-
9th Temmuz 2008

Mehdi inancı- Hakkı Yılmaz

posted in MEHDİ-MESİH |

MEHDİ İNANCI

Sözcük anlamı olarak; ”hidayet görmüş”, “hidayet edilmiş”, yani “doğru yol gösterilmiş”, “doğru yola kılavuzlanmış” demek olan ve Arapça bir sözcük olan “mehdi” sözcüğü, bir kısım Müslümanlar tarafından, ilerideki bir tarihte (kıyamete yakın bir zamanda) ortaya çıkacağı zannedilen belirli bir varlığa isim olarak verilmiştir.

İslâmiyet’in tek kaynağı Kur’an’da “Mehdi” ile ilgili bir tek ayet, bir tek işaret bulunmamasına rağmen, Müslümanlar arasında böyle bir inancın oluşması, Yahudi ve Hıristiyan inançlarındaki “Mesih” inancına dayanmaktadır. Bu husus, Ana Britannica tarafından da şu satırlarla saptanmıştır:

“mehdi, … İslâm’da kıyametten önce gelerek dünyayı adaletle dolduracağına inanılan kurtarıcı. Başta Yahudilik ve Hıristiyanlık olmak üzere hemen bütün din ve kültürlerde bulunan mesih inancının İslâm halk kültüründeki uzantısıdır. …”

Bu durumda, mehdi kavramının ayrıntılarına girmeden önce, İslâm’da yeri olmayan bu sapık inancın kaynağı olan mesih inancının ne olduğuna bakmakta yarar vardır. Kur’an’da İsa peygamberin lâkabı olarak geçen “Mesih” sözcüğü (Nisa; 157, Maide; 72, 75) hakkında Ana Britannica şu bilgileri vermektedir:

“mesih, (İbranice maşiah: meshedilmiş, kutsal yağla kutsanmış), geniş anlamda; dinsel düşüncede dünya tarihinin sonunda tanrısal bir görevi yerine getirerek insanlığı kötülük ve günahlardan kurtaracak kişi, dar anlamda; Yahudilikte Hz. Davud’un soyundan gelerek İsrailoğullarını geçmişteki altın çağına kavuşturacak kral. Hıristiyanlık, daha Yeni Ahit yazarlarından başlayarak “Mesih” adını (Yunanca Hristos; Lâtince Christus) Hz. İsa ile özdeşleştirmiş, insanoğlunu günahkârlığın boyunduruğundan çıkararak Tanrı’yla sonsuza değin barıştırdığına inanılan bu kurtarıcıyı İsa Mesih biçiminde adlandırmıştır. … Tevrat’ın hiçbir yerinde dünya tarihinin sonunda ortaya çıkacak bir mesihten söz edilmiyordu. Kusursuz bir kralın yönetimindeki bir çağın geleceğini öngören bölümlerde de hiçbir yerde mesih terimi kullanılmıyordu. Bununla birlikte günümüzdeki araştırmacıların çoğuna göre Yahudilerin mesih beklentisi krallık kavramı ile ilgili inançlardan türemişti. Buna göre meshedilmiş kral tanrısal kökenli olmadığı hâlde Tanrı’nın Oğlu olarak adlandırılacak, dünyanın kurtuluşu umutları ona yüklenecekti. … Kitab-ı Mukaddes geleneğinden etkilenmemiş dinlerin ahiret öğretilerinde de mesih benzeri inançlar ortaya çıktı. Budizm gibi mesihçiliğe oldukça uzak olan bir din bile, örneğin Mayahana grupları arasında, gelecekte gökten inerek inananları cennete götürecek Buda Maitreya inancını doğurdu. Bütünüyle ahiret yönelimli olan Zerdüşt dininde de, Zerdüşt’ün ölümünden sonra gelecek bir oğlunun, dünyayı sonsuz esenliğe getirmesi ve ölüleri diriltmesi bekleniyordu. …”

Görüldüğü gibi, sadece semavî dinlere mensup olanlar arasında değil, yeryüzündeki tüm ilkel dinlerde var olan inanca göre kötü gidişe dur diyecek olan bu BEKLENEN KURTARICI, aslında insanların zulüm ve işkence altında inlediği dönemlerde, ezilen ve baskı altında tutulan zavallı kitlelerin ürettiği bir HAYALÎ KAHRAMAN; ütopik bir SÜPERMAN’dir.

MÜSLÜMANLARDA MEHDİ İNANCI

İslâm tarihi ve İslâmî bilim kaynakları incelendiğinde, önceden Yahudi ve Hıristiyan olan bir çok kişinin Müslüman olduktan sonra, eski inanç ve kültürlerini İslâm dinine uyarlamaya çalıştıkları, yani kendi sapık inanç ve amellerini, İSLÂMÎLEŞTİRMEYE çalıştıkları görülmektedir. Nitekim tüm İslâm bilginleri, Kâ’bu-l Ahbar, Vehb b.Münebbih, Abdullah b.Selam, Temim-i Dari, İbn-i Cüreyc gibi kişilerin, bu icraatı çokça yaptıkları konusunda birleşmektedirler. İşte mehdi inancı da, bu gibi kişiler marifetiyle Müslümanlar arasına girmiş ve yayılmıştır. Çünkü zaten Kur’an’da bahsi geçmeyen bu kavrama, ne İslâm dinini en iyi anlamış ve bu sebeple sonradan mezhep imamı olarak kabul edilmiş İmam-ı Azam, İmam-ı Maturidî, İmam-ı Eş’arî gibi bilginlerin eserlerinde, ne de hadis kitaplarının en sağlamları olarak kabul edilen Sahih-i Buharî ve Müslim’deki rivayetlerde yer verilmiştir. Bu konudaki rivayetlerin tüm hadis bilginlerince “uydurma hadisler” listesine alınmasına ve güvenilir sayılmamasına rağmen, bir kesim tarafından “bilgin” sayılan bir çağımız insanı, bu rivayetleri “manen mütevater” olarak benimsemiş ve mehdi konusunda “inciler” döktürmüştür. Hayatta iken müritleri tarafından mehdi olarak kabul edilmiş olan bu zat, insanların Allah’tan yardım istemeyi unutacaklarını düşünmüş olmalı ki;

“Ümitsizliğe düşüldüğünde, kahredici, zalim idareciler, istilâlar, sürgünler, baskılar döneminde insanlar böyle bir ümide muhtaçtır. O sayede kötü şartlara sabredilir, tahammül edilir. Onun için Mehdi inancı gereklidir.”

diyebilmiştir.

Buharî ve Müslim dışındaki hadis kitaplarında MÜTEVATER olmayan, bir kaç zayıf rivayete konu edilen mehdi inancı; inançlarının temeli “rüya” ve “keşif” olan, aslında inanç ilkeleri ve amelleri itibari ile İslâm’dan çok farklı bir din olan tasavvuf ve tarikat çevreleri ile Şii mezhebinde revaç bulmuştur. Oysa İslâm’da

ZANNA DAYALI İNANÇ OLUŞTURULMAZ:

Yunus; 36: Onların çoğu ZANDAN başka bir şeyin ardından gitmiyor. Doğrusu şu ki, ZAN HAKTAN HİÇBİR ŞEY İFADE ETMEZ. Allah onların yaptıklarını iyice bilmektedir.

MEHDİ KİMDİR ?

Şiilik’te mehdi, “yüce bir imam”dır. Onu kimse göremez, bilemez. Çünkü kendisini gözlerden saklamıştır. O ölmemiştir. Kıyamet yaklaştığında saklandığı yerden çıkacak, yeryüzünden her türlü kötülüğü kaldırarak herkesin mutluluğunu sağlayacak, böylece Allah tarafından kendisine verilen görevi yerine getirmiş olacaktır.

Şiilik’in İMAMİYYE ekolüne göre ise mehdi, Hasan Askerî’nin oğludur. Babası öldüğü zaman yaşı çok küçük olmasına rağmen babasının cenaze namazını kıldırmıştır. Sonra dünyadan el etek çekerek görünmez olmuştur. Topluma yolladığı mesajları, belirlediği dört temsilci ile iletmiş, kendisi ölünce bu temsilcilerin de görevleri bitmiştir.

Mehdi inancının, Şii ekolde Sünni ekole nazaran daha çok kabul edilmesinin sebebi, Emevi soyunun, Abbasi soyuna çektirdiği aşırı zulüm ve işkencedir.

Zayıf rivayetlere göre ise mehdi;

-Kıyamete yakın bir zamanda, Sünnetlerin unutulup bid’atlerin çoğaldığı, zulüm ve fesadın hüküm sürdüğü bir zamanda ortaya çıkacaktır.

-Peygamberimizin kızı Fatıma’nın oğlu Hüseyin’in neslinden gelecek (yani seyyit olacak), Medine’de doğacak ama kendisini Mekke’de tanıtacak, peygamberimiz gibi kendi adı Muhammed ve babasının adı da Abdullah olacaktır.

-Çok bilgin birisi olacak, kendi adına mezhep kuracak ve bütün Müslümanlar kendisine uyacaktır.

-Ashab-ı Kehf’in kendisine yardım edeceği bu mehdi, tüm dünyanın hükümdarı olacak ve dünyayı zulümden temizleyerek, adaleti hâkim kılacaktır.

-İsa peygamber onun zamanında gökten inecek, onun arkasında namaz kılacak ve Deccal’a karşı beraber mücadele edeceklerdir.

-Altı ilâ dokuz yıl arasında saltanat sürecek ve bu dönemde bol yağmur yağacak, toprak bol bereketli olacaktır.

İşte bu saçma inançlar, Tarih kitaplarında ve ansiklopedilerde görülebileceği gibi, tarihte bir çok şarlatan mehdinin çıkmasına yol açmıştır. Ama bu sapıklık tarihte kalmamış, tarikat şeyhlerinin mehdi olduğuna inanan insanlarca günümüzde kadar da getirilmiştir.

İSLÂM DİNİNDE MEHDİ İNANCI

Bu sapık inancın, İslâm dini ile, hiçbir aşamada örtüştüğü bir husus yoktur. Çünkü bu sapık inancın aşamalarında olacağı söylenen zırvalar şunlardır: Memleket zulüm ve fesada boğulduğu zaman, hiç kimsenin zahmet edip bir çabaya girmesine gerek kalmadan Allah insanlara Mesih ya da Mehdi’yi yollayacak, o da memleketi zulümden, baskıdan, fesattan kurtarıverecektir. İnsanların Mesih ya da Mehdi’nin dünyayı düzeltmesine yardım etmelerine de gerek kalmayacak, çünkü Mesih ya da Mehdi’ye yardımcı olarak Allah mağaradan Ashab-ı Kehf’i çıkaracak ve gökten İsa’yı indirecektir. Böylece insanlar tekkelerde, köşelerde, ellerinde doksan dokuzluk tespihler, lâklâk edecekler, ama memleket zulümden fesattan Mesih ya da Mehdi ve yardımcıları tarafından kurtarılacaktır.

Yukarıdaki tabloya göre, zulüm ve fesatla ölümüne mücadele etmiş peygamberler ve yandaşları sanki birer ENAYİ, Allah da bu mesihci ya da mehdici takımın hâşâ uşağı konumundadır.

Halbuki İslâm’ın öngördüğü, insanlardan beklediği ise şunlardır:

Müddessir; 1, 2: Ey örtüye bürünen!

Kalk, hemen UYAR.

Âl-i Imran; 104: İçinizden hayra çağıran, doğruyu-güzeli emreden, kötü-çirkinden alıkoyan bir topluluk olsun. Kurtuluş ve zafere eren işte onlardır.

Fussılet; 33: Allah’a çağıran ve düzeltici işler yapan ve “ben Müslümanım” diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır.

Enfal; 39: Fitne kalmayıncaya ve din tümüyle Allah’ın oluncaya kadar onlarla SAVAŞ. Vazgeçerlerse kuşkusuz ki Allah, ne yaptıklarını iyice görendir.

Görüldüğü gibi İslâm dinine göre Müslüman, her kötülük karşısında şartlara göre tavır almak, kötülüklerle mücadele etmek zorundadır. Çünkü insanlar hak etmedikçe Allah, onların içine düştükleri perişanlığı değiştirmeyecektir:

Rad; 11: Her biri için onu önünden ve arkasından izleyen gözcüler vardır ki, kendisini Allah’ın emrine bağlı olarak koruyup denetlerler. Gerçek şu ki Allah, BİR TOPLUMUN MARUZ KALDIĞI ŞEYLERİ, ONLAR, İÇ DÜNYALARINDAKİNİ DEĞİŞTİRMEDİKÇE, DEĞİŞTİRMEZ. Allah bir topluma bir perişanlık dileyince de artık onu geri çevirecek bir güç yoktur. Ve onlar için Allah dışında koruyucu bir dost da olmaz.

Sonuç olarak, Mehdi ve Mesih’i karşılaştırdığımızda, Mehdi denilen kişinin Yahudi ve Hıristiyanlık inancındaki Mesih olduğunu, diğer bir ifadeyle Mehdi’nin, Mesih’in İslâmîleştirilmişi olduğunu görmekteyiz. Orijinal İslâm’da böyle saçma bir inanç yoktur, olması da mümkün değildir. (Hakkı Yılmaz)

http://www.istekuran.com/index.php?page=8c3bb2e15d9fc663f0e0522ef168dc9a&id=29 )

This entry was posted on Çarşamba, Temmuz 9th, 2008 at 06:14 and is filed under MEHDİ-MESİH. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

There are currently 3 responses to “Mehdi inancı- Hakkı Yılmaz”

Why not let us know what you think by adding your own comment! Your opinion is as valid as anyone elses, so come on... let us know what you think.

  1. 1 On Kasım 29th, 2009, Ehli- Beyt asigi said:

    İşte bu saçma inançlar, Tarih kitaplarında ve ansiklopedilerde görülebileceği gibi, tarihte bir çok şarlatan mehdinin çıkmasına yol açmıştır. _____Bu sozlere gore ALLAH sizi oyle bir cezalandiracakdirki hic biriniz bunun altindan cikmayacaksini! Agamiz mevlamiz Mehdi(alehisselama) sapik inancli dediniz halbuki sizin sehih buxaridede bu hakda yazilmishdim ve efendimiz Peygamberimizden(sev) bu hakda bir chok hadisler vardir! ALLAH yalancilara lanet etsin! Insallah ahiret gunu hepimiz bulusacagiz! O zaman gorunecekdir hakk kiminledir! Biz once biricik ALLAHA sonra onun habibullahi MUhammed Mustafaya(sev) ve sonra basda Ali(as) olmakla butun Ehli BEyte Imamete inaniriz ve onlari severiz sonuncu imamizda Hz Mehdi(af)dir! Onun zuhuru icin daima dua ederiz ve insallah chok yakinda o zuhur edecekdir! O zaman sizler gizlenmeye delik aktaracaksiniz!!!

  2. 2 On Mart 24th, 2012, samet said:

    Ehli- Beyt asigi:”Agamiz mevlamiz Mehdi(alehisselama) sapik inancli dediniz”

    önce adam gibi okusanız da(hatta yazsanız) ve dosdoğru savunsanız düşüncenizi?

    Kimseye sapık inançlı ya da sapık denilmiyor yazıda, böyle bir ihtimalin olmadığı belirtiliyor ve kaynağının Kur’an temelli olmadığı belirtiliyor. Siz beşer Mehdi beklersiniz doğru ama bizlerin Mehdisi (hidayet rehberi, kurtarıcısı) Allah’ın izni ile Kur’an’dır.

    Hakk elbette zuhur edecektir ve gün geçtikçe de etmektedir de, tarih daima bir tokat gibi vurdu yüzünüze bu batıl inancı, ama görebilene… çünkü bile bile batılı Hakka karıştıranların ekmeğine yağ sürdünüz nesiller boyu bu batıl inançları kabullenerek bu güne getirdiniz, bunlar da bir bir sorulacak, akıl nimetini zayi etmek, Allah’ın biricik hidayet rehberine sarılmayıp hakkında Allah tarafından bilgisi verilmemiş şeylerin peşinden koşarak gerçek hidayet rehberini bıraktınız.. Allah selamet versin.

    Bu arada siz mevlanızı tanıtmışsınız, bizim yegane mevlamız Rabbimiz Allah’tır.

  3. 3 On Ağustos 2nd, 2013, Murat Tekin said:

    Sual: Âhirzamanda Hazret-i Mehdi geleceğine ve fesada girmiş âlemi ıslah edeceğine dair müteaddid rivayat-ı sahiha var. Halbuki şu zaman, cemaat zamanıdır; şahıs zamanı değil! Şahıs ne kadar dâhî ve hattâ yüz dâhî derecesinde olsa, bir cemaatın mümessili olmazsa, bir cemaatın şahs-ı manevîsini temsil etmezse; muhalif bir cemaatın şahs-ı manevîsine karşı mağlubdur. Şu zamanda -kuvvet-i velayeti ne kadar yüksek olursa olsun- böyle bir cemaat-ı beşeriyenin ifsadat-ı azîmesi içinde nasıl ıslah eder? Eğer Mehdi’nin bütün işleri hârika olsa, şu dünyadaki hikmet-i İlahiyeye ve kavanin-i âdetullaha muhalif düşer. Bu Mehdi mes’elesinin sırrını anlamak istiyoruz?

    Elcevab: Cenab-ı Hak kemal-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u a’zam veya bir mürşid-i ekmel veyahud bir nevi Mehdi hükmünde mübarek zâtları göndermiş; fesadı izale edip, milleti ıslah etmiş; Din-i Ahmedîyi (A.S.M.) muhafaza etmiş. Madem âdeti öyle cereyan ediyor, âhirzamanın en büyük fesadı zamanında; elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdi, hem mürşid, hem kutb-u a’zam olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zât da Ehl-i Beyt-i Nebevîden olacaktır. Cenab-ı Hak bir dakika zarfında beyn-es sema vel-arz âlemini bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir sâniyede denizin fırtınalarını teskin eder ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin nümunesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadîr-i Zülcelal; Mehdi ile de âlem-i İslâmın zulümatını dağıtabilir. Ve va’detmiştir, va’dini elbette yapacaktır. Kudret-i İlahiye noktasında bakılsa, gayet kolaydır. Eğer daire-i esbab ve hikmet-i Rabbaniye noktasında düşünülse, yine o kadar makul ve vukua lâyıktır ki; eğer Muhbir-i Sadık’tan rivayet olmazsa dahi, herhalde öyle olmak lâzım gelir ve olacaktır diye ehl-i tefekkür hükmeder. Şöyle ki: Felillahilhamd

    اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَ عَلَى آلِ اِبْرَاهِيمَ فِى الْعَالَمِينَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ

    duası -umum ümmet, umum namazında, günde beş defa tekrar ettikleri bu dua- bilmüşahede makbul olmuştur ki; Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, Âl-i İbrahim Aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet almış ki; umum mübarek silsilelerin başında, umum aktar ve a’sarın mecma’larında o nuranî zâtlar kumandanlık ediyorlar.{ (Haşiye): Hattâ onlardan bir tanesi olan Seyyid Ahmed-üs Sünusî, milyonlar müride kumandanlık ediyor. Seyyid İdris gibi diğer bir zât, yüzbinden fazla müslümanlara kumandanlık ediyor. Seyyid Yahya gibi bir başka seyyid, yüzbinler adamlara emirlik ediyor ve hâkeza‌ Bu seyyidler kabîlesinin efradlarında böyle zahirî kahramanlar çok olduğu gibi; Seyyid Abdülkadir-i Geylanî, Seyyid Ebulhasen-i Şazelî, Seyyid Ahmed-i Bedevi gibi manevî kahramanların kahramanları dahi varlarmış.} Ve öyle bir kesrettedirler ki; o kumandanların mecmu’u, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar. Eğer maddî şekle girse ve bir tesanüd ile bir fırka vaziyetini alsalar, İslâmiyet dinini milliyet-i mukaddese hükmünde rabıta-i ittifak ve intibah yapsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz! İşte o pek kesretli o muktedir ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır ve Hazret-i Mehdi’nin en has ordusudur.

    Evet bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senedlerle ve an’ane ile birbirine muttasıl ve en yüksek şeref ve âlî haseb ve asil neseb ile mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beyt’ten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatın fırkaları başında onlar ve ehl-i kemalin namdar reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemmiyeten milyonları geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih ve kalbleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî ile dolu ve cihandeğer şeref-i intisabıyla serfirazdırlar. Böyle bir cemaat-ı azîme içindeki mukaddes kuvveti tehyic edecek ve uyandıracak hâdisat-ı azîme vücuda geliyor. Elbette o kuvvet-i azîmedeki bir hamiyet-i âliye feveran edecek ve Hazret-i Mehdi başına geçip, tarîk-ı hak ve hakikata sevkedecek. Böyle olmak ve böyle olmasını; bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, âdetullahtan ve rahmet-i İlahiyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız.
    Mektubat ( 439 – 441 )

Yorum Yaz