-
21st Ocak 2009

Eleştirinin Önemi

posted in AHLAK |

Eleştirinin önemi ve yol göstericiliği-Yılmaz Çakır

Eleştiriyi, kişilerin yüzlerine karşı onların hatalarını düzeltmek amacı ve kaygısı ile ortaya çıkan çabaların adı olarak tanımlayabiliriz. Onun, kimileri tarafından gıybet ya da gevezelik ile bir görülüyor olması ise bir kavrayış zayıflığından başka değildir.

Eleştiri ile gıybet iki farklı alanın, iki farklı dünyanın kavramları olarak hayat bulmuşlardır. Bazılarının onları birbirleriyle karıştırıyor olmaları bu durumu değiştirmez.

Kişilerin arkalarından ve onların düzeltilmeleri, ikna edilmeleri amacından uzak bir tür gevezelik olarak tezahür eden gıybetin eleştiri ile uzaktan yakından bir ilişkisi olamaz.

Yine eleştirinin günümüz toplumunda, kahvehane kültürü içinde, futbol, pempe dizi ya da benzeri “muhabbetlerdeki” tartışmaların adı olarak zikredilme yanlışı da onun, önemini azaltmamalıdır.

Düzen politikacılarının, menfaat paylaşımına ilişkin olarak birbirleriyle sık sık yaptıkları tartışma ve polemiklerin de eleştiri kavramıyla hiç bir şekilde örtüşmediği bilinmelidir.

Eleştiri, doğruyu bulma, iyiyi hakim kılma ve onu yayma çabalarının ürünü olduğu sürece anlamlı ve değerlidir. Dünyaya, olaylara ve insana ilişkin olarak gündeme gelen eleştiri, ileriye götürücü, geliştirici bir fonksiyon görür.

Bir yazının, bir konuşmanın, bir eserin ya da bir kişinin eleştirisi bu çerçevede ele alınmalı ve değerlendirilmelidir.

Doğruyu yanlıştan ayırt edebilme yeteneği ile doğruyu işaretleme çabalarının neticesinde gerçekleşen bu tür uyarılarda, en önemli hususlardan birisi de “üslup” çerçevesinde şekillenir.

“Söz ola kese başı, söz ola kese savaşı” atasözünün beyan ettiği gerçeğe dikkat etmeyen birçok eleştiricinin, “kaş yapma” gayretleri “göz çıkartma” ile sonuçlanıyorsa, bu bize, birçok faktörle birlikte, öncelikle üslubun gözden geçirilmesi gereğini hatırlatır. Esasen, Firavun’a karşı bile, “yumuşak söz söylemeyi” emreden bir Kitab’ın bağlılarından bu konuda, başka bir yaklaşım da beklenmemelidir. Söze mukaddimesiz, “damdan düşer gibi” girmek, en son söylenecek olanı, en başta söylemek, üslup yanlışlığına ilişkin olarak ortaya çıkan en önemli hususlardan biridir.

Üslup yumuşaklığının, ilkesel esneklik ve laçkalık ile ilkelerde tavizsiz ve ısrarlı olmanın, onları anlatma tekniği olarak öne çıkan üslup tartışmaları ile ilgisinin bulunmadığı ise bilinmelidir.

İnsanlarda, modern ve geleneksel hurafelerin yol açtığı tahribatın oluşturduğu, Kur’ani eleştirilere karşı ilgisiz oluşa, bir de bizden kaynaklanan usul ve üslup hatalarını ilave etmemeliyiz.

Eleştiriden uzak olma durumu ancak yaratıcı olan Allahu Teala ve O’nun kitabı için söz konusu olabilir. Peygamberler bile basit de olsa birtakım konularda uyarılmışlardır.

Eleştirilmek hiç bir zaman duygusal tepkilerle, karşılanmamalı iyiye, güzele ulaşmada yarar sağlayacağı düşüncesi ile olumlu karşılanmalıdır.

Eleştirinin sadece bir yanlışa karşı yapılması zorunluluğu da yoktur, kimi zaman iyi, doğru ve güzel olanın daha iyisinin, doğrusunun yapılması için de eleştiri söz konusu olabilir. İnsan için gelişmenin bir sınırı yoktur ve olmamalıdır. Aksi durum insan fıtratının bozulmasına sebep olan donukluğa ve durgunluğa yol açar ki, mümin basireti bundan uzak kalmayı, tedbir almayı gerektirir.

Gelişme ve olumlu yönde değişmenin motoru olması beklenen eleştirinin, durması, işlerin iyi gitmesinden ziyade tembellik, yorgunluk ve umutsuzluğun alameti de olabilmektedir.

“Böyle gelmiş, böyle gider” ifadesinde somutlanan, umutsuzluk tavrından, zenginlik ve zindelik ifadesi olarak ortaya çıkan, daha ileriye ve daha doğruya gitme yönündeki çabaların bir ürünü olarak eleştirici bir tavır beklenemez.

İslami kesimde yapılan, edilenlerin, yazılan, çizilenlerin çoğu kez “dipsiz kuyuya taş atmak” gibi oluşu, olumlu ya da olumsuz ne bir sesin ne de bir soluğun çıkmayışı, her iki yönlü bir nitelik sorununu gündeme getirmektedir.

Oysa yanlışlıklar eleştirilmeli, doğrular, güzellikler teşvik edilmelidir.

İş olsun diye eleştiride bulunanların, insanları kazanma, onları doğru olana iletme gibi kaygılarının olamayacağı ise ortadadır. Çünkü öncelikle eleştiri ciddiyet ve sorumluluk ister. Bu durum ise her şeyi eleştirme gibi bir saplantıdan uzak sağlıklı bir yaklaşımı gerektirir.

Eleştirinin kazanmaya, düzeltmeye dönük bir kaygı içermediği durumlarda kişiye hakim olan “kesip atma” düşünceleri ise her şeyden önce ucuzcu çözümlerdir. Köklü çözüm olarak düşünülen ve düşülen bu yaklaşımların aslında bir tür kolaya kaçma ve tembellik olabileceği akılda bulundurulmalıdır.

Müslüman olmak kimseye, adeta bir mirasyedi hovardalığı içinde mevcut olumlulukları harcamayı emretmez.

İyiyi güzeli hakim kılmak, insanları ikna etmek zordur. Zaman ister, emek ister, sabır ister. Bu zorluklara katlanmadan, eleştiri adı altında her şeyi yerle bir etmenin, her şeyi sıfırlamanın anlamı olmasa gerektir.

Zira eleştiri bir buldozer yıkıcılığı değildir. Fakat inşa edici, hassas bir ustalıktır. Onun içindir ki eleştirilerde sadece olumsuzluklar gündeme getirilmemeli olumlulukların da altı çizilmeli ve onlar teşvik edilmelidir.

Öyleleri vardır ki, eleştiri adı altında yaptıklarının felaket tellallığından ya da umutsuzluk tacirliğinden farkı yoktur.

Seyirci tribünlerinde oturarak sahadakileri eleştirmek kolay olsa da ahlaklı bir davranış olamaz. Hata yapmak bile, bizatihi bir eylemlik içerir, iş yapmayanların hata yapmaları da beklenemez. Eleştiriyi keskin bir kılıç gibi kullanan nice insanın pek de bir şey yapmadıkları görülmektedir. Böylelerinin kendilerine biçtikleri misyon, eleştiriciliğin ötesinde bir anlam taşımadığı sürece İslami olmak gibi bir iddialarının da içeriği zayıflamaktadır. İslam bir bütünlük ifade eder, en güzel örneğimiz peygamberin gösterdiği üzere, müslüman, hayatın bütün alanlarında İslami kimliği ile olmak zorundadır. Bu çerçevede eleştiri de, kenardan değil içerden olduğunda değerlidir, etkilidir.

Daha da önemlisi, eleştirilen yanlışın yerine doğru olanı önermek ve koymak gerekir yoksa, eleştiri hiç bir anlam ifade etmez.

Bu durumda, günümüzde bir hayli pirim yapan radikalizm eleştirilerini örnek olarak gösterebiliriz. “İyi güzel de kardeşim, ne öneriyorsun. ne yapılmalı” dediğiniz de söyleyecek pek bir şeyi olmayan nicelerinin her şeyi eleştirmelerinin en azından “eleştiri namusu” ile ilgisi olmasa gerektir.

Eleştiri yol gösterici olduğu sürece elbette değerlidir. İslami hareketin neredeyse bütün değerlerini, kazanımlarını inkar edici, gözardı edici bir yaklaşım sergileyenlerin çözüm önerileri yükselen değerler(!) çerçevesinde uzlaşmacı, eklektik yapılara omuz vermekten, onların kuyruğuna takılmaktan başka bir şey olmuyorsa öncelikle ilke ve ahlak sorunu akla gelmelidir.

Eleştiride esas alınan, referans kabul edilen kıstasın önemi de büyüktür. Toplumsal, siyasal ve daha birçok alanda İslami dönüşümü esas alan “hareketlerin”, “Neye göre eleştiri?” sorusuna verecekleri cevab konunun önemli bir boyutunu oluşturur.

Müslümanların Kur’an’ı merkeze alarak, onu esas telakki ederek eleştiride bulunmaları ile sosyolojik, ekonomik, vb. beşeri disiplinleri esas alarak eleştiri de bulunmaları farklıdır.

Bu durum netliğe kavuşturulmadığında söylenen ve söylenecek olanların önemi ve anlamı da yeterince ortaya çık sayacaktır. Eleştirinin değeri ve bağlayıcılığı onun Kur’an’ı merkeze alıp almaması ile anlam kazanır.

Eleştirinin önemi, nasıl ve neye göre yapılacağı, sorunlarından başka onun yapılacağı zamanın da önemli olduğunu söylemek gerekir. Daha açıkçası eleştiri gereken zamanda yapılmalıdır. Hatalar, yanlışlar biriktirilmemeli, vakit erkenken uyarı ve eleştiri yapılmalıdır. Yine mutlaka eleştiri yüzyüze yapılmalıdır. Zira ardından yapılan eleştirinin adının gıybet olacağı, onun da Kur’an’daki şu ayetlerle yasaklandığı unutulmamalıdır.

“…Muhakkak müminler kardeştir Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki size rahmet edilsin. Ey inananlar bir topluluk, başka bir toplulukla alay etmesin… Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın… Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrendiniz. O halde Allah’tan korkun, şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul eden çok merhamet edendir.” (49/10-12)

Müslüman olmak itidalli olmayı, adaletli olmayı, güvenilir ve doğru sözlü olmayı gerektirir. Müslümanın eleştirisi de bu meyanda şekillenmek durumundadır. Bir zamanlar olumlu bulunan kimilerinin, zamanla bir takım yanlışlıklar yapmaları onları eleştirmemizi, düzeltmeye çalışmamızı gerektirir. Ama bütünüyle gözardı etmeyi, yok saymayı gerektirmez. “Düşman olunan bir kavme karşı bile adaletli olmayı” emreden Kitabullah’ın onu yaşamlaştırmayı hedefleyen müntesiplerine yakışan da budur.

Özetle; sorumsuzca yapılmayan, gıybet ve gevezelik sınırlarına vardırılmayan kırıcı ve aşağılayıcı olmayan, İslam’ı yaşamayı ve yaşatmayı hedef alan her tür eleştiri değerlidir, önemlidir. Eleştirinin ciddiyeti alternatif ve çözüm olabilecek önerilerle anlam kazanır. Değeri ise, “bağlayıcı” olabilecek bir kaynaktan beslenmesi ile.. (Yılmaz Çakır)

Haksöz Dergisi – Sayı: 56 – Kasım 95 Yöntem Tartışmaları http://www.haksozhaber.net/okul_v2/article_detail.php?id=1110

 

 

EDİTOR’DEN

Müslüman toplumlarda ‘eleştiri’ asırlardır vahdeti bozan bir şey gibi algılanmış, eleştirenler ‘fesatçılık ve birliği bozuculukla’ suçlanmışlardır.  ‘Eleştiri’ gerçekten de ‘Müslümanların vahdeti’ni bozan bir şey midir? Eleştirdikçe bölünüp parçalanacak; sustukça, uzlaştıkça, sahte ve yalancı da olsa gülüp geçtikçe vahdet korunmuş mu olacaktır? Bu son söylediğimize kim ‘evet’ diyebilir ki?

Müslümanların zinde oldukları, karanlıkları hakikat ışığıyla aydınlattıkları dönemlere bakıldığında, bu dönemlerin, Müslümanların ‘eleştiriyi’ en iyi işlettikleri dönemler olduğu kolaylıkla görülecektir. Uzun yıllar Müslümanlar eleştirel damarı korumuş ve eleştiriyi, hakikate ulaşmanın bir yolu ve aracı bellemişlerdir. Eleştirdikçe, bilgi ve kültürün üretildiğini, matlaşmış akılların ışıldamaya başladığını görmüşlerdir. Bu gelişim ve üretimi, gâh bir fikri ekol eleştirilerek gâh gayri-müslimlerin ürettiği düşünceler eleştirilerek gâh yine bir dönem akide gibi korunan dogmalar eleştirilerek sağlanmıştır.

Peki, eleştiri neden kesintiye uğrar. Naçizane tespitimiz; düşünce ve içtihadın hatta siyasetin konusu olan mevzuların akideleştirilmesi, dogmalaştırılması noktası eleştiri ve üretkenliğin durduğu noktadır. Dolayısıyla inanç telakki edilen noktalarda küfr ve imandan bahsedilir ki akide telakki edilen mevzulara koşulsuz iman edenler ‘mü’min’ diğerleri ‘kâfir’ veya en iyimser ifadeyle ‘ehli bid’at’ telakki edilir.

Dikkat buyurunuz, Müslüman yoğunluklu coğrafyalarda içtihada, düşünceye, üretkenliğe açık alanların bile ‘inanç’ kılığına sokularak dokunulmaz kılındığına… Felsefe’den tefsire, hadisten fıkha kadar birçok alan, tümden değilse de bu kategoride değerlendirilebilir. Bu alanlardaki ‘eleştirileri’ çıkarınız, geriye ne kalacaktır ciltli birkaç eserden başka?

Eleştiri, bazen ‘doğru ve yanlışın tahlili’, bazense yanlışın gösterilmesi ve kınanmasının adı olmuştur. Tüm bunlara rağmen Müslüman algısında ‘eleştiri’, doğruya ulaşma ve fikri sıçramanın aracı olmuştur. Çünkü ‘eleştirel bakış’ bilgiyi üretmiş, bilgi düzeyiyle paralel olarak ya gelişmiş veya yerinde saymıştır.

Taklit ise, eleştirelliğin durdurulması ve bilginin kaybolması; aklın, ışıltısını yitirmesidir.

Bu sebeple, bilgi esasıyla yapılan eleştirelliğin, Müslüman bilinç ve ufkunu geliştireceğini, İslâmi kaideleri her daim ayakta tutacağını; ‘uyum’un ise bilinci köreltip akılların ışıltısını alacağını ve İslami bir takım nosyonlarla kurgulanmış olsa bile Müslüman akıl ve idrakini donduracağına inanırız.

http://www.nidadergisi.com/default.asp?sayfa=editor

 


KONUYLA İLGİLİ DAHA FAZLA BİLGİ İÇİN LÜTFEN AŞAĞIDAKİ BAŞLIKLARI İNCELEYİNİZ…

 

1) İletişim Çatışmaları ve İletişimi Geliştirmenin Yolları
2) Niyet ve Bahane Kandırmacaları
3) Sorumsuzluk, İhmal, Bencillik ve Soyutlanma_Ka’b bin Malik
4) Bahaneler ve Mazeretler
5) Eleştirmek ve Eleştirilmek
6) Eleştirinin Önemi
7) Münafık, İkiyüzlü, Kararsız, İlkesiz ve Duyarsız Kimdir?
8) Münafıkların Özellikleri
9) Ahlak Odaklı Din, Allahlı Dindir
10) Dürüstlük Dinin Özüdür
11) Adanmış ve Aday İnsan
12) Kur’an’da İlahi Adalet İlkeleri
13) Soru Sormanın Yöntemi ve Adabı
14) Yeni Sınıfın İdeolojisi: Kariyerizm ve Konformizm
15) Ahlak, Adalet, Emek ve Sermaye
16) Doğruluk Kaygısı_Montaigne
17) Kendimizi Kime Beğendirelim?

This entry was posted on Çarşamba, Ocak 21st, 2009 at 14:20 and is filed under AHLAK. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

Yorum Yaz