-
4th Mart 2010

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

Bireyden Cemaatleşmeye Geçiş: Âile Hayatı

Aile, kişinin kendilerinden sorumlu olduğu eşi, varsa çocukları, ev halkı, yani yakın akrabalardan oluşan insan toplumudur. Müslüman için aile, bir sosyal müessese olduğu gibi, aynı zamanda İslâmî bir kurumdur. Nikâh, iki müslümanın İslâmî kurallar çerçevesinde bir araya gelmesidir. Aile, erkeğin eksiklerinin kadınla; kadının eksiklerinin de erkekle tamamlandığı, birbirlerinin ihtiyaçlarının temin edildiği, iki cinsi kaynaştıran bir kurumdur. Aile, erkek ve kadını asil bir duygu ve heyecanla birleştiren, bedeni sükûna, ruhu huzura erdiren bir müessesedir. Aile, toplum eğitimi yaptırarak, kişiyi sosyal hayata, cemaatleşmeye hazırlayan sevgi, saygı, şefkat, fedâkâr lık ve birlik ocağıdır. Aile yuvası okuldur, mesciddir; huzur evi ve çocuk yuvasıdır. Hammadde halindeki küçük yavruların her yönden büyümesini sağlayan, onların şahsiyet sahibi bir insan, Allah’a kulluk bilincine ulaşan bir müslüman ve İslâm toplumunun sağlıklı bir üyesi olmaları için yetiştirip geliştiren bir fabrikadır.

Evlilik, insan hayatını derinden etkileyen bir inkılâptır, devrimdir. Bireysel yaşayıştan toplumsallaşmaya, cemaatleşmeye ve devletleşmeye geçiştir. Düzensizlikten sistem ve nizama tırmanmadır. Ailelerinde İslâm’ı hâkim kılamayanların; sokaklarına, işyerlerine, toplum ve devletlerine şeriatı hâkim kılmaları beklenemez. Toplumu İslâmlaştırmanın, İslâ mî toplum oluşturmanın küçük örneği ve aşaması evlilikle başlayan aile hayatıdır. Aile, erkek için yöneticilik okuludur; Erkek; liderliği, otoriteyi, disiplini, mes’ûliyeti, emânete riâyeti, haklara saygıyı, öğretmenliği ve cemaate imamlığı en iyi şekilde uygulamalı olarak ailede öğrenir. Kadınıyla erkeğiyle fedâkârlığın, karşılık beklemeden vermenin, merhametin, sabrın, ahlâk güzelliğinin öğrenildiği bir okuldur aile. Anne-baba, bir taraftan öğretmeni, diğer yönden öğrencisidir bu okulun. Çocuk, hatta bebek, sanıldığı gibi sadece öğrenci değildir; minicik yapısına bakmadan ana-babasına çok, ama çok şeyler öğretir.    

İslâm, akıllı ve büluğ yaşını aşmış bütün müslümanları aile yuvası kurmaya çağırdığı gibi, evliliği ve aile hayatını da bir ibâdet olarak değerlendirir. Kur’ân-ı Kerim, sosyal birliğin en üstün ve sağlam şekliyle sevgi, bağlılık, merhamet, iyilik, müsâmaha, yardımlaşma, doğruluk, insaf ve Allah korkusunu gözeterek aile kurumuyla ayakta tutulmasını hedef alır. Huzur, barış, sevgi ve mutluluk evde yaşanmayınca, toplumda hiç yaşanmaz. 

Güçlü ve sağlam toplumlar, ancak fertleri inanç, fikir ve gâye birliği içinde kaynaşmış mutlu ailelerden oluşabilir. Bunun içindir ki, İslâm nizamı, aile kurumunu kutsal bir kuruluş şeklinde sunarak yüceltmiş ve dokunulmazlığını hükme bağlamıştır. “İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda sevgi ve rahmet var etmesi, Allah’ın varlığının belgelerindendir. Bunlarda düşünen topluluk için ibretler vardır.” (30/Rûm, 21). “Nikâh, benim sünnetimdir. Sünnetimi yapmayan benden değildir. Evlenin, çocuk sahibi olun; ben kıyâmet gününde ümmetimin çokluğu ile iftihar edeceğim.” (İbn Mâce, Nikâh 1; Ahmed bin Hanbel, II/72)

İslâm dini, evliliği tavsiye ettiği gibi, evlilik çağında olanların evlenmesine yardımcı olunmasını da öğütlemiştir. Bu tür yardımı, anne ve babaların görevleri arasında saymıştır. Dinimiz, bülûğ yaşını aşmış ve yeterli olgunluğa erişmiş, evlenme konusunda dinin hükümlerini öğrenmiş olan kız ve erkeklerin genç yaşlarda evlenip yuva kurmalarını ister. Böylece gençliğin, kontrolü zor istek ve arzuları, helâl yolda tatmin olacaktır. Bugün batıda, tarihe karışmak üzere olan evlilik kurumunun, çoğunlukla otuz yaşın üzerinde oluştuğunu görüyoruz. Batıyı tüm olumsuz konularda örnek almaya çalışan ülkemizde de, artık gençler 20 yaş civarını bile evlenme yaşı olarak görmüyorlar. Genç yaşta evlenmek isteyen bazı müslüman gençler de her türlü israf ve zorluklarla kaplı engelleri aşıp kolay yolla yuva kuramıyorlar. Böylece ahlâksızlığın önü açılmış oluyor.

Genç yaşta bekâr insanların çokluğu, düzen ve çevrenin haramları süslemesi, kolaylaştırması ile birleşince, çeşitli ahlâksızlıkların yayılmasına, maddî ve mânevî nice hastalıkların artmasına sebep teşkil ediyor. Bu konuda dinin reddettiği başlık parası, bir ev dolusu gerekli gereksiz eşya veya çeyiz isteme, milyarlarla (yeni lira olarak binlerle) ifade edilen düğün ve eğlence masrafları gibi İslâm’ın reddettiği israf ve lüzumsuz harcamalar da evliliğe ve gençlerin yuva kurmasına engel oluyor. Dinimiz, bu türlü davranışları büyük vebal sayarak kınamaktadır. İslâm, şer’î bir mâze ret olmaksızın evlenmekten kaçınmayı ve yuva kurma işini zorlaştırmayı bir günah saymıştır. İslâm, evliliği övmekte, bekârlıkta ısrarı yermektedir. Çünkü dinimiz, kadın-erkek ilişkilerinin meşrû olmayan ortamlarda ve ahlâkî olmayan bir şekilde gerçekleştirilmesini büyük bir fitne/şer olarak görür. Aile hayatı, korunmak isteyen mü’minler için kötü yollara en büyük frendir. İslâm’ın bir yandan zinâyı kesin tavırla yasaklarken; diğer yandan evlenmeyi teşvik etmesinin sebebi budur. Nitekim, her konuda olduğu gibi aile yönetiminde de örneğimiz olan Peygamberimiz (s.a.s.) gençlere şu tavsiyede bulunuyor: “Evlilik külfetinin altından kalkabileceğine güvenenleriniz evlensin. Çünkü evlilik, gözü ve cinsel arzuları haramdan korur. Aksi halde korunmak için oruç tutsun.” (Buhâri, Savm 10)  

“Allah’ın emri, Peygamber’in kavli-sünneti” diye başlanan hayırlı bir iş, düğün töreninden başlayarak yuva ve aileyle ilgili tüm uygulamalarda şeytanın emrine göre değil; Allah’ın emrine, Peygamber’in sünnetine uygun olmalıdır. “Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, mü’min erkek ve mü’mine hanıma o işi kendi isteklerine göre seçme (özgürce farklı eylem yapma) hakkı yoktur. Kim Allah ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (33/Ahzâb, 36)

Nikâh, bir ibâdettir.  Her ibâdette aranacak ilk şart da imandır. Müslümanın evliliği, kâfirlerin yuva kurmalarından çok farklı ve Allah’ın hudûdu çerçevesinde olacağı için bir ibâdettir. Eş seçerken, çeyiz ve düğün masraflarında gereksiz harcamalar konusunda, akıl dışı ve din dışı örf-âdetlere uymada, ev yönetiminde, eşine davranışında, doğum kontrolü husûsunda, çocuklarını yetiştirmede, haramlardan kaçınıp farzlara riâyette… imanını ispat edecektir mü’min. Nikâhın imanla kopmaz bir bağı vardır. İman etmeyen bir kimseyle kıyılan nikâh geçersiz olduğu gibi, evlendikten sonra ağzından çıkan imana zıt bir söz, kafasında oluşan bir küfür düşüncesi sebebiyle de nikâh  gidecek, eşler birbiriyle zinâ yapmış olacaktır. Mü’min olmak, belki o kadar zor değil; ama mü’min kalmak, müslüman olarak ölmek, bizim gibi İslâm’ın hâkim değil; mahkûm olduğu topraklarda yaşayanlar için, hiç de kolay değildir.

Sözü ve hükmü sadece göklerde geçen, yalnız tabiat güçlerine karışan, insanı yarattıktan sonra başıboş bırakan, sınava tâbi tutmayıp her konuda  özgür bırakan Allah inancı, müşriklerin Allah inancıdır; mü’minlerin değil. İnsanın işine, eşine, aşına, aile yuvasına, okuluna, mahkemesine, sokaklarına, medyasına, meclisine, kanunlarına, devletine… karışmayan bir Allah’a inanmak, kişiyi mü’min yapmaz. Böyle bir yaratıcıya; dünyalarına, yönetimlerine karışmayan bir Allah’a câhiliyye dönemindeki müşrikler, Ebû Cehil’ler de inanıyordu. 

Günümüzde müslüman olduğunu iddiâ eden, hatta namaz kılıp oruç tutan nice kimsenin, Allah düşmanlarına/tâğutlara itaat edip onların hükümlerine rızâ gösterdikleri, sadece Allah’a mahsus olan sıfatları başkalarına verdikleri görülmektedir. Yine bazı kimselerin Allah’ı bırakıp birtakım şiarları-sloganları, işaretleri, sembol ve bayrakları, gelenek ve görenekleri, artist, şarkıcı ve futbolcuları, liderleri, efendileri, parti ve grupları yücelttikleri ve bu sayılan (benzerleri de eklenebilecek) değerler uğruna büyük fedâ kârlıklarda bulundukları, böylece bu değerlere kulluk ettikleri ortadadır. Bu şahısların tâğutun (azılı kâfir yöneticilerin) ortaya koyduğu nefsânî, şeytanî, indî değer yargılarıyla Allah’ın kanunları ve şeriatı çatışacak olsa, hep Allah’ın dinini onların istekleri doğrultusunda yontarak şekil verdikleri bir gerçektir.  Putların, putlaştırılanların ve onların arkasına sığınanların emir ve yasaklarını harfiyyen yerine getirdikleri ve Allah’ın dinine tümüyle zıt olan sistemleri, ideolojileri kabul ederek onların hükümlerini tatbik ettikleri  gözle görülen bir hakikattir. Bu tür insanların müşrik değil de; mü’min olduklarını nasıl kabullenebiliriz? Böyle kimselerin nikâhı ve ibâdeti de geçerli olmayacaktır.

Aile yuvasının âhirette de devam edecek bir huzur ve mutluluk ortamı oluşturması, nikâhın ve karı-koca sevgisinin bir ibâdet/sevap olması için Kur’an’ın istediği tevhidî iman ilk esastır. İmamların/hocaların eskiden, 32 farzı bilmeyenlerin nikâhını kıymamaları, gerçek anlamda ve sağlam bir şekilde iman edip inancını yaşamaya çalışmayanın nikâhının geçersiz olacağı gerçeğiyle ilgilidir. Kişinin, bulunduğu halle ilgili bilgileri öğrenmesi farzdır. Evlenecek kişilerin nikâhla, talâkla, aile ve evlilik konularıyla ilgili dinî hükümleri; karı-koca ve çocukla ilgili görevleri ve hakları bilmeleri şarttır. Ama bütün bu bilgilerden de önce imanla, irtidatla ilgili konuları ve bu hususlardaki güncel problemleri bilmek ve tevhide inanıp hayata geçirmeye çalışmak başta gelir. Çünkü iman gidince nikâh da gider.         

Kur’an’da Rabbimiz şöyle buyurur:  “Tertemiz hanımlar, tertemiz erkeklere lâyıktır. Tertemiz erkekler, tertemiz hanımlara lâyıktır.” (24/Nûr, 26). Yüzünde şeytânî bakışların izi, lekesi olmayan kızlarla; gözünde şehevî bakışların izi ve isi olmayan erkeklerin evliliğinden lekesiz, stressiz, birbirine bağlı, huzurlu yuva oluşur ve nurlu yavrular dünyaya gelir. “İman etmedikçe müşrik/putperest kadınlarla evlenmeyin. Beğenseniz bile, müşrik/ putperest bir kadından imanlı bir câriye/köle kesinlikle daha iyidir. İman etmedikçe müşrik/putperest erkekleri de (kızlarınızla) evlendirmeyin.” (2/Bakara, 221). “Zinâ eden erkek, zinâ eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmez…” (24/Nûr, 3). Sadece evlenecek kızın değil; erkeğin de bekâretinin bozulmamış olması gerekmektedir. Nâ mussuzluk, zinâ ve fâhişelik sadece bayanlar için bir suç değil;  bu ayıp ve günahlar, bu rezillikler aynen erkekler için de geçerlidir. Yani zinâ eden bir erkek de orospudur, fâhişe ve nâmussuzdur. Kızda aranan iman ve edep/nâmus, damat adayında da aranacak ilk vasıf olmalıdır.  

Allah, ilk insan Âdem (a.s.)’i topraktan ve o bir nefisten eşini yaratmıştır (4/Nisâ, 1). Havvâ’sız Âdem eksiktir; Âdem’siz Havvâ’nın eksik olduğu gibi. Erkekle kadın birbirlerinin eksiklerini tamamlayan bir elmanın iki yarısı gibidirler. “Onlar (hanımlar) sizin için bir elbise; siz de onlar için bir elbisesiniz.” (2/Bakara, 187). Elbise, hem ayıplarımızı kapatan, bizi zarar verecek dış etkenlerden koruyan bir sığınak, hem de hoşa giden bir süs olduğu gibi, takvâ ile de ilişkilidir (Bkz. 7/A’râf, 26). Demek ki, kocası olmayan kadın çıplak olduğu gibi, karısı olmayan adam da çıplaktır.

Gözlerin benzerini görmediği, gönüllerin hayal bile edemediği ırmaklara, köşklere, her çeşit rızıklara sahip olan cennette bile Hz. Âdem, Havvâ vâlidemizle huzur buluyor; Havvâ annemiz de Hz. Âdem’de mutluluğu yakalıyor. Rûm suresi 21. âyeti böylece tecellî ediyor. İkisinin huzurundan rahatsız olan şeytan, onların çıplak olması için bütün planlarını kuruyor ve cennetten çıkarılmalarına sebep oluyor. Ama Hz. Âdem’le Havvâ anamız bu dünya evinde birlikte Rablerine yönelip af talebinde bulunuyorlar, örtünüyorlar ve Allah da onları affediyor. “Ey Adem oğulları! Şeytan, ana babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın.” (7/A’râf, 27)      

İzzetine, iffetine, şeref ve namusuna düşkün müslüman kızlarımızın bu erdemi bazı iki ayaklı şeytanların gözüne batıyor. Hanımların dişiliğiyle değil; kişiliğiyle toplumda yer alma isteklerine karşı kırmızı başörtüsü görmüş boğa gibi saldıracak yer arıyorlar. Özellikle İmam-Hatip’te, Üniversitede okuyan ve okumak isteyen müslüman kızın dünya-âhiret tercihi ve  cihadı da başörtüsü bayrağında düğümleniyor.

 

Çocuk: Cennet Kokusu, veya…

Aile hayatının dinimizdeki büyük önemi acaba nedendir? Sadece erkek ve kadın, birbirlerini tamamlasınlar diye mi? Birbirlerinin maddî ve manevî ihtiyaçlarını gidersinler diye mi? Helâl yoldan dünyevî zevk ve huzura kavuşsunlar diye mi? Evet, bütün bu saydıklarımız önem lidir. Önemlidir ama, yeterli değildir. İslam’da evlenmenin, ailenin teşvik edilmesi, sadece bunlar için değildir. Ailenin esas sebep ve hikmetlerinden belki en önemlisi nesildir, çocuk dünyaya getirmek ve yetiştirmektir. Ümmetin sayıca ve keyfiyetçe büyüyüp güçlenmesine sebebiyettir. Dünyada gereksiz ve hikmetsiz hiçbir ittifak mevcut değildir. Bu dünya hikmet dünyası ve sebepler âlemidir. Ne gökten elma yağar, ne yerden insan biter. Meyve için ağaca, çocuk için evlenmeye ihtiyaç vardır. İnsanlar, bu İlâhî kanuna uydukları, yani evlendikleri takdirde, nasiplerinde de varsa, kendilerine çocuk ikram ediliyor. Dünyaya imtihan için gönderilen ve hiçbir şey bilmeyen bu minnacık misafirin emrine, Allah, onun anne ve babasını veriyor. O küçük yavruya anne ve babasını hizmetçi kılıyor. Bu hizmetçiler için bu küçük insan, bir yönüyle lütuf, bir başka yönüyle azap vesilesidir, fitnedir.

Çocuk, ebeveyni için bir lütuftur. Çünkü onlar, Allah’ın bu narin, nazlı ve cennet adayı sevimli yaratığına yaptıkları hizmet için, aynı zamanda sevap kazanıyorlar. Küçük bir bebek, hele insanın kendi çocuğu olunca, eve ve aileye büyük bir huzur, mutluluk ve neşe katıyor, ailenin temellerini sağlamlaştırıyor. Bununla birlikte, çocuklarına baktıkları, yedirip içirdikleri için ebeveyne bunlar sadaka oluyor, anne ve baba bu yüzden sevaba giriyor. Hayatında bir tek ihtiyaç sahibinin dahi yüzünü güldürmemiş en cimri bir insan bile, çocuklarına yaptığı masraflar dolayısıyla sadaka sevabına nâil olur. Çocuk yine bir lütuftur; çünkü anne ve babası ona, nereden gelip nereye gittiğini, bu dünya hayatında vazifesinin ne olduğunu güzelce anlattıkları takdirde tebliğ ve irşad şerefinden hisse sahibi olur. O çocuğun bir ömür boyu işleyeceği bütün güzel amellerinden bir pay alırlar, sevâbına ortak olur. Bir nevi ölümsüzleşir hayırlı evlât yetiştiren ebeveyn, sevap kazanmaya öldükten sonra da devam eder; akan, sürekli bir sadakadır müslümanca yetiştirilen çocuk.

Çocuk, diğer yönüyle de bir azap vesilesidir. Zira ebeveyni o İlâhî emânete Rabbini güzelce tanıtmadıkları, terbiyesine yeterince dikkat etmedikleri takdirde, onun işleyeceği günahlardan sorumlu tutulacaktır. Yine, onun dünyevî mutluluğu adına, bazen kendi âhiretlerini tehlikeye atıp, meşrû olmayan kazanç yollarına teşebbüs etmelerinden dolayı evlâtla sınavı kaybedebilir. “Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun. Onun yakıtı insanlar ve taşlardır.” (66/Tahrîm, 6). “Doğrusu, mallarınız ve evlâtlarınız bir fitnedir/sınavdır.” (64/Teğâbün, 15). Her konuda olduğu gibi, aile yönetimi ve çocuk yetiştirme konusunda da örneğimiz Allah rasûlü’nün bu konudaki sorumluluğumuzu hatırlatan hadisi meşhurdur: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden (idare ettiğiniz kimselerden) sorumlusunuz.” (Buhârî, Cum’a 11; Müslim, İmâre 20)

İnançlar, değerler, gelenekler ve iyi alışkanlıklar, daha çok aile içinde kazanılır. Çünkü çocuğun şahsiyetini kazandığı devre, aile içinde geçer. Onun en çok sevdiği, inandığı, güvendiği ve özendiği ideal tip, anne ve babadır. Sağlam bir iman ve ahlâk düzeninin hâkim olduğu ailenin çocuklarına verdiğini hiçbir okul ve kurum veremez. Buna karşılık, inanç ve ahlâk yönünden bozulmuş ailelerin oluşturduğu toplumlar, dünya ve âhiret azâbının dâvetçileridir.   

Çocuk dünyaya gelince çocuğa ilk bant kaydı yapılacak; kulaklarına ezan okunacak ve kamet getirilecek. Müslümanlar, bin dört yüz senedir bu sünneti yaşarken bir kısım geri zekâlılar, “bir günlük çocuk, ezanı duyar mı? Ne anlamsız şey bu yapılan?” diyorlardı. Ama günümüz ilmi, bir günlük çocuğun değil; ana karnındakinin bile duyduğunu söylüyor. “Duyduğu kelimeler, şuur altına yerleşir” diyor.

İşte biz, bir günlük çocuğun kulağına ezan okuyoruz. “Allahu Ekber = En büyük Allah’tır diyoruz. Çocuk büyüyünce yöneticilerin “en büyük benim” sözüne kanmasın, en büyük olanın ne futbol takımları, ne mal-mülk ve para, ne makam, ne şan olduğunu dünyaya adım attığı gün idrâk etsin ve fıtratı bozulmasın diye ezan okuyoruz. Allahu Ekber’le adım atılan dünyaya, cenâze namazında yine Allahu Ekber’le vedâ edileceğinden; bu iki kapı arasındaki yolculukta her konuda  en büyük olanın Allah olduğu bilinci yer etsin istiyoruz.

Peygamber Efendimiz (s.a.s.): “Her doğan çocuk, İslâm fıtratı üzerine doğar. Anne babası onu yahûdi, hıristiyan veya mecûsi (hatta müşrik) yapar.” (Buhârî, Cenâiz 79, 80, 93; Müslim, Kader 22-25)  buyuruyor.  “Müslüman yapar” demiyor. Çünkü çocuk zaten müslüman. Onun içindir ki İslâm dini, dünyadaki bütün çocukları müslüman kabul eder.

Çocuğa sıhhat vermek için çalışmayız, o doğuştandır. Biz, sıhhati bozacak zararlı hava, yiyecek, içecek ve giyeceklerden koruduğumuz gibi çocuğun fıtratında getirdiği İslâm’ı bozacak etkenlerden korumamız gerekir. Çocuğun en güçlü eğitimi, aileden aldığı eğitimdir. Çünkü ailedeki eğitim, yirmi dört saat devam eder. Okullar, daha çok öğretim yeri olsa bile terbiye, ahlâk, duygu eğitimi en köklü şekilde ailede kazanılabilir. Günümüzde okullarda öğretilenlerin de, öğretilmesi gereken doğrular olup olmadığı  müslümanca değerlendirilmeli, evde yanlışlar tashih edilmeli, küfür ve şirk mikropları bünyede büyüyüp yerleşmeden temizlenmelidir. Unutmamalıyız ki, yaşlıyken öğrenilenler, su üzerine yazılan yazıya benzese de; çocukken öğrenilenler, mermer üzerine yazılan yazı gibidir.

İslam’da çocuk sahibi olmak, büyük sorumluluk gerektiren bir durum olarak değerlendirilmiştir. Çocuğun dünya ve âhiret mutluluğunu gözetmek, onu dünyaya getiren insanların önemle üzerinde durmaları gereken bir konudur. İslâmiyet, bu hususta birinci derecede babayı sorumlu tutar. Anne de bu sorumluluğa ortaktır. Ailenin iç düzeniyle birlikte çocukların bakım ve yetiştirilmesi, onun sorumluluk alanına girmektedir (Bkz. Buhârî, Rikak 17; Müslim, İmâre 5). Bu sorumluluğun çocuk açısından sonucu, onun ana baba üzerinde bazı haklara sahip olmasıdır. Çocuğun ana baba üzerindeki hakları, bir başka deyişle ana ve babanın görevlerinin başlıcaları şunlardır: Güzel isim, müslümana yakışır terbiye, kardeşleri arasında eşit muâmele ve evlendirme. 

Bunların yanında, unutulmamalıdır ki, çocuğa sevgi, şefkat ve anlayışla muâmele etmek İslâm eğitim sisteminin en belirgin özelliğidir. İslâm eğitimcileri, eğitimin doğumla birlikte, hatta daha önceden (anne veya baba adayını seçerken) başlaması gerektiği hususunda görüş birliği içindedir. Çocuğu sağlıklı, ahlâklı ve iyi bir müslüman olarak yetiştirmek, ancak çok erken yaşlardan başlayarak onun eğitimini ciddiye almakla mümkün olur. Çocuğun, kendisine söylenenleri tam olarak anladığı ve kendi düşüncelerini az çok ifade edebildiği yaşlardan itibaren İslâmî esasların öğretimi yapılmalıdır. Bu konuda ilk öğretilecek şey, tevhid inancıdır. Nitekim Hz. Peygamberimiz’in “Ço cuklarınıza önce ‘Lâ ilâhe illâllah’ cümlesini (anlamıyla birlikte) öğretin.” şeklinde tavsiyede bulunduğu nakledilir (İbn Mahled, s. 142; İbn Kayyim, s. 158). Allah inancı, küçük çocuklara onların anlayabileceği sade ve açık bir dille, ümit ve bağlanma duygularını geliştirecek şekilde anlatılmalıdır. Ayrıca, temyiz yaşına doğru Allah sevgisiyle birlikte uygun bir üslûpla Allah korkusunu da aşılamak, bu sûretle değer yargılarına ters düşen davranışlar karşısında iyiliklerini ödüllendirecek, kötülüklerini cezalandıracak olan İlâhî otoritenin varlığını vicdanında hissetmesini sağlamak gerekir.

Çocuklarda küçük yaşlardan itibaren imanla birlikte ibâdet şuurunun da geliştirilmesi gerekir. Namazın öğretilmesi ve emredilmesi, aile reisinin de bunda devamlı olması Kur’ân-ı Kerim’de özel olarak açıkça zikredilmiştir (20/Tâhâ, 132). Peygamber Efendimiz’in, çocuklara yedi yaşında namazın öğretilip kıldırılmaya başlanmasını, on yaşına geldikleri halde kılmıyorlarsa, hafifçe cezalandırılmalarını tavsiye eden hadisleri (Ebû Dâvud, Salât 25; Tirmizi, Mevâkît 182) bu konuda başta anne ve babalar olmak üzere müslüman eğitimcilere ışık tutmaktadır. Küçük çocuklara namazın dışındaki ibâdetler hakkında da bilgi kazandırılması, bunlardan uygun olanlarının zaman zaman tatbik ettirilmesi, onların gelecekteki müslümanca hayatları için büyük önem taşır. Bu konularda unutulmamalıdır ki, İslâm eğitimi, tedrîcîlik, sevgi ve iknâ gibi pedagojik metotları esas alır. Korkutucu, ürkütücü, emredici tutumlar, çocuk için hem anlaşılmazdır, hem de yıpratıcıdır. Çocuğun sevgiye, iyi örneklere, açıklayıcı doğru bilgilere ihtiyacı vardır. Bunların yerli yerinde uygulanması ölçüsünde onun müslümanca eğitimi ve öğretimi de başarıya ulaşacaktır.            

 Aile hayatı, tarafları günahlardan sakındırmak için büyük bir vesiledir. “Onlar (kadınlarınız) sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbise durumundasınız.” (2/Bakara, 187). Kadın ve erkek, müstakil olarak yarımdır, eksiktir, çıplaktır. Bu eksikliklerini birbirleriyle tamamlayacaklardır. Kadın ve erkeğin bu yardımlaşmayı şuurla ve helâl yollarla yerine getirmeleri gerekmektedir. “İyilikte ve takvâda (Allah’ın yasaklarından sakınma üzerinde) yardımlaşın. Günah işlemekte ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun; çünkü Allah’ın cezâsı çetindir.” (5/Mâide, 2)

Erkek olsun, kadın olsun her insanın dünyaya gönderiliş hikmeti, Kur’ân-ı Kerim’de “ibâdet” olarak açıklanıyor. İbâdet, yani kulluk yapmak, Allah’ın emirlerine uygun bir hayat geçirmek. İşte bu gâyenin gerçekleşmesinde karı-koca birbirine yardımcı olacak, sevgilerini ispatlayacaklardır. Öyle ki, beraberlikleri ve mutlulukları, ölümle son bulmasın; ebediyyen devam etsin.

Ailenin temel görevi, neslin çoğalmasına ve onların iyi yetiştirilip İslâm terbiyesiyle eğitilmesine im kân sağlaması ve eşlerin birbirlerine yardımcı olup ihtiyaç ve eksiklerini gidermeleri, birbirlerine sevgi, huzur ve sükûn sunabilmeleridir. Yalnız, unutulmamalıdır ki, bu dünya, âhiretin tarlası olduğuna göre, aile hayatından bu dünyada alınan rahat ve lezzet, ancak bir çekirdek hükmündedir. O çekirdek, gerektiği gibi beslenir, büyütülürse âhirette saâdet ağacı olacak ve en mükemmel meyvelerini o âlemde verecektir. Cennet, bu dünyadan ne kadar yüce ise, o âlemde mü’min kadın ve erkeklerin bir arada ailece bulunmaktan alacakları zevk ve mutluluk da bu dünyadakinden o kadar mükemmeldir.

Ailenin bu kadar önemli olmasından dolayı, dinimiz yuva kuracak gençlerin, birbirlerinin dinî ve ahlâkî durumlarını araştırmalarını emretmiştir. Peygamberimiz, eşlerin seçiminde geçici özelliklerden, fizikî güzelliklerden çok, inanç bütünlüğünün, olgun iman zenginliğinin ve ahlâkî soyluluğun tercih edilmesini ısrarla tavsiye etmiştir. Onun için, tevhîdî iman sahibi müslümanlar, kendileriyle yuva kurmayı düşündükleri eş adaylarında birinci özellik olarak sağlam bir imanı şart görmelidirler.

Kadının En Saygın, En Mübarek Konumu; Annelik: Dinimiz ve fıtratımız anneye çok büyük bir yer vermiştir. Normal olarak erkeğin, kadına göre bazı konularda önceliği olduğu halde, annenin babadan daha öncelikli ve daha faziletli olduğunun sırrı buradadır. Kadın, erkeği faziletçe geçmek istiyorsa, anne olmalıdır. Yalnız, unutulmamalıdır ki, anne olmak, sadece çocuk dünyaya getirmekle olmaz. Çocuğuna sahip çıkmakla, onu güzelce yetiştirmekle annelik tamamlanmış olur. Babanın hakkı, dinimizde “bir” iken; annenin hakkı “üç”tür. Cennet, babaların değil; annelerin ayakları altına serilmiştir. Annelikle ilgili olarak, günümüzde giderek artan çalışan kadının, ne kadar annelik yapabildiği ve yapabileceği sorusu da önemlidir. Anne işte, çocuk kreşte. Hiçbir mamanın anne sütünün yerini tutamadığı gibi, hiçbir bakıcı da annenin yerini asla tutamaz. Hiçbir çocuk okulu, adına ana okulu da dense, ananın evdeki okulunun benzeri olamaz. Kendi evlâ dını anne ve babası kadar kimse sevemeyeceği, dünya ve âhiret geleceğini düşünemeyeceği için de, anne ve baba gibi hoca ve öğretmen de bulunamaz. Öyleyse, haydi evlerimizi kurs, mektep, okul ve mescid yapmaya! (Ahmed Kalkan)

http://www.mutefekkir.com/?vuslat=yazi&id=1476&k=57

posted in SALİH AMEL | 0 Comments

21st Eylül 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

 

SALİHAT İŞLEMEK

“Salihat işleyenler” olarak çevirdiğimiz kalıp, Kur`an`da toplam 62 ayette yer almıştır.

Bu kalıbın pek çok meal ve tefsirde olduğu gibi “amel-i salih işleyenler” şeklinde çevrilmesi yanlıştır.

“Islah” sözcüğünden türemiş olan “salihat”; düzeltmek demektir.

“Salihat işlemek” ise; bozuk olan şeyi düzeltmek, düzelticilik yapmak, düzeltmeye yönelik işler yapmak anlamlarına gelir.

Kur`an, bozuklukları düzeltme faaliyetinde bulunanları tek kelime ile ifade etmiş ve bu kimseleri “muslih” olarak isimlendirmiştir.

 

(BAKARA suresi 11. ayet)

“Onlara, “Yeryüzünde bozgun çıkartmayın” dendiğinde, “Tam tersine, bizler barış ve esenlik getirenleriz” demişlerdir.”

(BAKARA suresi 220. ayet)

“Dünya ve âhıret hakkında… Sana yetimlerden de soruyorlar. De ki: “Onları, işe yarar hale getirmek kendileri için daha hayırlıdır. Eğer onlarla bir arada yaşarsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir.” Allah, bozguncuyu barışseverden ayırmasını bilir. Eğer Allah dileseydi, sizi zora sürerdi. Allah, tüm onurların sahibi, tüm hikmetlerin sahibidir.”

(A’RAF suresi 170. ayet)

“Kitap’a sarılanlar ve namazı kılanlara gelince, biz, barışsever iyilerin ödülünü zayi etmeyiz.”

 
(HÛD suresi 117. ayet)

“Halkı iyilik ve barış sevenler olsaydı, Rabbin o kentleri/medeniyetleri zulümle helâk edecek değildi ya!”

(KASAS suresi 19. ayet)

“Mûsa, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince o şöyle dedi: “Dün bir adamı öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun? Sen yeryüzünde zorba olmaktan başka bir şey istemiyorsun. Barışseverlerden olmak gibi bir niyetin yok.”

             
Kur`an; Asr Suresinde 3. ayette geçen;

“Hakkı ve sabrı tavsiyeleşme” ayeti,

Bakara suresinin 277. ayetinde geçen “namaz kılma ve zekât verme”,

Hud suresinin 23. ayetinde geçen “edep ve gönülden Allah`a boyun eğme”  kavramlarını, aynı ayet içinde ayrı ayrı zikretmek suretiyle,  “salihat”tan ayırmıştır.

Yani,
“hakkı ve sabrı tavsiyeleşme”,
“namaz kılma ve zekât verme”,
“edep ve gönülden Allah`a boyun eğme”
gibi hasenat, Kur`an`a göre “salihat”tan sayılmamaktadır.

             
Kur`an`daki bu hususlar dikkate alınarak “salihat” konusunda şunları söylemek mümkündür:
1.     Namaz kılmak,
2.     Oruç tutmak,
3.     Zekât vermek  salihat işlemek değildir.

Ama öğüt verme yolu ile;
1.     Namaz kılmayanı namaz kılar hale getirmek,
2.     Zekât vermeyeni zekât verir hale getirmek,
3.     Oruç tutmayanı da oruç tutar hale getirmek,  salihat işlemektir.

Bu kavramı toplumsal boyuta taşıdığımızda ise; bulunduğumuz zaman ve zeminde;
1.     adlî,
2.     idarî,
3.     siyasî,
4.     iktisadî …  alanlarda her türlü bozukluğun düzeltilmesi için gösterilecek çaba, yapılacak uygulama, salihat işlemektir.

       

Bu konuda, “dışa yansımayan işler” demek olan hasenat ile salihat arasındaki fark iyi anlaşılmalıdır.

Rabbimiz de bu iki konu arasındaki farkı; her bir haseneye on karşılık verirken En`âm 160), salihat karşılığında cenneti vadetmek suretiyle çok açık bir şekilde belirlemiştir.

 

Bu “amilus salihati” salihat işlemek olarak düşünelim ve ayetleri bir de öyle okuyalım derim.

(BAKARA suresi 25. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik değerler üretenlere şunu müjdele: Kendileri için, altlarından ırmaklar akan cennetler olacaktır. Onlardaki herhangi bir meyvadan bir rızk olarak her nasiplendirildiklerinde, şöyle diyeceklerdir: “İşte bu, daha önce rızklandırıldığımız şey!” Bu rızk onlara buna benzer şekilde verilmişti. Onlar için orada tertemiz eşler de vardır. Ve onlar orada sürekli kalacaklardır.”

(BAKARA suresi 82. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlar ise cennetin dostudurlar. Onlar da orada sürekli kalacaklardır.”

(BAKARA suresi 277. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik değerler üreten, namazı kılan, zekatı verenler için Rableri katında kendilerine özgü ödülleri vardır. Korku yoktur onlar için. Tasalanmayacaklardır onlar…”

 
(ÂLİ IMRÂN suresi 57. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince, Allah onlara ödüllerini tam olarak verecektir. Allah zalimleri sevmez.”

 
(NİSA suresi 34. ayet)

“Erkekler; kadınları gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki, Allah, insanların bazılarını bazılarından üstün kılmıştır ve erkekler mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar; Allah’ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi korurlar. Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara önce öğüt verin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve nihayet onları evden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin! Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir, sınırsızca büyüktür.”

(NİSA suresi 57. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince, onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Hep orada kalacaklardır, sonsuza dek. Orada kendileri için tertemiz eşler de olacaktır. Ve onları, en güzel biçimde serinleten bir gölgeye kavuşturacağız.”

(NİSA suresi 122. ayet)

“İnanıp hayra ve barışa yönelik işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Sonsuza değin kalacaklardır orada. Allah’ın şaşmaz vaadidir bu. Söz söyleme bakımından Allah’tan daha doğru ve tutarlı kim olabilir?”

(NİSA suresi 124. ayet)

“Erkek veya kadın, inanmış olarak hayra ve barışa yönelik işler yapanlar cennete gireceklerdir. Ve zerre kadar zulme uğratılmayacaklardır.”

(NİSA suresi 173. ayet)

“Bunun ardından da inanıp hayra ve barışa yönelik işler yapanların ödüllerini tam verecek ve lütfundan onlara fazlalıklar da bağışlayacaktır. Kulluktan çekinip büyüklük taslayanlara gelince, onlara korkunç bir azapla azap edecektir. Böyleleri, kendileri için Allah’tan başka ne bir dost bulacaklardır ne de bir yardımcı.”

(MÂİDE suresi 9. ayet)

“Allah, inanıp hayra ve barışa yönelik işler yapanlara vaatte bulunmuştur: Onlar için bir bağışlanma ve büyük bir ödül vardır.”

(MÂİDE suresi 93. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara; bundan böyle korunup iman ederek iyi işler yaptıkları, sonra takvaya sarılıp imanda kemale erdikleri, sonra bir mertebe daha korunup güzellikler sergiledikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından ötürü hiçbir günah yoktur. Allah, güzel düşünüp güzel davrananları sever.”

(A’RAF suresi 42. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlar -ki biz, her benliğe ancak yaratılış kapasitesi ölçüsünde görev yükleriz- ise cennetin dostlarıdır. Sürekli kalacaklardır orada.”

(YÛNUS suresi 4. ayet)

“Allah’tan hak bir vaat olarak hepinizin dönüşü yalnız O’nadır. Yaratılışı başlatır, sonra yarattıklarını varlık alanına ardarda çıkarır ki, iman edip hayra ve barışa yönelik amelleri yerli yerince sergileyenleri ödüllendirsin. Küfre dalanlara gelince, onlar için, nankörlük edip gerçeği örtmeleri yüzünden, kaynar sudan bir içki ve acıklı bir azap öngörülmüştür.”

(YÛNUS suresi 9. ayet)

“İman edip haya ve barışa yönelik amel sergileyenlere gelince, Rableri onları imanlarıyla doğruya ve güzele iletir. Nimetlerle dolu cennetlerde onların altlarından ırmaklar akacaktır.”

 
(HÛD suresi 11. ayet)

“Sabredip hayra ve barışa yönelik amel sergileyenler böyle yapmazlar. Bunlar kendileri için bir yarlıgama ve büyük bir ödül öngörülen kişilerdir.”

(HÛD suresi 23. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik işler yaparak Rablerine içten bir bağlılıkla boyun eğenlere gelince, onlar cennet halkıdırlar. Sürekli kalacaklardır orada.”

(RA’D suresi 29. ayet)

“İman edip hak ve barış uğruna iyi işler yapanlara mutluluk ve müjde var, güzel bir gelecek var.”

(İBRÂHİM suresi 23. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik iyi işler yapanlar ise rablerinin izniyle altlarından ırmaklar akan cennetlere sokulmuşlardır. Sürekli kalıcıdırlar orada. Birbirlerine esenlik dilemeleri, “selam” şeklindedir.”

(İSRÂ suresi 9. ayet)

“Şüpheniz olmasın ki bu Kur’an en kalıcı, en doğru olana kılavuzlar ve müminlere şu yolda müjde verir: Hayra ve barışa yönelik işler yapanlar için büyük bir ödül vardır.”

(KEHF suresi 2. ayet)

“Katından dosdoğru gelen açık bir söz olarak indirdi onu. Ki, zorlu bir iş ve oluş konusunda uyarsın ve barışa yönelik hayırlı ameller sergileyen müminlere, kendileri için güzel bir ödül öngörüldüğünü muştulasın…”

(KEHF suresi 30. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik ameller sergileyenlere gelince, kuşkusuz ki biz, güzel iş yapanların ödülünü yitirmeyeceğiz.

(KEHF suresi 46. ayet)

“Mal ve oğullar, şu iğreti dünya hayatının süsüdür. Barışa ve hayra yönelik kalıcı eylemlerse, Rabbin katında sevapça da üstündür, beklenti bakımından da.”

(KEHF suresi 107. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince, onların konuk evleri Firdevs cennetleri olacaktır.

(MERYEM suresi 76. ayet)

“Allah, doğru yolda olanların hidayetini artırır. Barışa ve hayra yönelik kalıcı işler, Rabbin katında sevapça daha üstün, sonuç bakımından daha hayırlıdır.”

(MERYEM suresi 96. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince, Rahman onlar için bir sevgi oluşturacaktır.”

(TÂHÂ suresi 75. ayet)

“O’nun huzuruna, hayra ve barışa yönelik iyilikler üretmiş bir mümin olarak varana gelince, işte böyleleri için çok yüksek dereceler öngörülmüştür.”

(ENBİYÂ suresi 94. ayet)

“Kim inanmış olarak hayra ve barışa yönelik işlerden bir şey yaparsa, onun gayretine nankörlük edilmez. Biz böylesi lehine kâtiplik ederiz.

(HAC suresi 14. ayet)

“Allah, iman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanları altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Allah, dilediğini yapar.”

(HAC suresi 23. ayet)

“Allah, iman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Orada, altından bilezikler ve inciyle süsleneceklerdir. Ve orada giysileri ipektir.”

(HAC suresi 50. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlar için bir bağışlanma ve bol bir rızık vardır.”

(HAC suresi 56. ayet)

“O gün mülk ve yönetim Allah’ındır. Aralarında O, hüküm verecektir. İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlar, nimetlerle dolu cennetlerde olacaklardır.”

 

(ŞUARA suresi 227. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlar, Allah’ı çok ananlar ve zulme uğratıldıktan sonra başarıya ulaşanlar böyle değillerdir. Zulmedenler, hangi devrime uğrayıp baş aşağı döneceklerini yakında bilecekler.”

(ANKEBÛT suresi 7. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik hareketler sergileyenlere gelince, biz onların çirkinliklerini elbette ki örteceğiz. Ve biz onları, yapmakta oldukları işlerin en güzeliyle elbette ödüllendireceğiz.”

(ANKEBÛT suresi 9. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik eylemler sergileyenlere gelince, biz onları elbette ki barışseverler arasına koyacağız.”

(ANKEBÛT suresi 58. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetin görkemli odalarına yerleştireceğiz. Sürekli kalacaklardır orada. Ne güzeldir iş yapıp değer üretenlerin ödülü!”

 

(RÛM suresi 15. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince, onlar bir bahçe içinde mutlu kılınırlar.”

(RÛM suresi 45. ayet)

“Çünkü Allah, iman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanları, öz lütfundan ödüllendirecektir. O, nankörlükleri sevmez.”

(LOKMAN suresi 8. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik fiiller sergileyenlere gelince, onlar için nimetlerle dolu cennetler vardır.”

(SECDE suresi 19. ayet)

“İnanıp hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince, onlar için, yaptıklarına karşılık olarak barınacakları cennet konakları vardır.”

(FATIR suresi 7. ayet)

“Küfre sapanlar için şiddetli bir azap vardır. İman edip hayra ve barışa yönelik ameller işleyenlere gelince onlar için bir bağışlanma ve büyük bir ödül olacaktır.”

(SÂD suresi 24. ayet)

“Davûd dedi ki: “Vallahi, senin bir tek koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana zulmetmiş. Zaten ortaklardan birçoğu birbiri aleyhine haksızlık ve zulme sapar. İman edip hakka ve barışa yönelik işler yapanlar böyle değildir. Ama onlar da pek azdır.” Davûd, kendisini imtihan ettiğimizi düşündü; hemen Rabbinden af diledi; rükû ederek yerlere eğildi ve Allah’a yöneldi.”

(SÂD suresi 28. ayet)

“Yoksa biz, iman edip hakka ve barışa yönelik işler yapanları, yeryüzünde fesat çıkaranlarla aynı mı tutacağız? Yoksa takva sahiplerini, arsız sapıklar gibi mi yapacağız?”

(MÜ’MİN suresi 58. ayet)

“Körle gören, iman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlarla kötülük üretenler bir olmaz. Ne kadar da az düşünüyorsunuz!”

(FUSSİLET suresi 8. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince, onlar için minnet altına sokmayan bir ödül vardır.”

(ŞÛRÂ suresi 22. ayet)

“Kazandıkları, tepelerine inerken o zalimlerin korkudan titrediklerini göreceksin. İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlarsa cennetlerin bahçelerindedir. Rableri katında kendileri için, diledikleri herşey vardır. İşte budur o büyük lütuf.”

(ŞÛRÂ suresi 23. ayet)

“Allah’ın, iman edip hayra ve barışa yönelik iyi işler yapanlara müjdelediği, işte budur. De ki: “Ben, buna karşılık sizden, yakın akrabamı/Ehlibeytimi sevmeniz dışında bir ücret istemiyorum.” Kim bir iyilik/güzellik üretirse onun için, o ürettiğine bir güzellik daha ekleriz. Çünkü Allah Gafûr’dur, çok affeder; Şekûr’dur, iyiliğe karşılık verir/teşekkür eder.”

 
(ŞÛRÂ suresi 26. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanların dualarını O cevaplıyor, lütfundan onlara fazlasını O veriyor. İnkârcılara da şiddetli bir azap var.”

(CÂSİYE suresi 21. ayet)

“Kötülüklere cesaretle dalanlar sanıyorlar mı ki, biz kendilerini, iman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlarla aynı tutacağız. Hayatları ve ölümler onlarla aynı mı olacak?! Ne kötü hüküm veriyorlar bunlar!”

(CÂSİYE suresi 30. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanların durumu şu: Rableri onları rahmetine sokacaktır. İşte açık zafer budur.”

(MUHAMMED suresi 2. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlar ve Muhammed’e indirilene -ki o onların Rablerinden bir haktır- inanmış olanlara gelince, Allah onların çirkin davranışlarını örtmüş ve gönüllerini barışa yöneltmiştir.”

(MUHAMMED suresi 12. ayet)

“Şu bir gerçek ki Allah, iman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Küfre sapanlarsa zevk edip eğlenmeye bakarlar; davarların yediği gibi yer-içerler. Varacakları yer ateştir onların.”

(FETİH suresi 29. ayet)

“Muhammed, Allah’ın resulüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çok çetin, kendi aralarında çok merhametlidirler. Sen onları rükû eder, secdeye kapanır halde görürsün. Allah’tan bir lütuf ve hoşnutluk ister dururlar. Görünüşlerine gelince, yüzlerinde secde eseri/izi vardır. Bu onların Tevrat’taki nitelikleri. İncil’deki nitelikleri de şöyle: Tıpkı bir ekin ki filizini çıkarmış, o filizi kuvvetlendirmiş. Filiz kalınlaştı, gövdesi üzerine dikildi. Ziraatçıları da imrendirir/hayran bırakır bu ekin. Allah böyle yapar ki, onlar sayesinde, inkâr edenleri öfkelendirsin. Allah onlardan iman edip hayra ve barışa yönelik işlen yapanlara bir bağışlanma ve büyük bir ödül vaat etmiştir.”

(TALÂK suresi 11. ayet)

“Bir elçi indirmiştir ki, iman edip hayra ve barışa yönelik işler sergileyenleri, karanlıklardan nura çıkarmak için Allah’ın ayetlerini açık-seçik okur. Allah’a inanıp hayra ve barışa yönelik işler yapanları Allah, altlarından ırmaklar akan cennetlere/bahçelere koyacaktır. Onlar orada sonsuza dek kalıcıdır. Allah böylesi için rızkı gerçekten güzelleştirmiştir.”

(İNŞIKAK suresi 25. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlar müstesnadır. Onlar için kesintisiz bir ödül vardır.”

(BÜRÛC suresi 11. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince onlar için, altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Büyük başarı işte budur.”

(TÎN suresi 6. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik iş üretenler müstesna. Bunlar için kesintisiz bir ödül vardır.”

(BEYYİNE suresi 7. ayet)

“İman edip hayra ve barışa yönelik fiiller sergileyenlere gelince, işte onlardır yaratılmışların en hayırlısı.”

(ASR suresi 3. ayet)

“İnanıp hayra ve barışa yönelik işler yapanlar, birbirlerine hakkı önerenler, birbirlerine sabrı önerenler müstesnadır.”

İnanan, inandığına teslim olandır.

İnanan, inandığı gibi yaşayandır.”  http://www.hanifdostlar.net/forum_posts.asp?TID=2883&PN=3

posted in SALİH AMEL | 0 Comments

21st Eylül 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

ES-SALİHLERİ(ES-SALİHAT) AMEL ETMEK

1. El-Kur’an ile olur/gösteriyor-17/9

2. Ortak görmeyenler(hanifler) olarak ed-din O’na ait olup/görüp, katıksızlar/arınmışlar(muhlisler) olarak sadece Allah’a kulluk(ibadet) etmek-98/5-7

3. Allah’a hiçbir şeyi ortak(şirk) olarak görmemek-24/55

4. Hukum konusunda Allah’a hiç kimseyi ortak olarak görmemek-18/26-30

5. Sadece Allah’a ibadet-2/82-84 24/55

6. İttika etmek-2/277-278 5/8-9,92-93 24/52-55

7. Yüzünü sapasağlam(el-kayyim) ed-dine çevirmek(ikame)-30/43-45

8. Vahyin insanlara tilavet edilmesi-13/28-30 18/26-30

9. İman etmiş(mu’min) olarak gayret etmek(sa’y)-21/94

10. Çaba/gayret(cihad) etmek-29/5-9

11. El-hakka uymak(ittiba)-47/2-3

12. Allah’a yardım etmek-47/4-12

13. Allah yolunda hicret etmek-22/56-58

14. Sadece Allah’a kulluk(ibadet) etmek için hicret etmek/yer değiştirmek-29/56-59

15. El-hakkı tavsiyeleşmek-103/3

16. Es-sabrı tavsiyeleşmek-103/3

17. Allah’ı çokca zikretmek-26/227

18. Rabb’inin yüzünü(vech) isteyerek sabah-akşam dua ve davet edenlerle birlikte sabretmek-18/26-30

19. Namazı kılmak-2/82-84,277-278 24/55-56 98/5-7

20. Zekatı vermek-2/82-84,277-278 24/55-56 41/6-8 98/5-7

21. Allah’a ortak(şirk) olarak görmek için çaba/gayret(cihad) eden en yakınlara bile itaat etmemek-29/5-9

22. Emanetleri uzmanına(ehl) vermek(te’diye)-4/57-59

23. İnsanlar arasında adaletle(el-adl) hukmetmek-4/57-59

24. El-hakk ile insanlar arasında hukmetmek-38/24-28

25. Allah için adaletle(el-kıst) şahitlik etmek-5/8-9

26. Kendilerine zulmedilmesi durumunda yardımlaşmak-26/227

27. Sabredip Rabb’e tevekkul etmek-29/56-59

28. Allah’a tevekkul etmek-5/8-9

29. El-kafirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametli olmak-49/29

30. Allah’a itaat, er-rasule itaat, sizden olan el-emr sahiplerine de-4/57-59 5/92-93 24/54-55

31. Tartışma durumunda, konuyu Allah’a ve er-rasule götürmek-4/57-59

32. Allah’a ve rasulune aralarında hukmetmek için davet edildiklerinde, dinleyip itaat etmek-24/51-55

33. Allah’a ve rasulune itaat etmek-24/52-55

34. Er-rasule itaat etmek-24/54-56

35. Kalblerin Allah’ın zikri ile tatmin olması(itmi’nan)-13/28-30

36. Allah’tan çekinmek(haşyet)-24/52-55

37. Kan dökmemek-2/82-84

38. Yurdumuzdan çıkarmamak-2/82-84

39. Allah yolunda öldürülmek-22/56-58 47/4-12

40. Allah yolunda ölmek-22/56-58

41. Allah ile kavuşmayı(lika) ummak(reca)-29/5-9

42. Ayetleri tilavet etmek-31/7-8 65/11

43. Ayetler hatırlatıldığında büyüklenmeden, boyun eğip(secdeye harr) hamd ile Rabb’ini tesbih-32/15-19

44. Rabb’e, korkarak, umarak dua ve davet ederken yataklarından uzak kalanlar-32/15-19

45. Allah’ın rızıklandırdığı şeylerden infak etmek-32/15-19

46. Rabb’den bağışlanma dilemek(istiğfar), rukuya eğilmek ve düzelmek(inabe)-38/24-28

47. Allah’a yönelerek(istikamet) O’ndan bağışlanma dilemek(istiğfar)-41/6-8

48. Yakınlar(el-kurba) konusunda sevgi(el-meveddet)-42/22-23

49. İyi ve güzeli(hasene) işlemek(iktiraf)-42/22-23

50. El-emrden olan şeriata(el-emrden beyyineler-45/17-18) uymak(ittiba)-45/17-21

51. Allah’dan fazlalık(fadl) ve rızayı arayarak ruku ve secde etmek-49/29

52. El-Kur’an okunduğunda(kıraat) teslim olmak(secde)-84/21-25

53. Anne-babaya(el-valideyn) iyilik ve güzellik(ihsan)-2/82-84 29/5-9

54. İnsanlara doğru ve güzel(husn) sözü(kavl)-2/82-84

İman-Es-salihleri amel-30/15-16 5/9-10

Kufr-Ayetleri tekziyb-30/15-16 5/9-10

Kufretmişler tekziyb ediyor-84/22 85/19

İman+Es-salihleri amel = El-mu’minler-5/9-11 17/9 18/2 21/88-94 24/51-55-62 30/45-47 48/26-29 85/7-11

İman+Es-salihleri amel = El-muttakiler-38/28 45/19-21 47/12-15

 

 

SALİH BİR AMEL

Kim Allah’a ve ahir el-yevme iman etti ve bir salihi amel ettiyse;

İman edenler ve yahudiler ve en-nasara ve es-sabiler, kim Allah’a ve ahir el-yevme iman etti ve bir salih amel ettiyse artık onlar için Rabbleri katında ecirleri vardır.Ve onlar için havf yoktur ve onlar üzülmezler(huzn)-2/62 5/69

 

Salih bir ameli başka bir kötü(seyyie) ile karıştıranlar;

Ve diğerleri zenblerini itiraf ettiler: Salih bir ameli bir başka seyyie’ye kattılar(halt). Allah’ın onların tevbelerini kabul etmesi umulur. Kesinlikle Allah, Rahim bir Ğafur’dur-9/102

 

Erkek ya da kadın, bir mu’min olarak, bir salihi amel etmiş kimse;

Kim bir salihi, erkek yada kadın, kendisi bir mu’min olarak amel ettiyse; bu durumda biz onu temiz/hoş(tayyib) bir hayat ile yaşatırız. Ve mutlaka onlara yaptıklarının en güzeliyle karşılık veririz(ceza)-16/97

Kim bir kötülük(seyyie) amel ettiyse, artık onun misli cezası vardır.Ve kim de, erkek ya da kadından mu’min olarak bir salihi amel ettiyse, işte onlar cennete girerler ve orada hesapsız bir biçimde rızıklanırlar-40/40

 

İman etmiş ve bir salihi amel etmiş kişinin karşısında zulm etmiş kişi var;

Dedi ki(Zulkarneyn):” Zulm etmiş kimse, artık ona azab edeceğiz sonra Rabbine döndürülecek ve ona tanınmamış bir azab ile azab eder.Ve iman etmiş ve bir salihi amel etmiş kimseye gelince, artık onun için güzel(el-husna) bir karşılık vardır.Ve onun için emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.18/87-88 ( NOT: Zulm etmiş kimse iman etmiş ve bir salihi amel etmiş kimsenin karşısına gelmektedir.27/11’de ise; zulm etmiş kimsenin karşısına gelen; bir su’nun ardından bir husn’u tebdiyl etmektir.Yani iman etmiş ve bir salihi amel etmiş kimse, bir su’nun ardından bir husn’u tebdiyl etmiş olan kimseye denk gelmektedir.)

 

Rabb’iyle karşılaşmayı uman kimsenin salih bir ameli amel etmesi;

De ki:” Ben sadece sizin benzeriniz olan bir beşerim, bana sizin ilahınızın sadece tek ilah olduğu vahy ediliyor.Artık kim Rabbiyle karşılaşmayı umuyorsa, salih bir ameli amel etsin ve Rabbinin ibadetine hiç kimseyi ortak(işrak) etmesin.18/110 ( NOT: Burada salih bir amel öyle bir şey ki; Rabbe ibadette şirk koşmamayı gerektiren ve şirke son veren bir şeydir.9/31 düşünülmelidir.)

 

Namazı(es-salat) zayi etmiş ve şehvetlere uymuş(ittiba) olanlardan tevbe etmiş ve iman etmiş ve bir salihi amel etmiş kimse;

….kendilerine Rahmanın ayetleri okunduğunda(tilavet) secde eden(succed) ve üzülen (bukıyy) olarak boyun büktüler(harr).Sonra onların ardından bir nesil(half) geldi(half).Namazı(es-salat) zayi ettiler ve eş-şehvetlere uydular(ittiba).Bu yüzden çukura(ğayy) atılacaklar.Ancak tevbe etmiş ve iman etmiş ve bir salihi amel etmiş olanlar hariç.Artık işte onlar, cennete girerler ve hiçbir şeye zulmedilmezler.19/58-60

 

Allah, tevbe etmiş ve iman etmiş ve bir salihi amel etmiş, sonra da ihtida etmiş kişiyi çok bağışlayandır;

(Rızıkların tayyiblerinden yenmesi ve bu konuda azılmaması(tağa))Ve kesinlikle ben, tevbe etmiş ve iman etmiş ve bir salihi amel etmiş sonra da çaba harcamış(ihtida) kimse için mutlaka çok bağışlayanım(ğaffar).20/82 ( NOT: 20/81’de; azmış / haddi aşmış(tağa) kişiden bahsedilir )

 

Er-rasullerin bir salihi amel etmesi;

Ey er-Rasuller! Temiz/Hoş(tayyib) şeylerden yiyin ve bir salihi amel edin.Kesinlikle ben yapar olduklarınızı bilenim(Aliym).23/51 (kesinlikle ben yapar olduklarınızı bir bilenim için bak:2/283:Şahitliğin gizlenmemesi gerektiği ve onu gizleyenin kalbinin günahkar olduğu.24/28:Bir eve girişte izin istenmesi ve verilmezse girilmemesi ve dönün denildiğinde dönülmesi.) Konu helalı haram kılma ile ilgili olabilir:16/114-115 2/172 2/57

 

Terk edilen şey konusunda bir salihi amel etmeyi istemek;

Onların birine ölüm geldiği zaman, dedi ki:” Rabbim! Beni geri döndürsünler.Belki ben bir salihi amel ederim terk ettiğim şey konusunda.Hayır! Kesinlikle o bir söz ki kendisi onu söyleyendir.Ve dirilecekleri güne kadar arkalarından bir engel vardır.” 23/99-100 (NOT:Bu kişiler 23/105’e göre; ayetler okunuyorken yalanlıyorlar(tekziyb) ve terk ettikleri şey ise; 2/180 4/7-11-12-33-176 ayetlerine göre mal’dır.44/25’te cennetler ve pınarlar, 29/2’de iman ettim diyerek fitnelenmeyeceğini hesab etmesi.11/12-Vahyedileni 62/11-Rasulu ayakta terk etmek.6/27 de ayetleri tekziybin açıklanması)

 

Tevbe ve iman ve bir salih ameli amel etmek;

Ve Allah ile beraber başka bir ilaha davet etmezler ve Allah’ın haram kıldığı nefsi haksız yere öldürmezler ve zina etmezler.Ve kim bunları yaparsa, ağır bir günah(ismler) karşılar.Azab onun için kıyamet günü kat kat arttırılır ve onun içinde sürekli kalır.Ancak tevbe etmiş ve iman etmiş ve bir salih ameli amel etmiş olanlar.Artık işte onlar; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir(tebdiyl) ve Allah bağışlayan bir acıyandır.Ve kim tevbe etti ve bir salihi amel ettiyse artık o, tam bir tevbe ile Allah’a tevbe eder.25/68-71

 

Allah’ın razı olacağı bir salihi amel etmek;

(Suleyman) Dedi ki:” Rabbim! Beni, bana ve ana-babama verdiğin ni’mete şukr etmemi ve razı olacağın bir salihi amel etmemi hazır hale getir(vezea) ve beni Salihler olan kullarının içine sok.”27/19

… Dedi ki:” Rabbim! Beni, bana ve ana-babama verdiğin ni’mete şukr etmemi ve razı olacağın bir salihi amel etmemi hazır hale getir(vezea).Ve zurriyetim içinde benim için ıslah et.Kesinlikle ben sana tevbe ettim ve kesinlikle ben el-Muslimlerdenim.”46/15

 

Tevbe ve iman ve bir salihi amel kurtulanlardan(el-muflihler) olabilir;

Tevbe etmiş ve iman etmiş ve bir salihi amel etmiş olana gelince, artık belki kurtulanlardan(el-Muflih) olabilir.28/67

 

Dünya hayatını irade etmek ve bir salihi amel etmek;

Kavminin karşısına süsü içinde çıktı.Dunya hayatını irade eder olanlar dedi ki:” Keşke Karuna verilenin benzeri bizim içinde olsaydı.Kesinlikle o, büyük bir pay sahibidir.” Ve kendilerine el-ilm verilenler dedi ki:” Yazık size! İman etmiş ve bir salihi amel etmiş olan kimse için, Allah’ın sevabı daha hayırlıdır.Ve ona sabredenlerden başkası kavuşturulmaz.”28/79-80

 

Kufretmek ve bir salihi amel etmek;

De ki:” Yeryüzünde gezin(seyr), böylece öncekilerin akıbetinin nasıl olduğuna bakın (nazar). Onların çoğu muşriklerdi. Artık yüzünü(vech) sağlam din için doğrult(ikame), Allah’dan kendisi için dönüş olmayan gün gelmezden önce. O gün ayrılırlar.” Kim kufrettiyse, artık onun kufr’u kendi aleyhinedir.Ve kim de bir salihi amel ettiyse, artık kendi nefsleri için yer hazırlarlar(mehd).İman etmiş ve es-salihleri amel etmiş olanları fadlından cezalandırması içindir.Kesinlikle o, el-kafirleri sevmez.” 30/–42-44 (NOT:Bu ayetlere göre; vechin kayyım ed-diyn için ikame edilmesi, bir salihi amel etmeye denk olabilir.)

 

Cehenneme girenler bir salihi amel etmek istiyorlar;

Suçluları(el-Mucrim) görsen, Rabblerinin yanında başlarını eğmişler; “Rabbimiz! Gördük (basar) ve işittik(sem’), artık bizi döndür ki bir salihi amel edelim.Kesinlikle biz, net olarak inanıyoruz(yakiyn)” 32/12

 

Nebinin eşlerine; kanit olmaları ve bir salihi amel etmeleri;33/31

 

Zırh yapmak ve bir salihi amel etmek;

Zırhlar yap ve ölçüsünü iyi tut. Ve bir salihi amel edin.Kesinlikle ben, yaptıklarınızı görenim.34/11

 

Allah’a yakınlaşmak ve bir salihi amel etmek;

Ne mallarınız ve ne de çocuklarınız sizi bize katımızda daha fazla yaklaştırmaz.Ancak iman etmiş ve bir salihi amel etmiş olan başka.Artık işte onlar, onlar için yaptıklarından dolayı kat kat karşılık vardır.Ve onlar yükseklikler içinde güvendedirler.34/37

 

Salih el-amel O’na yükselir(raf’).35/10

 

Cehennemden çıkmayı ve bir salihi amel etmek isteyenler;

Ve kufr etmiş olanlar, onlar için cehennem ateşi vardır. Aleyhlerine karar verilmezki, ölsünler.Ve azab onlardan hafifletilmez.İşte böylece, her kafiri cezalandırırız. Ve onlar orada feryat ederler;” Rabbimiz! Bizi çıkar da amel ettiğimizin dışında bir salihi amel edelim.” Düşünen(tezekkur) bir kişinin düşüneceği kadar bir ömrü size vermedik mi? Ve size bir uyarıcı da gelmişti. Artık tadın, zalimler için bir yardımcı yoktur.35/37

 

Bir salihi amel ve en hasen sözlü olmak;

Allah’a davet etmiş ve bir salihi amel etmiş ve ben el-Muslimlerdenim diyenden söz bakımından daha güzel olanı(ehsan) kimdir? 41/33

 

Bir salihi amel etmek, kendi nefsi içindir;

Kim bir salihi amel ettiyse, artık kendi nefsi içindir. Ve kim kötü olduysa, artık onun aleyhinedir.Ve senin Rabbin kullar için zulmeden değildir.41/46

Kim bir salihi amel ettiyse, artık kendi nefsi içindir. Ve kim kötü olduysa, artık onun aleyhinedir.Sonra Rabbinize döndürülürsünüz.45/15

 

Allah’a iman ve bir salihi amel ve cennet var;

Toplanma günü için sizi topladığında, bu aldanış günüdür.Ve kim Allah’a iman eder ve bir salihi amel ederse, ondan kötülükleri örter ve onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar, orada ebedi kalıcıdırlar.İşte bu büyük kurtuluştur.64/9

Bir rasul ki apaçık olarak Allah’ın ayetlerini üzerinize okuyor, iman etmiş ve es-salihleri amel etmiş olanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için. Ve kim Allah’a iman eder ve bir salihi amel ederse, ondan kötülükleri örter ve onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar, orada ebedi kalıcıdırlar.Allah onun için bir rızk ihsan etmiştir.65/11 (NOT:”Onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar, orada ebedi kalıcıdırlar” ifadesi; 4/13 ve 48/17 ayetlerinde Allah’a ve onun rasulune itaat edenlere karşılık gelmektedir.)

posted in SALİH AMEL | 0 Comments

21st Eylül 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

İMAN AMEL İLİŞKİSİ Ve Takva…..

Konumuzun iyi anlaşılması için mutlaka iman ve amel ilişkisine de değinmek gerekiyor. Zira, bu konunun hakikatinin bilinmemesi nedeniyle toplumda amelsiz insanlardan geçilmez oldu. Ameli olmadığı halde Müslümanlığı kimse elden bırakmıyor. Bu konu herkes tarafından doğru, dürüst öğrenilmelidir ki, kimin gerçek kimin sahte Müslüman olduğu anlaşılsın.

İman, Dil Bilimcilerine göre “Kesb/çalışma ve ihtiyar/özgür iradeyle seçim ile kalpte hasıl olan tasdik” demektir. Yani iman, kelime anlamı olarak “verilen haberi kabul ve itiraf ederek, haber sahibini yalanlamamak”tır.

Dini terim olarak ise iman, sadece tasdik olmayıp, “Hz. Peygamberin Allah tarafından getirdiği ve dinden olduğu zaruri ve kesin olarak bilinen haber ve hükümleri kendi irade ve ihtiyariyle tasdik ederek bunları kabul ve itiraf etmektir.”

Bizim üzerinde duracağımız nokta, bu tasdik, kabul ve itirafın nasıl olacağıdır.

Kalben kabul ve itiraf yeter mi?

Sadece dil ile kabul ve itiraf yeter mi?

Yoksa hem kalben hem de dil ile kabul ve itiraf mı gerekir?

Ya da bu ikisiyle birlikte pratikte de uygulamaları olması mı lazım?

Bu noktalarda geçmişte İslâm bilginleri arasında bir çok tartışmalar olmuş ve bu husus ile ilgili, bir çoğu ifrat ve tefrit ölçülerinde Kerrâmiye, Havâriç, Mu’tezile, Selef/Muhaddisün gibi mezhepler/ekoller ortaya çıkmıştır. Bunlardan kimisi ameli olmayan bir müslümana çekinmeden kâfir demiş, (Halbuki amelinin olmamasının imansızlıktan başka bir sebebi olabilir.) Kimisi de ameli olmayan bütün müslümanları cennetle müjdelemiştir. Böylece günahkarlığı cesaretlendirmiştir. Bu geniş mevzu İlm-i Kelam kitaplarında duradursun. Biz iman-amel ilişkisini zoraki yorumlara tevessül etmeden, temel kaynağımız Kur’ân’dan görelim. Konuyla ilgili Yüce Rabbimizin açık beyanlarına dikkat edelim:

Kur’ân’a baktığımızda Allahü Teâla, iman etmeyi mutlaka bir fiille beraber zikreder. Kur’ân’ın tanımladığı müminler aksiyon halindedirler.

Mü’minün suresi âyet 1-11:

“Kesinlikle, inananlar kurtulmuşlardır.

Onlar ki, namazlarında huşuludurlar,

Ve boş şeylerden yüz çevirirler,

Ve iffetlerini korurlar,

-Eşleri veya ellerinin sahip olduğu kölelere karşı ayrı, çünkü bundan dolayı kınanamazlar,

Oysa, bunun ötesine gitmek isteyenler, işte onlar, sınırları aşanlardır.-

Ve onlar, emanetlerine ve sözleşmelerine bağlılık gösterirler, ve namazlarını korurlar:

İşte onlar varislerdir,

Temelli kalacakları Firdevs cennetine varis olurlar.”

Allahü Teâla elli civarında âyette “İman edenler ve salih amel işleyenler” şeklinde bir ifadeyle iman ile sâlih ameli yani iman ile davranışı birbirine yapıştırmış, bir daha tefrik edilmeyecek bir şekilde birbirine bağlamıştır. Bahsedilen iman ve sâlih amel aynı şey gibidir. Hatta o kadar ki mesela Mâide suresinin 44, 45, ve 47. âyetlerinde Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler. “kâfirler”, “zâlimler” ve “fâsıklar” olarak değerlendirilmiştir.

Gerçek Müminlerin nitelikleri sayılırken de:

Enfal suresi âyet 2-4:

Gerçekte inananlar, o kimselerdir ki, Allah anıldığında, kalpleri ürperir. Ve âyetleri onlara okunduğunda, bu, onların inançlarını artırır. Ve Rab’lerine güvenirler.

Onlar, namazı kılarlar ve kendilerine verdiklerimizden bağışlarlar,

İşte gerçek inananlar onlardır. Onlara Rab’leri katında mertebeler, bağışlama ve güzel bir pay vardır.”

Tevbe suresi âyet 111:

“Evet, Allah, İnananların canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın almıştır: Onlar, Allah yolunda savaşırlar; sonra öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah’ın Tevrat, İncil ve Kur’ân’daki gerçek bir sözüdür. Ve sözünü, Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişle sevinin. Büyük başarı, işte budur!”

Saff suresi âyet 10,11:

“Ey inananlar! Sizi, can yakıcı bir cezadan kurtaracak, kazançlı bir alış-verişi göstereyim mi size?

Allah’a ve Elçi’sine inanacaksınız; Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla savaşacaksınız; -bilseniz, bu, sizin için daha iyidir.-”

İbrahim suresi âyet 24, 25:

“Allah’ın Güzel Söz’e (imana) nasıl örnek verdiğini görmedin mi? O, kökü sağlam, dalları gökte, güzel bir ağaca benzer;

o, Rabb’inin izniyle, her an ürün verir. Allah, insanlar için örnekler vurur/verir. Belki ders alırlar.”

Ve Fürkan suresi âyet 63-77. âyetlerde nitelenen (Yeryüzünde kibirlenmeden yürümeyi, geceleri secde ve kıyam etmeyi; duada bulunmayı, malı harcarken savurgan ve cimri olmayıp orta bir yol tutmayı, haksız yere adam öldürmemeyi, zina etmemeyi, yalana tanıklık etmemeyi, boş lakırdıya kulak asmamayı, okunan âyetlere duyarlı olmayı ..) özellikleri de göz önüne alınız.

Bütün bu âyetler imanın amelden bağımsız, soyut bir şey olmadığının altını çizmektedir.Allah yolunda mücadele, iyiliği emir, kötülükten nehy, namaz, oruç infak, tevbe vb. kulluk görevleri iman ile aynı kefede tartılmaktadır.

Allah insan için iki yol bulunduğunu bildirir. İman edenlerin Allah yolunda, etmeyenlerin ise Tağut yolunda mücadele vereceklerini açıklar. Müminlerle fâsıkları bir tutmayacağını bildiren Rabbimiz, imanı yüceltmiş ve kalplerimize hoş göstermiş küfür, fısk ve isyandan nefret ettirmiştir.

Bakara suresi âyet 214:

Yoksa, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenin benzeri, sizin de başınıza gelmeden, Cennet’e gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı, onlara öylesine dokunmuş ve öylesine sarsılmışlardı ki, Rasül ve onunla birlikte inananlar, “Allah’ın yardımı ne zaman?” demişlerdi. Gözünüzü açın şüphesiz ki Allah’ın yardımı çok yakındır.”

Al-i Imran suresi âyet 142:

“Yoksa Allah, içinizden savaşanları ayırt etmeden ve sabredenleri ortaya çıkarmadan Cennet’e gireceğinizi mi sandınız.”

Tevbe suresi âyet 16:

“Allah, içinizden savaşanları, Allah’tan, Elçi’sinden ve inananlardan başka dost/yardımcı edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Ve Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”

Yunus suresi âyet 62, 63:

“Uyanın! Allah’ın Yakınlarına kesinlikle kaygı yok onlar üzülmeyecekler de.

Onlar, inanan ve takvâlı davranan kimselerdir.”

A’raf suresi âyet 156:

“Ve bu dünyada da, öteki dünyada da bizim için bir iyilik yaz. Kuşkusuz biz sana tevbe etmiş olarak geldik. –Ve Allah buyurdu: Cezama dilediğim kimseyi çarpıtırım, rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır. Onu takvâlı olanlara, zekat verenlere, âyetlerimize inananlara yazacağım.”

Bakara suresi âyet 103:

“Evet, ve eğer inansalardı ve takvâlı olsalardı, Allah’tan bir ödül daha iyi olacaktı. Keşke bilselerdi!”

Maide suresi âyet 93:

İnanan ve iyi işler yapanlara, tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur. Yeter ki takvâlı davransın, inansın, iyi işler yapsın, sonra takvâlı davranıp inansın ve sonra takvâlı davranıp iyilik yapsınlar. Ve Allah iyilik yapanları sever.”

Ankebut suresi âyet 1-7:

“Elif, Lâm, Mim.

İnsanlar, sınanmadan, yalnızca “inanıyoruz” demeleriyle bırakılacaklarını mı sanıyorlar?

Oysa biz, hiç kuşkusuz, bunlardan öncekileri de sınamıştık. Öyleyse Allah, elbette gerçeği söyleyenleri bilir ve hiç kuşkusuz yalancıları da bilir.

Yoksa kötülük yapanlar, bizden kaçabileceklerini mi sanıyorlar? Karar verdikleri şey, ne kötüdür!

Kim Allah’a kavuşmayı umuyorsa, evet, Allah’ın belirlediği zaman yoldadır. O duyandır, bilendir.

Ve kim savaşırsa, ancak kendisi için savaşır. Evet, Allah, gerçekten dünyalara karşı zengindir.

Ve inanan ve iyi işler yapanlara gelince, onların kötülüklerini, elbette sileceğiz ve onlara yaptıklarının daha güzeli ile karşılık vereceğiz.”

Hucurat suresi âyet 14-16:

“Bedeviler, “inandık” dediler. De ki: “İnanmadınız, ama ‘teslim olduk’ deyin; inanç henüz kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve Elçisi’ne boyun eğerseniz, O, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez.” Gerçekten Allah, bağışlayıcıdır, merhametlidir!

İnananlar, ancak, Allah’a ve Elçisi’ne inanırlar, sonra da kuşku duymazlar; bunlarla birlikte, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşmış kimselerdir. Doğru olanlar, işte bunlardır.

De ki: “Siz dininizi mi Allah’a öğretiyorsunuz? Oysa Allah, göklerde olanları da, yerde olanları da bilir.” Ve Allah, her şeyi bilir!

Âyetleri gördünüz. İnsanlar, kesinlikle, “inandık” demekle kurtulamayacaklardır. Çünkü iman aynı zamanda yaşamaktır. Yaşanmayacak bir kuru imanın bir anlamı ve önemi olmaz. İslâm’dan başka bir din arayanların, buldukları dinlerinin kabul edilmeyeceğini hatırlatan Rabbimiz, “Biz iman ettik” diyen bedevilerin imanlarını yüzlerine çarpmaktadır. “Hayır siz henüz iman etmediniz, iman henüz kalplerinize yerleşmedi” buyuruyor. Zira eğer ki siz gerçekte iman etmiş olsaydınız, Allah yolunda canınızla, malınızla mücadele edersiniz, ama siz “eslemna” diyebilirsiniz diyor. Yani tabiri caizse, “kafa kağıdınızda Müslüman yazdırmanızda bir sakınca yok. Kimliğinizi tespit etme babından, Mecusi, Hıristiyan, Yahudi, Zerdüşt vs. bir toplumdan olmayıp, Medine’deki Müslüman toplumdan olduğunuzu söylüyorsunuz ki bu doğrudur. Ama size gerçek anlamda mümin denemez” buyuruyor, Rabbimiz. Açıkça, bize, “ya bu deveyi güdersiniz ya da bu diyardan gidersiniz” deniliyor.

Ahzab suresi âyet 36:

“Allah ve Rasülü bir işte hüküm verdiklerinde, hiç bir mü’min erkeğe ve mümin kadına işlerine kendi isteklerine göre belirleme hakkı yoktur. Allah’a ve rasülüne isyan eden, açık bir sapıklığa batıp gitmiş demektir.

Kur’ân’ın üzerinde durduğu mesele, inandığımız doğruların hayatımızda uygulanmasıdır. İman ile ameli birbirinden ayırıp ayrı ayrı kategoride değerlendirmek Kur’ân’a göre uygun değildir. Kur’ân bizden iş, davranış istiyor. İnandığımızı yaşamamızı istiyor. Mesela Kurân: “Mümin şuna denir” derken, şu şu işleri işleyenler ancak iman etmiş sayılır” demek istiyor. Âyetlerde gördüğünüz gibi cennet salt inanmışlara değil, imanla birlikte salih amel işleyenlere; takvâ sahiplerine, sâlihlere, muhsinlere, ebrâra vadediliyor.

İnandığı halde (mazeretsiz) amel işlemeyen insanlar kâfir mi, değil mi tartışması yerine onların mümin olup olmadıklarının cevabı araştırılmalıdır. Her ne kadar “amel imandan bir cüzdüğr” deyimi doğru değilse bile kesinlikle “amel imanın bir gereğidir, icabıdır, dışa vurumudur.”

Takva konusuna dönüyoruz:

İslâmî hükümlerin yerine getirilmesi müminlere takvâyı kazandıracaktır. Kur’ân, İslâm’ın çeşitli konulardaki hükümlerini bildirdikten sonra bunların yerine getirilmesi konusunda Allah’tan ittikâ edilmesini belirtiyor.

Bakara suresi âyet 183:

“Ey iman sahipleri! Oruç sizden öncekiler üzerine yazıldığı gibi sizin üzerinize de yazılmıştır. Bu sayede korunmanız (takva sahibi olmanız) umulmaktadır.”

Bakara suresi âyet 187:

“Oruç gecesi, kadınlarınıza yaklaşmak, size helal kılındı. Onlar sizin için bir giysi, siz de onlar için bir giysisiniz. Sizin kendinize hainlik ettiğinizi Allah bildi de tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Öyleyse, şimdi, onlara yaklaşın ve Allah’ın yararınıza yazdığını arayın. Sizin için şafağın beyaz ipliği, siyah ipliğinden seçilinceye kadar yiyin, için. Sonra, geceye kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde itikâfa/ibadete çekildiğinizde, kadınlarınıza yaklaşmayın. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Sakın onlara yaklaşmayın! Allah göstergelerini, insanlara işte böyle güzelce açıklar, umulur ki, takvâlı olsunlar!”

Bakara suresi âyet 179:

“Ve sizin için kısasta hayat vardır, ey kavrama yeteneği olanlar! Belki takvâlı olursunuz!”

Bakara suresi âyet 222, 223:

“Sana aybaşı durumunu soruyorlar. –De ki: “O bir kirliliktir. Dolayısıyle aybaşı durumundayken eşlerinizden el çekin ve temizlenmedikçe onlara yaklaşmayın. Arındıklarında, Allah’ın size buyurduğu yoldan onlara yaklaşın. Evet, Allah, tevbe edenleri sever ve arınanları sever.

Eşleriniz sizin için bir tarladır. Öyleyse, tarlanıza istediğiniz gibi gelin. Ama kendiniz için hazırlık yapın, Allah’tan sakının ve bilin ki, O’na, evet, kavuşacaksınız. Ve inananlara müjdele!”

Bakara suresi âyet 283:

“Ama eğer yolculukta iseniz ve yazıcı bulamazsanız, bir rehin alın. Ve eğer birbirinize güvenirseniz, güvenilen kimse emanetini ödesin ve Allah’tan, Rabb’inden sakınsın. Ve tanıklığı gizlemeyin, onu kim gizlerse, gerçekten kalbi günahkardır. Ve Allah, yaptığınız her şeyi bilir.”

Talak suresi âyet 1, 2:

“Ey Peygamber! Kadınlarla boşandığınızda, sürelerini gözeterek boşanın ve süreyi sayın; Rabbiniz Allah’a takvâlı davranın; apaçık bir utanmazlık yapmadıkça, onları, evlerinden çıkarmayın, -kendileri de çıkmasınlar.- işte bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Allah’ın sınırlarını kim aşarsa, gerçekten de, kendine zulmetmiş olur, bilemezsin; belki Allah, bunun ardından, bir durum ortaya çıkaracaktır.

Sonra süreleri bittiğinde, onları ya uygun bir şekilde alıkoyun ya da onlardan uygun bir şekilde ayrılın; aranızdan iki adil tanık tutun. Ve tanıklığı, Allah için yerine getirin. İşte bu, Allah’a ve Son Gün’e inanan kimseye verilen öğüttür. Ve kim Allah’a takvâlı davranırsa, O, ona bir kurtuluş yolu sağlar.”

Muhammed suresi âyet 36:

“Şimdiki hayat, bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir. Eğer inanırsanız ve takvâlı davranırsanız, mallarınızı da istemeksizin, size, karşılığını eksiksiz verecektir.”

Maide suresi âyet âyet 4:

“Sana, kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar. De ki: “Size iyi/güzel/hoş/temiz şeyler helal kılındı; öyleyse size öğrettiği üzere alıştırıp yetiştirerek eğittiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah’ın adını anın. Ve Allah’tan sakının.” Gerçekten Allah, hesapları çabuk görür.”

Maide suresi âyet 100:

“De ki: “Kötünün çokluğu seni hayrete düşürse de, kötüyle iyi bir olmaz! Öyleyse, ey kavrama yeteneği olanlar, Allah’tan sakının. Belki kazançlı çıkarsınız.”

Enfal suresi âyet 1:

“Sana ganimetleri soruyorlar. –De ki: “Ganimetler Allah’ın ve elçisinindir.” Öyleyse, Allah’a takvâlı davranın, aranızdaki ilişkileri iyileştirin, Allah’a ve Elçisi’ne boyun eğin, eğer inanıyorsanız.”

TAKVÂNIN ÖNEMİ:

Kur’ân takvâ olayının üstünde çok sıkı durmaktadır. Bütün peygamberlerin tebliğlerinin özünde takvâ vardır. Zamanlar ve mekanlar değişse de takvâ emri veya takvâ bilinci hiç değişmemiştir.

İslâm ümmetinden önce gelip geçen bütün ümmetlere takvâ emredildiği gibi Muhammed ümmetine de takvâ emredilmektedir. Yine bütün peygamberlerin kendi kavimlerine, -inansınlar inanmasınlar- Allah’tan ittikâ etmeyi tavsiye ettiklerini görüyoruz. Takvâ, Allah’a kullukla beraber anıldığı gibi, Allah’a itaat etmekle veya peygambere itaat etmekle de beraber anılmaktadır. Allahtan ittikâ etmenin bir gereği, gönderilen elçiyi dinlemek ve ona itaat etmektir.

Ankebut suresi âyet 16:

“Ve İbrahim’i de. Hani halkına, “Allah’a kulluk edin ve O’na takvâlı davranın. Bu, sizin için daha iyidir. Eğer bilirseniz!” demişti.”

Şuara suresi âyet 177, 178.

“Hani Şuayb onlara demişti ki: “Takvâlı davranmayacak mısınız?

Gerçekten ben, sizin için güvenilir bir elçiyim.

Artık Allah’a takvâlı davranın ve bana uyun!””

Al-i Imran suresi âyet 50:

“Ve işte ben, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helal kılmak için gönderildim. Size Rabb’inizden bir göstergeyle geldim. Öyleyse Allah’tan sakının ve bana uyun!”

Saffat suresi âyet 123-126:

“-Gerçekten İlyas da elçilerdendi.

Hani halkına şöyle demişti: “Takvâlı davranmayacak mısınız?

“Baal’e tapıp da, bırakacak mısınız yaratanların en iyisini,

sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabb’i Allah’ı?”

Hatta, Allah son peygamberine bile “Allah’tan ittikâ et” demektedir.

Ahzap suresi âyet 1:

“Ey Peygamber! Allah’a takvâlı davran, inkarcılara ve iki yüzlülere boyun eğme. Evet, Allah, bilendir, bilgedir.”

Müminler Allah’tan ittikâ etmekten sorumludur.

Al-i Imran suresi âyet 186:

“Hiç kuşkusuz siz, mallarınız ve canlarınız konusunda sınanacaksınız. Sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden ve tanrılar uyduranlardan pek çok incitici sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvâlı olursanız ….. ama bu, kuşkusuz alınacak en iyi kararlardandır.”

A’raf suresi âyet 35:

“Ey Âdem’in çocukları! Size, aranızdan, göstergelerimizi anlatan elçiler geldiğinde, kim takvâlı davranır ve kendini iyileştirirse, işte onlara kaygı yoktur ve onlar üzülmeyecekler de.”

Hucurat suresi âyet 3:

“Evet, Allah’ın elçisi yanında, seslerini kısan kimseler var ya, onlar, Allah’ın gönüllerini takvâ ile sınadığı kimselerdir. Onlara bağışlama ve büyük bir karşılık vardır.”

Mü’minler takvâda yardımlaşmalıdırlar.

Maide suresi âyet 2;

“Ey inananlar! Allah’ın simgelerine, Kutsal ay’a, kurbanlığa, gerdanlıklara, Rab’lerinden lütuf ve hoşnutluk isteyerek Kutsal Ev’e gelenlere saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınızda avlanabilirsiniz. Sizi Kutsal Mescittten alıkoyduğu için bir topluluğa olan kininiz, aşırı gitmenize neden olmasın; iyilik ve takvâda birbirinizle yardımlaşın, günah ve aşırı gitmede yardımlaşmayın. Allah’tan sakının, Allah’ın kovuşturması gerçekten çetindir.”

Allah’ın koyduğu ölçüleri yüceltmek işi kalplerin takvâsındandır.

Hacc suresi âyet 32:

“İşte böyle! Ve kim, Allah’ın simgelerini yüceltirse, gerçekten bu, kalplerin takvâsındandır.”

Allah insanlar arasındaki takvâ sahiplerini en iyi bilendir.

Necm suresi âyet 32:

“Kusurlar hariç, büyük günahlardan ve utanmazlıklardan kaçınanlara gelince, evet, Rabb’inin bağışlaması geniştir. Sizi yerden var ederken ve siz, annelerinizin karınlarında cenin halinde iken, sizleri en iyi bilen O’dur. Öyleyse, kendinizi temize çıkarmayın. O, kimin takvâlı davrandığını en iyi bilendir.”

İnsanlara göre farklı üstünlük dereceleri vardır. Kimilerine göre soy, kimilerine göre derilerin rengi, kimilerine göre malk-mülk, servet vs. üstünlük sebebidir. İslâm’a göre ise üstünlük ölçüsü takvâdır.

Hucurat suresi âyet 13:

“Ey insanlar! Biz sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık, sizi uluslara ve oymaklara ayırdık ki, birbirinizle tanışasınız. Evet, Allah katında en değerliniz, en takvâlı olanınızdır. Gerçekten Allah, bilendir, haberdardır.”

Allah akıl sahiplerini kendisinden ittikâ etmeye davet ediyor. Zira takvâ en iyi, en hayırlı azıktır.

Bakara suresi âyet 197:

“Hac bilinen aylardadır. Kim o aylarda haccı yerine getirmeye karar verirse, artık hac sırasında kadına yaklaşmak, günah davranışlarda bulunmak, kavga etmek yoktur. Ve siz ne iyilik ederseniz, Allah onu bilir. Ve azıklarınızı alın, ama muhakkak ki azığın en iyisi takvâdır. Ve benden sakının, ey kavrama yeteneği olanlar!”

Talak suresi âyet 10:

“Allah, onlar için, çetin bir ceza hazırlamıştır. Ey kavrama yeteneği olan inananlar! Allah’a takvâlı davranın. Elbette, Allah, size bir Hatırlatma indirmiştir.”

Takvânın önemi şu âyetle çok net bir şekilde ortaya konuyor.

Lokman suresi âyet 33:

“Ey insanlar! Rabb’inize takvâlı davranın. Öyle bir günden korkun ki, o gün, ne baba evladı için, ne evlat babası için, hiç bir şeyin üstesinden gelemeyecek. Evet, Allah’ın sözü gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Ve çok kandırıcı olanın kandırması, sizi Allah hakkında kandırmasın!”

Kur’ân bir çok âyette ittikâ edenleri övmekte ve onlara ait güzel özellikleri sıralamaktadır. Kur’ân böylece insanları bu sıfatları kazanmaya, gerçek anlamda ittikâ sahibi olmaya davet ediyor.

Bakara suresi âyet 1-5:

“Elif Lam Mim.

Bu kitap, asla kuşku yok, bir yol göstermedir takvâlılara,

Ki onlar, görülemeyene inanırlar ve namazı kılarlar ve kendilerine verdiklerimizden bağışlarlar,

ve sana indirilene ve senden önce indirilene ve öteki dünyaya kesin inanırlar.

Onlar, Rabb’lerinin doğru yolu üzerindedirler, ve kazananlar da onlardır.”

Al-i Imran suresi âyet 14-17:

“Kadınlara, oğullara, yığın yığın altın ve gümüşe, besili atlara, hayvanlara ve ekine karşı duyulan aşırı istek, insanlara güzel gösterildi. Oysa bunlar yalnızca şimdiki hayatın geçici malıdır. Varılacak güzel şey ise, Allah’ın katındadır.

-De ki: “Bütün bunlardan daha iyisini size bildireyim mi? Takvâlılar için, altından ırmaklar akan, temelli yerleşecekleri Bahçeler ve tertemiz eşler ve Allah’ın hoşnutluğu vardır. Ve Allah kulları görendir.

Onlar (Takvâlılar), Rabbimiz! Biz gerçekten inandık; öyleyse günahlarımızı bağışla ve bizi Ateş cezasından koru” derler.

Sabredenler, özü-sözü bir olanlar, boyun eğenler, eli açıklar ve her seherde bağışlama dileyenlerdir.”

Al-i Imran suresi âyet 133-136:

“Ve Rabbinizin bağışlamasına ve takvâlılar için hazırlanmış, gökler ve yer kadar geniş olan Bahçe için yarışın.

Ki onlar (takvâlılar) bollukta ve darlıkta bağışta bulunurlar, öfkelerini tutarlar ve başkalarını bağışlarlar,- çünkü Allah, iyilik yapanları sever,-

Ve onlar (takvâlılar) kötülük yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde, Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen bağışlama dilerler, -zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir?- Ve onlar işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.

İşte bunların karşılıkları, Rab’lerinden bağışlanma, altlarından ırmaklar akan ve orada temelli kalacakları Bahçelerdir. Çalışanların karşılığı ne güzeldir!”

Zümer suresi âyet 33-35:

“Oysa, gerçekle gelen ve onu doğrulayanlar var ya, işte onlar, takvalılardır.

Onlara, Rabb’lerinin katında, diledikleri her şey vardır, – işte bu, iyilik yapanların karşılığıdır,-

Ki Allah, onların yaptıklarının en kötüsünü bile örtsün ve onlara, yaptıklarının en güzeliyle karşılığını versin.”

Tevbe suresi âyet 44:

Allah’a ve son güne inananlar, mallarıyla ve canlarıyla savaşma söz konusu olduğunda, senden izin istemezler. Ve Allah takvalıları bilendir.”

Maide suresi âyet 8:

“Ey inananlar! Haydi! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten tanıklar olun! Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adaletli olun. Bu, takvâlı olmaya daha yakındır. Ve Allah’tan sakının. Evet, Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”

Maide suresi âyet 93:

“İnanan ve iyi işler yapanlara, tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur. Yeter ki takvâlı davransın, inansın, iyi işler yapsın, sonra takvâlı davranıp inansın ve sonra takvâlı davranıp iyilik yapsınlar. Ve Allah iyilik yapanları sever.”

A’raf suresi âyet 35 :

“Ey Âdem’in çocukları! Size, aranızdan, âyetlerimizi anlatan elçiler geldiğinde, kim takvâlı davranır ve kendini iyileştirirse, işte onlara kaygı yoktur ve onlar üzülmeyecekler de.”

Zümer suresi âyet 33:

“Oysa, gerçekle gelen ve onu doğrulayanlar var ya, işte onlar takvâlılardır.”

Teğabün suresi âyet 16:

“Gücünüz yettiğince Allah’tan sakının ve buyruklarını dinleyin, boyun eğin; mallarınızdan, kendinizin iyiliğine olarak bağışlayın. Kim, benliğinin açgözlülüğünden korunursa işte, başarıya ulaşanlar, ancak onlardır”

Bakara suresi âyet 177:

“Yüzlerinizi doğuya ya da batıya çevirmeniz Birr değildir. Ama Birr, Allah’a, Son Gün’e, meleklere, Kitap’a, peygamberlere inanmak; sahip olduklarından akrabalara, yetimlere, yoksullara, yolcuya ve dilenenlere ve boyundurukları çözmeye Allah sevgisi için vermek ve namazı kılmak, zekatı vermektir. Ve sözleştiklerinde, sözlerini tastamam yerine getirenler, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte içtenlikli olanlar bunlardır. Ve işte takvâlılar da bunlardır.”

Enbiya suresi âyet 48, 49:

“Hiç kuşkusuz, Musa. Ve Harun’a Ayırıcı ve bir aydınlık, takvâlılara bir Hatırlatma vermiştik,

ki onlar, Saat endişesi içinde gaybda Rabb’lerinden korkarlar.”

Al-i Imran suresi âyet 76:

“Hayır! Ama her kim, sözünü yerine getirir ve takvâlı davranırsa…. Evet, Allah işte o takvâlıları sever.”

Rum suresi âyet 30, 31:

“Öyleyse sen, yüzünü içtenlikle dine çevir; Allah, insanları hangi doğa üzere yaratmışsa, o doğallıkla. –Allah’ın yaratmasında hiçbir değişme yoktur: İşte, dosdoğru din budur, ama insanların çoğu bilmez,-

O’na yönelerek. Ve O’na takvâlı davranın ve namazı kılın ve ortak koşanlardan olmayın.”

Tevbe suresi âyet 7:

“ Tanrılar uyduranlar için, Allah ve Elçisi katında nasıl bir antlaşma olabilir?! Kendileriyle Kutsal Mescit’in yanında antlaştıklarınız bunun dışındadır. Öyleyse onlar, size doğru davrandıkça, siz de onlara doğru davranın. Gerçekten Allah, takvâlıları sever.”

Hud suresi âyet 49:

“-İşte bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce, bunları ne sen biliyordun, ne de halkın.- Öyleyse sabret, evet sonuç, takvâlılarındır.”

Takvânın kazandırdıkları:

Buraya kadarki açıklamalarımızda takvâ’nın sözcük ve kavramsal anlamlarını açıklamıştık. Önemini de belirtmiştik. Şimdi de Takvâ’nın insana dünya ve ahirette sağlayacağı kazançları Kur’ân’da görelim.

Takvânın dünyada kazandırdıkları:

a) Allah takvâ sahiplerine (müttekılere) Veli (yakın, yardımcı, yol gösterici, karanlıklardan aydınlığa çıkarıcı) olur.

Casiye suresi âyet 19:

“Hayır, onlar, Allah’a karşın, sana asla bir yarar sağlayamazlar. Gerçekten de hainler, doğrusu birbirlerinin velisi/yardım eden, yol gösteren, koruyan Yakınıdırlar. Öyleyse, Allah da takvâlıların Velisi/yardımcısı, yol gösteren Yakın’ıdır.”

Enfal suresi âyet 34:

“Ama, Kutsal Mescit’ten alıkoydukları halde, Allah onları niçin cezalandırmasın? Aslında onlar, O’nun velileri/yakınları değildir. O’nun Yakınları ancak takvâlılardır. Ama onların çoğu bilmez.

b)Takvâ sahiplerine dünya ve ahirette korku olmaz.

Yunus suresi âyet 62-64:

“Allah’ın velilerine gelince, değil değil mi ki gerçekte, -kaygı yok onlara, ve üzülmeyecekler de,

onlar, Allah’a inanan ve takvâlı davranan kimselerdir,

bu hayatta olduğu gibi, ötekinde de onlar için bir müjde vardır. –Allah’ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur.. –işte, büyük başarı budur!”

c) Takvâ sahipleri diğer insanlara verilen ceza ve sıkıntılardan korunurlar.

Neml suresi âyet 52, 53:

“İşte hainlikleri yüzünden çatıları çökmüş evleri! Bunda, bilen kimseler için, gerçekten, bir gösterge vardır.

Ve inanıp takvâlı davrananları ise kurtardık.”

d) Takvâ sahiplerine kimse zarar veremez.

Al-i Imran suresi âyet 120:

“Size bir iyilik dokunursa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük geldiğinde de, sevinirler. Eğer sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, onların entrikaları size hiçbir zarar vermez. Allah, gerçekten, bütün yaptıklarını kuşatmıştır.”

A’raf suresi âyet 201:

“Evet, takvanın gereklerini yerine getirenler var ya, onlara Şeytan’dan bir kışkırtma dokunduğunda, hatırlamaya çalışırlar. Ve işte, apaçık görücüdürler. (Görülmesi gerekeni görürler)”

e) Allah Takvâ sahiplerine meleklerle yardım gönderir:

Al-i Imran suresi âyet 125:

“Evet, siz sabırlı ve takvâlı olmanız durumunda, düşmanlarınız ansızın üzerinize saldırırsa, Rabb’iniz işaretleyen beşbin melekle yardımınıza koşar.”

Nahl suresi âyet 30-32:

Takvalılara, “Rabbiniz ne indirdi?” denince, onlar, “İyilik!” derler. İyi davrananlara, bu dünyada iyilik vardır. Öteki yurt ise, elbette daha da iyidir. Ve elbette, takvalıların yurdu ne güzeldir!

-Altlarından ırmaklar akan Adn Bahçelerine girerler. Onlar için, orada, diledikleri her şey vardır. Allah, takvalıları işte böyle ödüllendirir,

onlar meleklerin, “Barış size! Yaptıklarınıza karşılık girin cennete!” diyerek, tertemizken canlarını aldıkları kimselerdir.”

f) Takvâ sahipleri bereket/bolluk içinde yüzerler.

A’raf suresi âyet 96:

Eğer o kentlerin sakinleri inanıp takvâlı olsalardı, biz kesinlikle üzerlerine göğün ve yerin bolluklarını açardık. Ama yalanladılar. Biz de yaptıklarına karşılık kendilerini yakalayıverdik.”

g) Takvâ sahiplerine Allah Furkan’ı/iyiyi kötüyü ayırma gücü verir.

Enfal suresi âyet 29:

İnananlar! Allah’a karşı takvâlı olursanız, O size iyiyi kötüden ayırt etme gücü verir, kötülüklerinizi siler ve sizi bağışlar.Allah büyük lütuf sahibidir”

Hadid suresi âyet 28:

“Ey inananlar! Allah’a takvâlı davranın –ve elçisine inanın ki,- size rahmetini iki kat versin; size kendisiyle yürüyeceğiniz bir ışık versin ve sizi bağışlasın; -gerçekten de, Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir.-”

h) Takvâ sahiplerine her şey kolaylaştırılır.

Leyl suresi âyet 5-7:

“Sonra, kim bağışta bulunursa ve takvâlı davranırsa,

ve en güzel olanı doğrularsa,

o zaman ona en kolayı, kolaylaştıracağız.”

i) Takvâ sahiplerine Allah, kurtuluş yollarını ve problemlerin hal çarelerini ihsan eder.

Talak suresi âyet 2:

“Sonra süreleri bittiğinde, onları ya uygun bir şekilde alıkoyun ya da onlardan uygun bir şekilde ayrılın; aranızdan iki adil tanık tutun. Ve tanıklığı, Allah için yerine getirin. İşte bu, Allah’a ve Son Gün’e inanan kimseye verilen öğüttür. Ve kim Allah’a takvâlı davranırsa, O, ona bir kurtuluş yolu sağlar.

j) Takvâ sahiplerine Allah, yeryüzünün varisliğini, sonucun güzelliğini verir.

A’raf suresi âyet 128:

“Musa halkına, “Allah’tan yardım dileyin ve sabredin. Evet, yeryüzü Allah’ındır, kullarından dilediğini ona mirasçı kılar. Gerçekten de sonuç takvâlılarındır.” dedi.”

k) Takvâ sahipleri rahmet ve mağfireti hak ederler.

En’am suresi âyet 155:

“Bu, indirdiğimiz bir Kitap’tır. Ona uyun ve Allah’a karşı takvâlı davranın. Belki size merhamet edilir.”

L) Takva sahipleri cennete girerler.

Zümer suresi âyet 20:

“Ama, Rabblerine karşı takvalı davrananlara, üst üste bina edilmiş, altlarından ırmaklar akan köşkler vardır. Allah’ın sözü! Allah, sözünden dönmez.”

m) Takva sahiplerinin istekleri kabul edilir.

Maide suresi âyet 27:

“Ve iki Ademoğlunun öyküsünü bütün gerçekliğiyle onlara anlat: ikisi birer kurban sunmuşlardı; birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. Beriki, “Kesin, seni öldüreceğim!” deyince, diğeri şöyle demişti: “Allah ancak takvalılardan kabul eder.””

Takvânın âhirette kazandırdıkları:

a) Gerçek kurtuluşa ancak takvâ sahipleri ererler.

Maide suresi âyet 35:

Ey inananlar! Allah’a takvalı davranın ve O’na yaklaşmaya yol arayın ve O’nun yolunda savaşın. Belki kazançlı çıkarsınız”

Maide suresi âyet 100:

“De ki: “Kötünün çokluğu seni hayrete düşürse de, kötüyle iyi bir olmaz! Öyleyse, ey kavrama yeteneği olanlar, Allah’a karşı takvalı olun. Belki kazançlı çıkarsınız”

Al-i Imran suresi âyet 130:

“Ey inananlar! Kat kat artan faizi yemeyin. Ve Allah’tan korkun. Belki kazançlı çıkarsınız!”

Al-i Imran suresi âyet 200:

“Ey inananlar! Sabredin! Sabırla savaşın, direnin ve Allah’tan sakının. Belki kazançlı çıkarsınız!”

b) Ahiret yurdu takvâ sahipleri içindir.

En’am suresi âyet 32:

“Ve şimdiki hayat, bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Son yurt, takvâlı davrananlar için, kesinlikle daha iyidir. Hâlâ anlamıyor musunuz?”

Zuhruf suresi âyet 33-35:

“Eğer insanlar, tek bir toplum olmasaydı, Rahman’ı/Çok merhametliyi inkar edenlerin evlerine, gümüşten çatılar ve oraya çıkmaları için merdivenler yapardık,

yine, evlerine kapılar, ve üzerine yaslandıkları tahtlar,

ve her çeşit süs. Bunların tümü, ancak şimdiki hayatın geçici zevkleridir. Öteki dünya ise, Rabb’inin katında, takvâlılarındır.”

Meryem suresi âyet 60-63:

“Ancak tevbe eden, inanan ve iyi iş yapan bunun dışındadır. Bunlar ise, Cennet’e girerler –ve hiçbir haksızlığa uğratılmazlar,-

Adn Bahçeleri’ne ki, Rahmân, kullarına gaybda söz vermiştir,- evet O’nun va’dı/sözü yoldadır/yerine gelir,-

Orada hiçbir boş söz işitmezler; yalnız “Barış!”; ve orada sabah akşam besinleri de vardır.

İşte takvalıları mirasçı kılacağımız Cennet budur.”

c) En iyi sonuç takvâ sahiplerinindir.

Hud suresi âyet 49:

“-İşte bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce, bunları ne sen biliyordun, ne de halkın.- Öyleyse sabret, evet sonuç, takvâlılarındır.

Yusuf suresi âyet 56, 57:

“..Böylece, Yusuf’u yeryüzünde yetki sahibi yaptık, dilediği yerde yerleşebilmesi için. Biz, dilediğimize merhamet ederiz. İyilik yapanların karşılığını, asla kaybettirmeyiz.

Ve öteki dünya karşılığı, inananlar ve takvânın gereklerini yerine getirenler için, daha hayırlıdır.”

d) Akıllı insanlar ancak bu güzel yurdu kazanmaya çalışırlar.

Nahl suresi âyet 30-32:

Takvâlılara, “Rabb’iniz ne indirdi?” denince, -onlar, “İyilik” derler. İyi davrananlara, bu dünyada iyilik vardır. Öteki yurt ise, elbette daha iyidir. Ve elbette, takvâlıların yurdu ne güzeldir!

-Altlarından ırmaklar akan Adn bahçelerine girerler. Onlar için, orada, diledikleri her şey vardır. Allah, takvâlıları böyle ödüllendirir.

Onlar, meleklerin, “barış size! Yaptıklarınıza karşılık girin Cennet’e!” diyerek, tertemizken canlarını aldıkları kimselerdir.”

e) Takvâ sahipleri korkmazlar, üzüntü çekmezler.

Yunus suresi âyet 62, 63:

“Uyanın! Allah’ın Yakınlarına kesinlikle kaygı yok onlar üzülmeyecekler de.

Onlar inanan ve takvâlı davranan kimselerdir

Zümer suresi âyet 61:

Ve Allah, takvâlıları sığınaklarına sığındıracak. Onlara kötülük dokunmayacak; onlar üzülmeyecekler de.”

f) Takvâ sahipleri derece bakımından başkalarından üstündürler. Onlar cennete bölük bölük girecekler.

Bakara suresi âyet 212:

“Şimdiki hayat, inkarcılara süslü gösterilmiştir ve onlar inananlarla alay ediyorlar. Ama takvâlı olanlar, Diriliş Günü onların üstündedir. Ve Allah dilediğine hesapsız verir.”

Kalem suresi âyet 34, 35:

Evet, takvâlılar için, Rab’leri katında Mutluluk Bahçeleri vardır.

Öyle ya, teslim olanları, suçlular gibi tutarmıyız hiç?”

Zümer suresi âyet 73:

“Ve Rabblerine karşı takvalı davrananlar da, bölük bölük Cennet’e sevk edilecekler. Sonunda, oraya varıp kapıları açıldığında, bekçiler onlara, “Barış size, hoş geldiniz! Artık temelli kalmak üzere, girin buraya!” diyecekler.”

Nebe’ suresi âyet 31-36:

Kesinlikle, takvâlı davranalar için, Rabbinden bir karşılık ve yeterli bir bağış olarak korunaklar/kurtuluş mekanları; sulak bağlar-bahçeler, üzümler; hepsi bir seviye tomurcuklar, dolu dolu su kapları vardır. Orada boş söz ve yalan duymazlar.”

Hıcr suresi âyet 45-50:

Evet takvâlılar, bahçelerin ve pınarların başındadır.

Oraya güvenlik içinde, barışla girin.

Ve biz, onların gönüllerinde olabilecek kini söküp atacağız. Artık onlar, tahtlar üzerinde, karşı karşıya oturan kardeşler gibi olacaklar.

Orada onlara yorgunluk gelmeyecek ve oradan çıkarılmayacaklar.

Benim gerçekten bağışlayan, merhamet eden olduğumu, kullarıma bildir,

Ve cezamın da can yakıcı olduğunu!”

Kaf suresi âyet 32-35:

“Uzak değil! Cennet, takvalılara yaklaştırılacak.

-İşte bu size söz verilendir. Çok tevbe eden, kendini koruyan herkese,

görmediği Rahmân’dan korkana ve pişmanlık duyan bir kalple gelene.

Oraya güvenlik içinde girin. İşte sonsuzluk günü budur!

Orada kendileri için, diledikleri her şey olacak. Bununla birlikte, yanımızda fazlası da vardır.”

Sad suresi âyet 49,50:

“Bu bir hatırlamadır. Takvalılara, gerçekten güzel bir gelecek vardır,

kapıları kendileri için açılmış Adn Bahçeleri……..”

Ra’d suresi âyet 35:

Takvâlılara söz verilen cennet, şöyledir: Onun altından ırmaklar akar. Meyveleri süreklidir ve gölgesi de. (Hakkı Yılmaz) http://www.istekuran.net/?p=84

posted in SALİH AMEL | 0 Comments