-
13th Aralık 2010

Melekler ve Cinler_Fevzi Zülaloğlu

posted in CİN-MELEK |

MELEKLER VE İMAN BAĞLAMINDA CİN, İNS, NEFS, RUH, İBLİS VE ŞEYTAN

Giriş

Gaybi varlıklar hiyerarşisinde melekler en üstte yer almaktadır. Yüce Allah Kur’an’da teşbihi veya mecazi bağlamlarla sınırlandırılamayacak kadar açık ve kesin bir şekilde meleklere özel isimler de vererek onlardan şahıslaştırmak suretiyle söz etmektedir. (2/Bakara, 98).

Gaybi varlıklardan biri olan melekler Allah’ın yaratması, biçim vermesi, kainattaki düzeni idare etmesi ve sürdürmesi esnasında görevi olan memur varlıklardır.

Meleklerin, şekli ve mahiyetleri, bünyeleri, sayıları hakkında çok az bir bilgiye sahibiz. Onların tam olarak nasıl varlıklar olduğunun te’vilini Allah’a bırakmak gerekir. Rabbimizin onlar hakkında verdiği yakini bilgi ile yetinmek gerekir.

Meleklerin şekli, sayısı vb. gaybi konularda bilinemeyecek olanın ardına düşüp “Allah bu misalle ne demek istedi?” diyerek konunun te’vilini araştırmak kalplerinde hastalık olanların bir özelliğidir (Bkz. 74/Müddessir, 31).

18. yy’dan beri pozitivizmin, modernizmin etkisi ile gaybi varlıklar, özelde melekler insan yaşamından kovulmak istenmiştir. Bu kültürün etkisinde kalan birçok müslüman da sözde meleklere imandan bahsettiği halde, yaşantısında onların etkisini göz ardı eder olmuştur.

Meleklerden Kur’an’da o kadar çok söz edilmiş, şahıslaştırılmış, somut etkileri gösterilmiştir ki, onları modernizmin etkisi ile iyiye hizmet eden tabiat kuvvetleri diye yorumlamak imkansızdır. İsimleri belirtilen, görevleri ve Allah’a bağlılıkları uzun uzun açıklanan melekler, Kur’an’da ontolojik bağlamda şahıslaştırılarak anlatılmıştır.

Meleklerle ilişkisi bakımından Cin, İblis, Şeytan, Ruh vb. kavramlarla birlikte ele almak istediğimiz bu konuda amacımız birtakım kelime çözümlemeleri yapmak değildir. Fakat kelimelerin sözlük, terim ve kavram anlamları üzerinde durmak mesajın daha iyi anlaşılmasına, hizmet edecekse anlamlıdır. Bunun için melekler ve onlarla ilintili olan Kur’an kavramlarını incelemek bu çalışmanın amacıdır.

 

A) KUR’AN’DA CİN TERİMİ

Cin Kelimesinin Terimsel ve Kavramsal Anlamı

C-N-N kök harflerinden türeyen “cenne” fiili karanlığa boğmak, gizlemek, örtmek, korumak, saklamak, karanlık ile örtmek anlamlarına gelir. Bu anlamda ana rahmindeki çocuğa çıplak gözle görülemediği için aynı kökten türeyen cenin denilmiştir. Yine savaşçıların kullandığı kalkana rakibin saldırılarını engellediği için “cunne” denilmiştir. Toprağı güneşten koruduğu için Araplar bahçeye “cenne” demişlerdir. Işığı örttüğü için gecede cin kelimesinin anlam alanında yer alır.

Terim olarak cin, gözden ırak olan duyularımızla kavrayacağımız alanın dışında yer alan kendilerine özgü karakterleri bulunan varlık türü demektir.

İnsanın kavrayamayacağı soyut veya somut nesnel gerçekliği bulunan varlıklara işaret için kullanılır. Görünmez varlıklar anlamında melekler de cinlerdendir. Meleklerle cinler arasında genel ve özel mutlaklık söz konusudur. Bu bağlamda her melek cindir. Fakat terimsel anlamda cinler melek değildirler. Çünkü ontolojik olarak cinlerle melekler ayrı varlık türleridir.

Müşrik Araplar duyuları ile kavrayamadıkları soyut şeylere cin diyorlardı. Melek, cin, ruh gibi soyut konularda kafaları karışık olan müşrikler cinlerle melekleri birbirinden ayıramıyorlar, soyut olan bütün şer ve hayır güçlerine, cin diyorlardı.

“O gün, Allah onların hepsini bir araya toplar. Sonra meleklere der ki: Bunlar size mi kulluk ediyorlardı? Melekler: “Seni tenzih ederiz. Bizim velimiz sensin. Onlar değil. Hayır onlar cinlere kulluk ediyorlardı. Çoğu onlara inanıyorlardı” derler” (34/Sebe, 40-41).

Sözlük anlamı itibariyle İblis de cinlerdendir. “Ve biz meleklere Adem’in önünde secde edin dediğimiz zaman, İblis dışında, onların hepsi yere kapanmıştı. İblis cinlerdendi, böylece Rabbi’nin buyruğu dışına çıktı…” (18/Kehf, 50; Ayrıca bkz. 6/112, 128).

Terimsel anlamda cin, bizim duyularımızın kavrayışına kapalı olan, bizden farklı bir hayat tarzı sürdüren, bizim gibi sorumlu olup iyileri ve kötüleri olan ruhsal güçlerin ortak adıdır. (Bkz. 6/100; 37/158; 114/6).

 

CİNLERİN ÖZELLİKLERİ

Duyularımızın ötesinde bir mahiyet taşıyan cinlerle ilgili Allah’ın bildirdiklerinden başka fazlaca bir bilgiye sahip değiliz. Rabbimizin bildirdiklerinden edindiğimiz malumata göre cinlerin bazı temel özellikleri şunlardır:

1-Yaratılış itibariyle özlerinde dumansız ateş taşımaktadırlar. Rahman sûresi 15. ayet ateşin niteliğini dumansız ve her şeye nüfuz edici olarak betimlemektedir. (Ayrıca bkz. 15/Hicr, 27).

2-Cinler de insanlar gibi sorumlu varlıklardır. Bütün varlıkların gayeleri Allah’a kulluktur. Amaçsız yaratılış zaten düşünülemez.

“Cinleri ve insanları sadece bana kulluk etsinler diye yarattım” (51/Zariyat, 56; Ayrıca bkz. 3/Al-i İmran, 191; 10 Yunus, 5; 16/Nahl, 12, 36; 21/Enbiya, 16; 38/Sa’d, 27; 44/Duhan, 38-39; 45/Casiye, 22; 75/Kıyame, 36; 86/Tank, 14 vd.)

3-Cinlerin sorumlu olmaları bilinçli ve iradeli olduklarını gösterir. Mükellefiyetin ilahi hatırlatmayı zorunlu kıldığı düşünülürse insanlar gibi onlara da Rabbani mesajın elçilerinin gönderilmiş olması gerekir. En’am sûresi 130. ayet cinlere de kendi içlerinden peygamber gönderildiğini göstermektedir: “Ey cin ve insan topluluğu içinizden size ayetlerimi anlatan ve sizi bu güne (ahirete) kavuşmakla uyaran rasuller gelmedi mi?”

4-Cinlerin peygamberi cinlerdendir. Bazı kimseler cinlerin peygamberlerinin insanlardan da olabileceğini iddia etmektedirler. Bu bağlamda Hz. Muhammed’in cinlerin de peygamberi olduğu ileri sürülmüştü. Buna delil olarak da cin süresindeki anlatılanları göstermektedirler. Cin sûresinin ayetleri bütüncül olarak incelendiğinde cinlerin Peygamberimizi (s) ve Kur’an’ı dinlediklerini öğrenmekteyiz. Ancak Peygamberimizin onlarla bir temasının olmadığını, Kur’an’ı dinlediklerini vahiy yoluyla öğrenmekteyiz:

“De ki; Bir grup cinnin, dinleyip şöyle dediği bana vahyedildi: Biz hayret verici bir Kur’an işittik” (72/Cin, 1). Ayetin üslubunda görüldüğü gibi Peygamberimizin cinlerin Kur’an’ı dinlediği ile ilgili malûmatı vahiy yoluyla olmaktadır.

İsra sûresi 95. ayette de açıkça her varlık türüne kendi cinsinden peygamber göndermenin sünnetullah, Allah’ın değişmez yasası, olduğu belirtilmektedir.

“De ki, eğer yeryüzünde yürüyen ve nimetlerimden istifade eden melekler olsaydı, biz onlara elçi olarak gökten bir melek indirirdik”. (Ayrıca bkz. 2/Bakara, 129, 151; 6/En’am, 19; 14/İbrahim, 4; 18/Kehf, 10; 25/Furkan, 6-8; 41/Fussilet, 6; 64/Teğabün, 6 vd).

5-Cinlerin de tıpkı insanlar gibi iyi olanları da kötü olanları da vardır:

“İçimizden iyi olanlar da var, olmayanları da var. Biz, türlü türlü yollara ayrılmışız” (72/Cin, 11).

“Bizden müslüman olanlar da var, sapmış olanlarımızda var…” (72/Cin, 14) vd.

6-Gaybı bilmezler.: “O Kur’an’ı şeytanlar (cinler) indirmedi. Bu, onlara yaraşmaz ve zaten yapamazlar da. Çünkü onlar, işitmekten uzaklaştırılmışlardır” (26/Şuara, 210-212; Ayrıca bkz. 72/Cin, 8-10).

7-Cinler insanlardan daha önce yaratılmış olup ontolojik olarak farklı yapıdadırlar:

“… Cinleri ise ondan çok önce yakıcı ateşten yaratmıştık” (15/Hicr, 27).

8-İnsanlara göre daha alt seviyede bir dereceleri vardır. Ayet-i kerimelerden anladığımız kadarıyla cinler insanlardan daha dehşet verici bir tabiata sahiptirler. Fakat gözle görülmez olmaları bir avantaj gibi gözükmekle birlikte Allah Teala insanoğlunu daha üst bir derecede yaratmıştır:

“Biz insanı en güzel şekilde yarattık” (95/Tin 4)

 

CİNLERLE İLGİLİ İLERİ SÜRÜLEN BATIL İNANÇLAR

Müşriklerin Allah’a ortak koştukları şeyler arasında cinler de vardır. Fırtına, hastalık vb somut olaylara cinlerin yol açtığını, Allah ile cinler arasında akrabalık bağı olduğunu iddia etmişlerdir.

“Ama bazıları cinleri Allah’ın yanında bir yer yakıştırmaya başladılar. Halbuki onların tümünü yaratan O’dur. Ve cehaletleri yüzünden O’na oğullar ve kızlar isnad ettiler” (6/Enam, 100).

Allah ile cinler arasında benzerlik kurularak, soy birliği ileri sürülmüştür. Yüzeysel basit düşünen cahiliye mensupları gözle görülmemesi bakımından Allah ile cinler arasında akrabalık bağı olduğunu iddia etmişlerdir. Tıpkı hristiyanların Hz. İsa ile Allah arasında varsaydıkları soy ilişkisinde olduğu gibi: “Şimdi onlardan sana cevap vermelerini iste. Senin Rabbinin kızları var da onların (yanlız) erkek çocukları mı var?” (37/Saffat, 149; Ayrıca bkz. 7/Araf, 28; 16/Nahl, 57; 21/Enbiya, 26; 37/Saffat, 150-158; 43/Zuhruf, 15-21, 81, 82 vd).

Ortak koşanlar cinleri tapılası varlıklar olarak algılamışlardır. Oysa cinler gaybı bilmeyen, aciz varlıklardır. Kendileri yaratılmış ve muhtaç olan bütün varlıklar gibi soyut varlıklar da, Allah’a denk olmalarını bırakalım, bayağı durumlardan kurtarabilecek bir yapıda değillerdir: “… Yere yıkılınca cinlerin gaybı bilmedikleri ortaya çıktı. Böyle olmasaydı kendilerini alçaltan azap içinde kalmazlardı” (34/Sebe, 14).

“… Hayır onlar cinlere tapıyorlardı. Çoğu on­lara inanmıştı” (34/Sebe, 41).

Müşrikler vahyin kaynağının cin şeytanları olduğunu iddia etmişlerdir (Bkz. 26/Şuara, 210-211).

***

Bazı tasavvuf üstadları İblis’in meleklerin imamı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Örneğin Hallac-ı Mansur ve Abdülkerim el-Cili bu görüştedirler. İblis’in Adem’in önünde yere kapaklanmamasını, insanın üstünlüğünü kabul etmemesini de, böyle kimseler, tevhid ehli oluşuna bağlayarak Kur’an’ı yanlış yorumlamışlardır. (Bkz. Prof. İbrahim Sarmış, Teorik ve Pratik açıdan Tasavvuf ve İslam sh. 158-159, Yöneliş Yay. 1993, İstanbul).

 

B) İNSAN VE CİN KAVRAMLARI

İns, görünür olmayı; cin, görünmezliği temsil eder. Bu bağlamda cin, ins’in karşıtıdır. Fakat Araplar tanımadıkları, bilmedikleri yabancı insanlara cin tabirini kullanmışlardır. Kur’an-ı Kerim’de de cin kelimesi bu anlamıyla bazı yabancı insanları anlatmak için terimsel ve kavramsal olmayan bir bağlamda ele alınmıştır.

Mekkelilerin tanımadığı yabancı bazı kimselerin Kur’an’ı dinledikleri olayı anlatılırken Ahkaf sûresinde insanlardan cinler diye söz edilmiştir: “Hani cinlerden bir grubu Kur’an’ı dinlesinler diye sana yöneltmiştik” (46/Ahkaf, 29; Ayrıca bkz. 30, 31,32. ayetler).

Arapların tanımadıkları insanlara cin demeleri gerçeğinden hareketle bazı yorumcular Cin suresindeki anlatılan kimselere de insan demektedirler. Oysa bu yorum yanlıştır. Çünkü sûreyi bütüncül okuduğumuzda özellikle 8. ayetin soyut varlık anlamındaki cinlerden terimsel bağlamda söz ettiğini görmekteyiz:

“Biz göğü yokladık ve onun şiddetli bir koruma ve alevle dolu bulduk. Oysa bizim dinlemek için oturma yerlerimiz vardı. Şimdi kim dinlemek istese onu gözeten bir alev yakalıyor” (72/Cin, 8-9).

 

A- HZ. SÜLEYMAN VE CİNLER

Hz. Süleyman’ın emrindeki cinler de insanlar anlamındadır. Yani Süleyman (a) kıssasında geçen cin tabirleri terimsel ve kavramsal anlamda değildir. Esir, köle, niteliksiz, kimliksiz, vasıfsız insan anlamındadır. Kıssadaki bazı ayetleri alıntılayarak konuyu Kur’an’dan takip edelim:

“… Cinlerden bir kısmı da Rabbi’nin emriyle onun emrinde çalışırdı. Onlardan, kim emrimiz­den çıkarsa ateş azabından tattırırdık” (34/Sebe, 12; Ayrıca bkz. 13. ayet).

“Denize dalan ve bundan başka işleri de gören şeytanları da ona boyun eğdirdik. Onları gözetenler de biz idik” {21/Enbiya, 82).

Kur’an’da Hz. Süleyman’ın ordusunun cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluştuğu belirtilmektedir:

“Süleyman’ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan ordusu bölük bölük toplandı” (27/Neml, 17).

Bu ayette geçen cin terimsel anlamda değildir. Ontolojik anlamda cinler olsaydı bu kimseler ordunun en önünde yer almışlardı. İnsanüstü varlıkların savaşması ile de insan birliklerinin gücüne ihtiyaç hasıl olmazdı. Çünkü soyut varlıklara düşmanın ok ve mızraklarının, kılıçlarının zarar vermesi imkansızdı.

Sâd sûresi 37-38. ayetlerde bu kimselerin zincire vurulmuş, demir halkalarla birbirlerine bağlandıkları, kötülüğü hak ettikleri vurgulanmaktadır. Bu tasvir bize ruhçu insanları ve eski çağlarda ayakları ve boyunları bağlanmış esirleri çağrıştırmaktadır. Bu yüzden bu kimselere kötü, şerli anlamında şeytan denilmektedir.

Ayetlerde bu şeytan tabiatlı kimselerin Hz, Süleyman’ın emrine verildikleri, onun için dalgıçlık yaparak inci, mercan, sünger çıkardıkları, heykelcikler yaptıkları, savaştıkları ve itaatten çıkamadıkları anlatılmaktadır.

Ontolojik anlamda bu kesimler cin şeytanları olamazlar. Çünkü şeytan ile insanın mücadelesi Kur’an’daki beyanlara göre kıyamete kadar sürecektir. Şeytanın insanın emrine girmesi diye bir durum söz konusu olamaz.

 

B- İNS: İnsan için Kur’an’da üç kelime kullanılmaktadır: Beşer, Adem, insan.

 

aa- BEŞER KAVRAMI:

Beşer kelimesi sözlükte derinin üst kısmı, dış yüzeyi demektir. Kavramsal anlamda beşer insanın dış yapısı, dış görünüşü, dış özelliklerini ifade etmektedir. Bu yönüyle beşer insanın toprak yönünün, fiziksel yapısını temsil eden bir anlam çağrışımı içermektedir:

“Sizi topraktan yaratması O’nun mucizevi işaretlerinden bindir ve sonra baktınız ki, birbirinizden farklı beşerler olup çıkmışsınız” (30/Rum, 20).

Toprağın çeşitli aşamalarından yaratılan, özünde tüm görünür varlıklar gibi su taşıyan beşer fiziki ihtiyaçlarla kayıtlı olmayı ifade eder.

“Ve beşeri sudan yaratan ve onu soysop ve evlilik yoluyla kazanılan yakınlık, bağlılık duygusuyla donatan O’dur. Çünkü Rabbin sınırsız kudret sahibidir” (25/Furkan, 54).

Aşağıdaki ayetlerde beşer, maddi ihtiyaçlarla kayıtlı hastalık ölüm gibi illetlerle bağımlı olmak anlamında kullanılmıştır:

“… Bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsin. Eğer doğru sözlü biriysen, bize bir mucize getir de görelim” (26/Şuara, 154; Ayrıca bkz, 1 l/Hud, 27; 14/İbrahim, 10; 23/Müminun, 24; 15/Hicr, 28;36/Yasin, 15).

Yusuf sûresi 31. ayete melek ile beşer kelimeleri birbirine zıt iki varlık kategorisini anlatır:

“…Kadınlar Yusuf’u görünce güzelliği karşısında şaşırıp kaldılar ve şaşkınlıktan ellerini kestiler. Aman Allah’ım dediler. Bu bir beşer olamaz. Olsa olsa gözde bir melek bu“.

 

bb- ADEM KAVRAMI:

İsfehani’ye göre Adem “edim” kelimesinden türetilmiştir. Edim, iç yüzey, iç katman demektir.

Adem, beşerden bir ileri aşamayı ifade etmektedir. Adem, işitme, görme, duyumsama, ikincil kavram oluşturma, böylece bilgiyi yeniden üretme, akletme özellikleri dolayısıyla meleklerin secdesine mazhar olmaktadır.

Adem, isimleri bilme, eşyaya isim verme yeteneği sayesinde meleklerden üstün olabilme potansiyeline sahip olduğunu göstermiştir. Bilmek, Adem’e meleklerle girdiği sınavı kazandırmıştır. O halde Adem’in Beşer’e göre bir iç boyutu, iç gelişimi sözkonusudur.

“Evet gerçekten de sizi yarattık, sonra size biçim verdik ve sonra meleklere; Adem’in önünde secde edin, dedik…” (7/Araf, 11; Ayrıca bkz. 15/Hicr, 29; 32/Secde, 9 vd.).

 

cc- İNSAN KAVRAMI:

İsfehani’ye göre N-S-Y kök harflerinden if’ilan kalıbından türetilmiş bir kelimesi olan insiyan kelimesinden bozularak elde edilen insan kelimesinin çağrışımları arasında unutkanlık, nankörlük, tartışmacılık, acelecilik, zalimlik gibi anlamlar vardır. Rabbimiz Tâhâ sûresi 115. ayette Adem’in yapısal olarak unutkan olduğunu belirtmiştir. Azimkar, sebatkar olmayan, aceleci olan insanoğlu kelimenin kök anlamında da görüldüğü gibi sürekli hatırlamaya ve hatırlatılmaya ihtiyaç duyar. Bunun için Yüce Allah tarih boyunca peygamberlerin elçiliği ile zikr indirmiş, kesintisiz olarak unutkan insanoğluna görevlerini hatırlatmıştır:

“Ve gerçek şu ki, biz Adem’e önceden buyruğumuzu ulaştırmıştık. Ne var ki o bunu unuttu. O’nu yaratılışındaki amaçta azimli ve gayretli bulmadık.” (20/Taha, 115).

Ancak Kur’an-ı Kerim’de kul olma bilinciyle davranan insanlar da mükerreren övülmektedir. Bu boyutuyla Kur’an’da övülen ve yerilen insandan bahsedebiliriz.

İnsan, beşer ile Adem’in işlevlerinin birleşimini ifade etmektedir. Beşeri boyut, insanın unutkan, aceleci zayıf bir varlık oluşunu ifade eder. Ademi boyut ise insana Allah’ın kazandırdığı iç özellikleri temsil eder. Bu iç güzelliklerin başında kalbin sembolize ettiği algılama, kendi durumunun farkında olma, bilinçli olma insanı Ahsen-i Takvim yapar. Ahsen-i Takvim Tin sûresinde belirtildiği gibi en güzel yaratılış demektir.

Allah Teala’nın iki eli ile yarattığını belirttiği insanoğlu kalbi hasletlerini köreltir, aklını beşeri boyutunun, toprak yönünün elinde heba ederse bırakalım meleklerin secdesine mazhar olmak, hayvandan aşağı bir derekeye düşer.

“Allah, ey İblis, dedi. Kendi ellerimle yarattığım şu varlığın önünde yere kapanmaktan seni alıkoyan nedir? Kibirli misin yoksa kendini üstün görenlerden misin?” (38/Sad, 75).

 

C) NEFS VE RUH KAVRAMLARI

aa- NEFS KAVRAMI

Nefs kelimesinin sözlüklerde geçen anlamları şunlardır: Kişi, kendi, iç, zât, kalp, kimse, bizzat, yan, kan, kat, idrak, can, öz, kemgöz, azamet.

Nefs terim olarak başka bir anlama geldiğine ilişkin kesin bir delil olmadığı sürece insanın bizzat kendisini ifade eder. Gramer yapısı müennes olduğu için Kur’an’da nefse izafe edilen zamirler dişildir. Ancak dişilik kelimenin semai müennes olmasından kaynaklanmaktadır. Yıldız, ay, güneş kelimeleri gibi. Birçok ayetle kadın-erkek insan cinsinin ortak özü, ortak nitelikleri, kimliği bağlamında kullanılmıştır. (Örnek olarak bkz. 3/Al-i İmran, 30; 4/Nisa, 1;32/Secde, 13).

Bir kısım ayetlerde nefs, insan, kişi, zat, şahıs anlamında kullanılmıştır (Bkz. 2/Bakara, 72, 286; 18/Kehf, 74; 20/Taha, 40; 28/Kasas, 19, 33 vd).

En’am sûresi 93. ayette insanın canı bağlamında geçmektedir: “… Canlarınızı (nefslerinizi) çıkarın, bugün Allah’a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O’nun ayetlerinden büyüklenerek yüz çevirmeniz dolayısıyla alçaltıcı bir azapla karşılık göreceksiniz…” (Ayrıca bkz. 9/Tevbe, 55, 85).

İnsanı insan yapan öz ve bu özü niteliklerini anlamında nefs terimi Şems sûresi 8. ayette geçmektedir:

Andolsun nefse, takvasını ve fücurunu ilham edene” (Ayrıca bkz. 75/Kıyamet, 2; 79/Naziat, 40; 80/Abese, 7; 87/A’la, 140; 91/Şems, 9-10).

Kur’an’da nefs, insanın bireysel kişiliğini ifade etmesinin yanında Ra’d sûresi 11. ayette toplumsal kişilik anlamında da geçmektedir.

Bazı mistik akımlar Yeni Eflatuncular yabancı dillerden yaptıkları çevirilerde nefse ruh anlamı yüklemişlerdir. Bedenin karşıtı anlamında nefse ruh diyemeyiz. Kaldı ki Kur’an’dan ruha da bedenin karşıtı anlamını yüklememize elverecek bir karineye sahip değiliz.

 

bb- NEFSİN TEKAMÜLÜ

İnsan kişiliği anlamına gelen nefs hem fertlerin özü, hem de fertlerin tek tek kendisi demektir. İnsanların ahlaki yapısı Kur’an’da nefsle ilintili olarak dörde ayrılmaktadır:

1-Nefs-i Emmare: Kötülüğün peşinde koşan iyilikten nasipsiz insan (Bkz. 12/Yusuf, 24, 53; 53/Necm, 39).

2-Nefsi Levvame: Özünü eleştiren, kendini temize çıkarmayan, hatasını kabul edip tevbe eden, hatasından pişmanlık duyarak dönen insan (Bkz. 3/Al-i İmran, 135; 53/Necm, 32; 75/Kıyame, 2).

3-Nefs-i mutmainne: Allah’a gönül bağladığı, O’nu andığı için huzura eren, doygun insan (Bkz. 6/Enam, 125; 13/Ra’d, 28; 89/Fecr, 27).

4-Nefs-i Raziyye-Marziyye: Hoşnutluk içinde, halinden memnun ve Rabbi de kendisinden memnun kişi (Bkz. 89/Fecr, 28).

Görüldüğü gibi nefs terimi Kur’an’da iki yönlü bir özdür. İyiye de yönelebilir kötüye de. Nefs felsefecilerin dediği gibi bedenin karşıtı anlamında ruh değildir. Tasavvufçuların iddia ettiği gibi nefs, bütünüyle yok edilmesi gereken bir unsur değildir. İnsanı arındıracak, ilahi vahyi algılayıp kendisini olgunlaştıracak öz de nefsde yer almaktadır. Kısaca Kur’an’da nefs kavram olarak insanın özünü teşkil eden iki yönü takva ve fücuru bünyesinde bulunduran yeteneklerin, eğilimlerin merkezidir.

 

d- RUH KAVRAMI

Ruh kelimesinin kök anlamında üfürmek, esmek, rüzgâr, güç, kudret, ümit, rahatlık, beklenti, güzel koku gibi manalar geçmektedir. Aynı kökten türeyen diğer kelimeler şunlardır. Rih, Riyah, Rauh, Rayhan (Bkz. 3/Al-i İmran, 164; 7/Araf, 57; S/Enfal, 46; 10/Yunus, 22; 12/Yusuf, 87, 94; 46/Ahkaf, 24; 55/Rahman, 12; 56//Vakıa, 89).

Kök harflerinden elde edilen kelimelerde görüldüğü gibi Ruh’un sözlük anlamı, bir rüzgar gibi hafif ve görünmez, güzel kokular taşıyan hayat ve ümit veren unsurdur. İsfehani Ruh’u, “canlıda hayatı meydana getiren şey” diye tarif etmiştir.

Terim anlamı ise, Allah’ın kendisi ile insana bilgi, bilinç, inanç kazandırdığı insana özgü niteliklerin tamamı demektir. İnsan kendisine ruh üfürüldükten sonra meleklerin secdesini hak etmektedir. Çünkü ruh, insana üstünlük kazandıran bilme kabiliyetine sahip olmayı doğurmaktadır. Allah topraktan biçim verdiği insanın ruh üfürerek keyfiyetini belirlemektedir:

Sonra ona biçim verdi, ona kendi ruhundan üfledi ve sizin için kulaklar, gözler, gönüller yarattı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.” (32/Secde, 9; Ayrıca bkz. 15/Hicr, 29; 38/Sa’d, 72).

Ruh ile üfürmek arasında kurulan ilgi, Allah’ın izni ile çamurdan kuşlara hayat veren Hz. İsa’nın mucizesi olarak Al-i İmran 49. ayette geçmektedir.

“… Ben çamurdan kuş yapar ona üflerim. Allah’ın izni ile hemen kuş olur…”

Ruhun üfürülmesi bu bağlamda bir varlığa Rabbimiz katından canlılık verilmesi anlamındadır. Ancak verilen bu canlılığın mahiyeti varlık türüne göre farklı özellikler taşımaktadır diyebiliriz.

Ruh’un diğer bir bağlamı da ilahi vahiyle ilgilidir. Ruh nasıl insana nitelik kazandıran, onu dirilten, secde edilmesini sağlayan bir unsur ise Kur’an vb. vahiyler de ruhtur. Çünkü toplumsal yaşamın zulmü ve baskısı altında şeytanın adımlarına uyan, kalbini ve duyargalarını körelten insan mecazi anlamda ancak yeniden dirilişini Kur’an’la gerçekleştirebilecektir.

“İşte sana da böyle emrimizden bir ruh (gönüllere can katan bir söz) vahyettik…” (42/Şura, 52; Ayrıca bkz. 6/Enam, 122; 8/Enfal, 24; 16/Nahl, 2; 17/İsra, 85; 40/Mü’min, 15; 58/Mücadele. 22; 97/Kadir, 4; 2/Bakara, 87).

 

e- RUH’UN MAHİYETİNİN BİLİNEMEZLİĞİ

Secdeye konu olan hasletleri “ruh”un üfürülmesi ile kazandığımız gerçeği açıktır. Fakat üfürmenin keyfiyeti müteşabih olduğu için, konunun te’vilini araştırmak boşunadır. Cevaplanması imkansız bir soru şöyle olabilir: “Biz Allah’tan bir cüzzü taşımaktayız, bir cüzün kopması O’nu eksiltmez mi?” böyle soruların cevaplandırılmaya çalışılması boş bir çabadır. Bilinemeyecek olanın ardına düşmektir. Bu durumda bizim gözümüz somut olanda, ruh’un üfürülmesi ile elde edilen keyfiyetlerde olmalıdır.

İnsanın öldükten sonra canlılığının ruhla devam edip etmediği tartışması da müteşabihin te’vilinin peşine düşmektir. Kesin olan bir şey varsa, o da bedenimizle hesap için diriltileceğimizdir. Kabir olayından derken ruh’un gezintiye çıkıp çıkmadığı, ölmediği iddiası mesnetten yoksundur. Bu konuda fazla bir bilgiye sahip değiliz. Bu durumda biz ruh’un niteliklerini insana kazandırdıklarını bilebiliriz. Fakat niceliği hakkında bir görüş ileri sürmeyiz.

Ruh’un tamamen bilinemez olduğunu söyleyen bazı kimseler, aslında vahiyden ve vahiy meleği Cebrail’den bahseden İsra sûresi 85. ayetini insan ruh’u bağlamında ele almaktadırlar:

Sana ruh’tan sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ilimden pek az bir şey verilmiştir.”

Zemahşeri, Fahreddin Razi, Kurtubi, M. İzzet Derveze, Muhammed Esed bu ayette geçen ruh’dan kastedileninS insana canlılık kazandıran unsur anlamında değil, Kur’an vahyi, Kur’an’ı getiren vahiy meleği anlamında olduğunu söylemişlerdir.

 

D) İBLİS: İNSAN HAYATININ FİTNESİ

B-L-S kök harflerinden türemiş bir kelime olan İblis, if’al kalıbına uyarlandığında elde edilen eblese fiilinin ismidir. Eblese’nin mastarı İblâs’tır. İblâs ise suskunlaşmak, umutsuz hale gelmek demektir. İblis umutsuzluğun, laneti hak etmiş olmanın sembol ismidir.

Eblese fiilinin ismi faili En’am sûresi 44. ayette yalın kelime anlamı itibariyle geçmektedir:

“… Ve kendilerine bağışlanan şeylerden zevk alarak yararlanmaya devam ederlerken onları apansızın yakaladık. İşte o anda bütün ümitlerini kaybettiler (Müblisûn).”

Daha geniş anlamıyla İblas fiili üzülmek, hayret etmek, ümitsizliğe kapılmak, gamdan kaynaklanan sükûta gömülmek, dayanaksız olmak anlamlarına gelmektedir.

İsim ve fiil halinde Eblese’nin türevleri beş ayette geçmektedir (Bkz. 6/44; 23/77; 30/12, 29; 43/75) kavram olarak İblis ise Kur’an’da onbir ayette geçmektedir. Bunlardan onu Mekki, biri Medeni ayette yer almaktadır. İblis’in kavramsal anlamı; Yüce Allah’ın emrine karşı gelip isyanda bulunan, şeytani güçlerin babası olan, karanlık faaliyetlerde beyin görevini yapan, Rabbi’nin rahmetinden ümidini kaybetmiş, huzurundan kovulmuş insan düşmanıdır.

Şeytani güçlerin babalığını yapan İblis Kur’an’da tekil olarak geçtiği halde şeytan çoğul olarak geçmektedir. Nasıl Adem insan soyunun prototipi olarak babası saydırıyorsa, İblis de şeytanların prototipidir.

İblis görünmez güçlerden olması bakımından cinlerdendir (Bkz 18/Kehf, 50). İnsana secde etmesi emredilene kadar da meleklerdendi. Allah, İblis’e secde emrini verene kadar İblis’in haysiyetine, gururuna dokunacak bir emir vermemiştir. O halde, secde emrine kadar İblis ontolojik anlamda melek değildi. Fakat melekler gibi saf ve temizdi. Ancak “secde” emri ile imtihan edilince özünde var olan kötülük ortaya çıkmış oldu. (Bkz. 2/Bakara, 34).

İnsanoğlu da “yasak meyve” ile imtihan edilmeden önce bütünüyle iyi gözüküyordu. Fakat yasak meyve fitnesi Adem’in günah işleme potansiyelini açığa çıkarmış, görünür kılmıştır.

İsra sûresinde belirtildiği gibi yasak meyve gibi İblis de insanoğlu için bir imtihan vesilesidir. “Haydi, şimdi onlardan gücünün yettiğini sesinle ayart, atlarınla ve adamlarınla onların üzerine yüklen ve böyle onların mallarıyla çocuklarıyla (ilgili olarak işleyecekleri) günahlara ortak ol; onlara vaadlerde bulun. Çünkü (onlar bilmezler ki) şeytanın vaad ettiği her şey sadece akıl çelmek içindir.” (17/İsra, 64).

İblis, Rabbi’nin huzurundan taşlanmış, lanetlenmiş bir şekilde ümitsiz olarak kovulunca insanı da kendisi gibi yapmak, ümitsiz duruma düşürmek için imtihan vesilesi olarak izin almıştır. İblis’in izinli olması tamamen bağımsız bir şahsiyet olmadığını, Allah’a ortaklık gibi bir dava güdemeyeceğini gösterir. Zaten Allah’ın varlığını tasdik eden biridir. Asıl amacı insanı saptırmaktır.

İblis: “Madem öyle ‘ey Rabbim’ dedi, bana ölümden kalkılacağı güne kadar zaman tanı. Pekala öyle olsun diye buyurdu Allah. Kendilerine zaman tanınanlardan biri olacaksın. Vakti bilinen o güne kadar” (15/Hicr, 36-38).

Dikkat edileceği gibi İblis tamamen serbest biri değildir. O insan için fitne sınama vesilesi olma izni almıştır. Bu izin de süresiz değil, belli bir zaman dilimini kapsamaktadır (Bkz. 38/Sa’d, 80-81). Sınamanın önünde insanların şeytanı dost tutarak onun gibi suskun, ümitsiz lanetlenmiş, bu yüzden cehennemi hak etmiş olanlardan mı, yoksa ümitli bir şekilde olan, alçak olan dünyada aşağılıklardan bayağılıklardan uzak durarak Allah’ı dost tutanlardan mı olacaklarını denemektir (Bkz. 15/Hicr, 30-40; 18/Kehf, 50-51).

 

a- PEKİ İBLİS NEDEN SECDE ETMEDİ?

Kur’an’ın beyanlarından anladığımız kadarıyla İblis, ateşin topraktan üstün olduğuna inandığı için secde etmemiştir. Bu hareketi ile İblis ırkçılığın babası unvanını almıştır.

O Adem’e üfürülen ruh’un insana kazandıracağı nitelikleri görmezden gelmiştir. Kıskançlık, kibir ve ırk davası güderek enformatik cehaletin de sembolü olmuştur. Aslında bilgiçtir o. Ama cahildir. Çünkü toprak ile ateş farklı ontolojik düzlemlerin birer unsuru olduğu halde onları karşılaştırmıştır. Böyle karşılaştırmalara kıyas-ı butlan (batıl karşılaştırma) denilmektedir. (Bkz. 7/Araf, 12. ayet).

İblis insana ruh üfürme ile verilen ilahi emanetin değerinin farkına varamamıştır. Yüzeysel fiziksel görünümle ilgilenmiş, öze dikkat etmemiştir. Toprağı küçük görmüş, kendi yaratılışındaki özü ateşi büyük görmüştür.

İblis bencilliğinin, kendini beğenmesinin, hevasını yüceltmenin kurbanı olmuştur. Allah’a inanmış ama hevasına tabi olmuştur. Tıpkı yeryüzündeki sınavı kaybeden müşrik insanlar gibi. Yandaşları olan insanların imanı kendilerine nasıl bir yarar sağlanıyorsa amelleri hevalarına tabi olmalarından dolayı nasıl boşa çıkıyorsa, İblis’in eskiden melekler gibi olması da ona bir yarar sağlayamamıştır.

İblis’in düşmanı Allah değildir. Onun düşmanı insandır. Allah’ın insana secde et (saygı göster) emrine, kendini büyük ve üstün gördüğü, Adem’in dış görünüşünü beğenmediği, kabuğa takılıp öze dikkat etmediği için itaat etmemiştir. {Bkz. konu ile ilgili 2/Bakara, 168, 208; 6/En’am, 142; 7/A’raf, 11, 12, 22; 15/Hicr, 28-39; 17/İsra, 27, 53, 62-64; 38/Sa’d, 76; 35/Fatır, 6; 12/Yusuf, 51 19/Meryem, 142; 36/Yasin, 60; 43/Zuhruf, 62).

 

b- ADEM İLE İBLİS ARASINDAKİ NİTEL FARK

Adem de, İblis de yasaklananı işlemiş ancak Adem suçuna itiraf edip tevbe etmiştir. İblis gururunu yenememiştir. Adem suçunu kabullenmiş, İblis ise kabullenmemiştir.

Adem işlediği günahtan dolayı kendini temize çıkarmamış, nefsini kınamıştır. İblis böbürlenmiş kendini temize çıkarmaya çalışmıştır. Temize çıkarma şekli de ırkçılık yapmak suretiyledir. Adem Allah’ın rahmetinden ümidi kesmediği için tevbe etti. İblis ümitsizliğe düştü. İblis günahının yükünü Allah’a yüklemeye çalışarak yaratıcıyı suçladı. Adem Rabbi’ni suçlamadı özür diledi, lanetlenip kovulan İblis gibi olmadı.

“Bir zaman meleklere ‘Adem’e secde edin’ demiştik. Secde ettiler. Yanlız İblis etmedi. ‘Ben çamurdan yarattığın kimseye secde eder miyim’ dedi. ‘Şu benden üstün yaptığını gördün mü? Andolsun eğer beni kıyamet gününe kadar ertelersen, onun zürriyetini, pek azı hariç kökünden koparıp sürükleyeceğim’ dedi” (17/İsra, 61-62; Ayrıca bkz. 2/Bakara, 37 ve şerri Allah’a nisbet eden şeytanlaşmış insanlardan söz eden ayet için bkz. 29/Ankebut, 10).

 

E) ŞEYTAN: İBLİSİN FAAL HALİ

a- ŞEYTAN KELİMESİNİN ANLAMI

Şeytan kelimesinin kök anlamı ile ilgili iki görüş ileri sürülmüştür. Ş-T-N kök harflerinden türetildiğini söyleyenler, şeytanın uzaklaşmakla ilgili bir kök anlamının olduğunu ifade etmişlerdir.

Ş-Y-T’den türetildiğini iddia edenler ise işe yaramaz hale gelmek, öfkeden yanıp tutuşmakla alakalandırmışlardır. Bize birinci görüş daha uygun gözükmektedir. Çünkü şeytan Allah’ın huzurundan kovulmuş, Rabbin rahmetinden uzaklaşmıştır (Bkz. 3/36; 15/17, 34; 38/77 vd).

Ş-T-N harflerinden türeyen bir isim olan şeytan İblis’in faaliyetlerini, etki gücünü, tarzını ifade etmektedir. İblis şer güçlerin babası ve kaynağıdır. Şeytan ise İblis’in eylemsel halidir. Görünmeyen varlıklardan olmak anlamında cinlerdendir. (Bkz. 6/128).

Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette geçen şeytan kelimesi 70 yerde tekil, 18 yerde çoğul olarak kullanılmıştır. Fakat, İblis tekil olarak geçmektedir. Bu da göstermektedir ki, Kur’an’ın müteşabih anlatımında Adem ve İblis birer prototip olarak ele alınmaktadır. İnsanın cennetten indirildikten (Bkz. 2/Bakara, 38) yani sınav başladıktan sonra ise Adem bir cins isim olmaktan çıkıp özel isimli insanlar olarak, İblis de şeytanlar olarak işlevlerini sürdürmeye başlamıştır.

 

b- İBLİS’İN ASKERLERİ

Kur’an’da anlatılan yaratılış kıssasında kötülük İblis’le şahıslaştırılmış, insanlar ise Adem’le şahıslaştırılmıştır. İblis’in isyanından ve Adem’in yasak meyveyi yemesinden sonra İblis’in yerini şeytanlar almıştır. Şeytanlar İblis’in askerleri olarak tavsif edilmiştir:

“Onlar ve azgınlar tepe taklak oraya atılırlar. İblis’in bütün askerleri de.” (26/Şuara, 94-95; ayrıca bkz. 17/İsra, 61).

İnsanın sınav sürecinde kötülüğü şeytanlar temsil etmektedir. Fakat İblis kavramı insanın sınav sürecinin sonunu değerlendirirken de karşımıza bir defalık çıkmaktadır.

“Andolsun İblis, onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı, inanan bir bölükten (insanlar) başka hepsi ona uydular” (34/Sebe, 20).

Şeytan kelimesinin çoğul olarak, kullanıldığı birçok ayette daha çok bir şahıstan değil, İblis’in emellerini yerine getiren insan ve cin dostlarından bahsedilmektedir. Fakat kavramın şahıslaştırıldığı, mecaza haml edilemeyecek açıklıkta varlık türünden söz ettiği açık olan ayetler de vardır.

Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Aldatmak için birbirine yaldızlı sözler fısıldarlar…” (6/Enam, 112).

“Rabbine andolsun ki, onları ve şeytanları mutlaka toplayacağız, sonra onları, diz çökmüş vaziyette cehennemin çevresinde bulunduracağız” (15/Meryem, 68).

“Ey Ademoğulları, şeytan, ana babanızı, çirkin yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sizi de şaşırtıp bir belaya düşürmesin…” (7/A’raf, 27).

Şeytan şahıs anlamında Mekki sûrelerde çoğul, Medeni sûrelerde genelde tekil kullanılmıştır.

Şeytan Allah’a değil insana düşmandır. Babası İblis gibi şeytanlar da insanı saptırmak için gayret ederler. Yoksa şeytan eski İran dini Zerdüştlikte olduğu gibi şeytan ve Allah iki blokun sembolü değildir. Bilindiği gibi ateşperest Zerdüştler bütün felsefelerini mutlak iyiyi ve ışığı temsil eden Ahuramazda ile kötülüğü temsil eden Ehrimen arasında bitmeyen kavgalar üzerine kurarlar. Oysa şeytan Allah’ın varlığını ve kudretini onaylar (Bkz. 14/İbrahim, 22; 59/Haşr, 16).

Kavga insan ile şeytan arasındadır. İnsanın görevi şeytanın adımlarına uymamaktır: “Ey insanlar, yeryüzünde meşru ve iyi ne varsa ondan nasibinizi alın ve şeytanın izinden gitmeyin, zira o sizin apaçık düşmanınızdır” (2/Bakara, 168; Ayrıca bkz. 2/bakar, 208, ö/Enam, 143; 7/A’raf, 22-24; 18/Kehf, 50; 35/Fatır, 6 vd).

 

c- KÖTÜLÜĞÜN SEMBOLÜ OLARAK ŞEYTAN

Her şeyi çift kutuplu yaratan Allah bütünüyle iyi olan meleklere karşın şeytanı yaratmıştır. Fakat ilginç olan Kur’an’dan edindiğimiz bilgilere göre şeytanlarla melekler arasında ateşperest İran kültüründe olduğu gibi bir çatışma yoktur. Şeytanın asıl kavgası insanlardır. Meleklerin görev alanlarını delme, itaat zeminlerini ihlal etme, nedeni de daha çok insanla ilgilidir.

İnsanlarla olan mücadelelerinde gaybın kapılarını zorlayan cin şeytanlarının Allah’ın ilminin temsili adı olan levh-i mahfuzdan bilgi sızdırma çabaları boşunadır. Çünkü vahyin ve sağlam inancın koruma duvarını delemezler.

“Ve onları kovulmuş her türlü şeytani güce karşı koruma altına aldık” (15/Hicr, 17; Ayrıca bkz. 22/Hac, 52-54; 67/Mülk, 17; 72/Cin, 8-9).

İnsanı Allah’ın yolundan saptırmak için türlü dolaplar çeviren şeytan ümitsizliğin, ümitsiz hale gelmenin sembolüdür. İnsanları, kendisi gibi Allah’ın rahmetinden uzaklaştırmak için kurnazca çalışır (17/Araf, 16-17; Bkz. 15/Hicr, 32-40),

Şeytan iç kuruntu ve kışkırtılar ile insanları sapıklığa sürüklemek ister. Fakat şeytanın mü’minleri saptıracak gücü yoktur. Allah’ın fıtrata zerkettiği temiz akıl onun kuruntularının üstesinden gelmek için yeterli donanımı verir. (Bkz. 7/Araf, 199-202, 15/Hicr, 42; 16/Nah, 98-99; 17/İsra, 65; 21/Enbiya, 82; 34/Sebe, 12-14).

Allah’a karşı asi olan şeytan insanı da kendisine benzetmek için nankörlüğe, taşkınlığa, zulme, hakları çiğnemeye sevkeder (Bkz. 4/Nisa, 117;22/Hacc,3;37/Saffat, 7).

Şeytan dostlarını yanlız bırakan sahte bir dosttur. Kendi adımlarını izleyen kardeşlerini, grubunu Allah’a hesap verirken yalnız bırakır. (Bkz. 2/Bakara. 168, 208-209; 5/Maide, 56; 6/E-nam, 140-142; 7/Araf, 27; 17/İsra, 17; 24/Nur, 21; 25/Furkan, 29; 58/Mücadele, 19-22).

Amellerinin faydalı hiçbir meyvesi olmayan şeytan insanın zaafları kuvvetlendiren bunlardan yararlanan bir güçtür. Şeytanın aldatması insanı sorumsuz kılmaz. Fakat İnsanın aşağılık duyguları şeytanın işini kolaylaştırır. İlahi yol göstericilik insanın fıtri iyilik eğilimlerini güçlendirir. İnsan şeytandan kendini takva ile korur (Bkz. 4/Nisa, 117; 12/Yusuf, 53; 22/Hacc, 3; 59/Haşr, 16 vd.).

Şeytan günahları süsler. İnsanın içini okşayan iltifatlarla gururunu, duygularını kamçılar. Günaha cevap elbisesi giydirip pazarlar. Günahlar insandaki kötülüğe meyleden fücur yönünün şeytana açılması ile oluşur. Böylece şeytan avının kendisine açılan fücur kapısından girer kötülüğe teşvik eder. Cazip, çekici tekliflerle insanı aklını çeler. Dumura uğratır. Ancak şunu da eklemek gerekir ki, şeytanın ontolojik bağlamında insanın içine girmesi söz konusu değildir. Fakat mecazi olarak damarlarımızdaki kan gibi dolaşabilir içimizde fakat onun hilesi zayıftır (Bkz. 4/Nisa, 119; 5/Maide, 90; 7/Araf, 20-22; 8/Enfal, 11; 27/Neml; 29/Ankebut, 38; 43/Zuhruf, 80; 25/Furkan, 29; 17/İsra, 64).

Dinmeyen kin ve düşmanlık tohumları ekmek isteyen şeytan, insanlar arasında içki, kumar, kehanet faiz gibi günahları teşvik ederek toplumda düşmanlığın, güvensizliğin, haksızlığın, sömürünün artması ile Allah’ı unutturmayı amaçlar. (Bkz. 5/Maide, 19, 90-91 12/Yusuf, 42; 43/Zuhruf, 36).

Mü’minlerle savaşa sevkeden şeytanlar dostlarının kalplerine korku salarak, Allah’ın hükümlerini koparmayı salık verir. İnsanlar içerisinden karanlığa, şeytana bağlılık gösteren toplum liderleri olan tağutlarla savaşmak mü’minlerin temel ödevlerinden biridir (Bkz. 3/Al-i İmran, 175; 4/Nisa, 60, 76; 6/Enam, 121).

Allah yolundan harcasınlar diye şeytan insanları israfa sevkederken, mü’minleri de infak etmesinler diye yoksullukla, rızık endişesi ile korkutur (Bkz. 17/İsra, 27; 24/Nur, 21).

Şeytan insanlara nüfus, mal vb. dünyevi güçler biriktirerek ölümsüzleşeceklerini vaadederek kandırır. Belki de insanın şeytana karşı en zayıf yanı bu ebediyet (huld) içgüdüsüdür. Zaten ilk insanı da bu zaafından yararlanarak kandırmıştır. İnsanın yeryüzündeki sınavında yeniden ebedi cennet mükafatını hake tmesini sağlayacak, insanın fitnesi, şeytandır. O insana sağından yaklaşır, solundan yaklaşır kötülüğü fısıldar.

Zan ekip vehim biçer şeytan sürekli, bıkmadan vesvese verir infaktan alıkoymak için fakir düşmekle korkutur. Bir gün zamanı gelir diye sürekli biriktirmeyi, ihtiyaç olmasa da fare gibi yığmayı öğütler. Böylece ölümsüzleşecekleri sanal vaadini durmadan usanmadan tekrar eder. Maalesef insanlık tarihi göstermektedir ki insanın ihmali, şeytan gibi gurur ve kibri İblis’in kuruntularını haklı çıkarmıştır. Fakat Allah’ın mü’min kullarına şeytanın etkin bir gücü yoktur. (Konu ile ilgili bkz. 2/Bakara, 268; 7/A’raf, 20; 17/İsra, 62-65; 20/Taha, 117-121; 36/Yasin, 47 vd).

 

F) MELEKLER

a- MELEKLERLE İLGİLİ BATIL İNANÇLAR

Müşrikler Allah’ın elçilerinin melekler olması peygamberlerin onlar gibi soyut varlıklar, olağanüstü özellikler gösteren kimseler olması gerektiğini iddia ederler (Bkz. 6/Enam, 50, 89; 25/Furkan, 7).

Yahudiler ilahi vahyi Hz. Muhammed’e getirdiği için, İsrailoğulları’na getirmediği vahiy meleği Cebrail’e düşmanca hisler beslerler (Bkz. 2/Bakara, 97-98).

Müşrikler melekleri Allah’ın kızları olarak görerek Rabbimizle soy bağı iddiası ileri sürerler (21/Enbiya, 26).

Müşrikler meleklerin Allah katında kendilerine torpil yapacak aracı kurumlar gibi düşündükleri için, Lât, Menât, Uzzâ gibi dişi isimler verdikleri putlara tapınırlar. Bu yanlış şefaat anlayışı putperestliğin felsefesi olarak ileri sürülmektedir (Bkz. 21/Enbiya, 28; 53/Necm, 26).

 

b- MELEKLERİN İMAN ESASI OLMASININ HİKMETLERİ

Her şeyden önce meleklerin iman esaslarından birisini oluşturmasının sebebi tenzih içindir. Kur’an’da gösterilen temel iman esaslarından birisi de gaybi varlıklar olan meleklere imandır, yinelemek gerekirse melekler, Allah’ın yaratması, biçim vermesi, kainattaki düzeni idare etmesi ve kainatla ilgili işlerin akibetini takib etmesi esnasında görevli kıldığı bir tür memur varlıklardır. Ontolojik bağlamda şahıslaştırılmış varlıklardır. Allah maddi ve soyut bütün varlıklardan aşkındır. Oysa bazı müşrikler Allah ile melekler arasında soybağı iddia etmişlerdir. Nasıl maddi varlıklar Allah’ın yaratıcı kudretinin eseri ise, O’na ortak değilse soyut varlıklar da O’nun ortakları değil görevlendirilmiş hizmet ehlidir.

Her muktedirin yanında O’na hizmet eden, sözünü dinleyen, buyruğundan çıkmayan kadrolar vardır. İşte melekler de Allah’ın hizmet ordusudur.

Melekleri tasavvurun zorluğu insana Allah’ı tasavvurun daha da zor olduğunu O’nun zatını idrak etmenin imkansızlığını öğretir. Böylece meleklere iman, Allah’ı soyut varlıklara benzetmekten insanları alıkoyan bir işlev görmüş olmaktadır (Bkz. 42/11,37/180).

Gizli âlem varlıklarına isnad edilen kudret ve kuvvetin maddi alem üzerinde meydana getireceği etkinin kaynağının ve buyruk merkezinin Allah’ın şanlı makamından çıktığına inanmak, şirki önlemektedir. Çünkü meleklere iman Allah’a imandan sonra gelmekte ve sıfatları itibariyle buyruktan çıkmayan, itaatkar varlıklar şeklinde anılmaktadır.

 

c- MELEKLERİN ÇEŞİTLERİ

Meleklerin çeşitli dereceleri vardır. Fakat hangisinin hangisinden üstün olduğu ile ilgili kesin bir karineye sahip değiliz (Bkz. 37/Saffat, 164-165).

Derece farkı gözetmeden sıralamak gerekirse meleklerin Kur’an’da geçen çeşitleri şunlardır:

1) Hazenetü’l-Cehennem Melekleri: Görevleri cehennemi beklemek, korumaktır. Son derece şiddetli, korkutucu bir görünümleri vardır. Fakat Allah’a karşı son derece uysaldırlar (Bkz. 40/Mü’min, 49; 66/Tahrim, 6; 74/Müddessir, 30-31).

2) Kadir gecesi esenlik için yeryüzüne inen melekler (Bkz. 97/Kadir, 3-5).

3) Arş’ı, Allah’ın kudretinin sembolü tahtında taşıyan melekler (Bkz. 40/Mü’min, 7-9; 69/Hakka, 16-17).

4) Arş’ın etrafında koruyuculukla görevli melekler (39/Zümer, 75).

5) İstiğfar melekleri: Mü’minlere İslami mücadeleyi üstlenen öncülere Allah’tan bağışlanma dileyen melekler (40/Mü’min, 7-9; 42/Şura, 5).

6) Sicil melekleri: Kiramen katibiyn diye de bilinir. İnsanların bütün yaptıklarını dosdoğru yazar, kayıt altına alırlar. İnsanın sağ ve sol tarafında yer alarak sevap ve günahlarını eksiksiz arşivlerler (Bkz. 8/Enfal, 10-12; 10/Yunus, 21; 43/Zuhruf, 80; 50/Kaf, 17-18; 82/İnfitar, 7-12).

7) Mikail (Bkz. 2/Bakara, 97-98).

8) Gözlemci melekler: İnsanların amellerini gözlerler (13/Ra’d, 11).

9) Hafaza melekleri: Şer güçlerden insanları korumakla görevlidirler (13/Ra’d, 11; 86/Tarık, 4; 82/İnfitar, 10-12).

10) Ölüm melekleri: İnsanların canlarını almakla görevlidirler. Mü’minlerin canlarını güzel, kafirlerinkini ise acı bir şekilde alırlar. Azrail ismi Kur’an’da geçmemektedir. Ölüm melekleri çoğul olarak geçmektedir. Can alma görevinin sadece Azrail tarafından yerine getirildiği iddiasının Kur’an’da bir dayanağı yoktur (Bkz. 6/Enam, 61, 93; 16/Nahl, 28, 32; 32/Secde, 1; 33/Ahzab, 43).

11) Mukarreb melekler, Allah’a diğer meleklere göre derece olarak daha yakın olan seçkin meleklerdir. Melekler derece olarak birbirine eşit değildirler (Bkz. 37/Saffat, 8, 164, 165).

12) Sur’a üfüren melek tüm canlıların ölüme garkolduğuna tanıklık eden birinci, yeniden diriliş tanıklık eden ikinci üfürüşle görevlidir (Bkz. 39/Zümer, 68).

13) Yardım Melekleri: İslami mücadele yürüten kadrolara, cihad esnasında gaybi yardımların elçiliğini yaparlar. {Bkz. 2/Bakara, 254; 3/Al-i İmran, 124-125; 5/Maide, 56; 8/Enfal, 9, 12, 19, 26, 43, 50; 9/Tevbe, 26; 17/İsra, 60; 33/Ahzab, 9; 34/Sebe, 23; 48/Fetih, 4, 27; 58/Mücadele, 22; 92/Leyl, 7).

14) Azab Melekleri: İnkarcılara dünyevi ve uhrevi azapla görevlidirler (Bkz. 9/Tevbe, 26; 66/Tahrim, 6; 67/Mülk, 9; 74/Müddessir, 30-31).

15) Helak melekleri: Azgınlıkta ve taşkınlıkta ıslah edilemeyecek kadar günaha batmış müfsid toplumları yok etmekle görevlendirilmiş meleklerdir (Bkz. 11/Hud, 81).

16) Müjdeci melekler: Peygamberleri ve salihleri ahirette cennetle müjdeleyen melekler (Bkz. 11/Hud, 69-74; 19/Meryem, 17-19; 41/Fussilet, 30).

17) Vahiy meleği: Allah’ın mesajını peygamberlere taşıyan, elçilik eden melek vahiy meleği Kur’an’da üç isimle anılmaktadır.

a) Cebrail (Bkz. 2/Bakara, 87, 253, 5/Maide, 110; 16/Nahl, 102; 26/Şuara, 193; 70/Mearic, 4; 78/Nebe, 38; 97/Kadir, 4).

b) Ruh ve ruhü’l-kuds: Kutsal ruh (Bkz 2/Bakara, 87, 253; 5/Maide, 110; 16/Nahl, 102).

c) Cibriyl (Bkz 2/bakara, 97-98, 66/Tahrim, 4).

 

SONUÇ

Pozitivizmin ve modernizmin etkisiyle tüm alanlarda olduğu gibi inanç konularında da materyalist eğilimler ortaya çıkabilmiştir. Oysa incelememizde ve çalışmamızda da görüldüğü gibi özellikle meleklerle ilgili vurgular. İsimlerinin, görevlerinin açıkça belirtilmesi nedeniyle uzun uzadıya detaylı açıklamalar melek, cin, İblis ve şeytan gibi gaybi varlıklar hakkında yapılan sembolleme (allegoriye ve metaforizma) göreli yorumları batıl addetmemizi (saymamızı) gerektirmektedir.

Bu olayda iyice idrak etmeliyiz ki melekler, tüm hayatımızı Allah’tan izinli olarak kuşatmıştır. Melekleri hesaba katmadan yaşamak bir mü’mine yakışmaz. Hayatın birçok alanında meleklerin Allah tarafından belirlenmiş etkin görevler vardır.

Özellikle İslami mücadele yürütürken şeytanın yönlendirici ve engelleyici olumsuz fonksiyonu yanında melekleri de hesaba katarak yola çıkmak bize cesaret, güven ve onur verecek, başarının kapılarını açacaktır. (Fevzi Zülaloğlu-Haksöz Dergisi – Sayı: 96 – Mart 99 Kavramlar)

http://haksozhaber.net/okul_v2/article_detail.php?id=2331   

This entry was posted on Pazartesi, Aralık 13th, 2010 at 12:42 and is filed under CİN-MELEK. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

Yorum Yaz