-
9th Temmuz 2008

Kur’an Işığında Şirk ve Küfür 2 -Prof. Abdulaziz Bayındır

posted in *ARACILIK ve ŞİRK |

C- ŞİRK VE KÜFÜR

Şirk, Allah’a ait bazı özellikleri başka varlıklarda da görerek onlara tanrısal nitelik vermektir. Bu konu yukarıda geçmişti. Aşağıda daha geniş açıklamalar gelecektir.

Küfür, kâfirlik demektir. Kelimenin kökü küfr ve küfûr’dur, örtme ve görmezlikten gelme anlamına gelir. Yapılan iyilikleri görmezlikten gelen kişiye Arapça’da kâfir, Türkçe’de nankör denir. Allah’ın varlığı açık bir gerçek iken bir çok kimse, onu hesaba katmadan hayatını sürdürür. Allah’ı hesaba katanların bir çoğu, ilişkilerini aracılarla yürüttüğüne inandığı için onu, bu çerçevenin elverdiği kadar hesaba katar.

Kâfir ve müşrik kelimeleri, aynı şeyin iki farklı yüzünü gösterir. Yani her kâfir müşrik ve her müşrik kâfirdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ehl-i Kitaptan ve müşriklerden kâfir olanlar, kendilerine gerçekleri açıklayan biri gelinceye kadar çözülecek değillerdir.

O, Allah adına gelen bir elçidir; tertemiz sayfalar okur. O sayfalarda kesin ve  doğru hükümler vardır”. (Beyyine 98/2-3)

Ayette geçen “المشركين= müşrikler” kelimesi  marifedir. Belirli bir müşrik kesimi yani ehl-i kitabın dışında kalan müşrikleri ifade eder. Yoksa ehl-i kitabın müşrik olmadığını göstermez. Çünkü onlardan kâfir olanların müşrik olduklarını gösteren ayetler vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Hahamlarını ve papazlarını, Allah ile kendi aralarında aracı rabler edindiler. Meryem oğlu Mesih’i de öyle. Oysa onlara verilen emir, sadece tek bir Tanrı’ya kul olmaları idi. Ondan başka tanrı yoktur. Allah, onların şirkinden uzaktır.” (Tevbe 9/31)

Her toplumun geçmişinde bir peygamber vardır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: Ya Muhammed, seninle o gerçeği (Kur’ân’ı), müjdeci ve uyarıcı olasın diye gönderdik. Her ümmetin geçmişinde bir uyarıcı, kesin vardır.” (Fatır 35/24) Mekke toplumunun geçmişinde İbrahim ve İsmail peygamberler vardı. Kureyşliler İbrahim soyundan gelmekle öğünür[1], ondan kalma hac ve umre ibadetlerini kesintisiz yerine getirirlerdi. Ama ellerinde ona ait bir ilahi kitap yoktu. Bu sebeple onlar ehl-i kitap değillerdi. Yahudilerin geçmişinde Musa aleyhisselamla birlikte bir çok peygamber ve onlardan kalma Tevrat vardır. Hıristiyanların geçmişinde ise İsa peygamber ve ellerinde İncil vardır. Bu sebeple onlar ehl-i kitap sayılmışlardır.

Tevrat ve İncil, ilk saflığı ile korunamamıştır. Ama temel konularda Kur’ân ile ortak hükümleri vardır. Bu sebeple Kur’ân onları, bu temel noktalara çağırır. Allah Teâlâ şöyle buyurur;

“De ki: “Ey Kitap ehli! Gelin, size göre de bize göre de doğru olan şu sözde birleşelim; Allah’tan başkasına kul olmayalım. Ona bir şeyi ortak koşmayalım. Hiçbirimiz Allah ile kendi arasına birilerini koyarak rabler edinmesin”. Eğer yüz çevirirlerse deyin ki: “Şahit olun, biz teslim olmuş kimseleriz”. (Al-i İmran 3/64)

Mekkeli müşriklerin ve diğerlerinin elinde böyle bir metin olmadığı için onlara, akıllarını ve bilgilerini kullanma çağrısı yapılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “İşte bu, Rabbinin, dosdoğru yoludur. Aklını başına alacak kimseler için bu ayetleri uzun uzadıya açıkladık.” (En’am 6/126)

“Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra kim bu Elçi‘den ayrılır, inananların yolundan başka bir yola girerse onu döndüğü yöne çeviririz ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!” (Nisa 4/115)

Tevrat ve İncil’e sahip olmaları, Yahudi ve Hıristiyanların müşrik olmalarına engel olamamıştır. Önemli olan bir ilahî kitaba sahip olmak değil, ona uymaktır. Elinde Kur’ân olan, hatta onu ezberleyen ve onun ilmini yapan nice müslümanın da şirke düştüğünü görüyoruz.

Allah’a tam güvenme ve kayıtsız şartsız boyun eğme, imanın olmazsa olmaz şartıdır. Ama insanların çoğu, Allah’a karşı bazı şartlar ileri sürerler. Kimileri şartları kendileri belirler, kimileri de bozulmuş bir dinin veya bir tarikatın ileri sürdüğü şartları uygun bulurlar. Kendini veya başkasını, Allah’a şart ileri sürecek seviyede gören, onu o konuda Allah ile eşit görmüş ve tanrı edinmiş olur. Bunlar zor durumda kaldıkları zaman koştukları bütün şartları unutur ve samimi olarak Allah’a yönelirler. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Denizde başınıza bir sıkıntı gelse, yardıma çağırdığınız herkes kaybolur; yalnız Allah kalır. Allah sizi kurtarıp karaya çıkardı mı, yüz çevirirsiniz.  İnsan, yapılan iyiliği görmez.” (İsra 17/67)

Müşrikler birkaç kısma ayrılırlar:

1- Kendini Tanrı Edinenler

Allah’a inanmadıklarını söyleyenlerin tamamı müşriktir. Onların hepsi Allah’ı var ve bir bilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Onlara sorsan ki:“Gökleri ve yeri ya­ratan, Güneş’e ve Ay’a boyun eğdiren kimdir?” Kesinlikle “Allah’tır” derler. Öyleyse nereden destek alıyor da halden hale giriyorlar[2]? Allah rızkı, kullarından isteyen ve gerekli güce sahip olan için yayar. Allah her şeyi bilir. Onlara sorsan ki; “Gökten su indirip ölü toprağı  dirilten kimdir?” Şüphesiz “Allah’tır” diyeceklerdir. De ki; Allah neylerse güzel eyler. Ama onların çoğu bunu düşünmezler.” (Ankebut 29/61-63)

“Desen ki: Gökten ve yerden size rızık veren kim? Ya da işitmeyi ve görmeyi sağlayan kim? Kimdir o diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran? Ya her işi çekip çeviren kim? “Allah’tır” di­yeceklerdir. De ki; öyleyse hiç sa­kınmaz mısınız? İşte sizin gerçek Rabbiniz Allah’tır. Hakkın ötesi sapıklık değildir de ya nedir? Nasıl da döndürülüyorsunuz?” (Yunus 10/31-32)

Allah, Adem’e secde emri verince İblis, kendi şartlarına uymadığı için secde etmemişti. Konu ile ilgili ayetler şöyledir:

“Bir gün Rabbin meleklere demişti ki: “Ben, kurumuş çamurdan, değişken kara balçık­tan bir insan yaratacağım. Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman ona secde edin. ”Bütün melekler hemen topluca secde ettiler. İblis öyle yapmadı. O, secde edenlere katılmamakta direndi. Allah dedi ki: “İblis! Senin neyin var ki, onlarla birlikte secde etmedin?” Dedi ki, “Kıvamına gelmiş ve kurumuş kara balçıktan yarattığın insana secde edemem.”Allah dedi ki, “Öyleyse çık oradan, çünkü sen kovuldun. (Hicr 15/28-34)

“O, direnmiş, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.” (Bakara 2/34)

İblis’in büyüklük taslaması Adem’e değil, Allah’a karşıydı. Çünkü uygun bulmadığı, Allah’ın emriydi. Bu yüzden Allah ona, “..İn oradan, orada büyüklenmek sana düşmez; çık, sen alçağın te­kisin” demişti. (Araf 7/13)

İblis, Allah’ın ne varlığını, ne birliğini inkar etmiştir. Sapık sayıldıktan sonra bile şöyle demiştir:

“..Doğrusu ben Allah’tan korkarım, Allah’ın cezası pek ağırdır.” (Enfal 8/48)

İblis ahirete de inanır. Çünkü kovulunca şöyle demişti: “Rabbim! Hiç olmazsa, tekrar dirilecekleri güne kadar bana süre tanı.” (Hicr 15/36)

Allah’ı, melekleri ve ahirette yeniden dirilmeyi kabul eden böyle birine bir çok kimse “iyi Müslüman” diye bakabilir. Üstelik İblis kâfir olduğu zaman, ne inanacağı bir pey­gamber ne de indirilmiş kitap vardı. Onun kâfirliği, bir konuda Allah’a şart ileri sürmesi ile başladı.

Tanrı tanımaz denen ateistler de öyledir. Onlar da her konuda, kendi şartlarına uyarlar. Allah’ın emirlerinden kendilerine uygun geleni beğenir, gelmeyeni reddederler. Sıkışınca da Allah’a sığınır ve ondan yardım isterler. Bunların tanrısı önce kendileri, sonra Allah’tır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kendi arzusunu kendine tanrı edineni görmen gerekmez mi? Ona sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen zannediyor musun ki, onların çoğu söz dinler veya aklını çalıştırır? Onlar; koyun, sığır ve deve gibidirler; hayır, daha düşük seviyededirler.” (Furkan 25/43-44)

“Kendi arzusunu kendine tanrı edineni görebildin mi? Bilgili olduğu halde Allah onu sapık saymış, kulağına ve kalbine izler koymuş, gözünün önünde perde oluşturmuştur. Allah sapık saydıktan sonra onu kim yola gelmiş kabul edebilir? Kafanızı kullanmaz mısınız?” (Casiye 45/23)

Herkeste ebedi yaşama duygusu vardır. Her insan, hiç ölmeyecekmiş gibi davranır. Ahiret inancı bu duyguyu tatmin eder. Kendini tanrı edinenlerinden kimileri duygularını reenkarnasyon ile tatmine çalışırlar. Yani öleceklerini ve yeni bir bedenle tekrar dirileceklerini söylerler.

“Derler ki; “Bu dünyadaki hayatımızdan başkası yoktur. Ölürüz ve diriliriz; bizi mahveden, sadece yaşlanmadır.” Onların bu hususta bir bilgisi yoktur, sadece tahmin yürütürler.” (Casiye 45/24)

Kimileri de ölümle her şeyin biteceğini ve hesap gününün yalan olduğunu söyleyerek duygularını bastırmaya çalışırlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“O yalan sayanların, o gün başlarına gelecek var!

Hesap gününü yalan sayanlar var ya, işte onların…

Onu, taşkınlık eden ve günaha düşkün olanlardan başkası yalan saymaz.

Onlara ayetlerimiz okununca “Eskilerin masalları…” derler.

Yok, öyle değil; aslında onların yapıp ettikleri şeyler kalplerini paslandırmıştır.

Onlar o gün Rablerinden uzak kalacaklardır.

Sonra onlar Cehennemde kızartılacaklardır.

Sonra onlara şöyle denecektir: “Sizin yalan sayıp durduğunuz işte budur. (Mutaffifîn 83/10-18)

2- Aracı Tanrı Arayanlar

İnsanlardan kimi, kendi ile Allah arasında aracılık yapacağını hayal ettiği şeylere tutulur. Oysa bu boş bir kuruntudur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: Biz bu Kitabı sana gerçeklerle dolu olarak indirdik. Öyle ise sen bu dini, Allah için saf ve duru halde tutarak Allah’a kul ol.” (Zümer 39/2)

Dini, Allah için saf ve duru tutmak, Kur’ân’a uymakla olur. Bunu, dini kullanarak dünyalık elde etmeyi düşünmeyenler yapabilirler. Onlar, din tebliği yaptıkları kişilere, peygamberlerin söyledikleri şu sözü söylerler:

“Sizden, bu yaptığıma bir karşılık beklemem. Bu herkese, sadece görevini hatırlatmadır, o kadar”. (En’am 6/90)

Dini kullanarak dünyalık elde etmek isteyenler, dini kendilerine uydururlar. Bunu ancak o din hakkında yeterli bilgiye sahip olanlar yapabilirler. Onların hedef kitlesi, doğru yolda olanlardır.

Her insan gibi, doğru yola girenlerin de bazı istekleri ve gelecekle ilgili endişeleri vardır. Tuzakçılar, asıl oyunu burada oynarlar. Din büyüklerine, Allah’a ait bazı özellikler yükler, onların aracılığı ile sunulan isteklerin kabul edileceğini ve Ahirette şefaatlerinden yararlanılacağını, üstüne basa basa söylerler. Allah’ın kitabını da buna uygun yorumlar, aykırı gelen ayetleri başka tarafa çekerler.

Hepsi de ölmüş olan o büyükleri, kendileri temsil ederler. Buna layık olduklarını göstermek için farklı giyinir, farklı konuşur ve farklı davranırlar. Büyüklere ait olduğunu söyledikleri hayali hikayelerle kendilerine destek ararlar.

Aklını kullanan herkes, bunun bir oyun olduğunu anlar, ama arzuları okşadığı için bir çok kimse bundan etkilenir. Böyle kimseler başlangıçta, akıllarıyla duyguları arasında çatışma yaşarlar. Sonra duyguları ağır basar ve tuzağa düşerler. Daha sonra en küçük tesadüfü tuzakçıların kerameti sayar, onlara kul-köle olurlar. Hepsi de bu oyunun farkında olduğu için bir suç çetesi gibi birbirlerine kenetlenirler.

Allah’a yönelen her insan bu tuzaklarla karşılaşır. Bu gibiler çoğunlukla duygu yüklü olurlar. Onların duyguları, çevrelerinde oluşturulan yoğun hurafe bombardımanı ile birleşince tuzağa düşmeleri kolaylaşır. Nesilden nesile yapılan eklemelerle Allah’ın dininden uzak, ama onu istismar eden büyük bir cemaat ortaya çıkar.

Müşrikleri biraz yakından görmeye çalışalım.

a- Müşrik, Allah’a İnanır

Müşrik, ortak koşan anlamınadır. Ortaklık en az iki şey arasında olur. Müşrik için bunların birincisi daima Allah’tır. Onun müşrik olması; bir varlığı, Allah’a has özeliklerden bazısına sahip görmesi sebebiyledir.

Hiç kimse, şirke sağlam bir gerekçe bulamaz. Ama Allah’a yakın olduğuna ve manevi yardım yapacağına inanılan kimselerin etrafında bir cemaat oluşur. Onlara katılanlar orada olmanın bazı faydalarını görebilirler. Bunları oraya bağlayan, bu menfaat ilişkisidir. Şu ayet, ona dikkat çekmektedir:

(İbrahim şöyle) “demişti: “Allah ile aranıza koyduğunuz putlara tutulmanız sadece bu hayatta birbirinize karşı bir sevgi ortamı oluşsun diyedir. Sonra, kıyamet gününde biriniz diğerini tanımayacak ve biriniz diğerine lanet edecektir. Varacağınız yer o ateştir; size yardım eden de  olmayacaktır.” (Ankebût 29/25)

Bunlar, din adı altında, menfaate dayalı bir örgüte katıldıklarının farkındadırlar. Bu sebeple, yarın Allah’a karşı şunu diyemeyeceklerdir:

“Önceden ortak koşanlar babalarımızdı. Biz ise onlardan sonra gelen bir nesil idik. Şimdi o batıla sapanların işlediklerinden ötürü bizi yok mu edeceksin?” (Araf 7/174)

Çünkü şirke düşenler; “…Allah’a verdikleri sözün kesinleşmesinden sonra caymış, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi (yani Allah ile ilişkilerini) kesmiş olurlar.” (Bakara 2/27)

Bunlar kendilerini Allah ile aldatmış olurlar. Çünkü hedeflerinin Allah’a yaklaşmak olduğunu söylerler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“İyi bil ki, saf din Allah’ın dinidir. Onun yakı­nından veliler edinenler şöyle derler: “Bizim onlara kul olmamız, sa­dece bizi Allah’a iyice yaklaş­tırsınlar diyedir.” (Zümer 39/3)

Fakat bunların onları, Allah’a yaklaştıracağına dair belgeleri yoktur.

b. Müşrik Allah’a İbadet Eder

Hac ve umre, İbrahim aleyhisselamla birlikte başlamıştır. 9. hicri senede Mina’da, Ali tarafından  halka hitaben şu ayet okununcaya kadar Mekke müşrikleri bu ibadetleri, kesintisiz yap­mışlardı.

“Ey inananlar! Müşrikler sadece bir pisliktir. Artık bu yıldan sonra Mescid-i Haram’a yaklaş­masınlar.” (Tevbe 9/ 28)

Arafat’ta vakfe, hac ibadetinin ana direğidir. Ama Mekkeli müşrikler hac için Arafat’a çıkmazlardı. Arafat, “hill” denen Mekke sınırlarının dışındadır. Diyorlardı ki, “Biz İbrahim’in oğullarıyız, saygın bir topluluğuz, Kabe’nin idarecileri ve Mekke’nin yerlileriyiz. Araplar içinde bize denk olan yoktur. Kimse bizim yerimize denk bir yere sahip değildir. Bizimle ilgili söylenenler hiçbir Arap için söylenmemiştir. Öyleyse hiçbir yere Harem kadar değer veremeyiz, yoksa Arapların bize olan saygıları azalır[3].” Allah Teâlâ bunu yasaklamış ve o eksiğin tamamlanmasını emretmiştir:

“Haccı ve umreyi Allah için, eksiksiz yerine ge­tirin….” (Bakara 2/196)

Hac mevsimi ile ilgili bir değişikliğin yapılmadığını da şu ayetten öğreniyoruz:

“Hac bilinen aylarda olur. Her kim o aylarda hac ibadetine başlarsa artık hac sırasında onun için eşine yaklaşmak, yoldan çıkmak ve dövüşme diye bir şey olamaz….” (Bakara 2/197)

Daha önce anlatıldığı gibi müşrikler hacılara su vermek ve Mescid-i ha­ram’ı ibadete açık tutmak gibi şeylerle övünürlerdi.

c- Müşrik Aracılara İnanır

Müşrik, Allah’ı yeryüzü krallarına benzeterek kendinden uzak sa­yar. Krala ulaşmak isteyenin, ona yakınlığı olan biri aracılığı ile ulaşmak istemesi gibi müşrik de Allah’a ulaşmak için ona yakın olduğuna inandığı birini aracı yapmak ister. Hıristiyanların İsa’yı Allah’ın oğlu, Mekkeli müşriklerin putlarını Al­lah’ın kızları[4], büyüklerinin ruhlarından yardım umanların da onları, Allah’ın özel dostları say­maları bundandır.

Müşrik aracıyı, manevi gücü olan bir varlık sayar, ona yakınlık için kurbanlar sunar, hatırası karşısında saygı ile eğilir. Onunla ilişkilerini canlı tutar ki, o da onun, Allah ile ilişkilerini canlı tut­sun. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“İnsanlar arasında Allah’ın yakınından endâd edinenler vardır. Onları, Allah’ı sever gibi sever­ler.” (Bakara 2/165)

Endâd, nidd’in çoğuludur. Nidd, Allah’a ben­zer bazı niteliklere sahip görülen ve aykırı şeyleri savunabileceğine inanılan varlıktır[5]. Allah’ın onları kırmayaca­ğına, gerekirse Allah’a, onun istemediği bir şeyi kabul ettirebileceklerine, onların bu gücü Allah’tan aldıklarına inanılır.

Bir de müşrikler, bu arabulucuların kendilerine şefaatçi olacaklarına inanırlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah’a karşı yalan uydurandan veya onun ayetleri karşısında yalan söyleyenden daha zalim kim olabilir? Bu suçu işleyenler umduklarını bulamazlar.

Onlar, Allah’tan önce öyle şeye kul olurlar ki, onlara ne faydası olur ne de zararı. Derler ki, ‘Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir.’ De ki: “Göklerde ve yerde, Allah’ın bilmediği bir şeyi mi ona haber veriyorsunuz?” Allah, onların şirkinden uzaktır ve yücedir.” (Yunus 10/17-18)

Peygamberler insanları, yalnız Allah’a kul olmaya çağırmışlardır[6]. Yalnız Allah’a kul olan, yardımı yalnız ondan ister. Müslümanlar, namazların her rekatında Yalnız sana kul olur ve yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha 1/4) derler.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“De ki: “Allah ile kendi aranıza koyup yardıma çağırdıklarınıza kul olmam bana yasaklandı. Bu yasak, Rabbimden bana, açık âyetler geldiği vakit kondu. Ben varlıkların sahibine teslim olmam için emir aldım.

Sizi yaratan odur. O, önce topraktan, sonra nutfeden[7], sonra da alakadan[8] yaratır; sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarır ki güçlü kuvvetli hale gelesiniz ve nihayet ihtiyar kişilere dönüşesiniz. Kiminiz daha önce ölür, kiminiz de, belirli bir süreye kadar yaşar. Belki aklınızı kullanırsınız.

Can veren odur; öldüren de o. O bir işe karar verirse, sadece “Ol” der, hemen oluverir.

Allah’ın ayetleri karşısında haklı çıkmaya çalışanları görmez misin? Bunlar nereden destek alarak halden hale giriyorlar[9]?

Bunlar öyle kimselerdir ki, hem Kitap karşısında, hem de elçilerimize gönderdiğimiz şeyler karşısında yalan söylerler. Ama  elbette öğreneceklerdir.

Hem de boyunlarında halkalar varken ve zincirlerle sürüklenirken öğreneceklerdir.

Kaynar suyun içinde sürüklenirken…Sonra ateşte kızartılacaklardır.

Sonra onlara şöyle denecek: O şirk koştuğunuz şeyler nerede? Allah ile kendi aranıza koyduklarınız vardı ya işte onlar? Diyecekler ki, “Onlar bizden ayrıldılar. Aslında biz, eskiden de Allah’tan başka bir şeyden yardım istemezdik.” Allah, o kâfirleri,  işte bu tavırlarından dolayı sapık sayar.

Başınıza gelen bu şeyler, yeryüzünde haksız yere şımarmanıza ve böbürlenmenize karşılıktır.

“Girin Cehennemin kapılarından; hiç çıkmamak üzere girin!” Kendini büyük görenlerin yeri gerçekten ne kötüymüş!” (Mümin 40/66-76)

İslam’ın dışındaki bütün dinlerde aracılık inancı vardır. Aracıların adının değişmesi ile dinlerin adı değişir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Şurası bir gerçek ki, insanı yaratan biziz. Ona şahdamarından da yakınız. Bu sebeple içinin ona ne fısıldadığını biliriz. (Kaf 50/16)

d- Müşrik, Aracıların Şefaatine İnanır

Allah Teâlâ şöyle buyurur: Onlar Allah’tan önce, kendilerine ne zarar ne de fayda verecek durumda olmayan şeylere kul olurlar. Derler ki, “Onlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir”. De ki; göklerde ve yerde Allah’ın  bilmediği bir şey var da siz onu mu haber veriyorsunuz? Öyle şey olur mu! Allah, onların şirklerinden uzaktır.” (Yunus 10/18)

e- Müşrik Şirki Reddeder

Müşrikler, asıl hedeflerinin Allah’a yaklaşmak olduğunu söylerler. Allah’a yakın saydıkları bir kısım varlıklara, aracılık ve şefaatçilik görevi yükle­meleri bundandır. Bu sebeple, hiçbir şeyi Allah’a, tam ortak saymadıklarını düşünürler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Onların hepsini bir araya toplayacağımız gün, ortak koşmuş olanlara şunu diyeceğiz: “Hani nerede o sizin kuruntusunu ettiğiniz şeyler?”

Onların kaçamak cevabı şu olacaktır: “Rabbimiz Allah’a and olsun ki bizler müşrik değildik.”

Bak işte, kendilerini nasıl da yalanladılar. Al­lah’a karşı eş koştukları şeyler kendilerinden na­sıl da uzaklaştı.” (En’am 6/22-24)

Müşrikler bu kaçamak tutumu dünyada da sergilerler. Mekkeli müşriklerin, Kabe’yi tavaf ederken söyledikleri şu söz de onların bu tutumlarını ele veriyor. “Emret Allah’ım, Senin hiçbir ortağın yoktur. Yalnız bir ortağın[10] vardır ki, onun da bü­tün yetki­le­rinin de sahibi sensin[11]. “

Müşriklerin kafası çok karışık olur. “O ortağın ve bütün yetkilerinin sahibi Allah’tır” demekle kendilerini kurtaracaklarını sanırlar. Kutup, gavs, evtad vs. adlarla andıkları kişilere olağa­nüstü yetkiler yakıştıran tarikatlar da öyledir. Onlar da bu yetkiyi Allah’ın verdiğini söyleyince işin için­den sıyrılacaklarını sanırlar.

Müşriklerin kendilerini hak yolda gördükleri ile ilgili şu ayetler üzerinde de düşünmek gerekir.

“Allah insanların bir takımını yola getirdi, bir takımı da sapkınlığa düşmeyi hak etti. Çünkü bunlar Allah’tan önce o şeytanları kendilerine evliya edindiler. Üstelik bir de kendilerini doğru yolu tutmuş sanırlar.” (Araf 7/30)

“Kim Rahman’ın Zikri’ni (Kur’ân’ı) görmezlik­ten gelirse onun başına bir şeytan sararız. O onun arka­daşı olur.

Onlar bunları yoldan çevirirler ama bunlar doğru yola girdiklerini hesap ederler.” (Zuhruf 43/36 37)

“O insanlar bir araya getirildiği gün, bunlar onlara düşman olacak, onlara kulluk ettiklerini kabul etmeyeceklerdir.” (Ahkaf 46/6)

“O saat geldiği gün suçlular ümitsizliğe gö­müleceklerdir.

Ortakları arasında kendilerine arka çıkan ol­mayacak, onlar da ortaklarını kabul etmez ola­caklardır.” (Rum 30/12-13)

f- Tanrı Edinilen Aracılar Müşrikleri Ka­bul Etmez

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Onların hepsini toplayacağımız gün, o müş­riklere şunu diyeceğiz: “Haydi yerlerinize! Hem siz hem de ortak saydıklarınız…” Artık onların aralarını ayırmışızdır. O ortak saydıkları şöyle diyeceklerdir: “Siz sadece bize tapmıyordunuz ki! Bizimle sizin aranızda tanık olarak Allah ye­ter. Doğrusu sizin bize taptığınızın farkında bile değildik.” (Yunus 10/27-28)

“Kendilerine dayanak olsun diye, Allah’ın yakı­nından tanrılar edindiler. Tam tersi; onlar bunların ibadetlerini tanıma­yacak ve bunlara düşman olacaklardır.” (Meryem 19/81-82)

g- Akıl Şirki Reddeder

Aklını kullanan hiç kimse şirki kabul etmez. Müşriklerin tek dayanağı, büyüklerden duy­dukları şeyler, yani gelenektir. Bu sebeple Kur’ân, insanı aklını kullanmaya çağırır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah o pisliği aklını kullanmayanların üs­tüne bırakır.” (Yunus 10/100)

Kur’ân bir de atalardan gelenleri akıl süzge­cinden geçirmeye çağırır. Allah Teâlâ şöyle buyu­rur:

“Onlara, ‘Allah ne indirmişse ona ve o Elçi’ye gelin.’ Denince; ‘atalarımızda ne bulmuşsak o bize yeter’ derler. Ya ataları bir şey bil­mez, doğru yolu da tutmaz kimseler idiyse?..” (Maide 5/104)

Müşriklik boş bir kuruntudur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: Allah’ın yakınından ortaklar çağıranlar as­lında o ortaklara uymazlar; onlar sadece kendi kuruntularına uyarlar. Onlar sadece kendi ölçüle­riyle ölçer, yalan söylerler.” (Yunus 10/65)

“Şunu bilin ki, göklerde kim var,  yerde kim varsa hepsi Allah’ındır. Allah’ın yakının­dan ortak­lar çağıranlar neyin pe­şin­deler? Onlar kendilerini sadece bir kuruntuya kaptırmışlardır. Onlarınki sa­dece saçma­lamadır.” (Yunus 10/66)

Şirk konusunda Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bile uyarılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah’ın âyetleri sana indirildikten sonra sa­kın seni onlardan çevirmesinler. Sen Rabbine çağır; sa­kın ha! Müşriklerden olma.  Allah’la beraber başka bir tanrı çağırma. Ondan başka tanrı yoktur. Her şey yok olacak yalnız onun zatı kala­caktır. Hüküm onundur ve ona döndürüleceksi­niz.” (Kasas 28/87-88)

Bu konuda, birikimi olan herkes uyarılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Sizden önceki devirlerde yaşayanlardan biri­kimi olanlar, ortalıktaki kokuşmuşluğa karşı çık­malı değiller miydi? Kendilerini kurtardığımız pek azı bunu yapmıştır. O zalimler, kendilerine verilen  refahın peşine takıldılar da suçlu kim­seler oldu­lar. Yoksa senin Rabbin, halkı iyi duruma gel­miş­ken, o ülkeleri zulüm yüzünden helak edecek de­ğildi ya?” (Hud 11/116-117)

“Rablerinin huzurunda toplanacak­ları gün­den korkanları Kur’ân ile uyar; onların Alla­h’tan başka ne bir dostları ne de şefaatçileri vardır. Belki kendilerini korurlar.” (En’am 6/51)

“Allah’ın indirdiği Kitap ile aralarında hükmet. Sakın onların heveslerine uyma. Dikkatli ol, yoksa seni, Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından saptırırlar. Eğer yüz çevirirlerse bilesin ki, Allah bazı günahlarına karşılık onların başına bir kötülük gelmesini istiyordur. İn­sanlardan çoğu, gerçekten yoldan çıkmıştır.

Yoksa cahiliye devri[12] hükmünü mü arıyor­lar? İyi bilen bir millet için kimin hükmü Allah’ın hük­münden güzel olabilir?” (Mâide 5/49,50)

“İnananların gönüllerinin Allah’ı anması ve ondan inen gerçeğe içten bağ­lanması zamanı henüz gelmedi mi? Sakın daha önce kendilerine ki­tap verilen­ler gibi olmasınlar; üzerlerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. On­lardan çoğu yoldan çıkmıştır.” (Hadîd 57/16)



[1] İbn Hişam, Siret’un-Nebî, M. Muhyiddin Abdülhamid’in tahkikiyle, Beyrut, 1401/1981, c. I, 216.

[2] Ayet doğru anlaşılsın diye tefsiri mana verilmiştir.

[3] İbn Hişam, Siret’un-Nebî, c. I, 216.

[4] Muhammed b. Cerîr etTaberî, Cami’ulbeyân fî tefsîr’ilKur’an (Taberi Tefsiri), Beyrut 1412/1992, c. 11, s 519, Necm 19. Ayet.

[5] Bkz. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, nidd maddesi, Daru Sâdır, Beyrut, c. III, s. 420.

[6] Konu ile ilgili ayetlerden bir kaçı şunlardır: En’am 6/56, Ra’d 13/36, Zümer 39/11.

[7] Meniden.

[8] Ana rahminde asılı duran canlı.

[9] Ayet doğru anlaşılsın diye tefsiri mana verilmiştir.

[10] Kabe’nin etrafındaki her put bir kabileye aitti. Herbiri kendi putu aracılığı ile Allah’a ulaşmaya çalıştığından her  müşrikin  bir putu vardı.

[11] Müslim, Hacc, 3,  22-1185.

[12] Mekkelilerin Müslüman olmadan önceki dönemine cahiliye devri denir.

Kur’an Işığında Aracılık ve Şirk- Prof. Abdulaziz Bayındır

This entry was posted on Çarşamba, Temmuz 9th, 2008 at 09:04 and is filed under *ARACILIK ve ŞİRK. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

Yorum Yaz