı şeyleri tekrarladıkları için ışıkta yürümesini iyi bir şekilde değerlendiremiyorlar. Yine bekliyorlar ki bize enerji ve ışık veren birisi gelsin. Fakat her zaman doğruyu getiren şahıs gelmiyor. Çünkü uğraşa uğraşa bıkmış artık canına tak demiş ne halın varsa gör.

Diğer bir kasabanın köylüleri enerji ve ışığı duyuyorlar. Enerji ve ışık için çok seviniyorlar. Bu ışık bizim işimize çok yarayacak diye, bütün köylüler kalkıp kasabaya gidiyorlar. Enerji ve ışığın köye nasıl gideceğini ve bu işi nasıl öğreneceklerini, köylerinin nasıl aydınlanacağını bilmeleri için bilen birisine başvuruyorlar. Bilen birisi bunlara enerji ve ışığın faydalarını ve zararlarını anlatıyor. Köylülere kendi konuştuklarını iyi dinlemelerini ve bu işin temel kurallarını öğrenmelerini istiyor. Usta diyor ki:” Sizin için önemli olanları söylemek istıyorum.

Trafodan alınan enerji ve ışığın temel kuralları çok önemli. Bu temel kuralların önemli olduğuna yüzde yüz inanmanız ve bunların tesisatını çok iyi bilip bütün köylere bağlamasını bilmelisiniz ki. O köylerin insanları da enerji ve ışıktan faydalanıp işlerini kolaylaştırsınlar” Köylüler ustanın anlattıklarını çok iyi dinledi. Tesisat yapmasını inanarak ve mükemmel bir şekilde kendilerini eğiterek ders aldılar. Köylüler ders aldıklarıyla pirim almak için enerji ve ışığı alıp köylerine döndüler. Bu köylüler, öğrendikleri temel kuralları köyde kalan köylülere anlattılar. Köylülerden bazısı bu konuşmaların çok doğru olduğunu bazısı ise bu konuşmaların saçma olduğunu düşünüyorlar. Fakat doğru düşünen insanlar enerji ve ışığın bir an evvel köylerine gelmesini istiyorlar. Bu işin gerçekleşmesi için enerji ve ışığı doğru bulan köylülerin bir birlerini desteklemesi veya bir birlerine yardım etmeleri gerekiyor. Köylüler enerji ve ışığın yüzde yüz doğru olduğunu bilip, inandıkları için bir araya geldiler. Ders alan köylüler bir birlerine ben şu eve enerji ve ışık bağlıyacağım. Öteki ben de bu eve enerji ve ışık bağlayacağım diye işbirliği yaptılar. Köylüler öyle bir çalışmayla çalıştılar ki bir an evvel o köye enerji ve ışık bağladılar. Bu köylülerin enerji ve ışığı doğru bulanlar enerji ve ışıktan faydalanmak için evlerine çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, buzdolabı, firin ve benzeri aletler alarak işlerini kolaylaştırmaya başladılar. Fakat şunu unutmamak gerekir. Ders alanlar pirim almak için kendi köylerine ve evlerine enerji ve ışığı bağladıkları gibi başka köylere de bağlamaya başladılar. Öyle bir çalışmayla çalışıyorlar ki diğer köylülerde bu çalışmaya şaşıp kalıyorlar. Yine de bu çabaya karşın hiç durmadan çalışıyorlar. Yorulmak nedir bilmiyorlar. Bunun tam tersi yaptıkları işten çok memnunlar. Yani sevinçten yaptıkları işi içtenlikle yapıyorlar. Köydeki işleri bitirdikten sonra. Kafalarını kullanarak sanayileşmeyi düşünmeye başladılar.(Erdemli davranışlar) Bunlardan kimisi demir çelik, kimisi bakır, kimisi un, kimisi deterjan, kimisi cam, kimisi kereste ve buna benzer çeşitli fabrikalar kurmaya başladılar. Fabrikalar durmaksızın, işçiler de yorulmadan mışıl mışıl çalışıyorlar.

posted in ÖYKÜLER | 0 Comments

29th Temmuz 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

BİR PARAZİT KONAKTAN NE KADAR FAYDALANIR?

Asfaltlanmamış bir yol düşünün; çukurlar, engebelerle dolu. Bir taraftan kaçsan öbür taraftan başka bir çukura düşersin, bu çukura birinci düşğünde bacağını incitirsin, sonra kolunu kırarsın ve belki bir gün öğle bir çukura düşersin ki bir daha iyileşemez ve felç olursun. Kısacası o çukurlarda seni neyin beklediği bilinmemektedir. Bu hayat senin olduğuna göre, bu çukurları kendin doldurmalısın. Başkalarının doldurduğu çukurlar seni ya bir gün ya da iki gün idare eder. Taşıma suyla değirmenin dönmeyeceği gibi senin çukurlarını başkaları kapatırsa, sen yeni bir çukura daha düşmeye hazırlanıyorsun demektir.

Aslında kişi doğruyu bulduğuna, gerçekten bulduğunun doğru olduğuna inansa, hayatını o doğruya göre düzenler. Örneğin, ben üşütüyorum ve grip oluyorum. Doktora gidiyorum, bana antibiyotik ve vitamin veriyor. Ben acaba bu antibiyotik ve vitaminleri alsam mı, almasam mı diye düşünmem. Çünkü doktor bu işi biliyordur. Ben bu konuda onun doğrusuna uyarım. Fakat doktor yerine bir üfürükçüye gitsem, onun verdiği ilaçları alırken tedirgin olurum. Çünkü bana iyileşeceğime dair bir güven veremez. Aslında doktor da kesin bir güven veremez fakat dediklerine uyarsam iyileşeceğimi umabilirim. Doğruyu görüp de uygulamayanlar, buldukları şeyin gerçekten doğru olup olmadığı konusunda kuşku içindedirler. İnsanı batıran en büyük unsurlardan biri de zannetmektir.( Zan içinde olan kişiler iki arada bir derede kalırlar. Ne kesin bir doğru gelince kabul eder, ne de bir yanlışı görünce ona bu yanlıştır diye bilirler, çünkü kesin bilgileri yoktur. Bu yüzden çukurlarını kapatamaz ve kendi çukurlarını başkalarının kapatmasını beklerler.)

Hayat çukurlar topluluğudur. Bunlara tav olmak ya da onları tamamen kapatmak senin elindedir. Değerler konusunda dünyada onlarca değil tek bir doğru vardır. Bu doğruyu bulanlar ve uygulayanlar çukurlarını kendileri kapatıyor demektir. Bu doğruyu bulup ta uygulamayanlar ya da başkalarının dürtmesiyle yürüyenler taşıma suyla dönen değirmene benzerler.

Biyolojide beslenme gruplarına göre canlılar ikiye ayrılırlar, ototrof(kendi besinini kendisi yapar) ve heterotrof( besinini dışarıdan temin eder) olmak üzere iki tane canlı ele alalım. Birinci canlı ototrof yaşıyor, kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmiş, başka faktörlere ihtiyacı var, fakat kendi kendine bakabilmeyi biliyor. Öbür tarafta heterotrof bir canlı sürekli başkalarına bağımlı olarak yaşıyor. Besinini dışardan aldığı için dışarıyla ilgisi kesildiğinde ölüyor.

Bu iki canlıyı insan olarak ele alalım. Besin kaynakları da bilgi olsun. Ototrof biçimde bilgi edinen kendi ayakları üzerinde durmayı bilecektir. Peki ya heterotrof olan? Onun bilgi kaynağı tükendiğinde kendisi de tükenecektir. Heterotrof canlılar kendi aralarında holozeik ve simbioz olarak ikiye ayrılırlar, Holozeiklerin sindirim sistemleri çok güçlü olduğundan besinleri katı parçalar halinde alıp sindirirler. Simbiozlar ise ortakyaşarlar. Benim ele alacağım tür simbioz türü. Bu türde kendi arasında üç bölüme ayrılıyor:

1)-Mutualizm- Ortakların karşılıklı yarar sağlaması

2)-Commensalizm- İki ortaktan birinin diğerine zarar vermeden ondan yaralanması.

3)-Parazitizm- Birlikte yaşayan ortaklardan biri yarar görürken diğerinin zarar görmesi durumudur.

Mutualizm konusunu şöyle ele alalım; Ben, dünyanın neresine giderseniz gidin her yerde tek olan doğruyu bulmuşum ve benimsemişim. Karşımdaki kişiler de aynen benim gibiyse işte bizlerin yaşam tarzı mutualizm türü yaşamdır. Bu tarz yaşam verimli, doyurucu ve esas mutluluğun bulunabileceği bir yaşam biçimidir. Çünkü bizim hayatımızı kesin doğrular oluşturur.

Commensalizm türü yaşamda iki kişi düşünelim, onların ikisi de orta derecede idare etme durumu gösteriyorlar. Biri öbüründen daha iyi durumda. Daha kötü durumda olan iyi olandan yararlanıyor, fakat ona zarar vermiyor. Ancak böyle bir yaşam tarzında yani idare edip gitmek duygusu içinde kişiler hiç bir zaman kesin doğruya ulaşamazlar. Bu üç yaşam tarzının içinde en çok azot kokusu çıkaran yani insanı rahatsız eden durum parazitizmdir.

Bir parazit kendine konak bulur ve onu öldürmeksizin, bitirip tüketme yoluna gider, yani ondan besin alır, yararlanır fakat aldığı besinleri değerlendirmesi istenince, hiçbir olumlu eğilim göstermez. Konak burada zarar görmüştür. Bu durum bakteri ya da virüslerde böyle gelişirken, insan hayatına uyarladığımızda konağın aslında parazitten daha az zarara uğradığını görürüz. Çünkü akıllı bir konak kendine hiç bir yarar sağlamayan üstelik zarar vermeye çalışan paraziti şu ya da bu şekilde kendinden uzaklaştırmayı bilmelidir. Bu yönde parazit iki türlü de zarara uğrayan taraf olacaktır. Şöyle açıklamak gerekirse, parazit konaktan besin (bilgi) elde ediyordu; konağın paraziti kendinden uzaklaştırması sonucu parazit besin (bilgi) kaynağını yitirmiş oldu. İkinci durum ise konağın parazite verdiği besinler(bilgiler) onun hayatını tümüyle etkiliyorsa bu besinlerin kesilmesiyle parazitin hayatı tümüyle alt üst olacaktır. Kısacası parazitin karşısında aklını kullanan bir konak bulunuyorsa parazitin ondan çok fazla yaralanma imkânı yoktur. (1998)

posted in ÖYKÜLER | 2 Comments

29th Temmuz 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

                                         BİÇARE HAYKIRIŞLAR
Öğrenemediğimiz, hakkıyla uygulayamadığımız o kadar çok şey var ki……
Ama ne yazıktır ki ders almadığımız, akledemediğimiz şeyler, gelecekteki en büyük düşman olarak çıkmışlar karşımıza.
Anlayamadık değerini, sayfalarca yazılan kitapların ve işitemedik durmadan yardım çığlıkları atan doğanın sesini. Gerçekten de işitemedik seslerini, göremedik onların ışıklarını. Belki de duysaydık, bulabilirdik kaybettiklerimizi ve yakalayabilirdik arta kalan umutlarımızı.
Biz, hep kulaklarımızı tıkayıp, kendimizi, boyalarının kuruntularımız olduğu o pembe çerçevedeki resme bıraktık. Gelecek, asıl mükâfatlar, insanca yaşanacak bir yurt, bir yuva, asıl mutluluk ve umutlar geride kaldı. Bir çiçek, bir dal daha ölmesin, doğa canlansın, dünya çöl olmasın, diye nefesimizin tükeneceği, milyarlarca lira dökeceğimiz gün gelmeden, insanlık durmayacak, durdurmayacak bu gidişi!
Hiç bir doğruyu, realiteyi göz önüne almadan çevreye atılan gülücükler, kahkahalarla alkışlar, aslında bir çığlığın habercisi. Ki o yürekleri hoplatırcasına yavaşça ama derinden girecek içimize ve sonunda Uyandığımızda kendimizi, ellerimizin kazandıkları ve sonuçlarıyla baş başa bulacağız.
Kahkahalarla kırlara, denizlere koştuktan sonra aslında heyecanla güzel şeyleri hayal ederek, kendilerine ulaşmasını umduklarımızın bir çöl ve bir bataklık olduğunu anladığımızda, ne bir çığlık ulaşacak ve ne de tek bir parmak çıkabilecek bataklıktan.
Oysa biz, nasıl da şendik, renk renk çiçeklerin arasında, ailelerimizle eğlenirken. Birbirimizi kahkahalara boğup, çiçekten taçlar takarken kafalarımıza ve sevgililerimize güzel sözler fısıldarken.
Oysa ne mutluyduk, masmavi canım sularda yüzerken; sevgililerimizle kayık sefaları yaparken ve eğlencemizin sonunda utanç manzaraları bırakıp neşeyle bir başka mekana geçerken kol kola !
Neşeyle, el ele yürürken, artık ağzımıza bir peçe almak zorunda kalacağız. O eskiden gözlerimizin üzerinde bir sis perdesi oluşturan, doğanın ölümünü görmemizi engelleyen bez parçasını. Gözlerimiz şaşkın, ağzımız hayatın son nefeslerini tutmak için sonuna kadar açık. Onlar, hep pembelikleri görmeye alışık olduklarından, simsiyah gökyüzünü görünce yine kapanmak isteyecekler. Ama onlar da,  farkında olacak artık bir çare kalmadığının. ‘’Bir çare !’’ diye haykıracak biçare insanlar. Pembeliklerin simsiyah bir çamurla sıvandığını görünce, gözlerimiz, vanası bozuk çeşmelere dönecekler.
Gerideki pembelikleri elde etmek için çırpınacağız. Uzaklara, yani güzel geçmişimize baka baka belki de kendimize bin kere lanet edeceğiz.
Bulutların, bembeyaz gelinliklerini giydiklerini göremeyeceğiz artık. Kuşlar kardeşçe uçamayacak, o masmavi gökyüzünde. Dünya artık yaşlı gözlere kara kalem tabloları gibi siyah ve grinin tonlarını sergileyecek. Kalkmayacak, kalkamayacak umutların, sevinçlerin kanatları. Çünkü onlar da bataklıklara ve sislere gömülmüşler. Gidecekleri kalbi bulamamanın verdiği üzüntüyle, sonunda onlar da harap ve bitap düşmüş olarak kendilerine çamurdan bir mezar bulup gözleri yaşlı, uzaklara, pembeliklere bakarcasına yatacaklar.
Kulaklarımız bu haykırışları, çığlıkları ve yardım feryatlarını işitince birden şaşıracağız. Genelde güzel günlerde, sevgililerin seslerini, mutlu çocuk çığlıklarını, bütün insanlığın sevgiyle dolmasının her yılbaşında dilenmesini duyarken bu sesler ürkütecek bizi. Önce bu seslerin filmlerdeki korku sahnelerinde adamın, kızı öldürürken çıkardığı sese benzeteceğiz. Sonra birkaç derneğin propaganda sesleridir, diye düşüneceğiz. Ancak gözler, kulakları uyarınca sonunda inanmak zorunda kalacağız; bu çığlıkların, sonsuza uzanan biçare insanların sesi olduğuna.

Belki de bunlar gelecek için imkânsız bir düş olarak görünüyor. Ama eğer kulaklarımız duymaya, gözlerimiz görmeye, ağzımız doğruyu söylemeye ve beynimiz düşünmeye bir an önce karar vermezse, bunların hiçbiri imkânsız olmayacaktır. Ne dünya pembe,  ne de bunlar çok uzak…
Belki de ilk adım kabullenmek olacak. İlk kabullenecek şey de, şükretmediğimiz ve daldığımızdır.
Biz şimdiye kadar günübirlik yaşadık. Durdurmadık yuvamızı kirletenleri ve yaşama hakkımızı elimizden alanları. Doğrusu bu ya, biz de durmadık. Ama artık, durmanın ve durdurmanın zamanı. Çünkü buna mecburuz. Eğer biz durdurmazsak, bizim nefes almamız, çiçekler arasında gezintiler yapmamız, şen şakrak denizlerde yüzmemizi, -askeri darbe- gibi çevre darbesi engelleyecek.
İnsanlık, şu anda bulunduğu konumdan hiçbir kara parçasını göremeyeceği bir yerde, büyük bir okyanusun ortasında elinde kalmış ufak tefek imkânlarla bir teknenin içerisinde yaşamaya çalışıyor. Ancak şu yıllarda, bu yalnız tekne karşıdan çeşitli sinyaller almaya başladı. Gönderilen sinyaller insanın içerisinde bulunduğu durumdan kurtulması için yardım elini uzatan bir cankurtaran teknesi. Bu cankurtaranın görevi, insanın kendi elleriyle hazırladıkları sonuçtan onları uzaklaştırmak, karanlık, mutsuz ve umutsuz bir gelecekten onları kurtarmak. Bu konuda o kadar azimliler ki insanların reddecekleri herhangi bir pürüz son noktasına kadar hesaplanmış, hedefleri belli ve ne yapacaklarını biliyorlar.
İnsanlık, yüzyıllardan beri yaptığı gibi kulağına yabancı gelen her konuda tedirgin ve ürkek davrandı, bu konuda da olduğu gibi. Ancak bu şüpheler, uygulamadaki gösterimlerle engellendi. Bahanelerimiz kalmadı.
Seçenek bizim. Kim ister karanlıklarda yaşamayı ve biçare çığlıkları atmayı? (2003)
                                     

posted in ÖYKÜLER | 0 Comments

29th Temmuz 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

BAHAR AŞKI

Bu gün toprağa ilk cemre düştü ve gökyüzüyle toprağın aşkı yine başlamış oldu. Toprak gökyüzüne yemyeşil bir selam verdi ipek örtüsüyle; gökyüzü de yağmurla selamladı biricik aşkı toprağı. Toprak bu bahar çok sevinçliydi. Öyle ki yüzünde güller açıyordu. Fakat geçen bahardan kırgındı sevdiğine. Çünkü gökyüzü çok ağlamış ve toprağın sürüklenmesine neden olmuştu. Fakat çok haklı bir nedeni vardı o eşsiz mavi hüznün; başka ülkelerde yaşayan bulut arkadaşları ziyaretine gelmişti. Daha sonra gelenlerden biri hastalanıp öldü ve diğerleri bu üzücü olaya çok ağladılar. İşte gökyüzünden toprağa inen inci tanelerinin nedeni buydu. Yoksa o şirin mavi incitir miydi sevgilisini? Gökyüzü anlatınca olup biteni yine barıştı iki sevgili. Anlaşılan mutlu bir bahar onları bekliyordu. Bu sürüklenme toprağı her ne kadar yorgun da düşürse, onun kalbi çiçekler açıyordu. Aşkını böyle anlatıyordu gökyüzüne.

Bu yıl en güzel müjdeyi bülbül getirdi onlara; gülle evleniyorlardı nihayet. Yüzyılların bitmeyen aşkı sonsuz bir sevgiye dönüşmüş ve mutlu bir yuva kurmaya adım atmışlardı. Toprak ve gökyüzü çok sevindiler bu duruma. Keşke biz de mutlu bir yuva kurabilsek diye içinden geçirmeden yapamadı toprak. Bülbül de davetiyelerini verip gökyüzünün o berrak maviliğinde süzülüp gitti. Düğüne çok az zaman kalmıştı. Toprakla gökyüzü gülün düğün hazırlıklarına yardım ediyorlardı. Toprak, içindeki coşkun sevgiyle gülü besliyor, ona harika bir gelinlik hazırlıyordu. Gülle bülbülün nikâh şahitleriyse bülbülün en yakın dostu kanarya ve gülün arkadaşı gelincikti. Nedimeleriyse kır çiçekleri…

Ve o beklene gün geldi çattı. Gökyüzü masmavi bir smokin, topraksa sarıçiçekli harika bir tuvaletle geldi düğüne. Gülün güzelliği dillere destan olmuştu. Öyle güzeldi ki onu gören hayranlığını gizleyemiyordu. Bu durumdan çok utanan gül, kıpkırmızı kesilmişti. Bülbülse bu mutlu günlerinde şarkı söylemeden edemiyordu. Oradaki herkes öyle mutluydu ki hiçbir şey dağıtamadı pembe bulutları üzerlerinden. Orkestra müziğe başladı; ilk dansı gülle bülbül yaptılar. Ardından toprak ve gökyüzü çıkmıştı ki piste birden ”papatya gibisin” şarkısı çalmaya başladı. Toprak ve gökyüzü bayılırdı bu şarkıya. Hatta gökyüzü sarıpapatyam diye severdi toprağı işte böyle; gülle bülbül evrenin en güzel düğünüyle dünya evine girdiler. Kim bilir belki başka bir bahar da gökyüzü ve toprağın düğününe misafir oluruz.

posted in ÖYKÜLER | 0 Comments

29th Temmuz 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

İSTANBUL‘A SİTEM MEKTUBU

İstanbul, koca şehir.

İçerisinde koca Osmanlı ve Bizanslıyı içerisinde barındıran koca şehir. Kaç bin delikanlıyı kendine susandırdın! Kaç bin tane işsiz, aşsız köylüyü çekip aldın kendine barındırma sözüyle! Taşı toprağı altın diye kaç umutsuz cana umut oldun yıllarca! Ey yedi tepeli şehir! Söyle kaç türlü millet barındırdın? Kaç tane yoksulun karnını doyurdun aşınla? Hangi zengin, köşkler yaptırmadı senin en güzel parçana, ormanlarına?

Ama artık senin de kabullenmek gerek, üzerine karabasan gibi çöken kara bulutların içinde bir çare aradığına ve kurtulmak için kendinden birçok şeyi feda ettiğine. Sen bin kere tövbe dilemene karşılık engin bir okyanusta gemisi bozulmuş bir balıkçısın.

Batmamak için, senin hayatta kalmanı sağlayan yiyeceklerini, suyunu attın ve şimdi biçare şekilde umut dileniyorsun uçan kuştan, yüzen balıktan ve hatta dalgalardan. Herhangi bir yerden gelebilecek yardım, umut beklerken, uykunda dileklerinde, hayallerinde, hep o eski senin özlemini çekiyorsun. Derin bir “ah!”ile Fatih, Belgrat ormanlarına, sonra Anadolu yakasına, Çamlıca, Ümraniye/Çavuşbaşı, Kavak ve Fener bölgelerine, eski şatavatlı günlerinin özlemleriyle bir İstanbul turu yaparsın. Azığın, umut, ümit, özlem.

Ben de senin kadar özlem duyuyorum o eski geçmişime. Ancak, o eski geçmiş, senin sayende yok oldu. O ana kadar, sen benim anam, babam, mutluluk meskenim olmuştun. Ama seni aldattılar ve bizi öksüz, yetim bıraktın, kabuğuna çekildin. Bizi bıraktın diyorum. Çünkü senin ihtişamını sağlamamıza rağmen, bizim yıkımlarımız gerçekleşiyorken sen sessiz kaldın, o kara güne “dur!” demedin. Ancak, senin de, sonradan anladığın gibi biz senin veli nimetindik ve bizler olmayınca çirkinleştin, ihtiyarladın. Ben de, senin gibi oldum en sonunda. Ama eğer sen, müdahale etseydin ben, bugün bu durumda olmazdım. Ah… o gün!

O gün bir ilkbahar günüydü ve ben birkaç kuşun çığlıklarıyla sabahın ilk ışıklarıyla uyandım. Beni uyandıranlar, üzerimde yuvalarını taşıdığım sadık dostlarımdı. Bana çığlıklarla, çırpınışlarla Fatih ormanında, geniş bir ormanlık arazinin, büyük apartmanların yapımı için yok edildiğini telaşla haber verdiler. Bu benim de, yakınımızda bulunan komşu ağaçlıklar gibi kısa sürede yuvamdan ayrılabileceğim anlamına geliyordu. Karşı ağaçlıklar kısa bir süre önce kesilmiş ve bizlere özenle bakan Ayşe ninenin kulübesi de yıkılmış onu evsiz, aşsız bırakılmıştı.

Neler olacağını, benim kara hüzüne bürünmemi sağlayan haberi getiren sadık arkadaşlarımla konuştuk ve ağlaştık. Çünkü benim olmamam, onların da yuvalarının olmaması demekti. Onlar, bana bu konuda istihbarat toplamak için gittiklerinde, dallarım solmuş, yapraklarım saramaya başlamış, meyvelerim, dallarımın zayıflığımdan dolayı, yerlere dökülmeye başlamıştı. Benim bu halim, etrafta oynamaya gelen ufak çocukların, komşu ağaçların da dikkatini çekmişti. Bana, telaş içinde neler olduğunu neden biranda sararıp solduğumu sordular. Ancak onların hiçbir sözünü duymuyor kendi kendime sessizce düşünüyordum.

Gözlerim herhangi değişikliği kaçırmıyor, kulaklarım tüm gücüyle yabancı bir çığğı, gürültüyü duymak için tetikteydiler. Bu yaşlı odun bu acıya dayanabilir miydi? Kasvetimi yıllara insanlara attım defalarca. Kin kustum beni koparacaklara. Kesilip kesilmeyeceğimi kesin olarak bilmesem de bu düşünce, içimdeki en büyük kurttu.

posted in ÖYKÜLER | 0 Comments