-
7th Temmuz 2008

Mirac- Prof. Süleyman Ateş

posted in İSRA MİRAÇ |

 

MESCİD-İ AKSA VE Cİ’RANE

 

Kaynaklar, Mescid-i Aksâ’nın, Süleyman Ma’bedi olduğunu söylüyorlarsa da Peygamber Efendimizin döneminde Süleyman Ma’bedi, bir harabeden ibaret olup adı Mescid-i Aksa değildi. Zaten konu başına yazdığımız İsrâ Sûresi’nin 7. âyeti de Mescid’in düşman tarafından harâbedildiğini belirtmektedir. Gerçi âyette Süleyman Ma’bedi, mescid olarak anılmakta ise de Mescid-i Aksa şeklinde özel bir unvanla anılmamaktadır. Kur’ân’da mescid, ma’bed anlamında kullanılmıştır. Bu bakımdan Süleyman Ma’bedi de elbette mescittir. Fakat bu Ma’bed’in, Hz. Peygamber’in yürütüldüğü Mescid-i Aksa olduğuna dair Kur’ânî bir kanıt yoktur.

Hz. Ömer döneminde Süleyman Ma’bedinin yerine yapılan mescide, Mescid-i Aksa adı verilmiştir. Bu durumda Hz. Peygamber döneminde Mescid-i Aksa olmadığına göre İsrâ Sûresi’nin bu ilk âyetinde sözü edilen Mescid-i Aksâ’nın, Süleyman Ma’bedi’nden ayrı bir mescid olması gerekir.

Alfred Guillaume, bir araştırma yazısında Mescid-i Aksâ’nın yeri hakkında iki kaynaktaki rivayete dikkat çekmektedir. Bu kaynaklardan biri (Tarih araştırmacısı) Vâkıdî’nin Mağâzîsi, diğeri de Ebû’l-Velîd Ahmed ibn Muhammed el-Ezrakî’nin (ö. 212, 217 veya 219 (v. 250/864) )nin, Ahbâru Mekke adıyla basılan kolleksiyonudur.

Vâkıdî (130-201/747-823), Hz. Peygamber’in, Zî’1-Ka’de’nin son beş günün­de, Perşembe günü Ci’râne’ye gelip orada onüç gece kaldıktan sonra, karşı yakada bulunan Mescid-i Aksâ’ya geçip orada ihrama girdiğini, Resullah’ın namazgahının Ci’râne’deki (Cirane’ye Mekke’ye 29 km uzakta) Mescid-i Aksa olduğunu; Mescid-i Ednâ(Yakın Mescid) adını taşıyan Mescidi ise Kureyşli bir adamın yaptığını; Resulullah’ın, Ci’râne Vâdîsini ihrâmsız geçmediğini yazıyor.

Ezrakî ise bu konuda şöyle diyor: “Mücâhid’le birlikte Ci’râne’de Vâdî’nin arka tarafından ihrama girmiş olan Muhammed ibn Târik, Hz. Peygamber’in de buradan ihrama girdiğini söylemiş ve demiştir ki:’Ben, Ci’râne’de birlikte ihrama girdiğim Mücâhid bana dedi ki: Mescid-i Aksa, Vâdî’nin öte yakasında, Peygamber’in namaz kıldığı yerdir. Bu Mescid-i Ednâ(Yakın Mescid) ise Kureyşli bir adamın bir duvar çevirerek yaptığı namazgahtır. ( Alfred Guillaume, Where vvas al-Masjidd al-Aqsâ, Al-Andalus dergisi, sayı: 18, s. 323-336.)

Bu durumda Mescid-i Aksa, ne Kudüs’teki Süleyman Ma’bedi, ne gökte bir ma’bed’dir. Hz. Peygamber’in, zaman zaman gidip namaz kıldığı, Ci’râne Vadisinde bir namazgahtır. Ci’râne Vâdîsinin Arafat yakınında bulunan kıyısında, bir Kureyşli tarafından yapılan mescide Mescid-i Ednâ, Hz. Peygamber’in namaz kılıp ihrama girdiği namazgahına da Mescid-i Aksa denmiştir.

Ancak âyette bunun, çevresi mübarek kılınan bir mescid olduğu söyleniyor. Bu bereketlilik sıfatı, Mekke’deki Mescid-i Haram için de kullanılmıştır: “Doğrusu insanlara (ma’bed olarak) ilk kurulan ev, Mekke’de olandır. Âlemlere uğur, bereket ve hidâyet kaynağı olarak kurulmuştur.” (Âl-i İmrân: 96) Aynı kentte ve Hac Vakfesinin yapıldığı Arafat yöresindeki bir mescid için de bu sıfatın kullanılması gayet doğaldır. Çünkü insanların toplanıp duaya durdukları bu yerde aynı zamanda satıcılar çeşitli ürünler satar, ekonomik bir canlanma, bolluk, bereket olur.

Eğer Mescidi Aksa, Ci’râne’de, Hz. Peygamber’in, zaman zaman gidip namaz kıldığı yer ise, İsrâ olayı, Hz. Peygamber’in, bir gece, içine düşen güçlü bir arzu ile kalkıp Ci’râne mescidine bedenen gelmesidir. Bu yürüyüşü, Allah’ın içine düşürdüğü arzu ile olduğundan “Allah, kulunu yürüttü” şeklinde ifade edilmiştir. Çünkü O’nun şevkiyle olmuştur. Nitekim yine Allah’ın ilhâmıyla Bedir Savaşına çıkması da “Allah’ın, kendisini evinden çıkardığı” şeklinde ifade edilmiş.

 

Enfâl 5 de “Nitekim hak uğruna (savaşa gitmek için) Rabbin seni, evinden çıkardı…” buyurulmuştur.

“O, kulunu geceleyin Mescid-i Harâm’dan, Mescid-i Âksâ’ya yürüttü.”söylemiyle, “Rabbin seni evinden çıkardı” söylemi arasında bir fark yoktur.

 

 

Nasıl ikincisi, Peygamber’in, Allah’ın vahiy veya ilhâmıyla evinden çıkıp Bedir’e gittiğini belirtiyorsa, birincisi de Peygamber’in, gecenin bir kısmında Allah’ın ilhamı ve dürtüsüyle Peygamber’in, geceleyin kalkıp Mescid-i Aksa’ya yürüdüğünü belirtiyor.

 

İkincisinde nasıl, havada uçurma, kaçırma yoksa, birincisinde de yoktur. Eğer öyle bir şey olsaydı, “Kulunu uçurdu” denilirdi.

 

Peygamber Efendimiz, Ci’râne’deki Mescid’e vardıktan sonra tıpkı Necm Sûresinin 18. ayetinde “Andolsun, onu bir inişinde daha görmüştü; Sidre-tü’l-Müntehâ(uzak ağaç)ın yanında, ki onun yanında oturulacak bahçe vardır. Sidre’yi kaplayan kaplıyordu. (Muhammed’in) Göz(ü) şaşmadı ve azmadı. Andolsun, Rabbinin büyük âyetlerinden bazılarını gördü.” âyetlerinde anlatıldığı üzere Hirâ Dağı yakınındaki Sidret’l-Müntehâ’da olağanüstü olaylara şâhid olduğu gibi, bir gece Allah’ın yönlendirmesiyle geldiği bu Ci’râne’deki Mescid-i Aksâ’da da olağanüstü olaylara şâhid olmuştur.

 

Nasıl Hz. Peygamber, Hirâ’ya gidiyor idiyse mu’tâdı üzere bir gece Mescid-i Aksâ’ya da gitmiş, işte orada Rabbinin olağanüstü olaylarına şâhid olmuştur.

 

Bu durumda Hz. Peygamber’in, Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya gelmesi, normal bedensel bir yürümedir. Mescid-i Aksâ’da gördüğü olağanüstü olaylar ise ruhsal vizyondur.

 

Bu Mescid-i Aksa vizyonu, Necm Sûresi’nde belirtilen “Sidretu’l- Müntehâ” vizyonuna çok benzemektedir. Nasıl Hz. Peygamber, Hirâ yöresindeki Sidretu’l-Müntehâ’da “Rabbinin bazı âyetlerini gördü” ise, geceleyin geldiği Mescid-i Aksa’da da “O’nun bazı âyetlerini görmüştür.” Peygamber’in Sidretu’l-Muntehâ’ya ve Mescid-i Aksâ’ya gelişi, bedensel yürümedir, ama oradaki müşahedeleri, ruhsal vizyonlardır. Yani İsrâ ruh ve bedenle yapılan normal yürüme, mi’râc ise ruhsal bir yükselme ve müşahededir. Kur’ân’ın anlattığı bu sade vizyonlar, rivayetlerde efsaneleştirilmiş, aslı olmayan senaryolara temel yapılmıştır.

 

 

 

Başka Dinlerdeki öykülerin Mi’râc Rivayetlerine Etkisi: (Mİ’RAC EFSANESİNİN OLASI DAYANAKLARI)

Şimdi Mi’râc konusunda eski dinlerden bazı örnekler vermek istiyorum:

Paulos’un Vizyonu: Paulos, Kudüs yolunda Jaricho Dağı’nda, çocuk biçiminde görünen ruhsal bir varlık görür. Metinde zaman zaman kutsal rûh olarak da anılan bu melek, Paulos’u alıp göklere çıkarır. Paulos orada îsâ’nın havârîlerini görür. Dördüncü gökte ruhların yargılanmasını, beşinci gökte meleklerin, ruhları mahkemeye götürmelerini görür. Altıncı göğün, yukarıdan gelen bir ışıkla aydınlandığını gören Paulos, yedinci gökte parlayan bir taht üzerinde oturmuş yaşlı birini görür. Ogdoad’da ilerlemesine devam eden Paulos, dokuzuncu ve onuncu gökleri görür. Sonuncu göğe vardığında değişime uğrar ve artık arkadaşları olan havarileri göremez, ruhsal arkadaşlarını (yani ruhları) görür.

Ancak anlatım biçimi 19/3 de üçüncü şahıstan birinci şahsa, 19/18’de yine üçüncü şahsa, nihayet 20/5’den itibaren yine birinci şahsa değişir.

Douglas M. Parrot, THE APOCALYPSE OF PAUL (Paulos’un Vahyi) adlı yazısında, (V, 17,19-24,9) Paulos ‘un özetlediğimiz vizyonunu, kendi sözlerinden aktarmaktadır. İzleyelim:

“Ve o ona şöyle dedi:

 Hangi yolla Kudüs’e gideceğim? Küçük çocuk şöyle yanıt verdi:

Küçük çocuk onun Paulos olduğunu biliyordu. O, onunla konuşa­bilmek için bahane bulmak amacıyla bu sözlerle onunla sohbet etti.

Küçük çocuk şöyle dedi:

Senin Paulos olduğunu biliyorum. Sen annesinin rahmine düşme­sinden itibaren kutsal olansın. Bu nedenle ben senin Kudüs’e, arkadaşlarının yanına gidebilmen için sana geldim. Ve sen, bu nedenle çağırıldın. Ve ben sana eşlik eden Ruhum. Paulos! Zihnini topla… Zira […] bütün […] krallar ve bu otoriteler ve baş melekler ve güçler ve şeytânların bütün soydaşları, vücutlara bir rûh tohumu indiren biri… Ve konuşmayı bitirdikten sonra o küçük çocuk, bana şöyle dedi:

Paulos, zihnini topla ve üzerinde durduğun bu dağın Jericho Dağı olduğunu bil ki görünen şeylerdeki gizleri anlayabilesin. Şimdi sen oniki havariye gideceksin. Zira onlar seçkin ruhlardır. Onlar seni selâmlayacaklar.

Paulos gözlerini kaldırdı ve kendisini selâmlayan(havâri)leri gördü.

Sonra kendisiyle konuşan Kutsal Rûh, onu yükseğe, üçüncü göğe çıkarttı. Ve oradan öteye, dördüncü göğe geçti. Kutsal Rûh ona şöyle dedi.

Bak ve yeryüzündeki benzerlerini gör.

Paulos aşağı baktı da yeryüzündeki 1 eri gördü. O aşağıya uzun uzun baktı ve yeryüzündeki 1 eri gördü… Sonra dikkatle aşağı baktı ve yaratılışta kendisinin solunda ve sağında yer alan oniki havariyi ve onların önünde giden Rûh’u gördü.

Fakat ben sıralamaya göre dördüncü semada gördüm. Ruhu ölüler ülkesinin dışına çıkaran tanrılara benzer melekler gördüm. Onlar o ruhudördüncü göğün kapısına getirdiler. Ve melekler onu kamçılıyorlardı. Rûh şöyle dedi: Ben dünyâda ne günâh işledim?

Dördüncü gökte yaşayan kapıcı (melek) ona şöyle dedi:

Ölüler ülkesindeki bütün yasa dışı işleri işlemek doğru değildi. Rûh şöyle yanıt verdi:

Tanık getir! Onlar hangi bedende yasa dışı işler yaptığımı sana göstersinler (buna tanıklık etsinler).

Ve üç şahit geldi. Birincisi şöyle dedi:

İkinci saat vücutta değil miydim? Sen öfkeye, intikam hırsına ve düşmanlığa düşünceye kadar sana karşı koydum.

Ve ikinci şahit şöyle dedi:

Dünyada değil miydim? Ve ben beşinci saatte (vücuda) girdim ve seni gördüm ve arzu ettim ve o zaman bak! Ben şimdi seni işlediğin cinayetlerle suçluyorum.

Üçüncü tanık şöyle dedi:

Ben sana günün onikinci saatinde, güneş batmak üzereyken gelmedim mi? Günâhlarını tamamlayana kadar sana karanlık verdim.

Rûh bu şeyleri (sözleri) işittiğinde üzüntüyle aşağıya doğru baktı ve sonra yukarıya doğru baktı. Sonra aşağıya atıldı. Aşağıya atılan rûh, kendisi için hazırlanan bir bedene gitti.

Sonra ben yukarı doğru baktım ve bana şöyle diyen Rûh’u gördüm:

Paulos, gel! Bana doğru ilerle.

Sonra ben giderken kapı açıldı ve ben beşinci semaya gittim. Ve ben Rûh bize eşlik ederken, benimle birlikte giden havari arkadaşlarımı gördüm. Ve beşinci gökte, elinde bir demir tutan yüce bir melek gördüm. Onunla birlikte üç melek daha vardı. Ve ben onların yüzlerine dikkatle baktım. Fakat onlar, ellerindeki kamçılarıyla ruhları hesap vermeğe sürerek birbirleriyle yanşıyorlardı. Fakat ben Rûh’la birlikte gittim ve kapı bana açıldı.

Sonra biz altıncı göğe çıktık. Ve ben benimle birlikte giden havari arkadaşlarımı gördüm. Ve Kutsal Rûh onların önünde bana yol gösteri­yordu. Ve ben yükseğe baktım ve altıncı göğe doğru parlayan bir ışık gördüm. Altıncı gökteki kapıcı (meleğe) şöyle dedim:

Bana ve önümdeki Kutsal Rûh ‘a kapıyı aç! O bana (kapıyı) açtı.

Sonra biz yedinci göğe çıktık ve ben elbisesi beyaz olan ve ışıklı ..bir yaşlı adam gördüm. Onun yedinci gökteki tahtı güneşten yedi kat daha parlaktı. Yaşlı adam bana şöyle dedi:

Paulos, ey kutsal kişi ve ey annesinin rahminden ayrılmış olan kişi, nereye gidiyorsun?

Fakat ben ruha baktım ve o bana “Onunla konuş” diyerek başıyla işaret ediyordu. Ve ben yaşlı adama şöyle dedim:

Ben, geldiğim yere gidiyorum. Ve yaşlı adam bana karşılık verdi:

Sen neredensin? Şöyle cevap verdim:

Babil’in tutsaklığında tutsak edilen tutsaklığı, tutsak etmek için ölüler dünyasına gidiyorum.

Yaşlı adam bana şöyle karşılık verdi:

Benden nasıl kurtulacaksın? Bak ve emrimdeki prenslikleri ve otoriteleri gör.

Rûh bana şöyle dedi:

Ona sendeki işareti ver. O senin için kapıyı açacak.

Ve o zaman ben ona işareti verdim. Bunun üzerine o yüzünü aşağıya doğru, kendi yaratıklarına ve kendi otoritesine çevirdi.

Ve sonra yedinci sema açıldı ve biz Ogdoad’a çıktık. Ve ben oniki havariyi gördüm. Onlar beni selâmladılar ve biz dokuzuncu göğe yükseldik. Dokuzuncu gökte bulunanları selâmladım ve biz onuncu göğe çıktık ve ben rûh arkadaşlarımı (havarileri) selâmladım.”

Ahd-i Cedîd’in son eki, Yuhanna’nın Vahyi bölümünde de Aziz Yuhanna’nın göklerdeki acâib olayları içeren vizyonu anlatılmaktadır. İçinde Mi’râc’ın ayrıntılı rivayetlerinde bulunanlara benzer tasvirler ve olaylar vardır. (Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Asiklopedisi, Kuba Yayınları: 13/270-274, İsrâ ve Mi’râc maddesi.)

 

 

 

SORU: MESCİD-İ AKSA NEREDE?


Soru: Bir yazınızda İsra ve Miraç hakkında bilgiler verdikten sonra Mescid-i Aksâ’nın yeri konusunda bir dip notunuz vardı. Mescid-i Aksâ’nın, Cirane’de bulunan küçük bir mescit olduğunu belirtmiştiniz. Ben, bu yer kargaşasından kendimi kurtaramadım. İsra Suresi’nin ilk ayetinde bahsedilen Mescid-i Aksa, Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa mı yoksa sizin bahsettiğiniz Arafat’ta Cirane’de bulunan küçük mescit mi? Beni bu konuda aydınlatır mısınız? (Hikmet Coşkun)

Cevap: İsra Suresi’nin başında işaret edilen Mescid-i Aksâ’nın, Cirane’de bulunan bir mescit olduğu kanaatindeyim. Çünkü Kur’ân indiği zaman Kudüs’te Mescid-i Aksa adıyla bir mabet yoktu. Harabe halinde bulunan Süleyman Mabedi, onarılmış olsa da adı Mescid-i Aksa değildi. Hem Yahudiler kendi mabedlerine niçin mescit adını versinler ki? Kur’ân’ın indiği sırada Kudüs’te bu adla bilinen bir mabet bulunmadığına göre İsra Suresi’nin baş tarafında Hz. Peygamber’in yürütüldüğü mescidin, Araplarca bilinen bir mescit olması gerekir. Bu da Kudüs’te değil, Mekke yöresinde bulunan bir mescit olmalıdır. Mescid-i Aksâ’nın Cirane’de, Hz. Peygamber’in ihrama girdiği mescit olduğu rivayetini Vakıdi ve Ezraki kaydetmişlerdir. (Süleyman Ateş-Gazete Vatan-28.01.2006)

This entry was posted on Pazartesi, Temmuz 7th, 2008 at 11:09 and is filed under İSRA MİRAÇ. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

There are currently 2 responses to “Mirac- Prof. Süleyman Ateş”

Why not let us know what you think by adding your own comment! Your opinion is as valid as anyone elses, so come on... let us know what you think.

  1. 1 On Şubat 4th, 2015, Mehmet BOZKURT said:

    BİR MİRAÇ KANDİLİNDE SENİ SELAMLADIM EY TUTSAK KUDÜS!

    Ansızın karar verdim, yıllardır gitmek istediğimde bir türlü gidemediğim Kudüs ve Mescid-i Aksa’ya… Sonunda 22 Mayıs 2014 tarihinde Perşembe günü kendimi Ankara Esenboğa Havaalanında buldum. İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanı ve oradan da İsrail’in başkenti Tel-Aviv Guriun havaalanına indik. 65 km’lik bir yolculuktan sonra nihayet hasretini çektiğim Kudüs ve Mescid-i Aksa’ya kavuştum. Güzide bir Tur şirketi, alanına hakim bir rehber ve saygın bir grup olan 44 kişilik yolcu ile tanışmak ve bir arada olmak da ayrıca bizim için bir ilahi taktirdi. Sabah namazı ile birlikte Mescid-i Aksa ile buluştuk. 144 bin m² alan üzerine kurulmuş Mescid-i Aksa ve hemen karşısında ve yaklaşık 150 m yakınında bulunan Kubbet’us-Sahra manevi atmosfer merkezi olmasının yanında tek kelime ile sanat, mimari ve estetik yönü ile de harika mekanlardı. Mescid-i Aksa ve Kubbet’üs-Sahra’nın etrafı tamamen kesme taşlarla kaplı ve toprak zeminde ağaçlar var, bazıları tarihe ve zamana meydan okurcasına direniyor. Alanda Sebil, Kubbe, Eyvan, Revak, Şadırvan, Kabir, Kule, Medrese, Saray kalıntısı gibi birçok mimari eser vardır. Kudüs’te en büyük imar faaliyetlerini yapan Osmanlı Sultanı Kanuni Sultan Süleyman’dır. Mescid-i Aksa içinde Hz. Musa (a.s), Hz. İsa (a.s), Hz. Yahya (a.s) ve Hz. Zekeriyya (a.s)’a için birer mihrap vardır. Günümüze kadar varlığını koruyarak gelen minberinin batısında Hz. İsa (a.s) ve Hz. Musa (a.s) mihrapları bulunur. Doğu duvarında bir oda içerisinde Hz. Zekeriyya (a.s)’in mihrabı ve Meryem hücresi bulunur. Mescid-i Aksa’nın en sol köşesinde, yani doğu tarafındaki oda Ömer Mescidi’dir. Burada Hz. Ömer (r.a)’in Kudüs’e geldiğinde namaz kıldığı yerdir. Kubbet’üs-Sahra, 691 tarihinde Abdulmelik bin Mervan tarafından inşa ettirilmiştir. Mescid-i Aksa’nın Minber’i azgın bir Yahudi tarafından yakıldıktan sonra yeni yapılan Minber üç bin parçanın çivisiz olarak birleşmesiyle yapılmıştır. Mescid-i Aksa’da toplam 155 adet vitray cam bulunmaktadır. Bu vitrayları en son 1874 tarihinde Sultan II. Abdulhamid Han yaptırmıştır. Ayrıca büyük avizeler de Sultan II. Abdulhamid Han tarafından gönderilmiştir. Kubbet’üs-Sahra ve Mescid-i Aksa’nın bulunduğu yere “Harem-i Şerif” deniliyor.
    Kudüs’te, Mescid-i Aksa, Kubbet’üs-Sahra ve Eski Şehir- El-Halil- Beytüllahim- Eriha- Ölü Deniz- Batı Şeria- Ürdün nehri, yani Şeria nehri- Lut gölü- Zeytin dağı- Yafa- Telaviv’i dolaşırken, Hz. İbrahim (a.s)- Hz. İshak (a.s)- Hz. Yakup (a.s)- Hz. Yusuf (a.s)- Hz. Musa (a.s)- Hz. Samuel (a.s)- Hz. Davut (a.s)- Hz. Süleyman (a.s)- Hz. Yunus (a.s), Sare validemiz, Refika validemizi ve birçok sahabe kabrini- makamını ziyaret ederken, Ey Selehaddin-i Eyyübi neredesin diye haykırıyordum iç dünyamda? Sessizce ağlamamak mümkün değil..! Etraftaki mağrur ve tedirgin korkak İsrail askerlerini gördükçe içimi bir sıkıntı basıyordu. Emin olun Mescid-i Aksa gözyaşı döküyor..! Aslında kendi haline değil, Müslümanların haline..! Adeta mahşere hazırlanıyor Mescid-i Aksa, Müslümanların ve özellikle Müslüman ülkelerin liderlerinin yakasına yapışmak için..! Haklıdır Mescid-i Aksa..! Hz. Muhammed (s.a.v), Sidret’ül- Münteha yolculuğunda, orada miraca çıkarken tamamen bize emanet ederek oradan ayrıldı. Ama Müslümanlar bu emanete bir dönem şan ve şerefle sahip çıkarken, bu gün bu mübarek mekanlara sırtını çevirmiş, herkesin ağzında hiçbir çaba sarf etmeden ve sonucu da alınamayacak bir dua var..! Mescid-i Aksa dua ile beraber aksiyon ortaya koyarak kurtulur. İslam bunu emreder. Karşınızdaki düşmanın bombalarına karşılık taş atarak kurtulacağınızı ve Mescid-i Aksa’ya hizmet edeceğinize inanıyorsanız, biliniz ki, inandığınız din size; “Düşmanın silahı ile silahlanınız” diyor. İnandığınız dinin Peygamberi, genelde Allah’tan aldığı emirleri tebliğ etmiş, ama kendisine karşı savaş açanlarla da savaşmıştır. Düstur ve parola budur. Ama Mehmet Akif’in dediği gibi; “Kaç hakiki Müslüman gördümse makberdedir. Müslümanlık bilmem ama galiba olsa olsa göklerdedir.” Demek ki, Mescid-i Aksa’yı ve Kur’an’ın ifadesiyle “Kulu (Muhammed), bir gece (Mekke’deki) Mesci-i Haram’dan, kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı ne yücedir. Doğrusu o işitir ve görür.”(İsra,17/1) ayetinde ifade edilen “Etrafı mübarek kılınan bu mekanı kurtaracak Müslümanlar makberdedir. Bazen çok ümitsiz olduğumu düşünüyorum. Bazen de bundan dolayı kendime kızıyorum. Çünkü “Allah’ın rahmetinden ümit kesilmeyeceğine” şüphesiz inanıyorum. Hiç ummadığımız bir zamanda Allah, hayal dahi edemeyeceğimiz nice kapılar açabilir. İnsanlık tarihi bunun canlı şahididir. Her şey konusunda imtihan halindeyiz. Zalimler de mazlumlar da imtihan olmaktadır. Siyonist Yahudiler de dünya Müslümanları da bu konuda imtihan olmaktadır. Kanaatim odur ki, Siyonist Yahudiler yaptığı zulümden dolayı imtihanda asla başarılı değil, Müslümanlar da teslim olarak imtihanı kaybetmiştir. O halde mahşerde bu hesap görülecektir. Ama bu hesap çok mu çok ağır olacak? Evet..!

    23 Mayıs 2014 tarihinde Kudüs’ün yüksek bir tepesinde, etrafında kazı çalışması yapılarak ortaya çıkarılan yer altı şehrinin hemen yanında “Samuel” Peygamber’in (Nebi) kabrini ziyaret ettik. Nebi Samuel, Kur’an-ı Kerim’de bahsi geçen Calut ve Talut mücadelesinde, Talut’un yanında yer almıştır. Seyahatimizin ikinci durağı Zeytin tepesi oldu. Adeta Kudüs’ü kuş bakışı seyreden bir noktada, yoğunlukla Müslümanların yaşadığı bir bölgedir. Tepeden Mescid-i Aksa, Kubbet’üs-Sahra, Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen “Kıyamet Kilisesi” görünmektedir. Zeytin Tepesinin altındaki yamaçta Yahudi mezarlığı ve karşı yamaçta da Müslüman mezarlığı geniş bir alanı kaplamıştır.

    Nebi Samuel’in kabrini ziyaret ederken, karşıdan Beytüllahim şehrini seyrettik. Adeta Kudüs ile birleşmiştir. Beytüllahim, Filistin özerk bölgesinde, yani Batı Şeria’da bir şehirdir. Hz. İsa (a.s)’in doğduğu yer olarak bilinir veya böyle inanılır demek daha doğru olur. Beytüllahim hakkında farklı görüşler de vardır.
    Zeytin dağı 809 m. yüksekliğinde ve Kudüs’ün doğusundadır. Kutsal kitaplarda adı geçen bir dağ veya tepedir. Tevrat’ta, kıyamet gününde Yahudi halkını kurtaracak olan Mesih’in Zeytin dağına inip ve oradan Kudüs’e geçeceği anlatılmaktadır. O gün Zeytin dağında gömülü olanların ilk defa dirileceğine inanılır. Tevrat’ta, Kudüs’ün karşısındaki tepe olarak Zeytin dağından söz edilir. Bu nedenle çok pahalı olan bu tepenin yamacındaki mezarlığa Yahudilerin büyük talebi vardır. Doğrudan cennete gidileceğine inanılır. İşte böyle bir inanç..! Çok pahalı olan bu mezar yerlerine ancak çok zengin ve itibarlı Yahudiler sahip olduğuna göre, demek ki, cennete de bunlar girecektir. Bu inanç anlayışına göre fakir Yahudilerin diğer dünyada da cennet diye bir arzusu olmayacaktır.
    Zeytin dağında Hz. İsa (a.s)’in ayak izlerinin olduğu kiliseyi gezdik. Hıristiyanlar, eğilerek o ayak izinin olduğu taşı öpüyorlardı. Bayanların, başlarını örterek bu mekanda dolaşarak ziyaret ediyorlardı.
    Daha sonra yine Zeytin tepesinde “Rabiat’ül-Adeviyye” nın kabrini ziyaret ettik. Rabiat’ül-Adeviyye, Tabiin devrinde yetişen büyük bir kadın evliyadır. Ailenin dördüncü çocuğu olduğundan ismi, bu anlama gelen Rabia konulmuştur. Hayatı ibadetle geçmiştir. Hayatı Basra’da geçmiş ve M.752 tarihinde Kudüs’te vefat etmiştir.
    Sahabe olan “Selman-ı Farisi” (r.a)’in kabrini ziyaret ettik. İslam öncesi İran’da Mecusi bir ailenin çocuğu olan Selman-ı Farisi, uzun yıllar Hıristiyan din adamları ile birlikte olmuştur. Daha sonra Tevrat ve İncil’de son Peygamberin vasıflarını öğrenir ve Medine’ye gider. Uzun bir kölelik hayatından sonra Hz. Peygamber (s.a.v) ile karşılaşır ve Müslüman olur.

    Zaman daraldığından Cuma namazını kılmak üzere Mescid-i Aksa’ya hareket ettik. Huşu içinde Mescid-i Aksa’nın içinde Cuma namazını kıldık. Mescid-i Aksa oldukça kalabalıktı. Türklerin yoğunluğu da ayrıca kendisin belli ediyordu. Türklerin bu yoğun ilgisi de beni ayrıca hem mutlu ediyor ve hem de yabancılık hissi hissettirmiyordu. Cuma namazından sonra rehberimiz Ömer Kaptan’ın denetiminde gezimize devam ettik.
    Mescid-i Aksa’nın alanının içinde “Burak Mescidini” ziyaret ettik. Bürak Mescidi, Hz. Peygamber (s.a.v)’in Mirac’a çıkmadan önce cennet bineği Burak’ı bağladığı duvara inşa edilmiş olup, bunun anısına saygı adına duvarında demirden bir halka vardır. Rivayet böyledir. 1843 tarihinde Osmanlı Padişahi Sultan Abdulaziz tarafından restore edilmiştir.
    Yahudilerin kutsal kabul ettikleri “Ağlama duvarını” gezdik ve Yahudilerce yapılan ibadeti ve zikri izledik. Ağlama duvarı, Harem-i Şerif’i çevreleyen duvarın bir parçasıdır. Uzunluğu 50 m, yüksekliği 18 m’dir. Hz. Süleyman (a.s)’in yaptırdığı Kudüs Tapınağı’nın tek kalıntısı olan Ağlama Duvarı, Yahudilerin kutsal kabul ettiği dua ve hac yeridir. Kral Herod M.Ö 19 yılında ilk 17 sıra taşı yapılan bu duvarın daha sonra 4 sırasını Emeviler, 14 sırasını Osmanlılar, son 3 sıra da İngilizler tarafında yaptırılmıştır. Bu yüksek duvarın önünde yas tutan Yahudiler, Hz. Süleyman (a.s)’in yaptığı Beyt’ül- Makdis’e sahip olamadıkları için ağlamaktadırlar. Aslında ağlayan birisini de görmedim. Uzun saçlı ve Fotr şapkalı Yahudiler, duvara yüzlerini çevirip mırıldayarak çıkardıkları sesle birlikte sallanıyorlardı, yanı bedenlerini hareket ettiriyorlardı. Ağlama duvarının devamında kapalı alanın içinde de yüksek rahleler üzerinde bulunan Tevrat rulolarını okuyarak yine aynı sesi çıkarıyorlardı. İzleyenlere aldırış etmeden, ancak fotoğraf çekenlere bakışları ile rahatsız olduklarını anlamak mümkündü. Ağlama duvarının taşları arasına gelen Yahudiler mektup bırakırlar. Bu mektupların sayısı yılda bir milyonu bulmaktadır. Yıl sonunda toplanan bu mektuplar zeytin dağındaki mezarlıkta gömülür. Bu mektuplarda Bey’ül- Maktis’in yıkılışına ağıt yerine, bazı dünyevi arzu istek ve taleplerin olduğu da bilinmektedir. Aslında burada yapılan yas bir ilahi emir değil, bir peygamber emri de değildir. Dolayısıyla Yahudilerin çok da bir anlam ifade etmeyen bir uygulamasıdır. Hatta burası kutsal kabul edilmektedir. Kadınlar buraya girememektedir.

    Daha sora rampa yukarı yürüyerek yaklaşık bir km yoldan sonra yüksek bir tepede bulunan Hz. Davut (a.s)’in kabrini ziyaret ettik. Alanda Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların oluşturduğu yoğun bir kalabalık vardı.
    Oldukça yorgun olmamıza rağmen kapalı ve kubbeli çarşılardan geçerek, büyük ölçüde Müslümanların bulunduğu esnafı selamlayarak Hz. Ömer (r.a)’in Camisine geldik. Biraz dinlendikten sonra ikindi namazını da kılarak oradan ayrıldık. Kudüs’ü kuşatan İslam orduları şehri kan dökmeden almak için uğraşmış, Bizanslılar şehrin anahtarını bizzat halife Hz. ömer (r.a)’e teslim edeceklerini kabul etmişlerdir Bunun üzerine Hz. ömer (r.a), Medine’den Kudüs’e gelerek şehrin altın anahtarını Patrik Sofronius’tan almıştır. Kilise’de namaz kılmaya davet edilen Hz. Ömer (r.a), Kilise’de namaz kılmamış ve bu gün ona hürmeten yapılan adı da Hz. Ömer camii olan noktada namaz kılmıştır.

    Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen sanat, mimari ve estetik değeri olan Kiyamet Kilisesine, yani Diriliş Kilisesine geldik. Protestanlar dışında bütün Hıristiyanlar, Hz. İsa (a.s)’in burada Çar-Mih’a gerildiğine, öldürüldüğüne, yıkandığına ve burada dirildiğine inanırlar. Bu nedenle Kilise, Kutsal Diriliş Kilisesi olarak adlandırılır. Protestanlar dışında bütün Hıristiyanlar tarafından yeryüzündeki en kutsal mekan olarak kabul edilir. Roma imparatoru Herakleus tarafından ilk defa imar edilmiştir. Bugün bile Kilisenin kapı anahtarı bir Müslüman ailede durmaktadır. Selehaddin-i Eyyubi tarafından diğer bir Müslüman aileye de akşam kapıyı kapatma görevi verilmiş ve bu görev devam etmektedir. Burada bulunduğumuz günlerde Papa’nın bölgeye ziyareti nedeniyle yoğun bir hazırlık çalışması vardı. Her tarafa Papa resimleri asılıyordu.

    Daha sonra yaklaşık 5 km yol yürüyerek tamamladığımız günün gezisine son vererek otelimize döndük. Oldukça yorgunduk, ama akşam yemeğinden hemen sonra akşam namazı için hazırlanarak Mescid-i Aksa’ya taksi ile gittik. Akşam namazından sonra kafilemiz “Kubbet’üs-Sahra’da bir araya gelerek rehberimiz Ömer Kaptan eşliğinde “Muallak Taşı” ziyaret edildi. Kubbet’üs-Sahra’nın tarihi özellikleri hakkında bilgi verildi. Kubbet’üs-Sahra’nın anlamı, sahranın yani “Kayanın kubbesi” demektir. İçinde Hz. Peygamber (s.a.v)’in ayak izleri ve üç adet Sakal-ı Şerif, Sultan I. Ahmet tarafından 1609 tarihinde yaptırılan korumaya yerleştirilerek ziyarete açılmıştır. Kubbet’üs-Sahra’nın tam ortasında bulunan “Muallak Taşı”nın altında Ruhlar mağarası, yani Berzah alemi olduğuna inanılır. Kubbet’üs-Sahra’nın dış duvarlarını kaplayan çiniler Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Kubbet’üs-Sahra’nın doğu, Batı, Cennet ve Kıble olmak üzere dört kapısı bulunmaktadır. Kubbet’üs-Sahra da Mescid-i Aksa gibi Yahudi zulmüne bitap düşmüş sahibini arıyor, sessizce bekleyerek… İçinde her saniye ibadet eden mü’minlerin duaları Rabb’e kavuşuyor elbet..! Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın, kabul olacak bu dualar..! Amin, İnşaallah..!

    24.05.2014 tarihinde, İsrail’in ördüğü o çirkin, oldukça yüksek ve üzerine dikenli tellerin olduğu utanç duvarların arasında ve İsrail bariyerlerini, kontrol noktalarını aşarak 21. yüzyılın adata utancı sayılabilecek duvarları seyrederek Beytullahim denilen bölgede “Doğuş Kilisesini” gezdik. Bizans imparatoru Herakleus tarafından yaptırılmıştır. Hz. İsa (a.s)’in doğduğu yer olarak kabul edilen ve Aramice olan İncil’in Latince’ye çevrildiği yer olarak kabul edildiğinden, Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen kilisede ve çevresinde Hıristiyan kaynıyordu.
    Daha sonra kara yolu ile 45 dakikalık bir yolculuktan sonra El-Halil (Habron kasabası) şehrine gittik. Dost anlamına gelen El-Halil şehri, bizi dostça karşılarken, yine İsrail’in askerleri ve kontrol noktalarından geçerek “Halilürrahman” camiine girdik. Bu gün Cumartesi, yani Yevm’üs-Sebt olduğunda, Yahudilerce “Dinlenme günü” olarak kabul edildiğinden, etraf çok sakindi. El-Halil şehrinde, girişinde bulunan mağara üzerine inşa edilen Halil camii çok büyük değil, ancak hemen girişinde Hz. İbrahim (a..s)’in eşi Sare validemizin kabrini görmek mümkündür. Hemen arkasında ve girişi cami içinde olan Hz. İbrahim (a.s)’in kabri vardır. Caminin içinde Hz. İshak (a.s) ve eşi Rafika validemizin kabirleri, Yusuf (a.s)’in kabri vardır. Bu mekan İslam dünyasında Mekke-Medine- Kudüs’ten sonra dördüncü mübarek mekan olarak kabul edilmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in, “İnsanlığın en hayırlısı İbrahim’dir.” Hadisi ile insanlığın ikinci atası olarak kabul edilen Hz. İbrahim (a.s)’in şehriydi. Öğle namazını burada cemaatle kıldık. Şehri dolaştık ve bir lokantada pilav ve tavuk eti yedik. O et oldukça farklıydı. Tabii beslenen bir köy tavuğunun etiydi.

    Oradan ayrıldık ve Helhül kasabasına giderek Hz. Yunus (a.s)’in makamını ziyaret ettik. Soyu, Bünyamin vasıtasıyla Hz. Yahup (a.s)’e ve dolayısıyla Hz. İbrahim (a.s)’a dayanan Hz. Yunus (a.s) hakkında Kur’an-ı Kerim, herkesin ibret alması gereken hayat hikayesini nakletmektedir.

    Daha sonra Kudüs’ün güneyinde Hz. Ömer (r.a)’in Kudüs’e girdiği yüksek tepeden Mescid-i Aksa, Kubbet’üs-Sahra’yı seyrettik. Muhteşem bir manzaraydı. Kudüs ve onu süsleye tarih adeta ben buradayım, sahibimi bekliyorum diyordu. İnsanın tarihi göz önünden geçirmeden düşünmesi mümkün değildi. Akşam yemeğinden sonra akşam ve yatsı namazlarını kılmak için Mescid-i Aksa’ya gittik.

    25.05.2014 tarihinde Pazar günü saat 11.00’da Filistin’in diğer bir şehri olan Eriha’ya gittik. Eriha, Kudüs’e yaklaşık 1 saat mesafededir. 60 km kadar yakındır. Eriha, dünyanın en eski yerleşim yeri olarak bilinir. “Rahatlamak” anlamına gelen Eriha şehri çok yeşil ve güzel bir şehirdir. Hurma’sı meşhurdur. Ürdün’ün doğusunda olan Eriha, Lut gölünün 8 km. kadar kuzeyinde bulunmaktadır. Şehre girerken sağda bulunan dağın yamacına, Trabzon’daki Sümela manastırını andıran manastırlara teleferikle çıkılması ilginçti.
    Eriha’ya giderken yol üzerinde Hz. Musa (a.s)’İn makamının olduğu külliyede mola verdik. Bilindiği gibi Hz. Musa (a.s) Ulu’l-Azm, yani azim sahibi bir Peygamberdir. Kur’an-ı Kerim’de Firavun ile mücadelesinde büyük zorluklar yaşadığı bildirilmektedir. Hz. Musa (a.s)’in makamını ziyaret ettik ve öğle namazını kıldıktan sonra Lut gölüne doğru hareket ettik. Hava çok sıcak olduğundan gölün yakınına kadar gittik. Deniz seviyesinde 400 m daha aşağıda olan ve yaklaşık 400 m derinliği olan ve çok tuzlu olan büyük bir göldür. Gölün yüzeyi dünyanın en alçak noktasıdır. Yaşamın olmadığı bu göle, ölü deniz de denilmektedir.

    Eriha’ya çok yakın olan Ürdün nehrine, yani Şeria nehrine gittik. Hz. Yahya(a.s)’in vaftiz edildiği sudur. Kirli ve bataklığı andıran balçıklı bir ırmaktır. Hıristiyanlarca kutsal kabul edildiğinden etraf Hıristiyan kaynıyordu.
    Akşama doğru Erha’dan ayrıldık. Mescid-i Aksa’nın etrafındaki surların dibinde Müslüman mezarlığını ziyaret ettik. Rehberimiz Ömer Kaptan bize, orada medfun olan ve Mescid-i Aksa’nın doğu duvarının dibinde bulunan sahabilerden Şeddad bin Evs (r.a) ve Ubade bin Samid (r.a) hakkında bilgi verdi. Kudüs’te 72 sahabe kabrinin bulunduğu bilinir. Ancak sadece 16 sahabenin ismi tesbit edilmiştir. Müslüman mezarlığı oldukça bakımsız ve adeta kaderine terk edilmiş bir durumdaydı. Bu gören herkes çok üzülmüştü. Mezarlığın bulunduğu noktada Mescid-i Aksa alanına açılan “Altın Kapı” vardır. Bu kapı en eski kapıdır. Hıristiyanlar u kapıdan Hz. İsa (a.s)’in gireceğine inanırlar. Tevbe ve Rahmet kapısı olarak da bilinir. Bu kapının arkasında Hz. Davut(a.s)’in tevbe etine inanıldığından dolayı bu isimle anılır. Ancak Hz. ömer (r.a) bu kapıyı kapatmıştır. Daha sonra ikindi namazını Kubbet’üs-Sahra’da kıldık.

    Bu gece Miraç kandili ve Allah’a sonsuz hamd olsun ki, biz de bu gece Hz. Muhammed (s.a.v ) tarafından Allah’ın takdiri ile gerçekleşen Miraç hadisesinin gerçekleştiği mekandayız. Bu son derece mutluluk verici bir duygu yaşatıyor insana..! Akşam namazından önce Mescid-i Aksa’nın hemen karşısındaki şadırvanda abdest aldım ve Mescid-i Aksa’ya girdim. Mihrab’a çok yakın Mimber’in önünde yer aldım. O gece bu mübarek mekanlarda olmak insanı çok duygulandırıyordu, nitekim çok duygulandım akşam namazından sonra, direnmeme rağmen sessiz mi sessiz içimden gelen bir sel gözlerimden akıyordu. Samimi bir hamd’in buruk göz yaşları idi bunlar..! Etrafında Siyonist İsrail askerlerinin arasında süzülerek Mescid-i Aksa’ya namaz kılmaya gelen her Müslüman biraz olsun düşünürse bunu yaşayabilir. O gece Mescid-i Aksa’da hakim olan millet Türklerdi. Bu nedenle de olsa gerek ki, Türklere özel bir inisiyatif tanındı diye düşünüyorum. Miraç gecesi programının tamamı Türk hafız ve hocalar tarafından icra edildi. İstanbul Fatih İlçesi Müftü yardımcısı programı Türkçe İsra ve Miraç konulu bir vaiz ve dua ile başlattı. Muhteşem bir birikime sahip hatip ve alim bir kişiliğe sahipti. Yatsı namazı bir Türk imam tarafında kıldırıldı. Daha sonra Tesbih namazı bir Türk tarafından kıldırıldı. Arada Türk hafızlar Kur’an-ı Kerim okudular. Cemaatin dağılmasından sonra Seyahat şirketimiz olan ÜÇ BEY, görevlilerince bir program uygulandı. Bir dua ile Mescid-i Aksa’ya son olarak saat 11.20’de veda ettik. İnşaallah bir daha gelmek nasip olur. İnşaallah Mescid-i Aksa ebediyen İsrail’in zulmünden kurtulur. Bu durum Müslümanların namus borcudur. Aksi taktirde mahşerde hesap çok ağır olur diye düşünüyorum, hatta inanıyorum.

    Gece saat 12.00’da Kudüs’ten ayrılıyor Yafa’ya doğru yol alıyoruz. Biraz yorgun ve biraz da buruk bir hal yaşıyorum. Bir sessizlik var otobüste..! Çoğunlukla Yahudilerin yaşadığı Yafa şehri adeta Telaviv’in bir mahallesi haline gelmiştir. Saat kulesi ve tarihi camiler hemen ilgi çekiyor. Akdeniz’i kucaklayan Yafa, dünyanın en eski liman şehirlerinden birisi olup, denizden 38 m. yüksekte kurulmuştur. Saat 02.00’de Yafa’dan ayrıldık, Telaviv’in Gurion havaalanına gittik. Saat 07.20’de İstanbul’a uçtuk. 26.05.2014 saat 10.30’da da Ankara’ya uçtuk. Saat 12.55’de eve girdik.

    İZLENİMLERİMİ ÖZETLEMEK GEREKİRSE:

    1- Filistin ve İsrail iç içe girmiş bir coğrafi yapı haline gelmiştir.
    2- Filistinlilere Mescid-i Aksa, manevi destek vermektedir. Türkiye ve Türklere çok umut bağlanılmıştır.
    3- İsrail oldukça zulmetmektedir. Ancak her Yahudi tedirgin ve bir korku yaşamaktadır. Her noktada gözetleme kuleleri, utanç duvarları ve güvenlik tedbirleri açıkça görülmektedir.
    4- Ağır ve ucuz işçilik tamamen Filistinliler tarafında yapılmaktadır. Filistinliler günübirlik yaşamaktadır.
    5- Özellikle Filistinlilerin yoğun olarak yaşadığı semtlerde alt yapı ve temizlik konusunda ciddi sıkıntı varken, Yahudilerin yaşadığı semtlerde her şey daha düzenlidir. Müslümanları tedirgin etmek ve pis gibi göstermek için bilinçli olarak devlet politikası olarak uygulanmaktadır.
    6- Müslümanlara ait tarihi eserler oldukça bakımsız ve onarıma muhtaçtır.
    7- El- Halil şehri başta olmak üzere Filistinli çocuklar çok fazla dilenmektedir.
    8- Filistinlilerin yoğun yaşadığı semtlerde fakirlik açıkça görülmektedir.
    9- Normal zamanlarda Mescid-i Aksa ve Kubbet’üs-Sahra’da fazla cemaat yoktur. 3-4 saf olabiliniyor.
    10- Mescid-i Aksa ve Kubbet’üs-Sahra’da sanat, mimari ve estetik özellik hemen göze çarpar ve “Tarihi özellik” açıkça görülmektedir.
    11- İslam dini açısından bölge inanç deposudur.
    12- Bazı Müslümanların hal ve hareketlerinde dustür İslam iken, bazıları tamamen yozlaşmıştır.
    13- Yahudiler ısrarla pahalı da olsa mülk satın almaktadır. Bu konuda devletin de desteği vardır. Bu nedenle bölge, gelecek açısından rahatlatıcı bir mesaj vermemektedir.
    14- Gece elektrik tasarrufu hemen göze çarpar.
    15- Yahudi yerleşim bölgeleri her tarafta açıkça görülmektedir. Özellikle stratejik noktalara yapılmaktadır. Müslüman nufüsü tedirgin etmek ve göç etmesini sağlamaya yönelik her türlü çaba görülmektedir.
    16- Mescid-i Aksa ve Kubbet’üs-Sahra’yı dünya gözü ile görmek her Müslümana çok farklı bir duygu yaşatmaktadır. Bu da manevi zenginliktir. Her Müslüman, bu bölgede bu duygu ile ayakta kalabilmektedir.
    17- Yaşlı Filistinliler Osmanlıyı ve özellikle II. Abdulhamid Hanı minnet ve rahmetle anmaktadırlar.
    18- Bölge her şeyi ile beyaz taşlarla kaplı binalardan oluşmaktadır. Başka renk sadece yeşildir. O da tabiat ve ağaçlardır.
    19- Peygamberler diyarı olan bölge, 3 din için de önemi büyüktür.
    20- İsrail, geleceğe ait emellerini bir bir gerçekleştirmektedir. Bombaya karşılık Filistinliler taş atabilmektedir.
    Mehmet BOZKURT 22.05.2014- Kudüs http://www.mehmetbozkurt.com.tr

  2. 2 On Ekim 30th, 2015, HARBIMI said:

    Isra suresi ilk ayetleri Miraç sayılan Isra ayetleri ile devam ederken,birden başka bir konuya geçiyor.Kuranın bazı surelerine Emeviler dönemincde müdhale edildiği iddia ediliyor.Emeviler KUDÜSTE hak talep edebilmek için O bölgeyi kutsallaştırmak için asılsız rivayetler,asılsız hadisler ile bu senaryoyu desteklemişler gibi gözüküyor.
    Akademisyen din alimleri MIRAÇ OLAYINI bunun için kabul etmiyorlardır.

Yorum Yaz