-
13th Ekim 2008

Tevessül, Ziyaret ve Türbecilik

posted in DUA |

Kur’an ve tevessül

A. Vedat Alkan soruyor: Büyük zatların ziyareti ve onların vesilesiyle ulaşılması umulan sağlık, kısmet ve bereket vs. gibi konulara genel bir bakış açısı getirirseniz sevinirim.”

Ben okurumuzun “genel bir bakış açısı getirme” talebini, “Vahyin bu konudaki bakışı nedir?” şeklinde anlıyorum. Çünkü mümine düşen, bir konuda öncelikle Allah’ın ne dediğini merak etmektir. Öyle ya, biz Müslümanlar her konuda en alakasız kimselerin bile ne dediğini merak ederiz de, Aziz Allah’ın ne dediğini merak etmeyiz? Her kitaba başvururuz da İlahi Kitab’a başvurmayız. Hele bu türden vahiy olmaksızın aslına bir türlü eremeyeceğimiz soruların cevabını ararken, bu başvuru farzın da farzı (efraz) haline gelir.

Büyük zatların ziyareti? Büyük zatlardan kasıt bizim büyük olduklarına ameline, ilmine, irfanına, hikmetine, eserlerine, bıraktıklarına, çevresine, talebesine bakarak hükmettiğimiz zatlardır. Bununla onların ahiretteki durumları hakkında hüküm vermiş olmayız, ancak hüsnü zanda bulunmuş oluruz.

Büyük zatları ziyaret iki türlüdür: ya sağlığında, ya ölümünden sonra.
Bir mümini sağlığında ziyaret övülmüş bir davranıştır (ahlâk-ı hamîde). Kaldı ki, etrafını aydınlatmış, ilmiyle, irfanıyla, ameliyle, aşkıyla ve mücadelesiyle büyük olmayı hak etmiş bir mümini ziyaret su kaynağını ziyaret gibidir. Bu gibiler çağıldayan bir kaynaktır. Suyu ziyaret eden o çeşmeden kabı kadar alır. Su başına gelmek yetmez, yanınızda kap (akleden kalp) getireceksiniz. Kap getirmek yetmez, ağzını kapalı unutmayacaksınız. Ne diyordu Yunus: “Çeşmelerde bardağın/Doldurmadan kor isen/Kırk yıl orda dursa da/Kendi dolası değil”. Ağzını açmak yetmez, çeşmenin tam altına koyacaksınız. Bazıları ağızlarını ayırdıkları için kabı çeşmenin altına ağzı kapalı koyarlar. Ağzını açmak yetmez, suyun tam altına koyacaksınız. Yani frekansı ıskalamayacaksınız. Bu da yetmez, kabınızın dibini iyi kontrol edeceksiniz, dibi delik mi diye. Dibi delik kap (kalp) kırk yıl su altında dursa yine dolmaz.

Günümüzde, büyükleri sağlığında ziyaret edenleri ikiye ayırabiliriz: Birinciler, dirileri türbe gibi ziyaret edenler. İkinciler, onları diri ve büyük kılan değerleri paylaşmak için ziyaret edenler. Dirileri türbe gibi ziyaret edenler, su başına gelip de kapsız ve çapsız gelenlerdir. Veya kap getirip de, suyun altına değil, yan tarafa koyanlardır. Veya altına koyup da ağzını (kulağını) açmayanlardır vs? Böyleleri, dirilere ölü muamelesi ederler. Geldikleri büyüğü, “büyük türbe” olarak görürler. Onu büyük yapan meziyetlerden yararlanma endişesi taşımazlar. Büyüklere model almak için değil, zamanını çalmak için gelirler. Bu tür bir ziyaret makbul değildir.

Dirileri, onları diri ve diriltici kılan değerleri paylaşmak için ziyaret edenlerin ziyareti, makbul ve mebruk (bereketli) ziyarettir. Nereye geldiklerini bilirler. Ne alacaklarını ve ne vereceklerini bilirler. Zaman çalmaz, aksine geldikleri büyüğün zamanına, mekanına, ilmine, irfanına bereket katarlar. Bırakın ona bir “türbe” ve “ölü” muamelesi yapmayı, onu diri bilmekten öte diriltici bilirler ve ölü yerlerini diriltmek, harap yerlerini onarmak için gelirler.

Büyükleri, ölümünden sonra ziyaret etmeye gelince? Bunlar hayatlarını ve canlarını imanlarına şahit kılmış büyüklerse, onlar vahye göre zaten ölü değil, diridirler. Buna göre Ebu Eyyub el-Ensari’ye türbe diye gelenlerinki “ölü ziyareti”, diri diye gelenlerinki “diri ziyareti” olur. [“ÖLÜ ZİYARETİ DİRİ ZİYARETİ OLUR,” İFADESİ İSTİSMARA AÇIK BİR İFADEDİR. YAZI SAHİBİNİN İFADESİNE GÖRE DİRİ ZİYARETİNDE: “Dirileri, onları diri ve diriltici kılan değerleri paylaşmak için ziyaret edenlerin ziyareti, makbul ve mebruk (bereketli) ziyarettir. Nereye geldiklerini bilirler. Ne alacaklarını ve ne vereceklerini bilirler.ÖLÜLERLE DEĞERLE PAYLAŞILAMAZ; ONLARA BİR ŞEYLER DE VERİLEMEZ. BELKİ ALMAK İSTEYENLER İÇİN ÖLÜMDEN DERS ALINIR.] Bir kısım Müslümanlar, genellikle bu tür ziyaretlere karşı tavırlarını bir hadisle delillendirirler. Bu hadise göre, üç yer dışında, başka bir yere ziyaret maksadıyla yolculuk men edilmiştir: Mekke, Medine, Kudüs?
Aslında bu hadis, münhasıran kabir ziyaretiyle alakalı değildir. Öte yandan sünnette, genel bir “ziyaret yasağı” söz konusu değildir. Kur’an birçok yerde “sîrû fi’l-ard” (dolaşın yer yüzünü) der, bu bir. Kabir ziyareti, asıl şu hadisin konusudur: “Daha önce sizi kabir ziyaretinden men ediyordum, artık ziyaret edebilirsiniz” (Müslim, 1977), bu da iki. Kabir ziyaretinden men sebebi, dirilerin yanlışlarına ölüleri referans göstermek ve yanlış ataların külünü doğru torunların közüne tercih etmektir, bu da üç… [MÜSLÜMANLAR YANLIŞLARINA ÖLÜLERİ REFERANS GÖSTERMEZLER. ANCAK ÖLÜLERDEN MEDET BEKLEYEN BİR TOPLUMDA BU İLGİ, BEKLENTİ TAM SİLİNEMEDİYSE BU AMAÇLA ÖNLEM ALINMIŞ OLABİLİR.)

“Tevessül” kelimesi, “vesile edinmek”, “vesile kılmak” anlamına gelir. Kök anlamı “kurbet” (yakınlık) ve “rağbet” (ilgi, alâka) anlamına gelir (Ahfeş, Rağıb, Râzî). Bunu “Tevessül” formuna taşırsak, “yakınlaşmak için ilgi ve çabayı yoğunlaştırmak” gibi doğru bir anlama ulaşırız.

Kelimenin bu doğru anlamı, acı bir gerçeği gösteriyor: Birçok Kur’anî kavram gibi, bu kavramın da yol kazasına uğradığı gerçeğini. Bizde bu kavram anlam kaymasına uğrayarak, “Allah’a yakın olmak için vesile-vasıta-aracı edinmek” anlamını kazanmış. Bu yanlış anlam, bilgili bilgisiz kişilerin yazılarında ve dillerinde yer etmiş. Şu soruyu sormanın tam sırası: Tevessül’e “Allah’a yakın olmak için iyileri vesile kılmak” anlamı vermek, Kur’an’la çelişmez mi?

Cevabı Kur’an versin: “Kullarım sana Benden sual edecek olurlarsa, hiç şüphe etmesinler ki Ben çok yakınım” (2:186), “Biz kulumuza şah damarından da yakınız” (50:16). Buna şöyle itiraz edilebilir: Allah kullarına yakın, fakat kul Allah’a uzak. Zaten “vesile” de bunun için gerekli. Yani Allah’ı kula yaklaştırmak için değil, kulu Allah’a yaklaştırmak için…
İtirazımız ‘bayağı’ (‘hayli’ değil) tumturaklı. Fakat bakalım Kur’an bu itiraza ne diyor? Bunun için, Kur’an’da “vesîle”nin geçtiği iki ayeti iyi anlamamız lazım. Bu iki ayet de Mekke’de inmiş. Bunun anlamı şu: Dikkat edin! “Vesile” problemi “dinin detayı” (füru) ile değil, “dinin temeli” (usul) ile ilgilidir. Medine’nize ermek istiyorsanız, Mekke’nizde bu problemi halledin.

İşte o ayetlerin ilki: “De ki: “O’nun dışında kendilerinde (tanrısal güç) vehmettiğiniz kimseleri çağırsanıza; (düş kırıklığıyla) göreceksiniz ki, sizden hiçbir zararı kaldırmaya, ya da onu (yararlı bir şeyle) değiştirmeye güçleri yetmeyecektir. Kaldı ki, onların kendilerine yalvarıp yakardıkları kimseler var ya; -(Allah’a) en yakın sandıkları hangileriyse- işte onlar bile Rablerine yakın olmak için var güçleriyle(vesile) çaba gösterirler ve O’nun rahmetini dilenip cezasından da korkarlar(dı): Çünkü senin Rabbinin azabı, her daim kaçınılması gereken bir ceza olmuştur.” (17İsra suresi:56-57) Kur’an’ın iniş sürecinde “vesile” ile ilgili ilk ayet, Allah dışında Allah’a yakın olmak için “vesile” kılınan iyi kimselerin “vesile” olamayacağını açıkça söylüyor. Bu kimselerin Allah’a yakın olmak için çaba gösterdikleri ifade ediliyor. Yani, kişiyi Allah’a kendi çaba ve gayretinin yaklaştıracağı zımnen vurgulanıyor. Sizin kendileriyle Allah’a yaklaşmak istediğiniz “rasul, nebi, aziz, veli, sıddîk, şehid” gibi iyiler kendi çabalarını vesile ettiler deniliyor. Bu ayeti, Alemlere Rahmet olan Peygamber’e hitaben, ikiyüzlü davrananlar hakkındaki ilahi hükmü ele veren şu ayetlerle birlikte düşünelim: “İster onlar için Allah’tan af dile, ister dileme, hiçbir şey değişmez: Allah onları asla affetmeyecek” (63Münafıkun suresi:5) “İster onlar için af dile (fark etmez); onlar için 70 kez af dilemiş olsan dahi Allah onları asla affetmeyecektir.” (9Tevbe suresi:80). Buradaki 70 kinayedir ve “ne kadar dilersen dile, af edilmeyeceklerdir” anlamı taşır. “Ben 70’ten fazla af dileyeceğim” (Buhari, Müslim) hadisini reddeden Gazzali, “Bu haberin sahih olmadığı açıktır, zira Allah Rasulü kelamın manalarını en iyi bilendi” der (el-Mustasfa, I, 162).

İkinci ayet ise şudur: “Siz ey iman edenler! Allah’a karşı saygılı olun ve O’na yaklaşma çabası(vesilesi) içinde olun; O’nun yolunda tüm gayretinizi harcayın ki, kurtuluşa erebilesiniz.” (5Maide suresi:35) Bu ayet birinciyi teyit eder. Ayet açık ve seçik olarak, Allah’a yaklaşmak isteyen kendi iman, amel ve gayretini “vesile” kılsın demektedir. Bu vesileyle bir hatıram canlandı: Ünlü bir efendinin sohbetindeydim. Efendi “Allah’a yaklaşmak için iyileri vesile etmemiz” gerektiğini anlatıyor ve buna da bu ayeti ve Râzî’nin ayete ilişkin tefsirini delil gösteriyordu. Fakat işin aslı tam tersiydi. Râzî önce “Ta’limiyye fırkası”nın görüşünü naklediyordu: “Bu ayet, Allah’a ulaşmanın yolunun, yalnızca bir mürşidden geçtiği anlamına gelir. İşte bu yüzden Allah, mutlak anlamda, vesile aramayı emretmektedir”. Anlaşılan o ki, Razi’nin reddetmek için alıntıladığı bu cümleler, kendi görüşüymüş gibi sunuluyordu. Eğer bu bir okuma hatası değilse, bir tahrif ve iftira idi. Razi bu görüşü, “Buna cevabımız şudur ki…” diyerek reddeder ve ayetteki vesileyi “Allah’ın rızasını ibadet ve taatla kazanmak” olarak açıklar. Ayetin hemen devamındaki “ve cahidu: Tüm çabanızı harcayın” emrinden de anlıyoruz ki, en iyi “vesile” kişinin kendi amelleridir, başkaları değil. Zaten bu tür “vesile”lerin Allah katında hiçbir kabul görmeyeceği de bir sonraki ayette (5:36) yer alır. Sözün özü: Kur’an’a göre meşru ‘vesile’ 1) Allah’ın esması(isimleri), 2) İman, 3) Salih amel’dir. Mağarada mahsur kalana üç kişi hadisi (eshab-ı rakîm), salih amelin vesile kılınmasını anlatır. (Arif Çevikel)

http://www.mustafaislamoglu.com/makaleler.php?Makale_id=297&Kat_id=7

http://www.mustafaislamoglu.com/makaleler.php?Kat_id=7&Makale_id=298

This entry was posted on Pazartesi, Ekim 13th, 2008 at 10:34 and is filed under DUA. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

Yorum Yaz