-
16th Ağustos 2008

Tasavvufta Rabıta- Ferid Aydın

posted in MITOLOJİ |

Tasavvufta RabıtaFerid Aydın

İslam’ın yozlaştırılmasına, Kur’ani değerlerin çarpıtılmasına yönelik gayretlerin bilinçli faaliyetler şeklinde ilk kez radikal batıniliğin köklerine değin uzar.

İslam’ın içeriden tahrip edilmesinde etkili olmuş gayretlerin hemen hepsi Kur’ani değerlerin, Kur’ani kavramların yorumlanmasıyla başlamıştır. Kur’an veya Sünnet yorumlanarak bu tahribat yapılmıştır. Ancak unutmamak gerekir ki; fıkıh, akaid, tefsir gibi ilimlerin tarihlerinde de görüldüğü gibi bu yorumlar ilhamlarını farklı kaynaklardan almışlardır. Bunlar Sünni ve Şii fıkhında da görülmektedir. Kur’an’ın yorumlanmasında Sünnet ve Rey’in dışında bazı ilham kaynaklarının da maalesef büyük etkisini görüyoruz. Bunların arasında çeşitli felsefeler, ömrünü tüketmiş batıl dinler de vardır. Esasen tasavvuf böyledir. Yani tasavvuf Sünnet ve Rey’in dışında ilham kaynağı olarak eski dinleri ve felsefeleri de alıyor ve onlardan besleniyor.

Bilindiği üzere hicretten 100 yıl sonra İslam dünyasında başlayan hareketlere paralel olarak içtihad ve istidlal sistemleri gelişti. Esasen değerlerimizin şimdiye kadar mahpus kalmasında bu iki müessesenin çok büyük rolü vardır. Bundan dolayı memnun olmalıyız, yoksa bu bilince sahip olamazdık. İçtihad ve istidlalin tek amacı uygarlık boyutları hızla büyüyen sosyal ve toplumsal hayatın Kur’an nizamına entegre olmasını kolaylaştırmak, İslam dışı bir çizgiye kaymasını önlemekti. Bu ise bir bakıma eski dinlerden ruhunu alan çeşitli küfri uygarlık ve kültürlerin İslam’a sızmasını önlemekti. Ama maalesef bu hareketler bir süre sonra tıkanmış ve sekteye uğramıştır ki, bu İslam alemi için çok büyük bir şanssızlık olarak nitelenebilir. Bu sebeple meydana gelen boşluğu, tasavvufi akımlar doldurmuştur. Kur’ani değerlerin yozlaştırılması bu nedenden dolayı ruhunu küfri kaynaklardan almaya yönelmiştir. Yani Kur’an ve Sünnet’in eski din ve felsefelere ait kavramlarla sentezlenmesi şeklinde bir yol izlenmiştir. Tasavvuf ve tarikatlarda görülen kavram, görüş ve akımlar İslam’a bu kaynaklardan aktarılmıştır. Bunların İslam’la alakası yoktur. Tek ilginç tarafı, dekor bakımından İslami bir ambalaj içerisinde sunulmuş olmasıdır. Bu terim, anlayış ve kavramların hiçbiri ne Asr-ı Saadet, ne sahabe, ne de tabiin dönemlerinde vardır. Bunların esas itibariyle kaynağı Kur’an ve Sünnet değil; Şamanizm, gnostisizm ve Budizmin çeşitli felsefeleridir. Sankara felsefesidir, patankalizmdir.

Tasavvuf ve tasavvufa ait rabıta vb. gibi pek çok kavramın İslam’ın şemsiyesine nasıl yerleştirildiğinin anlaşılması için Ferid Aydın, şu soruların ısrarla sorulmasını istiyordu:

1-Nakşibendilere göre rabıta nedir? Nasıl tanımlanmıştır? Nakşibendi liderlerinin rabıta üzerinde ortak bir görüşleri var mıdır?

2- Rabıta kaynağını nereden almaktadır? Gerçekten Kur’ani midir? Yoksa Hint mistisizminden İslam’a sızdırılmış bir meditasyon sistemi midir?

3- Rabıtadan ilk defa kimler söz etmiştir? Bunlar İslam dünyasının neresinde yaşıyorlardı? Çünkü bunların ilk bulundukları çevre, Nakşilik üzerinde büyük etki yapmıştır.

4- Rabıta neden ilk defa Türkistan’da tasarlandı? Neden Hindistan’da işlendi ve neden Irak’ta bugünkü son şeklini aldı?

5- Rabıta neden transandantal meditasyon sistemlerinden yoga’ya çok benzemektedir?

6- Nakşi şeyhleri bu sorulara cevap verebilecek tarihi ve İslami ihtisaslara sahip midirler?

7- Acaba rabıtanın temsilcileri olarak Nakşilerce tanıtılan ve silsile-i sâdad’ın altın halkaları olarak tanrılaştırılan şahıslardan herhangi biri, İslam alimlerinin cumhuru tarafından bir akademisyen ya da bir mütehassıs alim olarak kabul görmüş müdür? Eğer böyle bir şey yoksa, bu insanların sözlerine itibar edilir mi?

Biz rabıtanın hiçbir Kur’ani esasa dayanmadığını ve en azından İslam’a yabancı bir unsur olduğunu savunuyoruz. Bunu nasıl ispatlayacağız? Birileri çıkıp bunu bize sorabilir. Bunca insanlar, geniş muhitler rabıtaya inanıyorlar da sizin inanmamakta deliliniz nedir? Ya da siz rabıtayı nasıl çürütüyorsunuz diyebilirler. O halde biz de şu cevapları veriyoruz:

Tarikat çevrelerinde bile en muteber sayılan kaynaklarda bile rabıta bağımsız bir konu olarak işlenmemiş, hatta bu kitapların fihristlerinde rabıta adı altında bir konu yoktur. Mesela “Risale-i Kuşeyriye”. İlk teorisyen mutasavvıflarca yazılmış, tasavvufçularca da itibar görmüş kaynaklardandır. Kuşeyri tarafından yazılmıştır, bu risalenin içinde rabıta adı altında bir konu göremezsiniz. Fihristinde tam 100 tasavvufi kavramı açıklamıştır. Bu kavramların içinde de rabıta yoktur.

– Şehabüddin Sühreverdi’nin yazdığı Avarifü’l Maarif de de rabıtayla ilgili bağımsız bir konu bulunmazken, yalnızca 201. Sayfada yalın olarak, bir kez kullanılmıştır. Ama bunun da tasavvuf rabıtasıyla bir ilgisi yoktur.

Nakşibendi cemaatlerinin nazarında en muteber kaynaklardan “Raşahât” (1504)ta da 354 ve 360. sayfalarda çok kısa olarak geçmektedir. Raşahât adlı kitapta bunların dışında hiçbir yerde ne tanımı, ne de fihristte adı geçer.

Yani ilk nakşibendiler rabıtayı bağımsız bir konu olarak ele almamışlardır. Rabıta gibi Nakşibendiliğin içine devamlı sızdırılmış yabancı unsurlar zaman içerisinde belli boyutlara oturtulmuştur. Zaman içinde bunlara belli anlamlar yüklenmiştir.

Rabıtayla ilgili konular, Abdülhakim Arvasi’nin 1923’de yazdığı Rabıta-ı Şerife Risalesi’dir. Müstakil olarak rabıta hakkında yazılmış bir risaledir.

Ayrıca Şeyh Şeyda’nın (ö 1964) yazdığı Et-Tabitatü’r-Rabıta ve Mustafa Fevzi’nin 1324’de (Hicri) yazdığı İsbatü’l-Mesalik adlı risaleciktir. Bunların dışında rabıtaya özel olarak ayrılmış kaynaklar yoktur. Rabıta son 50 yılda şişirilmiş ve günümüzde de zaman zaman kısa aralıklarla empoze edilmektedir.

– Rabıta için yapılan kanıtlamalar ilmilikten uzaktır. Son derece tutarsızdır. Bu kitapların hiçbir bilimsel değeri yoktur. Çünkü ortaya koydukları delillerin hiçbiri rabıtayı çağrıştırmamaktadır. Mesela rabıtaya delil gösterilen 9/119. ve 5/35. ayetlerden hiçbiri Şii, Ehl-i Sünnet ve Mutezile tefsirlerinde böyle yorumlanmamıştır. Onların verdiği anlam verilmemiştir.

Mustafa Fevzi’nin risalesinde de rabıtanın yapılmasının Allah tarafından istenildiği ve 54 farzdan biri olduğu yazılıdır.

Ruhu’l-Furkan adlı kitabın 2, cilt, 64. sayfasında da Rum 21. ayeti rabıtayı emrettiği yazılmıştır.

Tarikatçıların yazdığı meal ve tefsirler dışındaki tüm tefsirlerde de rabıtayı çağrıştıracak hiçbir şey yoktur.

Rabıtanın uygulanış şekli ve şartları toplu ve disiplinli bir anlatımla ortaya konmamıştır. Her birine göre rabıtanın başka bir tanımı vardır. Her şeyhe göre bir rabıta uygulanış şekli vardır.

Rabıtanın tanımı: Rabıtadan ilk defa ağırlıklı olarak bahseden kişi, Halit Bağdadi’dir (Risaletü’n fi Tehkiki’r-Rabıta). Buna göre tanım: Müridin şeyhinin ruhundan istimdad ederek onun şeklini zihninde canlandırmasıdır. (Şeyhten feyz alabilmek için)

Abdülhakim Arvasi’ye göre de rabıta: 1- Tarikat öğrencisi tarafından şeyhin suretinin tasavvur edilip, iki kaşı arasına bakılması. 2-Tarikat öğrencisinin kendisini şeyhinin kılığında görmesi.

Bu kitaplarda da rabıtanın tarifi detaylı olarak anlatılmamış, bazı kitaplara serpiştirilmiştir. Ama nakşilere sorarsanız rabıta, nakşiliğin en önemli kurallarından biridir.

Nakşiler rabıtanın bir ibadet olduğunu öne sürmekten çekinmişlerdir. Peki ibadet değilse, niçin ayet ve hadislerle delil getiriyorsunuz?

Biz, bir insanın zihnimizde belirmesine (tahayyül edilmesine) şirk demiyoruz. Beyin her zaman düşünür. Ama bunun adı rabıta değildir.

Rabıta nakşilikte zikrin bir şeklidir. “Zikir, tek başına erdirici değildir ama, rabıta tek başına erdiricidir” diyorlar.

Evet, zikrin bir türü olan rabıtanın şekli nedir? Mürid oturur, şeyhinin suretini gözünün gönüne getirir. Bundan başka ne gibi şartları vardır? Mesela biz namaza dururken, abdest alırız, niyet ederiz, kıbleye yöneliriz vs. Oniki şartı vardır. Rabıtanın şartları nelerdir acaba? Bunu tesbit edebilmek için çeşitli risaleleri toplayarak rabıtanın 9 şartını buldum.

Rabıtanın birinci şartı abdestli olmaktır. Neden abdest aldırıyor? Yogadan farklı olsun diye. Rabıta ile yogayı karşılaştırdığımızda birbirlerine ne kadar benzediklerini gözlemlemekteyiz.

İkinci şartı, inabeli olmaktır. Sıradan bir insan iseniz rabıta yapamazsınız. İlla ki, bir nakşi şeyhinin eline yapışacaksınız. (Artık o sizi devamlı takip ediyor, dizginleriniz onun elinde oluyor).

Şeyhlerden kimisi, kendisine bağlı olmayan müridi (Nakşı dahi olsa) halkasına almayabilir. Mürid başka bir şeyhin halkasında olsa dahi, kendi şeyhine rabıta yapar. Bazı şeyhler var ki, yerine kendisinden sonra geçecek bir halife seçer. Yeni halife, bazen kendisine rabıta edilmesini de isteyebilir.

Tarikattan tard edilen kişinin (onlara göre) cennete girme şansı yoktur. “O artık cehennemde kara bir odundur”. Artık ipi kopmuştur. Bu afaroz etmeye benzer bir şeydir.

Rabıtanın üçüncü şartı kapıyı kilitlemektir. Mürid tek başına rabıta yapacaksa, sakin bir tarafa çekilip başına örtü örterek rabıta yapması gerekir.

Dördüncü şart, ışık söndürmektir. Bir çeşit ortamı karanlıklaştırmadır.

Beşincisi teverruk oturuşuyla oturmaktır. Namazdaki oturuştan farklı olarak sol ayak dik tutulur, sağ ayağın parmak uçları, köprü yapılan bacağın altından çıkartılır. Sağ ayağın baldır yere yapışık ve vücut sol tarafa meyillidir. Bunun sebebi de şudur: “Kulak kalbe yaklaşıyor ve kalbi dinlemek daha kolay oluyor”muş (M. Emin el-Kürdi Tenviru’l-Kulub isimli eserinin 511. sayfasında bundan bahsediyor).

Altıncı kural, gözleri yummaktır. Rabıta yaparken gözler yumuktur. Gerek hatm-i hacegan sırasında (toplu olarak yapılan rabıta), gerekse münferiden yapılan rabıta sırasında gözler yumulur.

Yedinci kural, nefesi kontrol altına almaktır: Rabıta yapılırken dil damağa yapışıktır. Burundan solunur, zihin bir noktada yoğunlaştırılır. Tam (doğal) yoga budur işte (Muhammed Emin el-Kürdi nefes kontrolünü Tenviru’l-Kulub isimli kitabının 514. sayfasında zikrediyor).

Sekizinci kural, sabit ve hareketsiz durmaktır. Yani anlattığımız oturuş şekliyle sabit durmaktır, hareket etmemektir. Yalnız sağ el, sol elin üzerinde ve sol baldırın üzerindedir.

Dokuzuncu kural ise, müridin mürşidinin suretini tahayyül etmesidir. Artık buna daha yeni bir içerik kazandırmışlardır. Süleymancılar ve Menzilciler şeyhin resmine bakarak rabıta yapmaktadırlar. Bu yeni bir gelişmedir.

İlk nakşi şeyhleri, ruhanileri Türkistan’da Maveraünnehir’de, Buhara’da, Hindistan’da yetişmişlerdir (Mesela Ahmet Faruki, Seyfettin Bedevani gibi şahıslar Hintlidir). Bu zatlar, (herhalde) ilimlerinin de sathiliğinden olsa gerek, çevrelerinde bir takım uygulamaları gördüler, yakınlık duyup, duygusal olarak bunları İslam’a adapte ettiler. İslami ambalaj ile sundular diye bir tespitimiz var. Neden bunu söylüyoruz? Çünkü rabıtadan hareket ederek yogayı araştırdığımızda benzerlikler görüyoruz. Bakın, yoga kitabının yazarı ne diyor: “Yogaya gelince, çok müthiş bir tarikattır, yoldur. Sabrı kazanmayı bize öğretiyor ve zati murakabeyi sağlayan bir sistemdir, meditasyondur” diyor ve yogayı tarif ediyor. Yoganın tarifinde de bir mistik anlayış var: Yoga bir zihin sistemi değildir. “Bedeni ve zihni bir spordur” diyor yazar. Ve ekliyor: “Hem bilinçli hareketlerini, hem de bilinçaltı hareketlerini kontrol etme, sinirlerine ve iradesine hakim olma. Bu vasıtayla rabbin ruhu ile birleşmiş olur. Kainatın yaratıcısı ile insanoğlu bu şekilde ruhunu birleştirmiş olur”. İşte rabıta budur. Nitekim Ruhu’l-Furkan isimli eserin 63. sayfasından 93. sayfasına kadar mütalaa ediniz. Orada fena ve beka kavramları işlenmiştir. Orada müellifler diyorlar ki: “Tasavvuf öyle bir yol, çaba, gayrettir ki, kişi bu yolu takip ederken, öyle bir noktaya varır ki, orada Allah’ın içinde erir”.

Ondan sonra da enterasan kayıtlar var: Burada diyor ki, “fikrimi muayyen bir noktada toplamaktır”. Bu konuda ben de çeşitli pratiklerde bulundum. Vücuttaki bir sancıyı dindirmek için, yoganın faydasının olabileceğine kanaat getirdim. Diş ağrısı olurdu, yoga yapınca geçerdi. Bunu bir tedavi sistemi olarak uygulayabilirsiniz. Ama bunu (yogayı) İslam dini içine monte edemezsiniz.

Tarihin her döneminde Müslümanlar Kur’an’ı aslına ve amaçlarına göre daima anlayabilmişlerdir. Tarihin en karanlık zamanlarında bile Müslümanlar arayış içerisinde olmuşlardır. Öteden beri rabıta, İslam’a uygun idiyse, Müslümanlar Kur’an ve Sünnet’ten onu bulup çıkartabileceklerdi. Halbuki belli çevrelerin dışında bir sürü insan rabıta yapmamaktadır. Hem de bunlara göre rabıta yapmayanlar dalalet içindedirler. Bize düşen, bu yanlışlıklarla mücadele edip, İslam’ı dosdoğru şekilde insanlara götürebilmektir. (http://www.haksozhaber.net/okul_v2/article_detail.php?id=1191 )

Haksöz Dergisi – Sayı: 58 – Ocak 96 Tasavvuf ve Sapmalar

This entry was posted on Cumartesi, Ağustos 16th, 2008 at 14:30 and is filed under MITOLOJİ. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

There are currently 32 responses to “Tasavvufta Rabıta- Ferid Aydın”

Why not let us know what you think by adding your own comment! Your opinion is as valid as anyone elses, so come on... let us know what you think.

  1. 1 On Kasım 6th, 2009, AREL said:

    “”Tarikattan tard edilen kişinin (onlara göre) cennete girme şansı yoktur. “O artık cehennemde kara bir odundur”. Artık ipi kopmuştur. Bu afaroz etmeye benzer bir şeydir.””

    Görüslerıne saygım sonsuz ancak tam olarak ogrenmeden elestırme.kımse tarıkattan atılamaz cıkarılamaz seyhde olsa gorevı yalnızca seylıktır yol sahıbı ALLAH’tır onun yolundan bırını atmak kımsenın harcı degıldır cunku o affedendır…daha buyuk oldugunu ıdda eden warsa affetmeyıp AFOROZ etmeyı deneyebılır…

  2. 2 On Kasım 6th, 2009, AREL said:

    Rabıta kuralları kesfınde de oldukca basarısızsın sanırım sofulardan ogrenmıssın :D yazık kaynaktan cok uzak kalmıssın eller bıyerde gozler bıyerde kapılar kılıtlenmıs ayaklar tepe taslak kulakla kalp… bu da ılgınc dogrusu ve nefes kontrolune degınmıssın sanırım naksıler yanı senn bahsettıklerın panık atak rahatsızlıgına yakalanmıslar….ugrasında basarılar…daha derınlere ınmelısın pıyada tarıkatcıyız dıye gezenlerden yola cıkarak bu konularda saf (kırlenmemıs) kardeslerıne zanda bulunma dıyeceklerını saklama elbette ama en azından dırek adresıne menzılıne yolla ortalarda kalmasın herkese yonelmıs bır halde…

  3. 3 On Kasım 24th, 2009, adnan said:

    siz kımsınızde bu tarıkata laf attıyorsunuz kıyammet gününde görüşecez o zaman o solediklerini soleyibilecekmısınız?

  4. 4 On Aralık 25th, 2009, sevcan said:

    kurana ve peygamber efendimizin hayatina bakin hadislere bakin tarikat diye bir sey varmi tarikat yol anlaminda ama naksilik,nurculuk,suleymancilik sapik bir yol tarikat diye uydurma yollardan gidilmez insan kufre girmis olur. ilk once hayatimize tevhidi bilinci sokmaliyiz la ilahe illallah muhammedur resulullah

  5. 5 On Haziran 21st, 2010, adnan said:

    Ya kendinize güldürmeyin. Konu hakkında madem atıp tutacaksınız, bari doğru düzgün konuyu inceleyin sonrasında bir şeyler karalarsınız. Benim babam senin babanı döver gibi çocukça ve sadece sabit fikirlerle gayet komik olunuyo benden söylemesi :)))

  6. 6 On Haziran 21st, 2010, mali said:

    islama nokta kadar faydanız oldumu ki!!!!! yıllardır insanların islamı, yaşantılarına uyguladıgı tasavvuf yolu hakkında yorum yapıyorsunuz.sadece mevlana hz hayatını okuyarak binlerce insan müslüman oldu.ömrünüzün sonuna kadar tasavvufla ugraşsanız cürmünüz kadar yer yakarsınız.sizede hak veriyorum yapın görevinizi hak edin Allahın gahhar ismini

  7. 7 On Ağustos 14th, 2010, erdinc said:

    Simdi Bende bir SEYH veya Tarikat lik muessesesi kuracam Pesimden elbette gelecek olan olacak,sayisi hic onemli degil yeterki gelsin,siz zannediyormusunuz gelmeyecek?.Birakin bu isleri Resul’un tek hocasi vardi O da kur’an varken baska yollara sapanlar boyle surunur durur…Ne oldu 1,5 milyar musluman var hepsini Naksi bendi tarikatina sokalim.ne olur? hepsi Sadece oturur ve ceker tesbihi,sonra ne oldu?Allah size hep tespih cekinmi dedi,tarikata girmeden de tespih cekebilirsiniz.Ama onemli olan bir tek sey var Makam ve balya para balyasi..Sonuca bakin bakalim bunca muslumana ragmen Ne halde oldugumuza bakin Anlamak dan bile yoksun tasavvurumuzu bile alt ust etmisler…Allah aklini kullanmiyanlari pislige sokar bu ayet muslumanlarin durdugu yeri az da olsa ifade eder en azindan akli olan bu ayetten anlicagini anlar…

  8. 8 On Eylül 12th, 2010, hakan said:

    arkadaşlar rabıta meselesi ile ilgili yukarda bahsi geçen lafızlarda bulunan zatı muhterem ferit aydın(siirttin tillo eşraflarından meşhur tarikat lideri bir ailenin evladı)sağda solda ismi zikredilirken parantez içinde eski nakşibendi şeyhi ibaresi kullanılıyor. bir kaç gündür araştırma gereği duydum . sonuçlar ordata samimi bir link paylaşımı değil saldırı sağlı sollu. sayın ferit aydın belki sizin beldenizde bu kültür yanlış yaşanıyor olabilir. ki yanlışlıklar var. ama bu koskaca halidiye koluna nakşibendiliğin doğuşuna ve adaplarına dil uzatmanızı gerektirmez. bertaraf ettiğiniz bu meselelerde farkında olmadan vahabi akımını savunuyor savunmasanız bile taraf olmaktan geri kalmıyorsunuz.
    öğrenin rabıta ortü ile yapılmaz ,memleketin hiç bir yerinde rabıta yapan ihvan kapı kitlemez ışık söndürmez ayrıca rabıta yapmak üzere abdest almaz zira devamlı abdeslidir.evet rabıta sevgiliyi düşünmektir. maksat düşünülen zatın itibari değildir Allah CC ‘in rahmetinin mürşit üzerinden yansımasıdır mürdişin yüzünü düşünmek şart değildir. zaten düşünemezsiniz.en azından Tarikat-ı aliyyede Rabıta _ı celile eseri incelenseydi eleştiriler biraz daha tutarlı olurdu . ferit bey en azından rabıta meselesi ile ilgili yorum yaparken kaynaklarını doğru seçebilse idi ve bizde derin bilgilerinden faydalanabilseydik. evet unutmayalımki bu sinsilenin ve savunucularının islama hizmeti çok büyüktür. Abdülhakim Arvasıler,Esad Çoşanlar zahid kotkular ,Hilmi Tunahanlar. s.Muhammed Raşitler, İmam-ı Rabbaniler,Abdülhalik Gücdavaniler,yetişmiş ve bu islam sancağını bu günü kadar getirmişlerdir. red ettiğiniz kimdir. Allah dostları mı ?

    Ayrıca erdinç said kardeşim
    nakşibendilik islamın kaidelerini belirleyen bir oluşum değildir. Kuranı kerimi ve peygamber sünnetini, Ashab-ı kiram edebini yaşayabilmek için izlenen bir yoldur.bir tarikat kurmayı düşünüyorsun buyur dene. arkandan gelecekleri bende merak ediyorum.
    ayrıca ‘oturalım tespih çekelim diyorsun’Nakşibendilere dil uzatanlar unutmasınlar ki bir mürit mürşidini günde bir defa rabitada anar ama bu kapıdan geçen her adam 5000 lafzı celali le yola başlar söylermisiniz Allahı anan zikreden insanlardan islam adına ne gibi zararlar görüyor ve umuyorsunuz.keşke onlar gibi olabilsek

  9. 9 On Eylül 13th, 2010, admin said:
  10. 10 On Ekim 22nd, 2010, hümeyra said:

    neyi savunursanız savunun kof bir bilgiyle üste çıkmaya çalışmayın. iman ettim diyen her mümin, kardeştir ve mümin mümini sevmedikce ayıbını örtmedikce cennete giremez.şeytan nereden girebilirimde müslümanların gönüllerine ayrılık tohumları ekebilirim diye kol gezmekte.anlamış değilim neden müminler şeytana fırsatlar sunar…gerçek ve samimi tevhit inancıyla hareket edeni, emribill maruf nehyi anil münker yapanı her platformda desteklemiyeceksek ne için yaşıyor olabiliriz.tasavvufta sevgi ve gönül kavramları herşeyden ağır basar.tasavvufa dahil olan kardeşlerime soruyorum tasavvuf hakkında sadece bilgi edinmek için TARAFSIZkaynaklardan yararlandınızmı.ne aklı hiçe alıp duyguyu ön plana çıkaralım ne de duyguyu yok sayan aklı destekleyelim.birbirimizin yanlışlarını örtmede gece gibi olalım.hayata at gözlükleriyle bakmayalım ve müslüman aktifliği içinde, dağların göklerin ve yerin kabullenmediği emanete (allahın yeryüzündeki hilafeti) ihanet etmeyelim. hz.adem ve havva ile başlayan şeytanın mükemmelleşme ve ebedileşme tuzağına bugün bizlerde dahiliz.bu zaaflarımıza lütfen dikkat edelim.hiçbirimizin hiçbirşeyin mükemmel olma ihtimali yok.bilinç altımızda yatan ve bizleri ayrılığa düşüren bunlardır.

  11. 11 On Ekim 27th, 2010, admin said:

    Sorun Allah’ın sıfatlarını kullara yakıştırmaktır. Bu ciddi bir sorundur

  12. 12 On Kasım 5th, 2010, hakan said:

    öğrenmekte fayda var sevgili arkadaşım Allah İçin savunuyorum

    Bilmiyorsunuz ve kavramları karıştırıyorsunuz . Muhammet Raşit Hazretlerinin ve Kardeşi Abdülbaki Erol hazretlerinin talebeleri hiç bir zaman kapı kitlemez ve örtü örtmez .
    şaşıyorum yahu Rabıta Nedir Zikri hafi nedir bir öğreninde ferid hocanıza ondan sonra sahip çıkın .
    arkadaşım üstüne örtü örtülerek nakşibendiler zikir çekerler rabıta dediğin düşünmek dir.aşık olduğun sevgiliyi düşünmek rabıtanın vaktı yoktur her zamandır. ayrıca evet Muhammet Raşit Hazretlerinin menzil cemaatindeki sufileri akşam namazlarından sonra rabita yaparlar sorarım sana camide akşam namazından sonra tespihatını yapıp ebavin namazını kılan ve oturduğu yerde tefekkür yapan müminler görmedinmi işte o rabıta fakat mesele yanlış biliniyor özellikle siirtte .menzil ile de ilgim yoktur meseleye objektif bakıyorum kapı kitlenmez işık söndürülmez ancak zikir çeken mürid başındaki kefenini (sarığını)üstüne örter.rabıta nakşibendilere has bir ders değildir tüm yollarda mevcuttur. salavat getirenen Resulu zişan efendimizi düşünmesi gibi yada namazdayken Allahın zatına yönelmek .yapmayalım arkadaşlar incitmeyelim birileri popüler olma yolunda bir yeyler idda ediyor ben ferit beye de sesleniyorum kendisini tanıyan bir hemşerisi olarak bu meseleler 400 sene evvel çözüldü şüpheleri olanlar cevaplarını aldı en son cevabı da Ahmet Mahmut Ünlü Tarıkati Aliyede Rabıta-i celile isimli eseri ile verdi.(reklema girmesin ben cübbeli ahmet hocayı hiç sevmezdim ama inanın eseri okunca istifade ettim, ön yargım yersizmiş)zarar ederiz derdiniz Allah ki şu an burdasınız dostlarına ve yollarına dil uzatmayalım eleştirelim ama bilinçsizce değil. vird ayrı rabıta ayrı

  13. 13 On Kasım 8th, 2010, ali said:

    size gülüyorum toplumun inanç gündemine her zaman bu tür tartışmalar vahabi zihniyeti olarak atılmıştır. ferit aydın ve onun gibi düşünen vahabi casusları ve insanı dininden edecek bu tür yazıları okuyan ve bu yazılar aracılığıyla istikamet tayin etmeye çalışan dinini yaşamaya çalışırken kısır bir döngünün içinde istemeyerek kalan kardeşleriminde ALLAH cc yardımcısı olsun diyorum RABITA a ya gelince kuranı kerimde ribat diye geçiyor arab alfabesi ve arap dili bilen herkes ribatın ne anlama geldiğini bilir.

  14. 14 On Kasım 13th, 2010, admin said:

    Rabıta, kişinin gözlerinin kapatarak şeyhini göz önüne getirerek uzun bir süre şeyhini düşünmesidir. Böyle bir anlayışı, bir Hıristiyan, Yahudi veya başka bir din mensubu yapsa sapkınlık olarak görülür. Sınırlarda “nöbetleşmek” anlamında kullanılan “ribat” sözcüğünün, birtakım insanları büyük bir hayranlıkla düşünüp Allah yerine şeyhi zikretmekle veya şeyhe hamd ü senalar dizmeyle bir alakası yoktur. Ayetleri tahrif, kendi saçmalaıklarını meşrulaştırmak için kullanmak yeni bir şey değildir. Yahudiler ve Hıristiyanlar da sık sık ayetleri çarpıtma yoluna gitmişlerdir. Ayrıca ister kapınızı kilitleyin ister açık bırakın, gözlerinizi kapatıp uzun süre bir insanı, İslam’dan hiçbir dayanağı yoktur. Allah ile ilgili konularda konuşuyorsak sapa sağlam delile dayanmak zorundayız.

  15. 15 On Şubat 5th, 2011, Bogazici said:

    Tasavvuf ile ilgili düşüncelerim değişti. Objektif bir şekilde inceleyin, karşı çıkanların argümanlarına bakın, sonra bir de Kurana bakın. Kuran sadece ve sadece Allah’a ibadet etmeyi emreder, kendinden başka ilahlara tapınmayı yasaklar. Bu ilahlar put ya da cansız olabileceği gibi insanlar da olabilir. Malesef bir takım tarikatlar Peygamberi ve şehylerini ilah konumuna yükseltmiş ve tapar hale gelmişler. Şirke düşme konusunda Allah hepimizi korusun.

  16. 16 On Mart 2nd, 2011, Ceyhun said:

    Tasavvuf anlayana. Tasavvuf her gönülün işi değil..dar görüşlü olanlar başkalarının ağzıyla konusanlar anlayamaz…rabıtayı yoga ya benzetmeniz ezoterizm ve inisiyeler hakkında ne kadar az bilgiye sahip oldugunuzun göstergesidir…. bilmezler ki zahiri batıniye giden yolun sadece başlangıcıdır….
    Derinlerdeki gizlere ulaşmak için çırpınmak varken neden hala bunları yazıyosunuz kii.. ne kadar boş oldugunu göremediniz mi.. ki okudugunuz bir kaç kitaptan esinlenerek birşeyleri kötülüyorsunuz…
    Rabıta ya gelince atıp tutmak yersiz… rabıtayı yapan bilir. o muaazzam hazzı tadan bilir…1 saati 1 saniye olan o anları yaşayan bilir..

    inanmıyosanız bile inkar etmeyin… size için iyiliğiniz için yarar var

    zamanın sahibine hamdolsun…..

  17. 17 On Mart 3rd, 2011, admin said:

    Merhaba Ceyhun bey,
    Allah ile ve dinle ilişkilendirdiğimiz her konunun, Kur’an ve Kur’an’a uygun sahih hadislerle desteklenmesi gerekir. İddialarımızı zorlama yorumlarla değil muhkem ayetlerle desteklemeliyiz.
    Var olan her şeyin gerçek sahibi yalnızca Allah’tır.
    Saygılar,

  18. 18 On Nisan 29th, 2011, ehli sünnet said:

    yazıların hepsini okudum.ali said güldürme kendinee.ferit aydının hayatını okuyan herkes gülüyodur sana bence.nakşibendi tarikatına mensup olanlar bile.arap dili bilen herkes ribat nedir bilir vs diye konuşmuşsun.ferit aydının dil ustası oldugunu,tercümanlık alanında ödüllü olduğunu,bir çok ülke gezip araştırmalar yapan muvahhid bir sosyolog oldugunu biliyormusun acaba.karalamak kolay.kuranda rabıta geçiyor demişsin.biraz tefsir oku bence.kuranda geçen kelimeler,inanca göre yorumlanıyor.vay halimize.ALLAH KURANDA RABITA YAZDI,ALİMLERİ DÜŞÜNÜN,ARININ,ONLAR ARACILIĞIYLA AFFIMA ULAŞIN..BU YÜZDEN YAZDI ÖYLEMİ.VALLAHİ SİZ ŞAŞIRMIŞSINIZ…ALLAH ŞİRKİ ASLA AFFETMEZ

  19. 19 On Nisan 29th, 2011, ehli sünnet said:

    Rabbimiz Maide 35 de şöyle buyuruyor : Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi lea…llekum tuflihûn(tuflihûne).”Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.” Buradaki “vesile” Allah’a yakınlaşmak için,” SEBEPLER” yani “İBADET, AMEL VE İŞLER” anlamındadır.Zaten ayetin tümü bir bütünlük içinde okunduğunda bu açıkça görülecektir.Vesile isteyin,arayın dedikten sonra göreceksiniz ki en yüce amel olan cihad emrediliyor ve öncesinde takva sahibi olun diye emrediliyor.
    “Rabıta taa Hz.Ebubekir’e dayanıyor” demişsiniz…Herhalde Hz.Peygamber Efendimiz (SAV) ile Hz.Ebubekir-i Sıddık ın hicret esnasında mağarada yaşadıklarını kastetmektesiniz.
    Ancak,tasavvufta yapılan uygulama sadece teskin etme,sakinleştirme anlamında yapılan bir uygulama değildir.Şeyhin yanında olmadan da onu düşünme (şimdi resmine bakma ile ) onun suretini gözünün önüne getirerek(nasıl olacaksa) Allah’a ulaşmayı amaçlıyor.
    “Allah dostları ile olmak” demişsiniz…
    Bu uzun bir konudur ancak,şöyle özetleyelim: Kuran da “Allah’ın dostları” yani “Evliyaullah” dan kastedilen tasavvufçuların iddia ettiği gibi belli başlı,cübbeli-şalvarlı,kocaman kavuğu olan,tarikat şeyhi olması lazım gelen,bir sınıfa ve meşrebe mensup ,dergahta oturan,sadece boyun büküp tesbih çeken,fazla konuşmayan insanlar değildir.
    ALLAHIN DOSTLARI : İman eden ve Salih amel işleyen,Allah ın yolundan giden,O nun emirlerinden çıkmayan ve O nun yolunda mücadele eden TÜM MÜSLÜMANLARDIR.YANİ SENDE OLABİLİRSİN BENDE…
    Bilmeliyiz ki İslam dininde Ruhban sınıfı yoktur,hiçbir üst sınıf yoktur,fildişi kuleler yoktur dolayısı ile aşırı tazim,Allahın kelimelerini para ile satma,din üzerinden makam mevki elde etmek de yoktur.
    İslam da üstünlük ANCAK TAKVADADIR.Bizde bunu ancak kişinin amellerinden anlayabiliriz.
    “Millet karısını, ailesini düşünüyor bu da mı şirk ?” demişsiniz…
    Millet karısını,ailesini niye düşünüyor ??? İyi midir ? ne yapıyor ? diye ve sevdiği için düşünüyor öyle değil mi ?
    Aynı bu sebeplerle bir ALİM , HOCAEFENDİYİ düşünebilir Aklına o an gelir ve düşünürsün bu zaten spontane ve doğal bir şeydir.
    Bilmelisiniz ki,tasavvufta birçok yoruma dayalı uygulama vardır ve bu yorumların bir çoğu hatalı,bidat ve hatta şirke götüren bidatlerdir.
    Rabıta uygulaması Peygamber Efendimiz ve ashabında hiç görmediğimiz bir uygulamadır.Ancak,bununla birlikte en kötüsü “ŞİRKE GÖTÜREN” bir uydurma olmasıdır.
    Şeyhi kutsal saymak,onun suratını düşünerek,kalbin Allaha bağlanacağına inanmak,şeyhin Allah ile kul arasında bir “ara kablosu” olduğuna “aracı” olduğuna inanmak TEK KELİME İLE ŞİRKDİR.
    Bunu iddia eden tasavvufçulara tek bir soru sormak lazımdır.SİZİN ŞEYH EFENDİNİZ GÜNAH İŞLER Mİ?
    Çünkü bu kadar büyük makamlara çıktığını ve bununla birlikte sizi bile Allaha çıkardığını iddia ettiğiniz şeyhiniz günah işlemiyor olması lazımdır.Bu kadar işlevli,bir insanın günaha meyleden bir günah işleyen bir insan olması da düşünülemez ve DÜŞÜNÜLMÜYOR DA ee … BÖYLE OLUNCA NE OLUYOR ? “ŞEYHLER, İLAHLAŞTIRILIYOR”
    Bu soru karşısında tasavvufçular eveleyip-geveleyip makul bir cevap veremiyorlar.Çünkü onlar,şeyhlerini günahsız görüyorlar hatta onların “ALLAH İLE BİRLİKTE OLDUKLARINI ONUN MAKAMINA ÇIKABİLDİKLERİNİ ,KENDİLERİNİN ÇIKMALARINA DA “VESİLE” OLDUKLARINI VE NEFİSLERİNİ TAMAMEN YOK ETTİKLERİNİ” iddia ediyorlar.
    (BAKINIZ VE ARAŞTIRINIZ : FENAFİLLAH – NEFS-İ MUTMAİNNE İNANCI )
    Siz,şahsınız olarak ve etrafınızda gördüğünüz insanlar bunu görmeye bilirsiniz veya bu niyette olmayabilirsiniz.Çünkü,çoğu insan tasavvufçu hocaların sohbetini derinlemesine düşünmeden dinliyor ve medrese ve evlerinde kalanlar bazı tatbikleri derinlemesine bilmeden yapıyorlar. Ancak hakikat şu ki, tasavvuf un itikadında,ideolojisinde bu vardır.Tasavvufçuların (şeyh-hoca) imanında da bu vardır.
    Şunu bilmeliyiz ki,”Allah dostunu düşünmek” yani uygulamada : gözlerin kapayıp (nasıl olacaksa ) Allah a ulaşmaya çalışmak diye bir şey yoktur,saçmadır,anlamsızdır,gereksizdir,yanlıştır,bidattir,uydurmadır,şirkdir…
    Sizi,Kuran ve sünneti doğru öğrenmeye,bu ışıkla iman ve amel etmeye,hurafe ve bidatlerden uzak “GERÇEK İSLAM DİNİNİ” kabul edip benimsemeye DAVET EDERİM.

  20. 20 On Nisan 29th, 2011, admin said:

    ehli sünnet kardeş, aydınlatıcı açıklamalarınızdan dolayı teşekkür ediyoruz.

  21. 21 On Temmuz 19th, 2011, muhsin said:

    Görüşlerinize saygı duymak zorundayım. Ama sitenizde biraz daha hoşgşrülü olarak değişik düşünclere de önem vermenizi beklerdim. O münasabetle nacizane rabıta ile ilgili düşünclerimi sitenizde yayınlarsanız insanların değişik düşüncelerden hakikati bulacaklarını düşünüyorum. Müsademei efkardan barikai hakikat doğar.

    Rabıta bağ demektir. İki şeyi birbirine bağlamak. Tasavvufta müridin şeyhi hayal etmesi ondaki feyze, nura, nisbete müşteri olmasıdır. Rabıtanın pek çok şekli vardır. En güçlüsü telebbüsü rabıtadır. Bu rabıtada mürid kendisini şeyh farzeder, onun şeklini vüvuduna sokar. Artık kendisi değil şeyh vardır. Ama sofiler rabıtada genellikle şeyhlerini karşılarında yüksek bir tahta oturmuş surette canlandırırlar.
    Gerçekten rabıta için açık bir nas olmadığı gibi peygamber döneminde böyle bir uygulama da yoktu. Zaten ehli tasavvuf da rabıtanın bir ibadet biçimi olmadığını, bir sevgi tezahürü ve manevi ilerlemede bir teknik olduğunu belirtmektedirler. Tevillerle yeni bir ibadet tesis etmek dine bidat koymaktır. Zaten ehli tasavvuf özellikle Nakşibendiler bu konuda çok hassastırlar. Peki rabıta bir ibadet biçimi değilse ve bir sevgi ve maneviyatta gelişme tekniği ise tasavvufta buna niçin ihtiyaç duyulmuştur? Rabıtanın temel işlevi nedir? Öncelikle şunu belirteyim din demek tasavvuf demek değildir. Bir müslüman dinin emir ve yasaklarını yerine getirerek de cennete girebilir. Tasavvufun gayesi cibril hadisinde iman, islam sorularından sonra gelen ihsan sorusuna cevap teşkil etmektedir. Vakıa suresinde de ‘ileri geçenler’ olarak adlandırılan taifeye şumuldur. Ne yazık ki bu surede bu taife ümmeti Muhammedde geçmiş ümmetlere göre daha az olacağı da vurgulanmaktadır. Allah’ın tasavvufun sırrının akıl ve şeriata uymadığını da Kehf suresinde Hz Hızır ve Hz. Musa kıssaları ile bu ümmete ders verdiğini de unutmayalım. Gerçi mürşitler şeriati de her zaman birinci plana aldıklarını şeriatsiz tarikat olmayacağını da vurgulamışlardır. Gelelim sorularımızın cevaplarına. Ben peygambere sahabeler kadar muhabbet duyabilir miyim? Kesinlikle duyamam. Muhabbet görmekle olur. Bir tebessüm, bir bakış muhabbeti gerçekleştirir. Bir nurlu yüz insanı candan vurur. Bir güzel sohbet yüreklere işler. Maalesef bizler bundan mahrumuz. Sahabeler ise bunu yaşıyorlardı. Yani onların her saniyesi o zatla rabıtalı geçiyordu. Hatta hadisi şeriften peygamberimizden ve peygamberlerden sonra ümmetin en hayırlısı olan Hz Ebubekir kazai hacetinde bile Resullahı düşündüğünü ve bundan bizar olarak Resullaha geldiğini onun da bunu doğal karşıladığını anlıyoruz. Sevgi hayal doğurur. İşte rabıta bu hayaldir. Mürşini hayal etmektir. Peki mürşidini hayal etmek ne doğurur? Sevgi doğurur. Mürşid silsilesi ile Hz Resullahın vekilidir. Silsilesi sağlamsa tabii. Her şeyde olduğu gibi bunların da sahteleri olduğunu unutmayalım. Peki gerçek bir mürşidi kamili hayal etmek sofiye ne kazandırır. Fenafişşeyh makamını veririr. Bu uzun yılları alabilir. Ama fanafişşeyhlik de onu fenafillaha götürür. Rabıtasız hiç bir kimse fenafillah olamaz. Üyevsiler bile Allahın rahmeti ile Hz. Hızır Aleyhisselamın veya ahirete teşrif etmiş bir velinin şeyhliğinde fenafillaha ulaşabilmişlerdir. Çünkü şeytanlar nefsin mülhime sınırında beklerler. Oradan yukarıya ancak rabıta nurları ile çıkılabilir. Başka bir yol mümkün değildir. Allah’ta fenaya ve bekaya ulaşmış bir mürşidi rabıata yaptığımız zaman elde etteiğimiz kazanç çok büyüktür. İlim, hikmet ve bilhassa nur mürşitten rabıta yapanın üzerine adeta yağar. Kalp gözü açık olanlar bunu görebilirler. Mürşit sağlam silsilesi ile bunu sadatlardan, Resulullahtan ve Allahtan alır. Yani bir hiyerarşi var. Rabıata olmasa mülhime nefs sıfatına ulaşmış kişi şeytanların oyuncağı olur, delirir. Tövbe etmiş tarikata yeni girmiş kişi rabıtayı bilemez, kıymetini de anlamaz. Zamanı boşa geçirmek olarak telakki eder. Çünkü bir yarar gördüğüne kani olmaz. Ama durum böyle değildir. Biz de bu basamaklardan geçtik. Tasavvuf kitaplarından rabıtanın zikirden daha efdal olduğunu okuyunca taaccüp etmiştik. Hatta karşı geldik. İnanmadık. Ama zamanla kalp gözümüz açılınca işin hakikatine bizzat şahit olduk. Meğer sadatlar doğru söylemiş rabıtasız zikir maksata ulaştırmaz ama zikirsiz rabıta maksada ulaştırırmış. Tasavvufu bir kelime ile tanımlamak gerekirse rabıtadır. Rabıata nefse çok ağır gelir. Nefis rabıtayı ölmekle eş görür. Gerçekte de öyledir. Rabıata ile nefis daha doğrusu emmare,levvema, mulhime nefisler ölür. Nefis mutmainne makamına ancak bir Allah dostunun gölgesi ile yani rabıata ile çıkabilir. Zor, çok zor nefsin rabıtayı kabul etmesi. Ben bile bu yolda pek çok sorunla karşılaşıyorum. Ama ilaç acı da olsa çok yararlı. Bunu anladım. İnşaallah bu yazımız insanların gönüllerinde rabıtaya teşvik olur.Nmazda dünyevi şeyleri hayal edeceğimize kalbimizi şöyle bir rabıtaya bağlarsak ihsan makamına doğru yol alabiliriz. Namazı kılan ben değilim mürşidimdir. O kabeyi şerifede namaz kılıyor. Bakın bakalım namaz ne kadar tatlı olacak. Aksi halde namaz dünyevi şeytani hayallerle geçmektedir. Namazda kalbe nefse sahip çıkmak çok zordur.

  22. 22 On Temmuz 19th, 2011, admin said:

    Muhsin bey,
    Katkılarınız için teşekkürler.
    Rabıtanın, ne peygamberlerin ne de onların dostlarının yaşamında olduğuna dair tek bir sağlam örnek vardır. Kur’an’da da böyle bir delil kanıt bulamayız. Zorlama yorumlarla bu yola gidilmesi onu hak kılmaz. Silsile ve hiyerarşi de İslam’dan onay almaz. Bizzat peygamberlerin çocukları veya babaları bile, kan bağıyla peygambere bağlı olmaları onlara hiçbir avantaj sağlamamıştır.
    İyi insanları hayalinde yaşatmak ve onun yerine geçmek, kendini onun gibi hissetmek de sağlıklı bir durum değildir. İslam, kişi merkezli değil ahlak, hak, adalet ilkeleri merkezlidir. Hiçbir zaman kişileri merkeze koymaz. Kişilerin değerli olması kalbimizde onları yaşatacağımız anlamına gelmez. İnsanları sevmekle, insanlara aşık olmak, beyninde ve yüreğinde onlarla yaşamak farklı durumdur. Göğüslerin sahibi Allah’tır. Sinelerde olanı en iyi bilen O’dur. Allah, insanların kalbindedir. Buna eşdeğer bir bağlılık İslam’dan onay almaz.
    Fena fi’ş-şeyh veya fena fillah’a dair uygulamaların İslam’da sağlam hiçbir kanıtı yoktur. Böylesi kendinden geçmeler, kendini kaybetmeler, vecd ve sekr hali, İslam’da sarhoşluğun her türü yanlış bulunarak bu yolla zaten mahkum edilmiştir.

    Ne yazık ki tasavvuf, Kur’an’daki pek çok müteşabih (teşbih, tasvir ve sanatsal) ifadeyi kendisine temel dayanak olarak görmüştür. Oysa peygamberler ve onların dostları hayatlarında muhkem (ahlaki ve hukuki hüküm bildiren) ayetleri temel yapmışlar, müteşabih ifadeleri de muhkemler doğrultusunda anlama yoluna gitmişlerdir.

    Hızır, zikir ve veli gibi kavramlar, Kur’an’da bildirilen anlamları dışında ciddi anlam kaymasına uğramışlardır. Hızır’a, adeta Allah’ın ölümsüz ve mutlak kadir ilahi gücü atfedilmiş, “zikir”, Allah’ı ve O’nun bildirdiği değerleri gündemde tutmak, Kur’an’ı anlama ve onda bildirilen değerleri yüceltme anlamı yerine bazı sözcükleri yüzlerce kez tekrara indirgenmiş, “veli” sözcüğü inananların birbirleriyle hakka dayalı dostlukları yerine, adeta Allah’a ait sıfatları kendisinde taşıyan “özel bir sınıf” olarak görülmüştür.
    Saygılar,

  23. 23 On Temmuz 20th, 2011, admin said:

    Muhsin bey,
    Anasayfamızı okuduysanız,

    Kur’an ve sahih sünnetten kanıtı olmayan, en azından akademik değer taşımayan kişisel tecrübeler kanıt niteliğinde değildir. Bunun gerekçesi ise;

    Allah adına söylenen her söz çok önemlidir; çünkü tüm insanlığı bağlar. Ama hepsi doğru değildir; çünkü bu yönde birbiriyle çelişen binlerce söz vardır.

    Allah adına yapılan her iş çok önemlidir; çünkü tüm insanlığı bağlar. Ama hepsi doğru değildir; çünkü bu yönde birbiriyle çelişen binlerce eylem vardır.

    Peygambere dayandırılan her söz (hadis) önemlidir; çünkü bu hadislerin, Allah’ın iradesini yansıttığına inanılır. Ama hepsi doğru değildir; çünkü bu yönde birbiriyle çelişen binlerce hadis vardır.

    Peygambere dayandırılan her davranış (sünnet) önemlidir; çünkü bu uygulamaların, Allah’ın iradesini yansıttığına inanılır. Ama hepsi doğru değildir; çünkü bu yönde birbiriyle çelişen binlerce uygulama vardır.

    Evren, Allah’ın kitabıdır. Ne mutlu onu doğru okuyanlara! Bilim insanları onu okumaya çalışırlar.

    Kur’an, Allah’ın insanlığa sunduğu kılavuzdur. Bireye ve topluma temel ilkeler ve değerler konusunda hak, adalet ve ahlakî erdem ölçütleri sunar.

    Sitemiz; Allah-kitap merkezli, hak-hukuk merkezli, değer-ilke merkezli, gerçek-doğru merkezli bir anlayışı temel referans olarak görmektedir.

    Bu sitenin amacı, geleneksel dinî anlayışlara karşı; rasyonel düşünceye önem veren Kur’an eksenli bakış açılarını öne çıkarmaktır.

    Zira Allah’a ait olan din; hurafelerden ve batıl inançlardan uzak, özgün yapısı korunmuş ve özniteliği bozulmamış dindir. İslam, vahiy dinidir; rivayet veya tevatür dini değildir. Vahiy dini; ilahi kitaplardaki dindir, o, ataları kutsayan ve kaynağı alışkanlıklara dayanan atalar dini değildir. Kur’an’daki din kendisiyle çelişmediği sürece yaşayan geleneği yadsımaz.

    Sizler de bu çerçevede elinizdeki metinleri kaynaklarıyla birlikte bizimle paylaşabilir; sitemiz aracılığı ile onların insanlara ulaşımına katkıda bulunabilirsiniz.

    Dinle ilgili polemik konularında, Kur’an merkezli anlayışı yansıttığı ölçüde, birtakım yan kaynak olarak bilinen; resmi ve akademik çevrelerin, tanınmış din bilginlerinin eserlerinden birtakım alıntılardan ve bu doğrultudaki yazınlardan oluşmaktadır.

    Bu konsepte ve formata uygun nitelikteki yazılar takdirle karşılanacaktır.
    Saygılar,
    ErdemYolu

  24. 24 On Ekim 25th, 2011, tunç said:

    sayın ferid aydın anlattıklarınızdan anlıyorumki tarikatlara inanmıyorsunuz veya benimsemiyorsunuz acaba sizin bildiklerinizin yüzde yüz doğru olduğunu nereden biliyorsunuz ya o tarikat büyüklerinin anlattıkları doğruysa lütfen başkalarını düşündüğünüz kadar birazada kendinizi düşünün o büyüklere ve onların yolllarına acimasızca dil uzatmayınız bizlerde bazı şeyler yaşamasak görmesek o büyüklere bu kadar saygı duymazdıkDİLERİM ALLAHTAN DOĞRUYU GÖRENLERDEN OLURSUNUZ

  25. 25 On Kasım 18th, 2011, muttalip dere said:

    Bismillahirrahmanirrahim.esselamu aleyküm.Ehli sünnet Sait kardeşim ağzına sağlık çok güzel açıklamışsınız.peygamber efendimiz kızı Hz. Fatmaya,kızım fatma baban peygamber diye güvenme demiştir.Kuran’da hangi surede onu hatırlamıyorum.Mealen ey habibim sen yalnızca tebliğ edici ve uyarıcısın kalbleri çevirici değilsin “ayeti kerimesi var iken bu şeyhler kalpleri nasıl çevirebiliyorlar?insan allah emrettiği için iman etmeli vede ibadetini yapmalıdır.şeyh istiyor diye değil.Araf suresindeki üçüncü ayeti her kesin okumasını dilerim.birde Zümer suresi üçüncü ayetin okunmasını isterim.Kuranı bütünsel olarak ele aldığımızda şirkten çok bahseder.Fatiha suresinide iyi okuyup anlamalıyız.oradada yalnız Allaha kulluk edip yalnız allahtan isteyeceğimizi söylediğimiz halde niye şeyhlerden bir şeyler talep etme yoluna insanlar gider onuda anlamış değilim.Allah hepimizi şirke düşmekten korusun.kimki Allahın aşşağısından her kim olursa olsun bir şey talep ederse ve ona sığınırsa Allah yardımcısı olsun ahirette işi iş !islamda tek yol kuran ve sünnetten ayrılmamaktır.Efendimiz salallahu vesellem yahudiler 72 fırkaya ayrıldılar benim ümmetimde 73 fırkaya ayrılacaktır içlerinden yalnız bir fırka kurtulacaktır demiş ve buda Kuran ve sünnet yolundan gidenler olacak demiştir.Allah bizleri kuran ve sünnet yolundan gidenlerden ve Takva ehlinden eylesin inşallah.Amiiiin.Tasavvuf yolunda giden kardeşlerimizede kuranı iyice okuyup ayetleri bir gözden geçirip düşünmelerini tavsiye ederim.tasavvuf şeyhlerinin hesap gününde kendilerine avukatlık yapıp kendilerinin şefaatlerine ve himmetlerine ihtiyaç duyan ve inanan müslüman, Haşa Allahın apaçık ve gizli olan herşeyi bileceğini unutuyormu?bu şirk değilde nedir?imla hatalarımda ötürüde özür diler ve hepinizi Allaha emanet eder saygı ve selamlarımı sunarım.

  26. 26 On Şubat 4th, 2012, Zeki said:

    Ferid Bey,
    Arapçayla ilgili (ARAPÇANIN ÖNEMİ) kitabınızın meallerle ilgili (ARAPÇANIN ÖNÜNDEKİ ENGELLER) bölümünü okurken, hatalı meallere değinmişsiniz. Bendeniz de bir örnek vereyim diye yazmayı düşündüm, ama, web sayfanızdan yola çıkarak hakkınızda bilgi sahibi olunca, sizin meallerden önce, daha önemli, itikad probleminizin olduğunu anladım.
    Tasavvuf (tarikat) hayatı (tabii az olan hakiki grubdan bahsediyoruz, çoğunluktaki sahtelerinden değil), islamın, Hz. Peygamber SAV. ve de sahabesi zamanında yaşanan islamın %100 aynısıdır. Siz, günümüzdeki müslüman anne-babadan doğanların doğuştan müslüman olmalarının büluğda da devam ettiğinin zannedilmesi gibi, doğuştan mutasavvıf olunabileceği zehabına kapılmışsınız, bir müddet. (“beşik şeyhi” deyimi, bunu açıklıyor zannederim.) Ama, Allah’a değil de aklınıza sarıldığınız için, gerçeği bulamadan, “sapıtanlar” zümresine katılmışsınız.
    Size bugüne kadar bir çok uyarı mesajı gitmiştir. Tekrara lüzum yok.
    Ama gün gelir de bir yerde takılırsanız, “Allahım! Benim ilmim, gücüm yeterli değil. Ne olur bana yardım et!” diye halisane bir gönülle, aklınızı, tedbirlerinizi devreden (en azından bir anlık) çıkararak yalvarırsanız, umulur ki Allah’ın yardımı gelecektir. İnsan, iradesi kendisinde olduğu müddetçe kurtuluşa erişecek bir yaratılıştadır.
    Hidayetiniz için duacıyız.
    (Dikkat edin, soy-sop, ancak doğru itikad üzerine fayda sağlar.)

  27. 27 On Şubat 6th, 2012, hamza said:

    hiç bir bilginiz olmayan bu çok önemli itikadi meseleler harkkında, resmen tertiplenmiş, biçimli yazılarla kafanızın karışmasına izin vermeyin. hayatınızda hiç bir mürşidin huzuruna gittiniz mi? bu alanlarda ihtisas sahibi kimselerle mülahaza ettiniz mi? bu okuduklarınız dışında tutarlı bilgilere sahipmisiniz? ÇOK CİDDİ SÖYLÜYORUM İYİ DERECEDE TEFSİR BİLGİNİZ OLMADAN SADECE MEALİ ŞERİFLERDEN NAKLONUNANLARI OKUMAKLA KENDIZE COGU ZAMAN IYILIK DEGIL KOTULUK YAPMIŞ OLURSUNUZ. KAFİRLER MÜŞRİKLER VE MÜNAFIKLARIN DURUMUNU BEYAN İÇİN NAZİL OLMUŞ AYETLERLE MÜSLÜMANLARA SALDIRIYOR BU KENDİNİ BİLMEZLER. UYARIYORUM YARIN HAKKIN KATINDA SORUMLU OLURSUNUZ. LÜTFEN DOĞRU BİLGİYİ DOĞRU KAYNAKLARDAN ÖĞRENELİM..

  28. 28 On Mart 6th, 2012, Edebali said:

    Adamın biri:
    -Ben deveyi iğnenin deliğinden geçiriyorum. dermiş.
    Sultan bunu duymuş. -Çağırın şu adamı demiş.
    Adamı alıp getirmişler Sultanın karşısına.
    -Göster bakalım demiş sultan adama.
    Adam hakikatten deveyi iğnenin deliğinden geçirmiş.
    Sultan – Afferim demiş. Başardın.
    – Şu adama 100 altın verin başarısı için. Birde 100 değnek vurun böyle boş işlerle uğraştığı için demiş.
    İşte burda yazılanlar BOŞ şeyler. Yazdıkları için alkışlamak lazım. Ama Faydasız ilimle uğraştıkları için de ne lazım vesselam.

  29. 29 On Ocak 18th, 2013, kürşat said:

    http://www.youtube.com/watch?v=uQlSYikCk5g

    lütfen bu videoyu izleyin..

  30. 30 On Ocak 20th, 2013, admin said:

    Allah’ı zikretmek ve inananları sevmenin rabıtayla ne tür bir ilgisi var. İddia ettiklerimizi sağlam delillerle temellendirmeliyiz.

  31. 31 On Eylül 8th, 2014, müslüm said:

    Ben “muttalip dere” ve “ehli sünnet” nickli kardeşlere aynen katılıyorum. Biz sadece “Allah(c.c) a kulluk edelim diye yaratıldık. Aşk duymaya falan değil. Haddimizi bilmeliyiz. Biz sadece “Allah(c.c) ın kullarıyız. Herkes ölecek.Kıyamette herkes kendi derdine düşecek. Allah(c.c) ın izni dışında kimse kimseye şefaat de edemeyecek. Resulullah(s.a.v) ın dediği gibi;”Ya Rabbi, bizleri hak yolda sabit kıl.”

  32. 32 On Şubat 4th, 2015, murat said:

    Yorumlariniz cok basit suna benziyor o zmn namaz kilmakta egzersiz yapmaya cok benziyor o zmn namaz kilmak bir ibadet dgl egzersiz yapmak oyle mi yani cok sacma benzetmelerle ifade etmissiniz anlatmak istedikleriniz ve ard niyeginiz hmn goze carmiyor

Yorum Yaz